19 Ocak '02
Sayı: 03 (43)


  Kızıl Bayrak'tan
  Boşa çıkan beklentiler
  ABD ile "stratejik ortaklık" ya da emperyalizme sınırsız uşaklık!
  Saldırı daha da derinleştirildi
  "Mezarda emeklilik" yasası basın açıklamalarıyla protesto edildi...
  Kapitalizmin kâr hırsı insan sağlığını hiçe sayıyor
  Rumsfeld'in emriyle katliam!
  Afgan savaş esirlerine karşı sınırsız vahşet ve barbarlık!
  İbretlik Amerikan ikiyüzlülüğü
  ABD emperyalizminin Avrasya hamlesi
  Teslimiyetçi platforma "samimiyet sınavı"
  Nazım Hikmet işçi sınıfının devrimin ve komünizmin şairidir!..
  Sermayenin ve liberallerin Nazım sevdası ve saldırılar
  Yazdık Nazım Nazım diye...
  Rosa Luxsemburg ve Karl Liebknecht anıldı
  Ortadoğu, Kürdistan ve Türkiye...
  Barikatları yarmak için öncülerin birliği şart
  Sefaların geleceği
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Cenk Kalesi katliamının perde arkası...

Rumsfeld’in emriyle katliam!

Kuzey Afganistan’ın Mezar-ı Şerif kentinde 800’e yakın esir Taliban’ın katledilmesi bir savaş suçudur. Sorumluları ise başta Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Başkan Bush olmak üzere ABD hükümeti ve ordusudur. Kale-i Cenk’teki katliam ABD’nin Afganistan’a yönelik saldırısının gerçek kanlı karakterini ortaya koymaktadır. 11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yönelik terörist saldırılar, talana ve toplu katliama dayalı sömürgeleştirme savaşının gerekçeleridir.

ABD basını ve hükümetinin verdiği bilgiler, ABD özel timleri ve CİA elemanlarının katliam sırasında katliamın gerçekleştirildiği Mezar-ı Şerif’te bulunduklarına ilişkindir. Bunlar, savaş uçakları ve makinalı tüfeklerle donatılmış helikopterleri yardıma çağırıp, tutsakları katletmekte olan Kuzey İttifakı askerlerinin harekatını yönetiyorlardı. Alman TV kanalları Kuzey İttifakı askerlerinin kale duvarlarında tutsaklara ateş ettiklerini gösteren görüntüler yayınladılar. Büyük çoğunluğu ABD’nin hava bombardımanı sonucu yaşamlarını yitirdiler. Savaş uçakları kalenin içerisine bomba yağdırıyorlardı. Kaledeki özel timler ise dakikada 1800 mermi atabilecek kabiliyete sahip makinalı tüfeklerle donatılmış AC-130 savaş helikopterlerini yardıma çağırıyorlardı. Yıkım projesini tamamlamaları için 2 bin Kuzey İttifakı askeri ve panzer oraya taşınd. Katliam süresince, diye aktarmakta Times gazetesi yazarı Aleks Perry, yaklaşık 40 Amerikalı özel timci ve İngiliz SAS elemanı havada ve karada operasyonu yönetmekteydiler.

Saldırıların barbar karakteri Kuzey İttifakı sözcüsünün yorumundan da (yorum tarihi 26 Kasım) anlaşıldığı gibi, istenilen tarzdaydı. “Çoğu öldürüldü, çok az sayıda kişi sağ kurtulabildi” diyen Zaher Vahadat, 800’e yakın kişinin katledildiğini doğruladı. “Şimdi hayatta kalanlar da fazla yaşamaz” diye açıklama yapan bölgenin savaş ağası Raşid Dostum’un danışmanı Alim Razim, “Geriye kalanlar da ölecek. Hiç kimse kurtulamayacak” diye ekliyor. (...)

Taliban’a karşı savaşmakta olan grupların insan hakları ihlalleri konusunda (ki Afganistan’da onyıllarca süren iç savaş döneminde iki taraf da, özellikle Mezar-ı Şerif’te katliam yaptı) köklü bir geleneğe sahipler. Kızıl Haçın Uluslararası Komitesi (IRKK) geçen hafta, büyük ihtimalle Kuzey İttifakı’nın 9 Kasım’da Mezar-ı Şerif kentini ele geçirdikten sonra gerçekleştirdiği toplu infazlarda katlettiği 400 ile 600 kişiye ait ceset bulduklarını açıkladı.(...)

Olaylar zinciri
Katliama neden olan olaylar zinciri henüz tam net olmasa da, katliamın moral ve politik açıdan sorumlusu bellidir. Katliamı önceleyen günlerde Birleşmiş Milletler ve İnsan Hakları Örgütleri’nin temsilcileri olası katliamlara karşı uyarılarda bulundular. ABD sözcüleri ise tersine, olabildiğince çok sayıda yabancı kökenli Taliban’ı ölü görmek istediklerini döne döne açıkladılar. Kamuoyuna döne döne yapılan bu yönlü açıklamaları, kuşkusuz Kuzey İttifakı yöneticilerine yapılan daha katliamcı gizli direktifler izledi. Kaldı ki bunları özel olarak cesaretlendirmeye gerek bile yoktu.

