Güçlendirilmiş stand-by anlaşması imzalandı...
Emperyalizme kölelik ve düzenin çözümsüzlüğü İMF ile Türkiye arasında yeni bir stand-by anlaşması imzalandı. İMFnin denetiminde haftalardır hazırlıkları yapılan niyet mektubunu 4 Şubatta ele alan İMF İcra Kurulu yeni bir stand-by anlaşması yapılmasına karar verdi. Böylelikle işçi ve emekçilere dönük kapsamlı bir saldırı dalgasının önü açılırken, emperyalizme kölelikte de yeni bir aşama kaydedilmiş oldu. Yeni stand-byın anlamı İMF Başkanı Köhler, yeni stand-by anlaşmasının karara bağlandığı toplantıdan sonra yaptığı açıklamada, Bugünün kararı, Türkiyenin cesur ve kapsamlı ekonomik reform programını geliştirme ve uygulamadaki başarısının, uluslararası toplum tarafından tanınmasıdır diyor. Elbette ki bu parlak övgülerin gerçek yaşamda hiçbir karşılığı yok. Türkiye kapitalizminin son iki yıllık çalkantılı macerasını bilenler, İMF şefinin bu sözlerinde en ufak bir doğruluk payı olmadığını gayet iyi biliyorlar. Yeni stand-by anlaşması Türkiye kapitalizmi adına parlak başarılarla geçen bir dönemin ardından imzalanmıyor. Tersine Türkiye kapitalizmi özellikle son iki yıldır zorlu bir süreç yaşıyor. Tarihinin en ağır ekonomik krizleriyle boğuşuyor. Krizlere çözüm olacağı propagandasıyla gündeme getirilen her program, yükü işçi ve emekçi yığınlara fatura eden ekonomik, sosyal yıkım politikaları dışında bir şey üretmiyor. İşçi ve emekçiler cephesinden ciddi bir tepki ortaya konulamadığı halde, bu programlar düzenin sorunlarına hiçbir kalıcı çözüm getiremiyor. Son iki yılda büyük iddialarla uygulamaya sokulan bütün İMF programları aynı akıbeti yaşadı ve iflas etti. İşte yeni stand-by anlaşması böylesi bir dönemde uygulamaya sokuluyor. Yeni stand-byın hedeflerine burjuvazi de inanmıyor İMF Başkanı ve Kemal Derviş bol bol propagandasını yapsalar da, yeni stand-by anlaşmasının Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarına herhangi bir çözüm getirme şansı bulunmuyor. Gerçi niyet mektubunda bir dizi iddialı hedef var. Ama bu hedeflerin tutturulacağına burjuvazinin kendisi dahi inanmıyor. Örneğin İstanbul Sanayi Odası Başkanı Tanıl Küçük, Ocak ayındaki yüksek fiyat artışlarının 2002ye ilişkin düşük enflasyon beklentilerini zayıflattığını söyledi. İstanbul Ticaret Odası Başkanı Mehmet Yıldırım da Ocak ayı enflasyon rakamlarına işaret ederek, böyle giderse enflasyonun yıl sonunda yüzde 60-70leri bulacağını söyledi. Yeni stand-by anlaşmasının hiçbir soruna çözüm getirmeyeceği görüşü burjuva ekonomistler arasında da belli bir kabul görüyor. Daha önceki İMF programları hakkındaki benzer yorumları doğrulandığı için belli bir itibar gören Prof. Dr. Oktay Yenal bu konuda şunları söylüyor: Bu tür krediler ile açığı kapatmak ve krizden çıkmak zor. Kredi miktarının büyüklüğüne kapılınca İMF programının dizaynının (kurgusunun) yanlışlığı gözden kaçıyor. Yanlış kurguya dayalı program ve bu programa dayalı uygulamaları başlatacak niyet mektubu, krize çözüm getirmiyor. (...) İMF programındaki kurgu hatası başımıza iş açacak. İMFden gelecek büyük kredi başımıza gelecekleri ancak erteler. Sermayenin derdi günü kurtarmak Sermaye, stand-by anlaşması karşılığında İMFden gelecek krediye gözünü dikmiş durumda. Daha para gelmeden bankalar, borsa spekülatörleri ve büyük tekeller İMF kredisinden en fazla payı kapmanın mücadelesini vermeye başladılar. Bu programın da çok geçmeden çökeceğini bildikleri için en kısa