09 Şubat '02
Sayı: 06 (46)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'nin Ortadoğu macerası, Türk devleti ve Kürt liberalleri
  Emperyalizme kölelik ve düzenin çözümsüzlüğü
  Kamu işçisinin direnişi örme sorumluluğu
  Yıkıntıların altından kapitalist düzenin vahşi yüzü çıktı!
  Demokratikleşme yalanı ve burjuva ikiyüzlülüğü
  "Sendika yönetiminin ihanetine uğradık"
  Her düzeyde parasız eğitim!
  Emperyalizmin çıkarları için kardeş halkların kanı akıtılmak isteniyor
  KESK genel kurulları sürüyor...
  "Başka bir dünya mümkün" ve zorunlu!..
  Hükümet vizesi için uşaklık sınavı
  Üniversite-sermaye işbirliği üzerine
  Almanya: Faşist NPD'nin kapatılması davası...
  Emperyalist savaşın yeni halkalarından biri: Filipinler
  Teslimiyet, ihanet ve tasfiyecilik çizgisi...
   "Anadilde eğitim" kampanyası ve TC!..
   F tipi sağlığa zararlıdır!
   Tecrit ve tredmana bağlı olarak Sincan F Tipi Cezaevi'nde yaşananlar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İki forum, karşıt gündemler...

“Başka bir dünya mümkün” ve zorunlu!..

Emperyalist “zirve”de dışa vuran iç sorunlar

32 yıldır Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu’nun (DEF) bu yılki toplantısı New York’ta 31 Ocak-5 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirildi. Dünyanın en büyük tekelci şirket temsilcileri, kapitalist ideologlar ve önde gelen kapitalist devlet temsilcileri yılda bir kez biraraya gelip, kârlarına nasıl kâr katacaklarını, dünyayı nasıl soyup soğana çevireceklerini tartışıyorlar bu forumda. Dünyadaki en büyük bin kadar tekelci şirket DEF toplantılarının finansmanını sağlıyor. “Zenginler Kulübü” adı buradan geliyor.

Dünya halklarına ve işçi sınıfına karşı son 10 yılda dünya ölçüsünde yoğunlaşan saldırıların mimarları, fikir alış-verişinde bulunmanın yanı sıra, kendi aralarındaki sorunları, kendilerine karşı yükselen muhalefetin nasıl dizginleneceğini tartışıp kararlar alıyorlar bu toplantılarda.

Bill Gates gibi büyük patronların, Huntington, Fukuyama gibi emperyalist ideologların ve sermayenin önde gelen siyasi temsilcilerinin biraraya geldiği bu yılki toplantıda, küreselleşme adı altında dünyayı paylaşan ve kanını emen sömürücü haydutlar arasında çeşitli çatlakların, anlaşmazlıkların ve kızışan rekabetin yol açtığı sorunlar su yüzüne çıktı. Çeşitli ülkelerden 2.700 temsilcinin katıldığı forumun gündemine bu yıl, şiddetlenen emperyalist rekabet ve nüfuz mücadeleleri ile emperyalist küresel saldırılara karşı gelişen muhalefetin getirdiği tehditler damgasını vurdu.

Öncelikle forumun Davos’tan New York’a taşınmasının anlamı üzerine halen süren tartışmalar, emperyalistler arası çatlakları belirgin biçimde açığa çıkardı. Yer değişikliği, gösterilmeye çalışıldığı gibi, güvenlik sorunundan kaynaklanmıyor. 11 Eylül’de saldırıya uğrayan “New York’la dayanışma” gerekçesiyle toplantının Avrupa’dan Amerika’ya taşınmış olmasının gerisinde, ABD’nin DEF’e damgasını vurma, AB ile rekabette yeni bir adım atma ihtiyacı var. 11 Eylül saldırısı ABD emperyalizminin dizginlerinden boşalmasına, iktisadi rekabet alanındaki gerilemesini askeri gücüyle kapatmasına yalnızca bir vesile oldu. “Terörle mücadele” gerekçesiyle başlatılan saldırıların önemli bir yönü de dünya kapitalizminin liderliğinin hala ABD’nin elinde olduğu mesajını vermekti. Avrupalı emperyalitlerin nerdeyse bu en önemli toplantısının New York’a taşınması da böyle bir ihtiyacın bir parçası. Gelecek yılki toplantının da New York’ta yapılmasının ABD’li bazı temsilciler tarafından şimdiden dillendirilmesi, Avrupalı emperyalistlerin “tek önemli Avrupa toplantısını bile Amerikanlaştırmak istiyorlar” biçiminde gösterdiği tepki, emperyalist “Zenginler Kulübü” içinde sürmekte olan rekabetin bir yansımasıdır

