Cenk Kalesi katliamının perde arkası...
Rumsfeldin emriyle katliam! Kuzey Afganistanın Mezar-ı Şerif kentinde 800e yakın esir Talibanın katledilmesi bir savaş suçudur. Sorumluları ise başta Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Başkan Bush olmak üzere ABD hükümeti ve ordusudur. Kale-i Cenkteki katliam ABDnin Afganistana yönelik saldırısının gerçek kanlı karakterini ortaya koymaktadır. 11 Eylülde Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagona yönelik terörist saldırılar, talana ve toplu katliama dayalı sömürgeleştirme savaşının gerekçeleridir. ABD basını ve hükümetinin verdiği bilgiler, ABD özel timleri ve CİA elemanlarının katliam sırasında katliamın gerçekleştirildiği Mezar-ı Şerifte bulunduklarına ilişkindir. Bunlar, savaş uçakları ve makinalı tüfeklerle donatılmış helikopterleri yardıma çağırıp, tutsakları katletmekte olan Kuzey İttifakı askerlerinin harekatını yönetiyorlardı. Alman TV kanalları Kuzey İttifakı askerlerinin kale duvarlarında tutsaklara ateş ettiklerini gösteren görüntüler yayınladılar. Büyük çoğunluğu ABDnin hava bombardımanı sonucu yaşamlarını yitirdiler. Savaş uçakları kalenin içerisine bomba yağdırıyorlardı. Kaledeki özel timler ise dakikada 1800 mermi atabilecek kabiliyete sahip makinalı tüfeklerle donatılmış AC-130 savaş helikopterlerini yardıma çağırıyorlardı. Yıkım projesini tamamlamaları için 2 bin Kuzey İttifakı askeri ve panzer oraya taşınd. Katliam süresince, diye aktarmakta Times gazetesi yazarı Aleks Perry, yaklaşık 40 Amerikalı özel timci ve İngiliz SAS elemanı havada ve karada operasyonu yönetmekteydiler. Saldırıların barbar karakteri Kuzey İttifakı sözcüsünün yorumundan da (yorum tarihi 26 Kasım) anlaşıldığı gibi, istenilen tarzdaydı. Çoğu öldürüldü, çok az sayıda kişi sağ kurtulabildi diyen Zaher Vahadat, 800e yakın kişinin katledildiğini doğruladı. Şimdi hayatta kalanlar da fazla yaşamaz diye açıklama yapan bölgenin savaş ağası Raşid Dostumun danışmanı Alim Razim, Geriye kalanlar da ölecek. Hiç kimse kurtulamayacak diye ekliyor. (...) Talibana karşı savaşmakta olan grupların insan hakları ihlalleri konusunda (ki Afganistanda onyıllarca süren iç savaş döneminde iki taraf da, özellikle Mezar-ı Şerifte katliam yaptı) köklü bir geleneğe sahipler. Kızıl Haçın Uluslararası Komitesi (IRKK) geçen hafta, büyük ihtimalle Kuzey İttifakının 9 Kasımda Mezar-ı Şerif kentini ele geçirdikten sonra gerçekleştirdiği toplu infazlarda katlettiği 400 ile 600 kişiye ait ceset bulduklarını açıkladı.(...) Olaylar zinciri ABD hükümetinin Mezar-ı Şerifdeki katliamı planladığı ve yönettiğine dair kanıtlar, Usama bin Ladenin (kamuoyuna bugüne kadar açıklananlar) 11 Eylüle DTM ve Pentagona yönelik terörist saldırıların emrini verdiği yönündeki kanıtlarda daha da nettir. İşte olayların kronolojisi: 19 Kasım: Kuzey İttifakı generali Kaan Davut yabancı Talibanların Kunduzdan çekildikleri takdirde Afganistanı serbest bir şekilde terketmelerine müsaade edeceğinin sinyallerini verir. Kendisi Taliban ile bu öneri üzerine görüşmeler sürdürmektedir. 20 Kasım: ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Talibanların -El Kaide, Çeçenler ve Taliban ile birlikte çalışmış olan yabancıların- diğer bir ülkeye gitmelerine izin vermek ve orada terörist eylemlerine devam etmelerine olanak sağlamak anlamına gelir ve bu büyük bir hatadır gerekçesiyle kararı veto eder. Rumsfeld, bu açıklamayı izleyen günlerde bütün yabancı Talibanların ya öldürülmesi ya da hapse tıkılması gerektiğini söyler. 20 Kasım: Afganistana karşı savaşmakta olan ABD ve İngiliz birliklerinin resmi sözcüsü Kenton Keith, ABDnin eğer bize kalırsa tek alternatif çıkış yolu kapitülasyondur diyerek her türlü çözüm görüşmelerine karşı olduğunu açıklar. Yaklaşmakta olan katliamı mazur göstermek için koalisyonun (ABD ve İngiltere) Kuzey İttifakı komutanlarının esirlere karşı sağduyulu ve kusursuz davranmaları için elinden geleni yaptığını söyler, ama biz hiçbir şeye garanti verecek durumda değiliz diye ekler. 