zamanda kendi küplerini doldurmaya çalışıyorlar. Kredi üzerinden yayılmaya çalışılan iyimserlik havası öyle boyutlara ulaştı ki, hükümet ortağı Mesut Yılmaz bile, Bu hibe falan değil kredidir, faiziyle geri ödenecektir. Türk ekonomisi henüz sırat köprüsünü geçmiş değildir. Türkiye benzer bir krize düşerse dünyada hiçbir güç, ne 11 Eylül olayı ne de başka bir olay Türkiyeyi kurtaramaz demek durumunda kaldı. Gelen kredi ABD askeri olmanın karşılığı Peki düzenin sorunlarına çözüm olmayacaksa, bu stand-by anlaşması niçin imzalandı? Bu sorunun birden fazla yanıtı bulunmaktadır. Bunlardan ilki, emperyalizmin ihtiyaçlarıyla ilgilidir. Mesut Yılmazın da konuşmasında işaret ettiği gibi, yeni stand-byın imzalanmasında ve Türkiyeye hatırı sayılır bir dış kaynak aktarılmasında birinci neden, ABD emperyalizminin 11 Eylül sonrasındaki politikalarıdır. 11 Eylülü vesile ederek dünyada ve bu arada Ortadoğuda emperyalist egemenliğini pekiştirmek isteyen ABD, bol keseden krediler karşılığında Türkiyeden kendi saldırgan politikalarına kayıtsız şartsız destek istemektedir. Al sana para, ama benim emrimde savaşman koşuluyla. ABDnin Türkiyeye dayattığı budur. İflasın eşiğinde olan Türkiyenin ise bu dayatmayı reddetme şansı yoktur. En fazla yapabileceği emperyalizme sunacağı hizmetin fiyatını tartışmak olabilir ki, bunun da sınırları çok geniş değildir. Ecevitin ABD gezisinden elleri boş dönmesi bunu göstemektedir. İkincisi; yeni stand-by, daha önce iflas eden İMF reçetelerinin yarım bıraktığı bir işi bitirmeyi amaçlamaktadır. Yarım kalan iş, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısının emperyalizmin çıkarlarına en uygun biçimde yeniden yapılandırılmasıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin yıkımının tamamlanmasıdır. Bir taraftan krizlerin ortaya çıkardığı fatura işçi ve emekçilere kesilecek, bir taraftan da yapısal dönüşüm adı altında bu toplumsal kesimlere bir dizi yıkım politikası dayatılacaktır. Böylelikle hem dış borçların günü gününe ödenmesi güvencelenecek, hem de ülke emperyalizmin bir yatırım ve pazar alanı olarak dikensiz gül bahçesine dönüştürülmüş olacaktır. 48 maddelik niyet mektubu bu konuda yapılacakları ayrıntılı bir biçimde anlatmaktadır. Kamu sektöründen onbinlerce işçinin tasfiyesi, ücretlerin düşürülmesi, sosyal hakların budanması, özelleştirme hazırlıklarının hızlandırılması, vergilerin arttırılması, mal ve hizmetlerin fiyatlarının arttırılması gibi uygulanmasına çoktan geçilmiş sayısız politika bu amaca hizmet etmektedir. Herşeyi işçi ve emekçilerin mücadelesi belirleyecek Mesut Yılmazın da itiraf ettiği gibi, Türkiye kapitalizmi bir sırat köprüsündedir. Emperyalistler bu durumdan sonuna kadar yararlanmak peşindedir. Türkiye burjuvazisinin ise önüne düşen kırıntıları paylaşmak ve sırtını emperyalizme dayayarak kendi egemenliğini sağlama almak dışında bir temel politikası bulunmuyor. Stand-by anlaşmasının bütün bir kapsamı bunun bir kez daha tescil edilmesidir. Hem emperyalizmin, hem de işbirlikçi sermayenin hesapları, sömürü ve yıkımın yükünü taşıyan işçi ve emekçi yığınların seslerini çıkartmamaları üzerine kuruludur. Hesapları bozacak olan da zaten budur. İşçi sınıfı ve emekçiler emperyalizmin ve işbirlikçi sermayenin saldırı politikalarına karşı kendi çıkarlarını savunmak için harekete geçmeyi başardıklarında, örgütlü mücadeleyi yükselttiklerinde, tüm bu gerici hesaplar alt-üst olacaktır. |
|||||