Aynı günlerde Avrupa’da (Münih’te) yapılan Uluslararası Güvenlik Konferası’nda ABD’nin Avrupa’ya yönelik dayatmaları ise, bu rekabetin giderek derinleşeceğinin daha ciddi işaretlerini veriyor. ABD Savunma Bakanlığı Danışmanı Richard Perle, konferansın ardından Financial Times’e verdiği demeçte, ABD’nin gerekirse Avrupa’ya rağmen bildiği yolda yürüyeceğini, bu uğurda Avrupa ile köprüleri atmayı bile göze alabileceğini şu sözleriyle dile getirdi:

“Saddam Hüseyin bizim için tehlike olmadığını ispatlayacaksa, bunun tek yolu yönetimi bırakıp gitmesidir. Avrupalı müttefiklerimize gelince; müttefikleri olan ama savunması olmayan (tehlike altında) bir ABD ya da savunması olan ama gerekirse müttefikleri olmayan (güvenlikli) bir ABD arasında seçim yapmak zorunda kalsak, şüphesiz ikincisin seçeriz. Avrupa, Irak’tan gelen tehlikeyi sineye çekin, çünkü askeri operasyon sinirlerimizi bozuyor diyorsa, o zaman bu tutumunun dış politikamız üzerinde hiçbir etkisinin olmayacağını da bilmek zorundadır.”

Bu açıklamadan da görüleceği gibi, ABD emperyalizmi kendi egemenliğini tanımayan siyasi, iktisadi her gelişme ve oluşumu güvenliğine yönelmiş bir saldırı olarak damgalayıp, kendi çıkarları merkezinde bir bloklaşmayı giderek daha açıktan dayatmaktadır. Orta Asya ve Ortadoğu’ya yönelik askeri seferberliğin başını çeken ABD emperyalizmi, iktisadi cepheden de bunu takviye eden adımlar atıyor.

New York’taki son DEF toplantısı bütünüyle bu yönlü bir dayatmanın gölgesinde gerçekleşti. İlerleyen süreçte “Zenginler Kulübü” içindeki “en büyük patron” çekişmesi daha ciddi çatışmaları da gündeme getirecektir.

Zirve’nin üzerinde dolaşan hayalet:
Artan yoksullaşma ve küreselleşen direniş!

Emperyalist talan ve sömürünün yol açtığı yoksullaşma ve sefalete karşı yükseltilen tepkilerin nasıl kontrol edileceği sorunu bu yılki toplantıların en önemli gündemiydi. Farklı başlıklar altında ağırlıklı konu olarak, küreselleşmenin yol açtığı sefalet ve yıkım koşullarında sermayenin güvenliğinin nasıl sağlanacağı tartışıldı. Denilebilir ki bu tartışmalara da, ABD emperyalizmi ve 11 Eylül saldırıları ile emperyalist küreselleşmeye karşıtı mücadelenin kazandığı boyut damgasını vurdu.

“Güvenliğin geliştirilmesi ve tehditlere karşı yanıt” başlığı altında yapılan tartışmalar bu kez kâr artırımına yönelik istişarelerin önüne geçti denilebilir. Zira emperyalizmin küresel saldırıları beraberinde küresel direnişi büyütüyor. Seattle, Nice ve Prag, Göteborg, Cenova ve en son Brüksel’den sonra, şu günlerde de Porto Allegre’de onbinlerce kişinin emperyalist küreselleşmeye karşı alternatif bir forumda biraraya gelip seslerini yükseltmeleri, efendilerin uykusunu kaçırıyor. Daha da önemlisi ise, dünyanın dört bir yanında emperyalist saldırganlık ve yıkıma karşı alternatif arayışların ve mücadele eğiliminin giderek güçleniyor olmasıdır. Meksika’da, G. Kore’de ve Arjantin’de olduğu gibi ulusal ekonomilerin peşpeşe çöküşüyle sonuçlanan yapısal krizlere bir çözüm bulunamadı&curre;ı yerde, yıkıma dönük tepkiler de ulusal sınırları aşıp IMF gibi kurumlar üzerinden doğrudan emperyalist odaklara yöneliyor. Bu durum emperyalistleri fazlasıyla tedirgin ediyor ve karşı tepkileri sınırlamaya dönük önlemler almaya zorluyor.

