13 Nisan'02
Sayı: 14 (54)


  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikan işbirlikçileri siyonist İsrail'den, emekçiler direnen Filistin'den yana...
  Filistin sorununu başta Filistin halkı olmak üzere Ortadoğu halkları çözecektir
  Filistinle dayanışma eylemleri ve görevler
  Filistin halkı özgürlüğü için savaşıyor!
  Zafer direnen Filistin halkının olacak!
  Filistinle dayanışma eylemlerinden...
  Kurtuluşun tek olanaklı yolu direnmektir!..
  Siyonist saldırganlık dünyanın dört bir yanında lanetleniyor
  Faşizme karşı omuz omuza!
  Birleşik eylemi yükseltme zamanı!
  Zafer direnen Filistin'in olacak!.."
  "1 Mayıs'ta üretimi durdurarak alanlara akmalıyız!"
  "Geniş emekçi kitleleriyle hareket etme kaygısı içinde olmalıyız"
   Sendika bürokrasisi barikatını 1 Mayıs alanlarında aşalım!
   KESK Genel Kurulu...
   İşçi Kültür Evi Bülteni'nden...
   1 Mayıs'ta iş bırakarak alanlara!...
   Adana Öncü İşçi Platformu Girişimi Bülteni'nden...
   İzmir İşçi Bülteni'nden...
   Mevcut birikime yaslanarak geleceği kazanmalıyız
   "Dahav'ın öbür yüzü Filistin..."
   Gökçesu maden işçileri yeni saldırılarla karşı karşıya
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sümer Holding Bakırköy işletmesi işyeri temsilcisi ile işyerindeki son durum ve 1 Mayıs üzerine konuştuk...

“Geniş emekçi kitleleriyle
hareket etme kaygısı içinde olmalıyız”

- Bize sürecinizi anlatır mısınız?

- Bizim sürecimiz Türkiye’nin sürecinden bağımsız değil. İMF’nin belirlediği ekonomik ve sosyal politikalar Türkiye’de uygulanıyor. Dolayısıyla bunların faturası işçi ve emekçilere çıkıyor. Türkiye’de artık halk açısından hiçbir şeyin güvencesinin kalmadığı bir dönemde yaşıyoruz... Bu uluslararası tekellerin talimatlarıyla ve işbirlikçilerinin uyguladıkları politikalarla bulunduğumuz işletmenin de tasfiyesi sözkonusu oldu. Aylarca iş vermeyip para vererek bize psikolojik bir savaş açtılar. Sonra iş vermeyip parayı aksatarak devam ettirdiler. Sonra yine iş olmadığı gerekçesiyle ücretli izine çıkardılar. Yarın da iş olmadığı için buraların kapatılması gerektiğini söyleyecekler. İşçi sınıfının ana gövdesi bunu kavrayamıyor. Türkiye’yi yönetenlerin Türkiye’ye karşı çok düşanca politikaları var.

İşçi sınıfı bir çıkış yolu arıyor. Bir güvensizlik var sistemin temsilcilerine. Bu bugün çok rahatlıkla görülebiliyor. Ama son 20-25 yılda, halkın örgütlenme ve kendi talepleri etrafında birleşme bilinci törpülendi, bastırıldı. Sermaye de buna güveniyor. Dolayısıyla işçi sınıfı ve emekçi halk alternatif bir örgütlenme, bir güç oluşturma konusunda bir çıkış göremiyor. Bir güven duymuyor. Bugün sendikaların durumu da belli. Uygulanan bütün politikaların baş aktörüdür sendikalar. Sendikalar bu konuda bir numaralı noterdirler, onaylayandırlar.

Sözü dağıtmadan şöyle söylemek gerekiyor. Halkın en örgütlü kesimi olan işçiler. Sistem tarafından satın alınmış bürokratların denetiminde olsa bile sendikal bazı mekanizmalara sahipler. Dolayısla bu mekanizmaların çalışmasını kolaylaştırarak, o mekanizmaları bir biçimde kullanarak geniş çaplı bir hareket başlatmak zorundayız.

-Yaklaşan 1 Mayıs var. 1 Mayıs’la ilgili ne düşünüyorsunuz? İşçi sınıfının birlik, mücadale günü olan 1 Mayıs’a hangi taleplerle hazırlanması gerekir?

