09 Şubat '02
Sayı: 06 (46)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'nin Ortadoğu macerası, Türk devleti ve Kürt liberalleri
  Emperyalizme kölelik ve düzenin çözümsüzlüğü
  Kamu işçisinin direnişi örme sorumluluğu
  Yıkıntıların altından kapitalist düzenin vahşi yüzü çıktı!
  Demokratikleşme yalanı ve burjuva ikiyüzlülüğü
  "Sendika yönetiminin ihanetine uğradık"
  Her düzeyde parasız eğitim!
  Emperyalizmin çıkarları için kardeş halkların kanı akıtılmak isteniyor
  KESK genel kurulları sürüyor...
  "Başka bir dünya mümkün" ve zorunlu!..
  Hükümet vizesi için uşaklık sınavı
  Üniversite-sermaye işbirliği üzerine
  Almanya: Faşist NPD'nin kapatılması davası...
  Emperyalist savaşın yeni halkalarından biri: Filipinler
  Teslimiyet, ihanet ve tasfiyecilik çizgisi...
   "Anadilde eğitim" kampanyası ve TC!..
   F tipi sağlığa zararlıdır!
   Tecrit ve tredmana bağlı olarak Sincan F Tipi Cezaevi'nde yaşananlar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
ABD’nin Ortadoğu macerası,
Türk devleti ve Kürt liberalleri

ABD emperyalizmi Ortadoğu’da büyük bir maceraya hazırlanıyor. Gelişmelerin de açıkça gösterdiği gibi, sorun hiçbir biçimde Saddam ya da Irak’tan ibaret değildir. Saddam Ortadoğu’ya kapsamlı bir müdahale, böylece bölgede köklü yeniden bir düzenleme için yalnızca bir bahanedir. Asıl amaç ABD’nin bu çok stratejik bölgedeki egemenliğini yeni bir düzeyde perçinlemek, İsrail için sorun oluşturan güçleri tasfiye etmek ya da etkisizleştirmek, Filistin direnişini ezmek ve Filistin halkını daha ağır koşullarda köleliğe mahkum etmek, ve bu arada devrimci Kürt dinamiğini tümden etkisizleştirerek Kürt sorununu kendi denetimi altına almaktır. Bütün bunları başarması durumunda, ABD emperyalizmi yalnızca halklar karşısında değil, rakip olarak sıyrılmak potansiyeli taşıyan öteki emeyalistler karşısında da bir süre için büyük bir üstünlük kazanacaktır. Birçok riski göze alarak bölge halkları için felaketli sonuçlar yaratacak büyük bir maceraya bu denli pervasızca hazırlanmasının gerisinde elde etmeyi umduğu bu üstünlükler var.

ABD’nin Afganistan’a saldırısı karşısında hayırhah bir tavır alarak iyiniyet sergileyen İran, başkan Bush’un yıllık “Ulusa sesleniş” konuşmasında hedef olarak gösterilen üç ülkeden biri olarak yer aldı. Birçok kimseyi şaşırtan bu tutum, gerçekte ABD’nin Ortadoğu’ya yapmaya hazırlandığı müdahalenin kapsamı çerçevesinde bir anlam kazanıyor. İran’ın hedef haline getirilmesi ancak İsrail karşısındaki güçlerin etkisizleştirilmesi ve Filistin direnişinin ezilmesi çerçevesinde bir anlam taşıyabilir. Sorunun temel bir yönü de budur zaten. Nitekim aynı gelişmeye paralel olarak, ABD emperyalizminin siyonist İsrail’in Filistin halkına karşı uyguladığı ölçüsüz teröre verdiği destek de açık bir biçim almış bulunuyor. ABD tüm dünyada büyük bir tepki toplayan, dahası İsrail ordusu bünyesinde bile iana yolaçan (bir grup yedek subay “tüm bir halkı aşağılamaya, aç bırakmaya, sürmeye ve ezmeye yönelik girişimlere katılmayacaklarını” ilan etti) bu vahşete artık gizleme gereği duymaksızın tam destek vermektedir. Bu denli bir ölçüsüzlüğün gerisinde, oynanacak kumarda başarı sağlamak ölçüsünde elde edilecek kazanımların büyüklüğü vardır.

