Peter Beaumont Şöyle bir düşünün. Terörist olmakla suçlanan bir grup İrlandalı, üçüncü bir ülke tarafından ele geçirildikten sonra İngiliz hükümetine teslim ediliyor. Avukatlarla görüşmeleri yasak. Bazıları, sorgucu istihbarat yetkilileri tarafından tehdit ediliyor. Bilmek istediklerini anlatmazlarsa, kaybolacakları söyleniyor onlara. Adamların bazıları cezaevindeyken işkence görüyor ve terörist örgüt üyesi olduklarını söylemeye zorlanıyorlar. Adamlar ilaçla uyutulduktan sonra bağlanıyor ve ülkeden, bir adada kurulu kampa uçuruluyorlar. Burada avukat tutma hakları var, ama bilinen savunma hakları işlemiyor. Avukatlar, serbest bırakılmalarını talep edemiyor, iade edilmelerine karşı da çıkamıyorlar. Bu ada kampında, onları öldürme yetkisine sahip olan bir askeri mahkeme önüne çıkarılacaklar. Bütün bu bağışlanmaz hak ihlallerinin ardından, uluslararası medya ve insan hakları örgütleri, protesto etmek için ayağa kalkmış olmalı. Kimse sesini çıkarmadı Afganistan tutsaklarının başına gelenler, tam anlamıyla uluslararası bir skandal. Acımasızca davranılan, işkence gören bu insanlar, uluslararası hukukta, ABD hukukunda ve Yugoslavya ile Ruandanın savaş suçlularına tanınan en temel haklardan mahrum. George W. Bush yönetimi, birkaç maharetli hamleyle, sadece Cenevre Konvansiyonu üzerine değil, Amerikanın anayasasında geçen savunma haklarının üzerine de bir papatya biçen atıverdi. İnsan mı, hayvan mı? Birkaç hafta önce Afganistanda, bu neredeyse mistikleşmiş, kendini yok eden yaratıkları arıyordum. Görmeye çalıştığımız ilk kişi, arabulucumuzun, Kandahar eteklerinde rastgeldiği yaşlı bir Taliban yetkilisiydi. Arabulucu onu gördüğünde, adam, yerel bir savaş ağası tarafından yavaşça, sistematik bir biçimde, ölümüne dövülmekteydi. Kampa gittiğimizde çok geçti. Dayak atan adam bize, ellerinde hiç Taliban tutsağı kalmadığını söyledi. Dediklerine göre, Kandaharı kurtarırken, öldürdükleri bazı El Kaide üyelerini gömmüşlerdi. O tutsağı sorduk. Yanıt, netti: Artık elimizde tutsak yok. Savaş ağalarının sorgusu Ona, tutsakları nasıl itirafa ikna ettiğini sorduk. Dostça ve İslami bir tarzda, suçlarını itiraf etmelerini istiyoruz diye açıkladı. İtiraf etmezlerse, güç kullanıyoruz. Bu tip bir davranış bağışlanamaz, ama belki de, kurumları olmayan, yirmi yıl süren bir savaş nedeniyle paramparça edilen bir sanal devlette, durum en azından anlaşılabilir. Oysa Amerika ve müttefiklerinin, Taliban ve El Kaide tutuklularına yönelik kötü muameledeki rolü, her türlü kavrayışın ötesinde bir şey. Cenevre ne diyor? Cenevre Konvansiyonu ile başlayalım. Taliban rejimi yıkılırken ülke çapında tanık olunan yargısız infazlar, işkence veya aşağılayıcı muameleden (uluslararası medyanın görmesi için, tutuklulara resmi geçit yaptırmak) hiç bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz, hukuki sürecin ince ayrıntıları. Savaş esirlerinin, savaşa taraf olmayan üçüncü bir ülkeye teslim edilmesi yasaktır. ABD yönetimi de, Uluslararası Kızılhaç nezdinde, Afganistan