19 Ocak '02
Sayı: 03 (43)


  Kızıl Bayrak'tan
  Boşa çıkan beklentiler
  ABD ile "stratejik ortaklık" ya da emperyalizme sınırsız uşaklık!
  Saldırı daha da derinleştirildi
  "Mezarda emeklilik" yasası basın açıklamalarıyla protesto edildi...
  Kapitalizmin kâr hırsı insan sağlığını hiçe sayıyor
  Rumsfeld'in emriyle katliam!
  Afgan savaş esirlerine karşı sınırsız vahşet ve barbarlık!
  İbretlik Amerikan ikiyüzlülüğü
  ABD emperyalizminin Avrasya hamlesi
  Teslimiyetçi platforma "samimiyet sınavı"
  Nazım Hikmet işçi sınıfının devrimin ve komünizmin şairidir!..
  Sermayenin ve liberallerin Nazım sevdası ve saldırılar
  Yazdık Nazım Nazım diye...
  Rosa Luxsemburg ve Karl Liebknecht anıldı
  Ortadoğu, Kürdistan ve Türkiye...
  Barikatları yarmak için öncülerin birliği şart
  Sefaların geleceği
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Nazım’ın temsil ettiği tüm ideallere düşman olanların
gücü onu ehlileştirmeye yetmez...

Nazım Hikmet işçi sınıfının,
devrimin ve komünizmin şairidir!..

M. Dicle

Nazım’ın tüm yaşamını adadığı, uğruna uzun yıllar zindanlarda yattığı, ama hiçbir zaman vazgeçmediği sınıfsız, sömürüsüz komünist bir dünya özlemi; bu özlemi yaşama geçirebilecek olan sınıf ve bu mücadelenin ön safında yer alanlar, bugün dünya ölçüsünde azgın bir saldırıyla yüzyüze. Ve bu aynı süreçte, Nazım’ın ideallerine ve onun gerçek mirasçılarına azgınca saldıranlar, onu sahiplenmenin de şampiyonluğunu yapıyorlar. İlk bakışta çelişki gibi görünen bu durum, gerçekte aynı saldırının iki farklı boyutu.

Son birkaç yıldır “büyük Türk şairi Nazım Hikmet” söylemleriyle Nazım’ın ismi sık sık gündeme getirilmeye başlanmıştı. Geçen yılın son aylarında Fazıl Say ve Genco Erkal’ın, Nazım’ın şiirlerinden yaptıkları ortak çalışmadan, devlet solundan sermaye medyasına, Kültür Bakanı’ndan Cumhurbaşkanı’na kadar övgüyle söz edildi ve söylemde Nazım yüceltildi. Kimilerine göre “burjuva devlet erkanı bu tutumla çağdaşlaşma yolunda önemli mesafeler katettiğini kanıtlamış”tı.

Fazıl Say’ın “Nazım yaşasaydı ABD’nin Afganistan’a yaptığı saldırıya karşı çıkmazdı” diyecek denli arsızlaşması ise, Nazım’a nasıl sahip çıkıldığının, daha doğrusu çıkılamayacağının çarpıcı bir göstergesi oldu. Zira Nazım’ın şiirlerindeki güçlü enternasyonalizmi ve anti-emperyalist tutumu görmezlikten gelmek ya da çarpıtmak, hiçbir ehlileştirme kampanyasının başaramayacağı bir işdir.

Bu yıl Nazım’ın 100’ncü doğum yılı olması nedeniyle, UNESCO 2002’yi “Nazım Hikmet Yılı” ilan etti. Türkiye’de ise Nazım, bizzat Kültür Bakanlığı’nın girişimiyle değişik kentlerde düzenlenen çok sayıda etkinlikle anıldı. Böylece hem uluslararası planda hem de ülke içinde “şair Nazım Hikmet” sahiplenilmiş oldu. Anlaşılıyor ki, sermaye düzeni Nazım’ı ehlileştirme kampanyasına daha da hız verecek.

Tüm bu hazırlık ve çabaların boyutu ne olursa olsun, Nazım’ı sözde sahiplenerek ehlileştirme kampanyasının hedefine ulaşma şansına yoktur. Çünkü komünist bir şairi düzenle barışık hale getirmek, asalak bir sınıfa uşaklık edenlerin boyunu fazlasıyla aşar. Bunun nedeni, bu büyük devrimci şairin düzenle uyuşturulabilecek tek bir yönünün bile bulunamayacağıdır.

Nazım devrimciydi, onlar karşı-devrimci!

Nazım dünya işçi ve emekçilerinin şairi olmakla beraber, o aynı zamanda bir devrimci, bir eylem insanıdır. Bunun en açık kanıtı, illegal faaliyet yürüten dönemin TKP’si içinde örgütlü mücadeleye fiilen katılması, dönemin tüm ağır baskı koşullarına rağmen bu mücadelede tereddütsüzce yer almasıdır. Burjuva devletin zindanlarında 13 yıl yatmasının asıl nedeni onun bu politik kimliğidir. Bu yönüyle Nazım, tüm yaşamı boyunca düzenle uzlaşmayan bir zeminde yer almıştır. Şiirleri bu çatışmanın tanığıdır. Onu “vatan haini” ilan eden Amerikan uşaklarının bu iftirasına şiirle karşılık vermiştir. Verilebilecek en iyi yanıt olan bu şiirin; “vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığınızdan/ben vatan hainiyim” veciz dizeleri, kapitalist düzenin işçi sınıfı ve emekçiler açısından ne anlama geldiğini, kendisinin de bu d¨zen karşısındaki duruşunu anlatır.