Bu nedenle New York’taki DEF toplantısında küreselleşen yoksullaşmaya karşı direniş, bir an önce çözülmesi gereken acil bir sorun olarak, çeşitli başlıklar altında yürütülen tartışmalarda ele alındı. Kuşkusuz “yoksullaşmaya karşı mücadele” örtüsü altına gizlenerek!

Emperyalistlerin timsah gözyaşları ya da
“eğer aç kalan varsa herkes tehlikededir”

“Uluslararası ticaret, zenginler lehine aşırı biçimde gelişiyor. Zenginler gerekli yardımı yapmıyor.” Bu sözler sıradan bir insana değil, dünyanın en büyük bilgisayar şirketi sahibi Bill Gates’e ait. “Eğer gemide hasta varsa, herkes hasta olabilir. Eğer aç kalan varsa, herkes tehlikededir.” Bunlar da BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın DEF toplantılarının bitiminde yaptığı konuşmadan. Aynı toplantıda konuşan BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri M. Robinson ise, “Daha etik bir küreselleşmeye doğru ilerlememiz gerekiyor. Demokrasiyi uluslararası düzeye taşımanın bir yolunu bulmalıyız” çağrısında bulunuyor. New York Demokrat Parti Senatörü Hillary Clinton B.Gates’e hak veriyor ve ekliyor: “ABD kendi bencil çıkarları için küresel ekonomiyi yönlendiriyor, yoksul ülkelerde hastalıklar, yoksulluk, kadınların ezilmişliği için pek bir şey yapmıyor.” vb...

Bu ve benzeri açıklamalara bakıldığında, emperyalist “Zenginler Kulübü”nün yoksullukla daha fazla mücadele edilmesi gerektiği gibi bir sorunu kendisine dert edindiği sanılabilir. Oysa gerçekler tam tersini gösteriyor. Yukardaki sözler en hafif deyimle günah çıkarma bile değil. Bunlar, “bunca yokluk ve yoksulluk ortamında kendimizi nasıl güvende hissedebiliriz” kaygısının, bu amaçla dökülen timsah gözyaşlarının bir ifadesidir. Zira mutluluk, refah ve gelişme vaatleriyle küreselleşme adı altında dayatılan saldırıların yol açtığı yıkım artık saklanamaz bir hale gelmiştir. İşte çarpıcı bazı olgular:

Her gün 5 yaşın altında 30 bin çocuk önlenebilir hastalıklardan ölüyor. Az gelişmiş ülkelerde doğum esnasında ölen kadınların sayısı yüzbinleri aşıyor. Milyonlarca insan açlık nedeniyle ölümle burun buruna yaşama savaşı veriyor. Talan üstüne talanla soyulacak, sömürülecek bir şeyi kalmayan Afrika kıtası bir bütün olarak gözden çıkarılmış bulunuyor. Dünya nüfusunun dörtte üçü temiz içme suyundan yoksun. Çalışabilir durumdaki her üç yetişkinden biri işsiz. Dünyadaki ortalama refah düzeyi 20-30 yıl öncesinin sınırlarına gerilemiş durumda. Özelleştirme saldırıları sonucu dünyanın dört bir yanındaki yüzmilyonlarca işçi sosyal haklardan, insanca çalışma ve yaşam koşullarından yoksun olarak yaşamaya mahkum ediliyor. Ve tüm bunlara sebep olanlar kârlarına kâr katararak muazzam bir sereti ellerinde bulunduruyorlar. Öyle ki, bugün topu topu 300 dolar milyarderi 3 milyar insanın sahip olduğu zenginlikten daha büyük bir servete sahip. İşte korktukları, kendilerinin sebep oldukları bu uçurumun bir gün kendilerine mezar olmasıdır.

Korku ve kaygıları boşuna değil!