ABD hükümetinin Mezar-ı Şerif’deki katliamı planladığı ve yönettiğine dair kanıtlar, Usama bin Laden’in (kamuoyuna bugüne kadar açıklananlar) 11 Eylül’e DTM ve Pentagon’a yönelik terörist saldırıların emrini verdiği yönündeki kanıtlarda daha da nettir. İşte olayların kronolojisi:

19 Kasım: Kuzey İttifakı generali Kaan Davut yabancı Talibanlar’ın Kunduz’dan çekildikleri takdirde Afganistan’ı serbest bir şekilde terketmelerine müsaade edeceğinin sinyallerini verir. Kendisi Taliban ile bu öneri üzerine görüşmeler sürdürmektedir.

20 Kasım: ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, “Talibanlar’ın -El Kaide, Çeçenler ve Taliban ile birlikte çalışmış olan yabancıların- diğer bir ülkeye gitmelerine izin vermek ve orada terörist eylemlerine devam etmelerine olanak sağlamak anlamına gelir ve bu büyük bir hatadır” gerekçesiyle kararı veto eder. Rumsfeld, bu açıklamayı izleyen günlerde “bütün yabancı Talibanların ya öldürülmesi ya da hapse tıkılması gerektiği”ni söyler.

20 Kasım: Afganistan’a karşı savaşmakta olan ABD ve İngiliz birliklerinin resmi sözcüsü Kenton Keith, ABD’nin “eğer bize kalırsa tek alternatif çıkış yolu kapitülasyondur” diyerek her türlü çözüm görüşmelerine karşı olduğunu açıklar. Yaklaşmakta olan katliamı mazur göstermek için “koalisyonun (ABD ve İngiltere) Kuzey İttifakı komutanlarının esirlere karşı sağduyulu ve kusursuz davranmaları için elinden geleni yaptığını” söyler, “ama biz hiçbir şeye garanti verecek durumda değiliz” diye ekler.

21 Kasım: Rumsfeld “60 Minutes II” CBS-programıyla yaptığı bir görüşmede, Usama bin Laden’i ölü ele geçirmeyi sağ ele geçirmeye tercih ettiğini ifade eder. “Bu konuda bahse girebilirsiniz” der.

22 Kasım: Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref İngiliz Dışişler bakanı Jack Straw ile İslamabad’da yaptığı bir görüşmede, olası katliamların önüne geçilmesi için BM’nin müdahale etmesini önerir. Straw ve BM temsilcileri iki tarafa da “esirlerin öldürülmemesinin” de dahil olduğu “savaş kurallarına” uymaları yönünde çağrı yaparlar.

22 Kasım: New York Times,Yüksek bir Pentagon yetkilisinin “Biz El Kaide ve Taliban’ın bugüne kadar yaptıklarını devam edecek durumda kalmalarını istemiyoruz” diyerek tutsak yabancı kökenli Taliban askerlerinin bırakılmalarına karşı oldukları yönündeki açıklamasını aktarmaktadır.

23 Kasım: Washington Post ,yakındoğu basınının Rumsfeld’in bu yorumlarının “Afganlı Arapların katledilmelerine yeşil ışık yaktığı anlamına geldiği” ve bir yorumcunun da “ABD’nin Kuzey İttifak’ını esir Talibanlar’da intikam almaları yönünde kışkırtıp cesaretlendirildiği” yönündeki haberine yer vermektedir.

24 Kasım: Time Gazetesi Amerikalı bir yetkilinin ABD yüksek komutanlığının Kunduz ve başka kentlerde Afgan kökenli olmayan tutsakları El Kaide hakkında bilgi alabilmek için sorgulamak isteği yönündeki açıklamasını aktarır. (...)

Medyanın rolü
ABD hükümeti ve basınının son katliama karşı tutumu çıplak yalan ve mazur gösterme karışımı bir tutumdu. ABD askeri sözcüsü Kenton Keith Pazartesi günü (26 Kasım) Kuzey İttifakı’nın katliam yaptığını inkar etti. Savaş esirleri statüsü (Cenevre Antlaşmaları’na göre) “saldırgan eylemlere katıldıkları için biraz değişmiştir” demekte, (bu esir Talibanları’n infazlarına karşı koydukları demektir). Gazetecilerin Kale-i-Cenk dışında Kunduz’da da esir alınan Talibanlar’ın katledildiğini bildirdiği sıralarda Keith, Kuzey İttifakı’nın “sağduyulu olma çağrısı yaptığını” açıkladı. Biz, herhangi büyük çaplı bir vahşete ilişkin bilgiye sahip değiliz. Gelişmelerin bu versiyonu ABD basını tarafından olduğu gibi alındı. Katliamın ertesi günü Bush’un yaptığı basın konferansında olayla ilgili tek ir soru bile sorulmadı. Aynı gün Rumsfeld’in basın toplantısında konuya biraz değinildi, ama hiçbir gazeteci konuyu derinleştirme girişiminde bulunmadı.