Cömert kredinin karşılığı ABD’nin
hizmetinde hareket etmektir

ABD emperyalizminin Ortadoğu halkları için felaketli sonuçlar üretecek bu büyük macerası, bizi, Türkiye’yi dolaysız olarak ilgilendirmektedir. Bunun tek nedeni Türkiye’nin bir Ortadoğu ülkesi olması değildir. Bundan da önemli olan, Ortadoğu’ya yapılacak bu kapsamlı emperyalist müdahalede Türk devletinin üstleneceği dolaysız roldür.

ABD yönetim çevreleriyle içiçe olan ve onların basındaki dolaysız kalemi kabul edilen William Safire, geçtiğimiz günlerde, Türk tanklarının ABD özel kuvvetleriyle birlikte Bağdat’a gireceğini ve bunun Ecevit’in Amerika ziyareti sırasında bir karara bağlandığını yazdı. Bu iddiayı, Türk devletinin gizlemeye çalıştığı gizli bir anlaşmanın ABD tarafından belli amaçlar çerçevesinde açığa vurulması saymak durumundayız. Nitekim, ABD ile ilişkileri gönül bağından da öteye olan bir yerli yazar, “Pentagon’a girebilen tek Türk gazetecisi” ünvanını taşıyan ünlü Amerikancı Cengiz Çandar da, bu iddiayı doğrulayan bir dizi yazıyı peşpeşe kaleme aldı. Cengiz Çandar 6 Şubat tarihli “Washington-Bağdat kıskacında Ankara” başlıklı yazısında şu görüşlere yer verdi (7 Şubat tarihli yısını da aynı konuya ayıran Çandar’ın bu yazısından bir bölümü 6. sayfada okurlarımıza sunuyoruz):

“Washington ise, Ankara’nın kendisiyle birlikte ve kendi istediği yönde hareket edeceğinden ‘emin’ olmalıdır ki, Türkiye’ye IMF’nin en cömert desteği söz konusu olmuştur. Türkiye, 31 milyar dolarla, IMF’nin tarihinde en fazla kredi alan ülke konumundadır. Türk ekonomisi, esas olarak, ‘IMF denetimi’ altındadır. Bu ‘destek’ elbette ‘siyasi fatura’yı da içeriyor. Ortadoğu’da Türkiye’nin bir ‘özerk’ bölgesel güç olarak hareket etme marjı çok ama çok daralmıştır. Amerikan Ortadoğu politikasına bağımlı ve İsrail’in ‘yedek gücü’ konumunda tutulması ise büyük ihtimal dahilindedir. Şayet Irak’a bir ‘Amerikan harekatı’ gerçekleşirse, Türkiye’nin bunda yer alması ‘kaçınılmaz’ görünüyor.” (Yeni Şafak, 6 Şubat 2002)

Doğal olarak burada söylenenler bizim için herhangi bir yenilik taşımadığı gibi şaşırtıcı da değildir. Zira biz haftalardır Arjantin’den 1.3 milyar dolar esirgeyenlerin Türkiye’ye daha önce verdiklerine ek olarak 16 milyar dolar yeni kredi verecek kadar cömert davranmalarının gerisinde tümüyle siyasal bir neden, Irak’la ilgili bir satın alma olduğunu döne döne yazdık ve Ecevit’in ABD gezisiyle bu satışın resmiyet kazandığını vurguladık. William Safire’nin yazdıklarına Türk devletinden resmi bir yalanlama gelmediği gibi, Ecevit’in Saddam’a mektubu da gerçekte Türk devletinin üstlendiği rolü doğrular niteliktedir. Türk devleti Ortadoğu’yu daha ağır koşullarda köleleştirmeye yönelik Irak saldırısında ABD için bir saldırı üssü olmakla kalmayacak, saldırının vurucu gücü olmak gibi bir u&curre;ursuz rolü de üstlenmiş olacak. Borç batağı ve bunun perçinlediği İMF kıskacı, başta Kürt sorunu olmak üzere başka bakımlardan taşıdıkları tüm gerici kaygılarına rağmen, Türkiye’yi yönetenleri bu uşakça tutuma mecbur bırakmış bulunmaktadır.

