19 Ocak '02
Sayı: 03 (43)


  Kızıl Bayrak'tan
  Boşa çıkan beklentiler
  ABD ile "stratejik ortaklık" ya da emperyalizme sınırsız uşaklık!
  Saldırı daha da derinleştirildi
  "Mezarda emeklilik" yasası basın açıklamalarıyla protesto edildi...
  Kapitalizmin kâr hırsı insan sağlığını hiçe sayıyor
  Rumsfeld'in emriyle katliam!
  Afgan savaş esirlerine karşı sınırsız vahşet ve barbarlık!
  İbretlik Amerikan ikiyüzlülüğü
  ABD emperyalizminin Avrasya hamlesi
  Teslimiyetçi platforma "samimiyet sınavı"
  Nazım Hikmet işçi sınıfının devrimin ve komünizmin şairidir!..
  Sermayenin ve liberallerin Nazım sevdası ve saldırılar
  Yazdık Nazım Nazım diye...
  Rosa Luxsemburg ve Karl Liebknecht anıldı
  Ortadoğu, Kürdistan ve Türkiye...
  Barikatları yarmak için öncülerin birliği şart
  Sefaların geleceği
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Boşa çıkan beklentiler

ABD gezisi fiyaskosu

Ecevit’in haftalardır adeta bir ulusal kampanya haline getirilen tantanalı ABD gezisinin sonuçlarını daha baştan ve bir cümle halinde biz de özetleyerek girelim söze:

Önden “yılın diplomasi olayı” olarak yaldızlanan gezi sonuçta tam bir fiyasko olmuştur...

Haftalar boyu gürültülü söylemlere konu edilen beklentiler alanında hiçbir somut sonuç sağlanamamış, Ecevit ve avanesi bazı boş vaadlerle yetinmek zorunda kalmışlardır. Beklentiler ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi ile bazı borçların, hiç değilse faizlerinin silinmesi alanındaydı. Ticari ilişkilerin geliştirilmesine ilişkin beklentiler “incelenmek üzere” bir komisyona havale edilmiş, bazı borçların silinmesi ise sessizce geçiştirilmiştir.

Bu sonuç gerçek bir fiyaskodur.

Amerikancı yazarlar fiyaskoyu örtmek için ticari ilişkiler sorununun bir komisyona havale edilmiş olmasını ve bu arada turizm açısından “riskli ülke” tanımının kaldırılmasını bir teselli ve dolayısıyla başarı alanı olarak sunmaya çalışıyorlar. Ne yapsınlar, bu onların görevi; efendilerinin çok da nankör olmadığını göstermek zorundalar. Ama zırnık koklatmayan “Amerikan tarafı”nın, buna karşılık bizzat başbakandan “Türk firmalarının Amerikalı firmalara olan borçlarının ödenmesi ve bazı Amerikan şirketlerine vergi indirimi sağlanması” istemlerine de bir açıklama getirebilirlerdi. (Gazeteler bir ABD telefon tekelinin Telsim’den 2 milyar dolarlık alacağının bizzat Bush tarafından Ecevit’e iletileceğini de önden bildiriyorlardı.)

Sonucu önden belli gezi

Tüm beklentilerin karşılıksız kalacağı önden zaten belliydi. Bunu, yaratılan abartılı havaya bizzat ABD’li yetkililerin bile önden müdahale etmek ihtiyacı duyarak temelsiz beklentiler içinde olmayın demesinden hareketle de söylüyor değiliz. Bunun böyle olacağını, daha güvenilir ve nesnel bir ölçüt üzerinden, ABD yardımlarının endekslendiği kritik siyasal sorunlar gerçeğinden hareketle söylüyoruz.

Geçtik ABD’nin özel yardımlarından, titizlikle uluslararası sermayenin çıkar ve beklentilerine uygun koşullara bağlanmış İMF kredi vaadlerinin yerine getirilmesi bile, sıkı sıkıya bu siyasal sorunlara endekslidir. Kıbrıs ve Türk-Yunan ilişkilerinin yanısıra, bu siyasal sorunların önplanında asıl olarak Irak sorunu var. Türkiye tüm bu sorunlarda, fakat özellikle de Irak sorununda ABD emperyalizminin çıkar ve ihtiyaçlarına uygun hareket ettiği sürece bu krediler dilim dilim verilecektir, bundan emin olabiliriz. Fakat her ciddi tereddüt ya da geri duruş halinde, elbette uygun biçimsel bahanesi de bulunarak, bu krediler bıçak gibi kesilecektir. Akıbetin ne olacağı ise Arjantin’den bellidir. (Arjantin örneğinin bundan böyle bir terbiye aracı olarak işlev göreceğini artık bazı emperyalist basın organları bile açıkça yazmaktadırlar).