Emperyalist küreselleşme karşıtı mücadele bu zeminden güç alarak büyümekte ve yaygınlaşmaktadır. Emperyalist efendileri rahatsız eden, huzurlarını kaçıran ve konu üzerine bir şeyler söylemek zorunda bırakan gelişme de budur. Bu gelişmeler karşısında bir şeyler yapmak, yükselmekte olan mücadeleyi bir şekilde dizginlemek ve tüm bunları da yoksullukla, terörle vb. mücadele olarak yutturmak gerekmektedir. Varolan sınıfsal çatışmanın üstünü “medeniyetler çatışması”, “kültürler arasındaki farklılık” vb. safsatalarıyla örtmek; emperyalist küreselleşmenin kaçınılmazlığı ve herkesin nasipleneceği nimetleri üzerine vaazlar vermek gerekmektedir. İtiraf anlamına gelen yukardaki sözler doğrudan bu ihtiyacı karşılamaya da dönüktür. Ve en yalın karşılığını “ancak terörle mücadeleyle bütünleşmiş bir yksullukla mücadele anlayışıyla sorunlarımızı çözebiliriz” önerisinde karşılığını buluyor. Bu öneri dışındaki her açıklama ve sözde tespit göz boyamaya, gerçeklerin üstünü örtmeye hizmet etmektedir.

Bu korkularında, bu oyunlara başvurmakta son derece haklılar, çünkü başka bir çıkar yolları yok: Ayakta kalmak için daha fazla sömürü, talan; daha fazla sömürü için de daha fazla baskı ve savaş! Daha fazla ideolojik çarpıtma ve dayatma!

Gerçeklerse ortada. ABD emperyalizmi bu yılki savunma bütçesini % 15 artıran (toplam rakam 379 milyar dolar!) tasarıyı onaylayarak, güvenlik sorununu nasıl çözeceğini göstermiş oldu. Şimdi aynı şeyi Avrupalı suç ortaklarından da istiyor. Oysa dünyadaki sağlık, eğitim ve beslenme sorunlarını çözmek için yılda yalnızca 80 milyar dolar (ABD’nin yıllık savunma harcamasının yalnızca beşte birini!) ayırmak yeterli. Bu tespit de DEF toplantısının bir oturumunda yapılıyor. Sorunların asıl nedeni olanlar, bu toplantıda sorunların gerçekte nasıl çözüleceğini, niçin çözüm gibi bir dertlerinin olmadığını dolaylı da olsa dile getiririp sergiliyorlar.

Emperyalist küreselleşme karşıtları
abluka altına alınan New York sokaklarında

Katılımcı başına iki polisin düştüğü ve olağanüstü güvenlik önlemlerinin alındığı New York’ta onbin kadar küreselleşme karşıtı sokakta emperyalist “zenginler kulübü”nü ve küresel saldırıları protesto gösterileri düzenlediler. Öncekilerle kıyaslandığında kuşkusuz katılımın düşük olduğu söylenebilir. Fakat katılımı sınırlamaya dönük önlemler yalnızca polisiye baskı ve tehditlerle sınırlı değil.

Daha toplantı başlamadan olası gösterilere karşı kirli bir kampanya yürütülmeye, tehditler savrulmaya başlandı. Emperyalist basın dört bir koldan küreselleşme karşıtlarını hedef tahtasına çaktı. İşi kaba hakaret ve küfürlere kadar vardırdı:

“Parazitler, asalaklar, çılgınlar, kışkırtıcı lejyonlar yine neler yapacağınızı biliyoruz. Sloganlarınızı atın, pankartlarınızı taşıyın, ama sakın şehrimize zarar verip de sabrımızı taşırmayın.” (New York Daily News)

“New York halkı olarak yeni bir terörist saldırıya ne kadar ihtiyaç duyuyorsak anti-kapitalist eylemlere de o oranda ihtiyaç duyuyoruz.” (New York Times)

Öte taraftan aynı medya, New York’ta aynı tarihlerde gerçekleştirilen “Davos’u İzleme Grubu”nun toplantılarına ve Porto Allegre’deki alternatif foruma bilinçli olarak yer vermedi. Yer verdiği kadarıyla da, çarpıtarak ve sansüre uğratarak yaptı bunu. Bu aynı tutumun Türkiye sermaye basını ve bazı kiralık kalemşörler tarafından alınması ise hiç şaşırtıcı değil, sadece ibret verici.