Bu durum Türkiye işçi sınıfına ve emekçilerine büyük ve ağır bir sorumluluk yüklemektedir. Önümüzdeki görev, yalnızca Ortadoğu’yu ateşe verecek bir savaş yangınının bize de çıkacak faturasının karşısına dikilmek değil, yanı sıra bu savaşta ABD emperyalizminin çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket edecek olan kendi burjuvazimizi dizginlemektir. Bu, tüm Ortadoğu halklarına karşı yerine getirmemiz gereken tarihi önemde güncel bir sorumluluktur. Emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı Ortadoğu halklarıyla omuz omuza hareket etmek ve Türk burjuvazisinin üstlendiği uşakça rolün karşısına dikilmek günümüzün en acil görevlerinden biridir.

Teslimiyetçi ve liberal Kürt cephesi
ABD’nin hizmetinde

Fakat ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelik yıkıcı ve köleleştirici müdahalesinde ona hiç de Türk devleti gibi mecburiyetten değil, fakat gönüllüce hizmet etmek isteyen başkaları da var. Tüm Kürt liberalleri bu utanç verici role hazır olduklarını peşpeşe ilan ediyorlar. Politik yaşamda ve mücadelede zaten hiçbir yeri ve rolü olmayan bazı soysuz çevreleri bir yana koyuyoruz. Önemli olan, bu role hazır olduğunu şu günlerde ilan eden PKK’nın tutumudur. Gerçekte bu tutumda herhangi bir yenilik yoktur, PKK bu tutumu Başkanlık Konseyi üyelerinin ağzından 11 Eylül’den beri yineleyip durmaktadır. Yeni olan, bunun son olarak Parti Meclisi kararı olarak resmileştirilmesi ve gündemdeki 8. Kongre’ye onaylanacağı önden kesin olan bir gündem olarak sunulacak olmasıdır.

PKK Parti Meclisi’nin 5. genel toplantısının sonuçları, bu temel önemde karardan çok PKK adına faaliyetlerin durdurulması üzerinden tartışılmaktadır şu günlerde. Parti Meclisi söz konusu toplantıda; “... öncelikle Avrupa Birliği sınırları içinde ve yine Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde PKK adıyla politik, örgütsel ve pratik çalışmanın yürütülmesini durdurmayı gerekli görmüştür. Bu andan itibaren AB ve TC sınırları içinde PKK adıyla herhangi bir çalışmamız olmayacaktır.” şeklinde bir kararı kamuoyuna açıklamış bulunmaktadır. Bu açıklama üzerinden söz konusu Parti Meclisi’nin kararları, daha çok PKK’nın kendi ismini terketmesi, yeni bir isim altında yeni bir yapılanmaya gitmesi çerçevesinde dikkat çekti ve tartışıldı. Oysa bu, bir süredir zaten açıkça sözü edilen, beklenen ve hiç de şaşırtıcı olmayan bir gelişmenin artık resmen de dile getirilmesiydi. Devletin geçtiğimiz günlerde bunu 12 maddelik ültimatom üzerinden temel önemde bir “samimiyet sınavı” unsuru olarak formüle etmesi ve PKK’nın da buna gecikmeksizin bir yanıt vermesi kuşkusuz anlamlı ve önemli olmakla birlikte, PKK Parti Meclisi’nin 5. genel toplantısının kararlarındaki asıl yenilik bu değildir. Bu kararlarda asıl yeni olan, ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelik güncel müdahale planlarına verilen tam destektir.