- 1 Mayıs’a da böyle bakmak zorundayız. Artık Türkiye’de sınıfın dikkatini bir şeylere çekmemiz gerekiyor. Türkiye’nin emperyalizme olan bağı, Türkiye’nin emperyalizme teslim oluşu. Mesela Filistin’de bugün İsrail tankları ve işgal var. Ama Türkiye’de de emperyalizm aynı Filistin gibi yaşamın bütün alanlarına sızmış, istisnasız bütün alanları belirleyebilen bir pozisyonda. Uluslararası sermayenin bu kuşatmasına karşı bütün alanlarda, ekonomik alanlarda, sosyal alanlarda, kültürel alanlarda alternatif üretmek zorundayız. Bunun için de genel bir seferberlikle, işçi ve emekçilerin öz çıkarlarına dayalı sermayeden bağımsız politikalar üreterek bir duruş sergileyerek, bunu talep ederek değil bizzat uygulayarak, ne yapılması gerekiyorsa onu yaparak bu engeller aşılabilir. Bunlar yapılmalı ve ben bunların Türkiye’de yapılabileceğin inanıyorum. Öncü işçilerin uyanık olması gerekiyor.

Türkiye egemenlerinin yönetme yeteneğini, karşısındaki güçleri bölüp parçalayarak çok önemli aşamalara gelebildiğini, kimi zaman kimilerine belli kırıntılar dağıtarak onları altedebildiğini biliyoruz. Bunun için de sınıfa gerçekten gönülden bağlı, bunun dışında herhangi bir dayanak aramayan bir pozisyonda kalmak gerekiyor. Bu çok önemli bir duruş şekli. Bu şekilde 1 Mayıs’a gitmek gerekiyor.

Türkiye’nin bugün bağımsızlık problemi var. Türkiye halkının kendi yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip çıkamadığı bir dönem. Gece gündüz bir propaganda bombardımanı altında tutulan halkın bunun üstesinden gelip gelemeyeceği problemi var. Ve ben çok rahatlıkla söylebilirim ki, Türkiye’nin en geniş kitlelerini ortak talepler etrafında birleştirmeyen bir hareketin başarabileceği hiçbir şey yoktur. Cepheyi genişletmek zorundayız.

1 Mayıs’ta ülkenin emperyalizme peşkeş çekilmesi, Filistin’e yönelik katliamı protesto etmek için alanlarda olmalıyız. 1 Mayıs’ta bir anti-emperyalist gösteri için mümkün olan en geniş katılımı örgütlemek gerekir. Milyonlarca emekçinin yaşadığı İstanbul’da 1 Mayıs’ı 1 milyon kişi kutlamalıdır ki onlara etkili bir mesaj verebilelim. Artık 300-500 kişilik kitleyle sendika şubelerinin yaptığı eylemlerin fazla bir anlamı yok. Artık işçiler kendilerinin dışında aileleriyle, komşularıyla beraber katılmalı. 1 Mayıs böyle örgütlenebilmeli.

Ya da işçi kitleleri, sendikalar ve işçi sınıfının dostları tarafından böyle bir bakışla örgütlenmek zorunda. Çünkü önümüzdeki süreç çok hızlı ilerleyen bir süreç. Emperyalistler açısından veya Türk egemenleri açısından, çok hızlı bir şekilde kendilerini yenileyen, yeniden yapılandıran ve dolayısıyla emekçiler arasında umutsuzluk, örgütsüzlük yayan bir süreç. Onun için de biraz acele eden, ama acele ederken de nereye bastığını bilen ve bastığı yerde sağlam duran bir politika gütmek zorundayız.

- Son olarak ekleyecekleriniz...

- Derginizi okuyan arkadaşlar, Türkiye’de artık bir şeylerin değişmesi gerektiğini az çok düşünen arkadaşlardır. Bizler eğer bugünkü harami saltanının, bugünkü kokuşmuşluğun ters-düz olması gerektiğine inanıyorsak, bilmeliyiz ki, bunun olması ancak hayatı yaratan milyonlarca emekçinin ortak talepler etrafında birleşebilmesi ve bunun için mücadele edebilmesi sayesinde mümkündür. Bu harami saltanatına ve kokuşmuşluğa böyle son verebiliriz.

Öyleyse bizler, mümkün olan en geniş emekçi kitleleriyle hareket etme kaygısı içinde olmalıyız. Çalışırken onların mümkün olan en geniş kesimini hareket ettirerek bir yerlere doğru ilerlemeye çalışmalıyız. Çünkü Türkiye’de böyle bir problemin, kitleleri harekete geçirememe probleminin olduğunu düşünüyorum.