21 Kasım: Rumsfeld 60 Minutes II CBS-programıyla yaptığı bir görüşmede, Usama bin Ladeni ölü ele geçirmeyi sağ ele geçirmeye tercih ettiğini ifade eder. Bu konuda bahse girebilirsiniz der. 22 Kasım: Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref İngiliz Dışişler bakanı Jack Straw ile İslamabadda yaptığı bir görüşmede, olası katliamların önüne geçilmesi için BMnin müdahale etmesini önerir. Straw ve BM temsilcileri iki tarafa da esirlerin öldürülmemesinin de dahil olduğu savaş kurallarına uymaları yönünde çağrı yaparlar. 22 Kasım: New York Times,Yüksek bir Pentagon yetkilisinin Biz El Kaide ve Talibanın bugüne kadar yaptıklarını devam edecek durumda kalmalarını istemiyoruz diyerek tutsak yabancı kökenli Taliban askerlerinin bırakılmalarına karşı oldukları yönündeki açıklamasını aktarmaktadır. 23 Kasım: Washington Post ,yakındoğu basınının Rumsfeldin bu yorumlarının Afganlı Arapların katledilmelerine yeşil ışık yaktığı anlamına geldiği ve bir yorumcunun da ABDnin Kuzey İttifakını esir Talibanlarda intikam almaları yönünde kışkırtıp cesaretlendirildiği yönündeki haberine yer vermektedir. 24 Kasım: Time Gazetesi Amerikalı bir yetkilinin ABD yüksek komutanlığının Kunduz ve başka kentlerde Afgan kökenli olmayan tutsakları El Kaide hakkında bilgi alabilmek için sorgulamak isteği yönündeki açıklamasını aktarır. (...) Medyanın rolü ABD basınının kinini Washington Postun katliamdan dört gün sonra kapaktan verdiği askeri durum üzerine ayrıntılı bilgi gösteriyor. Washington Post, Afganistana karşı girişilen harekatı 1980li yılarda El Salvadordaki iç savaşta ABD özel timlerinden gelme danışmanların yerli kuvvetlerle Marksist gerillalar avına çıkıp katletmekte oynadığı rolle kıyaslıyor. Afganistanı El Salvador ile kıyaslama açıklayıcı ve ABDnin Orta Asyaya müdahalesinin ne insan haklarının savunulması ne de terörizme karşı mücadele ile alakası olduğunu kanıtlamakta. ABDnin El Salvadorda ayaklanmayı bastırma girişimi 20. yüzyılın en büyük cinayetidir. O dönem en az 50 bin kişi ABD destekli ölüm timlerince vahşice katledildi. Bu faşist terörün en tanınmış kurbanları aras.nda El Salvador papazı Oscar Romero ve dört Amerikalı rahibe de bulunmaktaydı. (...) Teröristler kim? Sabra ve Şatila katliamları döneminde İsrailin Savunma Bakanı Ariel Şaron hakkında, sonuçta görevinden istifa etmesini getiren parlamento destekli soruşturma başlatılmıştı. Birçok Avrupa ülkesi İsrailin şimdiki Başbakanı Şaronu savaş suçlusu olarak yargılanması için çaba harcadılar. Whitaker şöyle yazıyor: Amerikanın Savunma Bakanı Donald Rumsfelde karşı benzeri bir soruşturmanın başlatılıp başlatılamayacağı görülecek, ama son açıklamaları katliama yeşil ışık yaktı. Rumsfeld Afganistanda savaşmakta olan Afgan kökenli olmayan Taliban yanlılarına ilişkin benim dileğim, ya öldürülmeleri ya da tutuklanmaları yönlü açıklama yaptı. Bu iki seçenekte hangisi olursa olsun fark etmediği görülüyor. 4 binin üzerinde insanın öldürüldüğü DTM ve Pentagona yönelik intihar saldırılar devasa cinayetlerdi. ABD hükümeti bugüne kadar Taliban rejimi bir yana, Usama bin Ladenin bu olaylarda sorumlu olduğu yönünde elle tutulur kanıtlar gösteremedi. 11 Eylül saldırıları ABD emperyalizminin Afgan halkına uygulamakta olduğu, Pentagon ve CİAnin başka bir dizi ülkeye yönelik hazırlamakta oldukları katliam planlarını haklı gösteremez. Kale-i Cenkdeki son olaylardan sonra ABDnin Afganistana müdahalesi insan haklarının savunmak ya da teröristlerin cezalandırılması olarak nitelendirmek gülünçtür. Devasa silah stokları ve riayetsizliği ile amacına ulaşmak için kaba kuvvet uygulayan ABD hükümeti dünyanın en büyük teröristidir. İşçi sınıfı, hem uluslararası planda hem de ABDde, emperyalist savaş makinası ve kâr sistemini durdurmak için, bağımsız politik bir kitle hareketi yaratma sorumluluğu ile karşı karşıyadır. (Alman Junge Welt gazetesinin 3 Aralık 01 tarihli nüshasından kısaltılarak çevrilen bu yazının orjinali World Soscialist Web sitesine aittir...) |
|||||