Bir de bu devrimci sanatçıya sözde sahip çıkanların geçmişine ve bugününe bakalım. Geçmişlerini sadece Nazım karşısındaki tutumlarından bile anlamak mümkündür: İşkenceler, zindanlar, katletme girişimleri ve nihayet çok sevdiği ülkesini terketmeye zorlamak... Peki “kokmuş karanlık” düzenin egemenleri bugün geçmişten çok mu farklı bir yerde bulunmaktadırlar? Tersine, onlar tarih karşısında gericileşmiş, kokuşmuş ve çürümüş bir sınıfın temsilcileri olarak, karanlığı daha da koyulaştırmak için her yol, yöntem ve aracı pervasızca kullanmaktadırlar. Sadece son üç yılın bilançosuna, Nazım’ın ideallerini ölümüne savunan komünistlere ve devrimcilere yönelik katliamlara bakmak yeterlidir.

Nazım işçi sınıfının şairidir, onlar ise bu sınıfın düşmanları...

Nazım sadece politik duruşuyla değil, yanı sıra şair kimliği ve şiiriyle de işçi sınıfının saflarında yer almıştır. Bunun da en iyi tanığı yine şiirleridir. İşçi sınıfı ve emekçileri neredeyse her şiirde bulmak mümkündür. “Destanımızda yalnız onların maceraları vardır” dizeleri, bu açıdan çok şey anlatmaktadır. “Türkiye işçi sınıfına selam/selam yaratana” dizeleriyle başlayan şiirinde dile getirdiği gibi o, işçi sınıfının kapitalizmi yıkacak biricik devrimci sınıf olduğunun ve gelecek özleminin ancak bu sınıfın örgütlü gücüyle yaşam bulacağının bilincindedir. Kendini bu sınıfın davasına adamasının sırrı da bu tarihsel gerçekte saklıdır. “Bütün yemişler dallarınızdadır/gelecek güzel günler ellerinizdedir” dizeleri başka neyi anlatır ki?

Nazım’a riyakarca sahip çıkanların işçi sınıfı karşısındaki tutumları nedir? Burjuvazi ve onun adına ülkeyi yönetenlerin tarihi; işçi sınıfının emeğini hayasızca sömürerek zenginliklerine zenginlik katmanın, emekçilerin yaşamını her geçen gün daha da çekilmez hale getirmenin tarihidir. Bu azgın sömürü düzenin krizinin derinleşmesiyle birlikte dizginlerinden boşalmış, işçi ve emekçiler işsizliğin, açlığın, sefaletin dipsiz kuyusuna itilmişlerdir. Vahşi kapitalizmin bu saldırısına karşı direnenleri sindirmek için devletin zor aygıtı daha da tahkim edilmekte, işçi ve emekçilerin en küçük bir kıpırdanışı baskı ve şiddetle ezilmeye çalışılmaktadır.

Nazım enternasyonalisttir, onlar ise dünya halklarına düşman...

Nazım komünist ve şair kimliğiyle (ki bu iki kimlik etle tırnak misali bir bütündür) enternasyonalizmin en güçlü savunucularından biridir. O İtalyan faşizmine karşı savaşan Habeşistanlı Taranta Babu’dur... O Nazi işgaline karşı direnişin sembolü Tanya’dır... İç savaşta, “onun kalbi her gün Yunanistan’da kurşuna dizilir”... Çin’de devrimci halk ordusu ile “sarı nehre doğru akan” bir neferdir... Ya da Amerikan emperyalizminin Hiroşima’ya attığı atom bombasıyla yanıp kavrulan,“Çocuklar öldürülmesin/şeker de yiyebilsinler” diyen bir Japon kız çocuğu... 1961 yazı ortalarındaki devrim sonrası Küba ise onun için büyük bir mutluluktur: “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin/İşin kolayına kaçmadan ama (...) 1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin ustam”...

Örneklerden de görüldüğü gibi, Nazım’ın yüreği dünya halkları ve devrim için atmaktadır. İşbirlikçi burjuva rejimin tarihi ise halklara düşmanlık üzerinde şekillenmiştir. 21. yüzyılda bu aynı çizgi daha pervasız bir biçimde sürdürülmektedir. Türk burjuvazisi iktidara geldiği ilk yıllarda Kürt halkına karşı katliamlar yapmış, bu geleneği günümüze kadar taşımıştır. Son elli yıllık süreçte gerçekleşen emperyalist saldırılarda ya yer almış (Kore, Somali, Kosova vb.), ya da desteklemiştir. (Cezayir’in bağımsızlığına karşı çıkmak, Körfez savaşında Irak’a yapılan saldırıyı desteklemek vb.) Artık gelinen yerde Amerikan emperyalizminin hesapları doğrultusunda bölge halklarına karşı aktif saldırı üssü olma rolü üstlenilmektedir. Bu politikanın özü emperyalizme uşaklık, halklaa düşmanlıktır.

Komünist, şair, insan Nazım Hikmet bir bütün olarak devrime ve sosyalizme aittir. İdeali, insanların “bir ağaç gibi tek ve hür/ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşadığı komünizmdir. Çürümüş kapitalist düzene, bu düzenin her türden savunucularına mesajı son derece nettir:

“Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
– çürüyen diş, dökülen et –,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.”

Ve işte o zaman;
“dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşıcaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...”