Bu abluka ve kirli kampanyaya rağmen göstericiler oldukça anlamlı etkinliklerde bulundular. 5 bin kişinin katıldığı bir gösteride “Hepimiz Filistinliyiz!” sloganları atıldı. Başkan yardımcısı D. Cheney’in kirli petrol işleri, G. Bush’un Enron skandalındaki yeri ve rolü, Rumsfeld’in Afganistan harekatındaki saldırganlığı teşhir edildi. “Kapitalist petrol sömürüsüne son!”, “Ku Klux Klan Beyaz Saray’da!”, “Modern dönemin köleleri olmayacağız!”, “Savaş karlı iş: oğlunuzu yatırın!”, “Savaşı durdurun! Irkçılığa son!”, “Başka bir dünya mümkün, onu yaratacağız!” sloganlarının yazılı olduğu pankartlar taşıdılar. Sokaklarda terör estiren New York polisi yüz kadar göstericiyi gözaltına aldı.

Kısaca, Zenginler Kulübü’nün bu yılki toplantısı da dünyayı dolaşan hayaletin gölgesinde geçti. Objektif davranan kimi gözlemciler ve bazı gazetecilerin izlenimleri de bu yönde: “New York’ta teslim bayrağını çekenlerin ‘içerdekiler’ (DEF) olduğunu söylemek elbette fazla cüretkar olacak fakat, ‘dışardakilerin’ sesi gerçekten, bu kez her zamankinden daha fazla duyuluyor. Davos toplantılarında zaman zaman dışardakilerden bazı temsilciler oturumlara çağrılıp sigaya çekiliyordu, bu kez içerdekiler kendi kendilerini sorgular duruma düştüler. Porto Allegre, binlerce kilometre uzakta olsa da ruhunun Davos’u tehdit ettiği bir gerçek.” (Ahmet Yeşiltepe, NTV MSNBC)

Kağnı gölgesinde yürüyen it

Türkiye’yi temsilen toplantılara katılan Dışişleri Bakanı ve yeminli Amerikan uşağı İsmail Cem ile fiili başbakan Amerikan ajanı Kemal Derviş, ABD hakimiyetinin perçinlenmesi çerçevesinde kendilerine biçilen rolü başarıyla oynamaya çalıştılar. O sırada ABD’de bulunan işbirlikçi sermayenin yeni yetme temsilcisi Amerikancı Tayyip Erdoğan ise, kendisini beğendirmek için soysuzca ABD emperyalizmine şakşakçılık yaptı. ABD ve İMF ile ilişkileri hararetle savunarak göze girmeye çalıştı.

İsmail Cem, “uygarlıklar arasında uyum”u sağlamada oynayacağı rolü belirterek Türkiye’nin islami kimliğini, sermaye iktidarının teröre karşı mücadelede ABD’ye kölece bağlılığını ve Türkiye’nin jeostratejik konumunu pazara çıkarıp, pay çıkarmaya çalıştı. Orta Asya petrolünü batıya taşıyan yolların Türkiye’den geçmesinin ve terörle mücadelede uzmanlaşmış olmasının Batı nezdinde Türkiye’nin değerini arttırdığından dem vurdu.

Kemal Derviş ise, güvenilir bir müttefik ve sadık bir hizmetkar olmasının yanı sıra Türkiye’yi emperyalistler için istikrarlı ve kârlı bir pazar yapmaya çalıştıklarını, bu yönde anlamlı bir mesafe almaya başladıklarını anlattı.

Kısacası sermaye temsilcileri, ABD’nin gölgesinde yürüyerek, bir kez daha bu uğurda işçi ve emekçi halkın geleceğini kirli ve kanlı pazarlıklara malzeme olarak kullandılar. Türkiye’nin kölece bağımlılığını ise değişen dünya koşullarına uyumun getirdiği itibar ve önem kazanma olarak sunmaya çalıştılar.

Emperyalist küreselleşme karşıtı mücadele büyüyor

“Zenginler Kulübü”nün toplandığı tarihlerde Brezilya’nın Porto Allegre kentinde 110 ülkeden 13 bin delegenin katıldığı alternatif bir zirve yapıldı. Latin Amerika’daki işçilerin, dünyadaki bazı sendika ve parti temsilcilerinin, topraksız köylü hareketi üyelerinin, akademik çevrelerin yanı sıra, Noam Comsky gibi bazı tanınmış aydınlar, N. Mandela gibi tanınmış siyasal simalar da Dünya Sosyal Forumu adı altında gelenekselleştirilmeye çalışılan bu foruma katıldılar. Toplam 40 ülkeden 1155 milletvekilinin 500’ü bu zirvenin alt etkinliği olan Dünya Kongresel Forumu’nda biraraya geldiler.