savaşında taraf olmadığını ve sadece, Taliban karşıtı kuvvetlere yardım ettiğini söylemektedir. Askeri mahkemeler Eğer esirler, belli emirler altında hareket eden savaşçılar ise, ancak karşıt askeri kuvvetler tarafından ele geçirilip, savaş esirleri olarak tutuklanabilirler. Bu konuyla ilgili karar, 1942 yılında, Almanyada ele geçirilen bir grup Alman sabotajcının davasında, bizzat ABD Yüksek Mahkemesi tarafından alınmıştır. Ama öte yandan, aralarında Adalet Bakanı John Ashcroft ve Savunma Bakanı Donald Rumsfeldin de bulunduğu Bushun adamları, bu kişilerin savaş esiri olmadığını söylüyorlar. Bu açıklamaya göre tutuklananlar, üniformasız savaşçılardır. Silahlarını, resmi bir komuta zinciri olmadan, gizli bir suç örgütü adına kullanmaktadırlar. Bushun adamları, bu kişilerin suçlu ve yasadışı savaşçı olduğunu söyleyerek, onların Cenevre Konvansiyonundan yararlanma hakkı bulunmadıklarını öne sürmektedirler. Ne suçlu, ne de esir! Bush belki unutmuş olabilir, ama Anayasanın 6. maddesine göre, ABD topraklarındaki bütün adli-cezai soruşturmalarda, vazgeçilmez bazı haklar vardır. Bunlar arasında bir jüri önünde yargılanma hakkı da bulunuyor. ABD Yüksek Mahkemesinin bir kararına göre, eğer sivil mahkemeler açık ve işliyor ise, silahlı kuvvetler, sivil mahkemelerin alanına giren suçları yargılamak için askeri mahkeme oluşturamazlar. Eğer Guantanamo Körfezi tutsakları ne suçlu, ne de esir ise, o zaman ne? Öyle görünüyor ki onlar, Amerikanın ibret-i alem için önümüze koyduğu kişiler; lanetlenmişlikleri de, bir suç örgütüne üye olup olmamalarıyla ilgili değil. Şüphe odur ki, bu tutsaklar üç kez lanetlenmişler: Milliyetleri, dinleri ve derilerinin rengi nedeniyle. (The Guardian)
Blairin ince hesapları Londra - Eski sömürgeleri Hindistan ve Pakistan arasındaki gerginliğin önlenmesi için harekete geçen Britanya, bölgenin istikrarını Yeni Delhiye 1 milyar sterlin tutarında 60 Hawk jeti satarak sağlamaya hazırlanıyor. Savaş jetleri satışının, Britanya Başbakanı Tony Blairin bir hafta önce iki ülkeye düzenlediği ziyaretin ardından gündeme gelmesi, İşçi Partisinin ahlakına gölge düşürdü. Hawk jetlerinin üreticisi British Aerospace, Hindistanla anlaşacağına kesin gözüyle bakıyor. Britanyalı bakanların perde gerisinde anlaşma için seferber olduğu belirtiliyor. Gelecek ay Yeni Delhide düzenlenecek Defexpo 2002 silah fuarına katılacak olan Britanyalı firmaların uçaksavar, füze, tank ve havan topları da sergilenecek. Fuardaki en büyük pavyon Britanyanın olacak. Pavyonun, Britanyalı vergi müklleflerinin finanse ettiği hükümete bağlı Britanya Ticaret Ortaklığı ile Savunma İmalatçıları Birliği tarafından organize edildiği belirtiliyor. Birliğin başkanı Alan Sharman, fuara 30 şirketin katılacağını söyledi. British Aerospace şirketleri derneği de gelecek ay Hindistana bir heyet göndermeye hazırlanıyor. Eğer anlaşmalar suya düşerse, British Aerospacein Brough ve Prescottın seçim b¨lgesi East Yorkshire'da birkaç yüz kişi işini kaybedecek. (The Guardian) |
|||||