Sümerbank işçileri ve 1 Mayıs gündemi

Emperyalist gericiliğin sistemli saldırı programının başına özelleştirme ve tasfiyeyi koyduğu ilk günlerden itibaren, Sümer Holding’in tasfiyesi hiç gündemden düşmedi. Ne işçiler için istenen sonuçlar üretilip bir kazanıma dönüştürülebildi, ne satış yapılabildi, ne de kapatılabildi Sümer Holding. Bu akamet sürecinin başlıca nedenleri şöyle anlaşılmalıdır:

Birinci olarak, Sümer Holding çok sayıda işçi çalıştırdığı için tasfiyesi (kapitalist sistem için) planlanmaktadır. Kaldı ki kamu çalışanlarının eritilmesi hem gerekli hem de zorunludur. Ama ikinci sorun, özelleştirme (satış) sorunudur. Fakat çok fazla kıdemli işçi çalıştırdığı için ve modern yatırım (teknolojik olarak) olmadığı için satışı zararlıdır. Başka bir ifade ile Sümer Holding’e iyi para ile alıcı çıkmamaktadır. Bu nedenlerle kapatma, yegane tercih olmakta bu seçeneğin denenmesinde ise, eylemci işçiler sistemin karşısına dikilmektedir.

Bu görünüm sistem için Sümer Holding’i olağanüstü bir sorun haline getirmiştir. Peki ya işçiler için görünüm nasıl?

Sümer Holding işçileri özelleştirme saldırısının ilk gündeme alındığı zamadan beri hedeftir. Bu nedenle birçok kez devletle karşı karşıya gelmiş, ancak gerek sınıf mücadelesinin ve örgütlenmesinin zayıflığından ve gerekse siyasal destekten yoksunluktan dolayı, kalıcı kazanımlar elde edememiştir. Bu nedenle, saldırı sürecinin başlangıcında 33 bin olan çalışan sayısı bugün 8 bine inmiş durumdadır. Hem işletmelerin kapanması ve hem de herhangi bir nedenle işyerinden ayrılan işçinin yerine yenisinin alınmamasından dolayı, işleyen bir tasfiye süreci bulunmaktadır. Çok sistemli işlenmiş olan bu süreç sonucu Sümer fabrikaları da kapandı. Kapanmayan fabrikalarda çalışanlar da %50 oranda azaldı.

Sümer Holding işçilerinin eylemli karşı duruşu siyasal desteği olmayan bir karşı duruşu ifade ettiği gibi, hem de işletme düzeyinde kalarak diğer Sümer işletmelerini kapsayamadı. Böylece her Sümer işletmesinin işçileri kendileri doğrudan saldırı hedefi olduğunda hareketlenerek bir karşı koyuş gerçekleştirdiler. Başka işletmelerin hedef olması koşullarında ise pasif eylemler bile yapılmadı (Bu saldırılar karşısında Bakırköy Sümer Holding işçilerinin tutumunun ise farklı olduğunu ayrıca belirtelim). En fazla, destek mesajlarını, eylem tehditlerini ve ziyaretlerini esirgemediler. Bugünlerde bu tür davranışlar bir eylem biçimi olarak algılanmaktadır.

Halbuki, sendikaların sendika gibi çalışmaya zorlandığı dönemlerde eylem denince ÜRETİMİN DURDURULMASI’ndan başka bir şey anlaşılmazdı. Kaldı ki tarihin öğretisine göre de üretimin durdurulması yaptırım gücüne sahip bir eylem biçimidir. Bu eylem biçiminden kaçan sendikaların başka eylemleri temel eylem biçimi olarak anlamalarının ya da yasak savarak iş başında görünme istemlerinin siyasal örgütlenme ve eylem kavramları ile ilişkisi vardır.

Demek oluyor ki, Sümer Holding tasfiyesinin bugünkü tabloda başarılı bir karşı koyuşun temel koşulu, hedef olan işletmeden öte, öncelikle Sümer işletmelerin tümünde bir karşı koyuşu örgütlemektir. Bu siyasal bir sorumluluktur. Bugünkü görünümü ile sendikaların üstleneceği iş değildir.

Bu sorumlulukla ilk elden yapabilecek eylem, 1 Mayıs’ta Sümer işçilerinin tüm işletmelerde üretimi durdurarak alana çıkmasıdır. Bu eylem sınıf düşmanına bir gözdağı olacaktır. Ama bu sınırlarda kalan bir eylemlilik temelde kalıcı sonucu üretemeyeceğinden, politik duyarlılığı olan işçilerin sendikalar üzerinde muazzam ve hissedilir basıncının örgütlenmesi ile ulaşılacak duyarlılık asıl işlerden birisi olarak algılanmalıdır. Bu duyarlılığın sonucu olarak örgütlenecek kapsamlı eylemlerle ancak kalıcı başarılar elde edilebilecektir.

M. İlkay