Son haftalarda gündemleşen Anadilde eğitim kampanyası, birçok gerçeği bir kez daha açığa çıkardı, bilinen bazı gerçeklerin altını kalın çizgilerle çizdi. Bunlardan biri de devletin bu kampanya karşısında sergilediği tavırdır. Bu tavır üzerinde kısaca da olsa durmakta yarar var, İmralı Partisinin geliştirdiği bilinç katliamı hareketi ve sonuçları nedeniyle bu gereklidir. "Anadilde eğitim kampanyası karşısında TCnin tavrı şaşırtıcı olmadı, bu tavırda herhangi bir yenilik de yok; 80 yıllık ulusal inkarcı ve ulusal imhacı sömürgeci sistemin gerektirdiği gibi davrandı, bunda ne kadar kararlı ve ödünsüz olduğunu bir kez daha vurguladı. Öyle ki bunu yaparken kendi yasalarını bile çiğnemekte bir sakınca görmedi. Aslında üniversite öğrencilerinin verdiği dilekçelerde Türkçe ile eşit koşullara sahip Kürtçe eğitim dili, anadilde eğitim talebi dile getirilmiyor. İstenen Kürtçenin seçmeli ders olarak öğretilmesidir. Kürt öğrencilerin kendi boyunlarındaki sömürge köleliğini bu biçimde meşrulaştıran bir istem karşısında bile sömürgeci devlet tahammülsüz davrandı, baskı aygıtlarının tümünü devreye soktu. Peki neden? Bundan çıkarılması gereken ders nedir, ne olmalıdır? İşin başında anadilde eğitim talebinin özünü boşaltan, bu anlamda inkarcı ve imhacı sisteme Kürt cephesinden katkı sunan böyle bir girişime bile devlet şiddetle yöneldi, kendi anayasasında yazılı olan dilekçe hakkını açıkça ayaklar altına aldı. Bütün bunları demokratikleşme masalının dillendirildiği bir dönemde yaptı. Neden? Bu tutumu nasıl açıklamak gerekir? İmralı Partisinin her defasında dile getirdiği gibi bu bastırmacı tutum, devlet içinde yuvalanmış, Türkiyenin demokratikleşmesini istemeyen bir rantçı kesimin, onun hükümetteki temsilcisi MHPnin işi mi? Ya MGKnın Ocak ayı olağan toplantısında Anadilde eğitim kampanyası ile ilgili yaptığı açıklama, altını çizdiği devlet politikası nedir, neyin nesidir? Kuşkusuz üç yıl önce bu sorular, Kürtler açısından geri ve bu nedenle tartışılması abesle iştigal sayılan sorulardı. Ancak İmralı süreciyle birlikte Kürtlerin siyasal-ulusal bilincine sürekli vuruldu, kavramların altı boşaltıldı, tersyüz edildi, TC ve sömürgecilik bilinci sürekli bulanıklaştırıldı. Artık TC, sömürgecilik kavramları bile literatürden kaldırıldı. Sadece bu mu? Kürdistan kavramı bile İmralı Partisinin dilinde coğrafik bir terimin ötesinde bir anlam ifade etmiyor. İşte bu yaklaşım, bugün tam bir bilinç katliamı biçiminde derinleşerek devam ediyor... Bu nedenle dün tartışılması geri sayılan kimi gerçekleri ve kavramları bugün yeniden ortaya koymak gerekli ve zorunlu olmaktadır. Türk demek Türkçe demek; ne mutlu Türküm diyene! (M. Kemal, aktaran Oktay Sinanoğlu, Aydınlık dergisi, 2 Şubat 2002) İnkar ve imha sistemini, Kürdistan üzerinde 80 yıldır kurumlaştırılan sömürgeci sistemin özünü bu sözden daha net, açık ve kesin bir biçimde ifade eden başka bir söz galiba az bulunur! Türk demek Türkçe demek, dolayısıyla en geri, güdük ve özü boşaltılmış bir biçimde de olsa bu sistem ve stratejiyle çelişen bir istem ve girişime hoşgörülü davranmaları mümkün mü? Sömürgeci sistem, her zerresiyle şiddet yüklüdür. Dolayısıyla formel olarak yasal (dilekçe hakkını kullanmak gibi), ama özü itibarıyla TCnin inkarcı ve imhacı sistemiyle çelişen söz ve davranışların en yoğun şiddetle bastırılması, TCnin doğası gereğidir; bunda anlaşılmayacak bir yan yok. Yine ulusal kurtuluş mücadelesinin doruğa çıktığı 1990lı yılların başında TC yönetenlerinin Kürt realitesini tanıyoruz, Federasyonu da tartışabiliriz, hatta kimi kesimlerin Ver kurtul tartışma düzeyi ile bugünkü tartışma düzeyi karşılaştırıldığında, aradaki çelişki ve farklılığın nedeni de kendiliğinen anlaşılır: Çünkü her zerresi şiddet yüklü bir sistem, güç ve şiddet yasasıyla karşılanıyor ve ciddi bir açmazla karşı karşıya bırakılıyordu. Güç yasasının yarattığı bu çıkmaz ve açmaz onlara anılan bu sözleri söyletiyordu... O zaman da TCnin özü aynıydı, yönetenlerinin siyaset anlayışı aynıydı. Fakat onlara Kürt realitesini tanıyoruz sözünü söyleten, politik guuml;ç ve bunun ardındaki kararlılıktan başka bir şey değildi. Ya bugün? Teslimiyet ve tasfiye sürecine alınan, beyni teslim alınıp iradesizleştirilen bir Kürt hareketi, programsızlaştırılan, ideolojik ve askeri olarak silahsızlandırılan, kafası allak bullak edilmeye çalışılan bir halk karşısında devletin en üst perdeden bastırmacı ve aşağılayıcı