Porto Allegre’deki alternatif zirve, patronlar zirvesinden daha büyük bir ilgi ve katılım gördü. Forum 60 bin kişinin katıldığı ve iki saat süren bir yürüyüşle başladı. Yürüyüş ve başka etkinlikler boyunca kapitalist saldırılar lanetlendi, emperyalist savaşa karşı sloganlar atıldı. İsrail devletinin vahşeti ve emperyalist savaş kınanırken, Arjantinli kayıp anneleri Filistin bayrakları taşıyarak anlamlı bir dayanışma örneği sergilediler. Bir dizi konferans ve seminerde neo-liberalizme karşı alternatif çözüm önerileri tartışıldı. Kapitalist yağmaya, spekülatif sermayenin dolaşımına, çevrenin tahrip edilmesine, geri kalmış ülkelerin tarımının ve sanayilerinin çökertilmesine karşı neler yapılması gerektiği ele alındı.

Toplantıların sonunda oluşturulan dış borç mahkemesi, Dünya Bankası ve İMF’yi “soykırım yapmak ve borçlu ülkeleri yağmalamak”la suçlayarak, bir dizi karar aldı. 52 yoksul ülkenin 300 milyar dolar borcunun acilen iptal edilmesi istendi. Yanısıra, spekülatif sermayenin vergilendirilmesi, vergi cennetlerinin ortadan kaldırılması, uluslararası yönetici kuruluşların gözden geçirilmesi, tarım üretiminin yeniden düzenlenmesi ve bir dizi demokratik talep ileri sürüldü.

Enternasyonalist mücadele ve dayanışmayı
yükseltmek güncel ve yakıcı bir görevdir

Seattle, Nice ve Prag’tan sonra yalnızca protesto gösterileriyle sınırlı kalmayan, aynı zamanda alternatif bir takım kararlar alarak bunları hayata geçirmek için mücadele eden emperyalist küreselleşme karşıtı hareket, kuşkusuz temel önemde bir dizi eksikliği ve zaafı içinde barındırıyor. Herşeyden önce her türden muhalefeti içinde barındırmanın yol açtığı bir şekilsizliği yaşıyor. Daha da önemlisi, işçi sınıfı bu harekete belli bir düzeyde katılmakla beraber, hareketin içinde henüz bağımsız bir sınıf tutumu geliştirebilmiş değil. Bunlar dünya ölçüsünde devrimci önderlik sorununun genel ağırlığı düşünüldüğünde son derece doğal sonuçlar.

Bu zayıflıklarına rağmen emperyalist küreselleşme karşıtı hareket, kapitalizmin yol açtığı yıkıma ve sermayenin dünya ölçüsündeki saldırılarına karşı dünyanın dört bir yanında yükseltilen mücadeleye hız kazandırmakta, moral güç kaynağı olmaktadır. Bugünkü düzeyiyle bile emperyalistler için ciddi bir kaygı konusu haline gelmiştir. Zira bu hareketin gerisinde ezilen ve sömürülen milyonların enternasyonal dayanışma ve mücadele deneyimleri var.

Böyle bir hareketin güçlenmesi, net bir hedefe ve programa sahip olabilmesi ise, ancak işçi sınıfının ve devrimci öncülerinin müdahalesi ve aktif katılımıyla mümkün olabilir. Barbar kapitalizmin saldırıları ancak işçi sınıfının tutarlı ve kararlı devrimci önderliği altında geliştirilecek bir mücadeleyle püskürtülebilir. Bu mücadele sınıfsal doğası gereği enternasyonal bir karakter taşımaktadır. Sosyalizmi inşa deneyiminin geçici yenilgisinin ve tarihsel hata ve zaafların yol açtığı tahribatlar, sınıf mücadelesinin pek çok kazanımı gibi bu alandaki kazanımları da dişle-tırnakla sökerek yeniden oluşturma görev ve sorumluluğunu koyuyor önümüze. Emperyalist küreselleşme karşıtı hareket, içinde barındırdığı anti-kapitalist dinamiklerle böyle bir mücadeleye evrilme olanaklarını, dağınık ve şekilsiz de olsa, ba&urren;rında taşıyor.

Yola çıkarken belirlediğimiz şiar tarihsel önemini ve güncel yakıcılığını koruyor: Dünya devriminin bir parçası olarak Türkiye devrimi!