ABD basınının kinini Washington Post’un katliamdan dört gün sonra kapaktan verdiği askeri durum üzerine ayrıntılı bilgi gösteriyor. Washington Post, Afganistan’a karşı girişilen harekatı 1980’li yılarda El Salvador’daki iç savaşta “ABD özel timlerinden gelme danışmanların yerli kuvvetlerle Marksist gerillalar avına çıkıp katletmekte” oynadığı rolle kıyaslıyor.

Afganistan’ı El Salvador ile kıyaslama açıklayıcı ve ABD’nin Orta Asya’ya müdahalesinin ne “insan haklarının savunulması” ne de “terörizme karşı mücadele” ile alakası olduğunu kanıtlamakta. ABD’nin El Salvador’da ayaklanmayı bastırma girişimi 20. yüzyılın en büyük cinayetidir. O dönem en az 50 bin kişi ABD destekli ölüm timlerince vahşice katledildi. Bu faşist terörün en tanınmış kurbanları aras.nda El Salvador papazı Oscar Romero ve dört Amerikalı rahibe de bulunmaktaydı. (...)

Teröristler kim?
ABD’nin sınırları dışında bazı burjuva gazeteleri kendilerini ABD’nin Afganistan’a müdahalesinin kanlı karakteri konusunda birkaç not düşmek zorunda hissettiler. İngiliz Guardian gazetesi 26 Kasım’da, Brian Whitaker’in, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in savaş suçu işleyin işlemediği sorusunu içeren bir yazısını yayınladı. Whitaker tutsak Afganlara uygulanan vahşeti, emperyalizmin, 1982 yılında Sabra ve Şatila kamplarına Lübnan faşist milislerin İsrail güvenlik güçlerinin desteği ile girip binin üzerinde kadın, erkek ve çocuğu katlettikler diğer bir vahşetiyle kıyaslıyor: “Sabra-Şatila ile Afganistan’daki bazı cinayetler arasındaki benzerlik, ikisinin de savaş dönemi olması, baş aktörlerin yeşil ışık yakmaları ve sorumlulukta kurtulabilmek için kirli işleri (politik açıdan kabul edinilmez olanı) gizli olarak destekleyip cesaretlendirmeleridir.”

Sabra ve Şatila katliamları döneminde İsrail’in Savunma Bakanı Ariel Şaron hakkında, sonuçta görevinden istifa etmesini getiren parlamento destekli soruşturma başlatılmıştı. Birçok Avrupa ülkesi İsrail’in şimdiki Başbakanı Şaron’u savaş suçlusu olarak yargılanması için çaba harcadılar. Whitaker şöyle yazıyor: “Amerika’nın Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’e karşı benzeri bir soruşturmanın başlatılıp başlatılamayacağı görülecek, ama son açıklamaları katliama yeşil ışık yaktı. Rumsfeld Afganistan’da savaşmakta olan Afgan kökenli olmayan Taliban yanlılarına ilişkin ‘benim dileğim, ya öldürülmeleri ya da tutuklanmaları’ yönlü açıklama yaptı. Bu iki seçenekte hangisi olursa olsun fark etmediği görülüyor.”

4 binin üzerinde insanın öldürüldüğü DTM ve Pentagon’a yönelik intihar saldırılar devasa cinayetlerdi. ABD hükümeti bugüne kadar Taliban rejimi bir yana, Usama bin Laden’in bu olaylarda sorumlu olduğu yönünde elle tutulur kanıtlar gösteremedi. 11 Eylül saldırıları ABD emperyalizminin Afgan halkına uygulamakta olduğu, Pentagon ve CİA’nin başka bir dizi ülkeye yönelik hazırlamakta oldukları katliam planlarını haklı gösteremez. Kale-i Cenk’deki son olaylardan sonra ABD’nin Afganistan’a müdahalesi insan haklarının savunmak ya da teröristlerin cezalandırılması olarak nitelendirmek gülünçtür. Devasa silah stokları ve riayetsizliği ile amacına ulaşmak için kaba kuvvet uygulayan ABD hükümeti dünyanın en büyük teröristidir.

İşçi sınıfı, hem uluslararası planda hem de ABD’de, emperyalist savaş makinası ve kâr sistemini durdurmak için, bağımsız politik bir kitle hareketi yaratma sorumluluğu ile karşı karşıyadır.

(Alman Junge Welt gazetesinin 3 Aralık ‘01 tarihli nüshasından kısaltılarak çevrilen bu yazının orjinali World Soscialist Web sitesine aittir...)