bir tutum sergilemesi (12 maddelik mutlak ve tam teslimiyet ültimatomu ve Türk generallerinin aşağılayıcı açıklamalarını hatırlatmak bile yeterlidir) şaşırtıcı olmamalıdır. Kuşkusuz Kürt halkı ve aydınları, yurtsever yürekleri kendi tarihlerinin son otuz yıllık kesitini, bunun her bir aşamasını karşılaştırmalı bir biçimde sorgulamak, değerlendirmek ve gerekli ideolojik ve politik sonuçlara ulaşmak durumundadır. Evet, TC, özü Kürdistan ve Kürt ulusal gerçekliğinin inkarı ve imhası olan sömürgeci sisteminden, onun hiçbir ayrıntısından zerre kadar ödün vermek istemiyor; dahası bunu tartışma konusu bile yapmak istemiyor. Bu konuda ortaya çıkan tartışmaları ise her yolu ve yöntemi uygulayarak, kendi yaptığı yasaları çiğneyerek bastırmaya çalışıyor. Tartışmak bile gereksizdir ki bu, bir devlet politikasıdır, 80 yıllık Cumhuriyet çizgisinin güncelleştirilmiş biçimidir. Bu devlet politikasını böyle ortaya koymak ve algılamak yerine, devlet içinde yuvalanmış rantçı bir kesim veya MHP ile açıklamak abesle iştigalden başka bir şey değildir. Devlet, bu sistemde kendi kimliği ve onuruyla Kürde yaşam hakkı olmadığını her fırsatta ve uygulamada gösteriyor; göstermenin ötesinde bundaki ödünsüz kararlılığını da tartışmaya yer bırakmayacak bir biçimde vurguluyor. Bu, onun özüdür. Bu bağlamda Anadilde eğitim kampanyası karşısındaki TC tutumu konusunda başka güncel boyutlara da dokunmamız gerekiyor. Devlet, İmralı Partisini çok iyi biliyor, politikalarını kadrolardan ve halktan önce İmralı üzerinden öğreniyor. Kampanya dilimizi seçmeli ders olarak öğretin biçiminde başladı. En başta sessiz kalmayı yeğledi. Ama ne zamanki binlerce öğrenci ve velileri kapsadı, halk içinde yayılarak genişledi, yani ilk girişimcileri aştı, ne zamanki yeni ve farklı boyutlar kazanmaya başladı, işte o zaman devlet, bütün baskı ve propaganda mekanizmalarını harekete geçirdi. Dilekçe verenler bastırılmaya başlandı, gözaltı ve tutuklamalar genel bir kampanya biçimini kazandı. Aynı dönemde Öcalan ve İmralı Partisine bu yangını söndürme, grev kırıcılığı misyonu verildi. Bunu da genel bastırma ve çarpıtarak özünü boşaltma hareketinden ayrı düşünmemek gerekir. Öcalan, anadilde eğitim talebini, köyde, mahallede, evde kendi kendine öğrenme derekesine indirgedi; devletten herhangi bir talepte bulunmamayı buyurdu! Bundan sonra İmralı Partisi sözcüleri ve tefsircileri, bu buyruğu derin yorumlara tabi tutmaya, kendilerini aşan ve Kürt dinamiğindeki canlılığı ve kabına sığmazlığı bir biçimiyle gösteren kampanyayı soğutma ve kırma hareketini yedire yedire geliştirmeye başladılar... Bu tefsircilerden bazıları, artık yeni bir süreçtir, bu nedenle sayın Öcalanın da dediği gibi, ne inkar ne isyan şiarının bir gereği olarak elinen noktada provokasyona gelmemek gerekir, dilekçe vermek yerine evlerde, köylerde, mahallelerde kendi kendine Kürtçe öğrenme zamanıdır (2 Şubat Yedinci Gündem sayısında D. Karakoçanın yazısına bakılabilir) demeye ve grev kırıcı misyonlarını açıkça ortaya koymaya başladılar... Bazı boyutlarıyla İmralı Partisini aşan bu kampanyada TC gördü ki, İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğine rağmen Kürt talepleri ve Kürt dinamizmi, programsızlaştırılsa da, birçok açıdan silahsızlandırılsa da, etkinlik ve gücünden çok şey yitirse de, kendisi için ciddi bir tehdit olarak duruyor. Kürtler bu düzene sığmaz. Bunu çok somut olarak bir kez daha gördü ve İmralı Partisinin sunduğu zemini değerlendirerek bu dinamizmi nihai olarak bitirmenin gerekliliğini anladı. Bu kadar saldırgan ve saldırılarında fütursuz davranmasının güncel nedeni budur! Tam da İmralı Partisine dayatılan on iki maddelik ültimatom, böyle bir yaklaşıma oturuyor, bu isteği anlatıyor... Görülüyor ki, TC, İmralı Partisini de yedeğine alarak bastırıyor, Kürt dinamiğini, onda canlı, diri, enerjik ne varsa hepsini kısa ve orta vadede yok etmek istiyor. Buna karşılık Kürt halkının ulusal ve demokratik istemleri eylemli olarak her fırsatta kendini dışa vuruyor. Fakat bunlar, bir ulusal program, strateji ve örgütlülükten yoksun; daha çok kendisini İmralı Partisinin egemen olduğu zeminde dile getiriyor. Bu paradoksal gerçeklik devrimcilerin ve yurtseverlerin önüne çok önemli, acil ve ertelenemez görevler ortaya koyuyor: Devrimci çizgide birleşmek ve Kürt dinamizminin akacağı örgütsel seçeneği oluşturmak!.. PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları |
|||||