Kürt halkının hala da yokedilememiş hassasiyetleri ve PKK’nın İmralı teslimiyetinden beri bayağılık düzeyine varan oportünizmi düşünüldüğünde, ABD emperyalizmine bu uşaklığın açık ve kaba bir biçimde formüle edilmesi elbette beklenemezdi. Yine de sorun bir parça aklı ve düşünme gücü olan herkesin anlayabileceği bir açıklıkta ortaya konulmuştur. Söylenenler tamı tamına şöyledir:

“İç içe geçmiş sorunlar bölgesel bir çözümü gerekli kılmakta, bu da Kürt sorunu ile Filistin sorununa acil çözüm getirmeyi dayatmaktadır. Her iki sorunun birlikte yoğunlaştığı saha ise Irak olmaktadır. Dolayısıyla Irak’ın alacağı sistem Ortadoğu sisteminin nasıl şekilleneceğini belirlemektedir. ... Irak’taki sistem mücadelesi yeni Ortadoğu sisteminin nasıl olacağını belirleyecek, bu da yeni uluslararası sistemin temel ölçü ve özelliklerini yaratacaktır. Açıkça görülüyor ki Irak üzerinde yoğunlaşan mücadelenin bölgesel ve uluslararası karakteri vardır ve bu mücadele eski sistem ile yeni sistem, eski statüko ile yeni statüko arasındaki bir mücadele olmaktadır. Önümüzdeki süreçte siyasi ve askeri düzeyde daha da keskinleşerek çözüm yaraaya çalışacak olan böyle bir mücadelede Partimizin ve halkımızın yeri, hiç kuşkusuz Kürdü inkar eden ve yok etmek isteyen eski statüko cephesinde değil, yeni bir sistem yaratmak isteyen değişim cephesinde olacaktır. Yine Partimiz ve halkımız baskı, parçalama ve terör cephesinde değil, demokrasi, barış ve özgür birlik cephesinde saf tutacaktır.”

Bu sözlerde, tamı tamına, ABD emperyalizminin Irak’a müdahale üzerinden gündeme getirdiği Ortadoğu’ya kapsamlı müdahale söz konusu edilmekte; ve tüm demagojik dolambaçlı laflara rağmen, bu müdahalede “değişim yanlısı” olarak nitelenen ABD’ye açıkça destek verilmektedir. Bu ise İmralı’dan beri girilen teslimiyet sürecinin artık açıkça ihanete vardırılması anlamına gelmektedir. Düne kadar Ortadoğu halkları ve Kürt halkı karşısında bu yolu seçenler sicilli Amerikan işbirlikçileri olan Barzaniler ve Talabaniler idi. Şimdi bu aynı yola tüm öteki Kürt liberalleri ile birlikte PKK da girmiş bulunmaktadır. ABD emperyalizminin bölge halklarına yıkım ve felaket getirecek bir müdahalesi, PKK tarafından Kürt halkının sözde özgürleşmesinin bir adımı olarak görülmektedir. Direniş ve mücadeleyle &oul;zdeşleşmiş isimlerini terketmeye hazırlanarak Türk burjuvazisi önünde alçalanlar, böylece bunu dünyanın emperyalist efendisinin savaş macerası ve yıkımına destekle birleştirmektedirler.

Emperyalizm özgürlük değil egemenlik ve kölelik demektir. Tarihin ve bilimin en temel gerçeği budur. Ortadoğu halklarını yeni bir düzeyde köleleştirmeyi hedefleyen bir emperyalist saldırganlık ve savaştan sözde özgürlük bekleyenler, gerçekte ihanetin dipsiz çukuruna yuvarlanmaktadırlar. Böylelerine en anlamlı yanıt, Türk ve Kürt halklarının emperyalizme ve yerli gericiliğe karşı birliğini ve birleşik devrimci mücadelesini geliştirmekten ve güçlendirmekten geçmektedir. Günün en acil, yakıcı ve devrimci görevi budur.