Borç batağına gömülmüş ve ekonomik kriz içinde debelenen bir Türkiye, bu haliyle ABD emperyalizminin oyuncağı haline gelmiştir. Irak politikasında yalnızca birkaç hafta içinde çizilen zigzaglar ve gelinen yer bunun ibret verici bir örneğidir. Artık herkes bilmektedir ve sermaye kalemleri de açık açık yazmaktadır ki; Kürt devleti konusunda güvence verilmek kaydıyla, Türkiye Irak’a yönelik bir ABD savaşının saldırı üssü olmakla kalmayacak bu savaşa ABD’nin yanısıra bizzat katılacaktır.

Bazı Amerikancı yazarlar, adeta alay edercesine, böyle davranmanın, son ABD gezisiyle “perçinlenen ‘stratejik ortaklık’ gereği” olduğunu yazmaktadırlar. Herhalde perde arkası henüz bilinmeyen ABD gezisinin en temel siyasal sonucu da budur ve bu da bir kez daha tümüyle ABD’nin çıkar hanesine yazılan bir başarıdır.

“Stratejik ortaklık”

Özellikle Ecevit olmak üzere Türk devlet yetkililerinin ve onların yankısı olarak sermaye kalemlerinin ABD gezisi öncesinde ve halen tekrarlayıp durdukları bir dilek var. Buna göre Türkiye hakettiği konumun bir gereği olarak, ABD ile müttefik olmaktan öteye, bizzat “stratejik ortaklık” ilişkisi içinde olmalı ve ilişkiler de her alanda buna göre düzenlenmelidir. Koro halinde tekrarlanan rivayete bakılırsa, bu ortaklığın “siyasal ve güvenlik boyutları” çoktan beridir ve halen zaten var. Eksik olan “iktisadi ve ticari boyut”tur ve yapılması gereken eksik halkayı buradan tamamlamaktır.

Ecevit’in kendisi gezi öncesinde, özlemini duyduğu türden bir stratejik ortaklığa bazen İngiltere, Kanada ya da İsrail gibi ülkeleri, bazen de bir bütün olarak Avrupa’yı döne döne örnek verip durdu. Aslında bu örnekler bile kendi başına açıklayıcıdır. Çok özel bir konuma sahip bulunan ve dünyaya hükmeden Yahudi sermaye gruplarınca özel tarzda kayrılıp desteklenen İsrail bir yana bırakılırsa, tüm öteki örnek ülkeler, tarihi geçmişleri ve bugünkü konumlarıyla emperyalist ülkelerdir. ABD ile ilişkileri de iki emperyalist devlet arasındaki ilişkilerin karakterine göre şekillenmiştir ve buna göre sürdürülmektedir. Bu eşitler arası ilişkinin kendine özgü bir biçimidir. Kuşkusuz ABD dünya jandarması bir süper devlettir. Fakat bunun emperyalist ittifaklar sistemi içerisinde ona kazandırdığı özel statuuml; liderlik konumundan ibarettir. Yani o eşitler arasında birinci, dolayısıyla onların lideri konumundadır.

Türkiye her alanda emperyalizme bağımlı bir ülke olarak böyle bir ilişkiye asla ulaşamaz. Jeopolitik konumunun ona sağladığı ya da öyle varsayılan avantajlar ne denli önemli olursa olsun, emperyalist dünya ile ilişkisi temelde bir egemenlik-bağımlılık ilişkisidir. Bu ilişki şu an oturmuş bulunduğu tarihsel-toplamsal zemin yıkılmadıkça asla değişmez. Değişim ancak emperyalist sistemden kopuşu sağlayacak bir toplumsal devrimle olanaklıdır. Bu ise artık temelden farklı ve tümüyle yeni bir kimlik demektir. Böyle bir Türkiye, emperyalist dünyayla “stratejik ortaklık” aramak bir yana, doğası gereği onunla “stratejik düşmanlık” ilişkisi içinde olabilir ancak.

Uşakça davrananlara uşak muamelesi yapılır

Gezi öncesinde koro halinde “stratejik ortaklık” üzerine söylenip duranlar, aynı günlerde yeni bir kölelik antlaşması için İMF’nin zorunlu ön koşul olarak dayattığı “on günde on yasa”yı çıkarmak için gece gündüz demeden cansiperane çalışıyorlardı. İtaatkar uşaklara özgü bu davranış, onların kendi gerçek konumlarının tümüyle bilincinde olduklarını göstermektedir. Bu durumda “stratejik ortaklık” üzerine edilen onca laf, olsa olsa emekçileri aldatmaya yönelik kaba bir ikiyüzlülüktür. Ya da, boğucu bir kriz ortamında, emperyalist efendiden ekonomik yardım ve destek dilenmenin cilalanmış biçiminden ibarettir. Bu yardım ve destek şimdilik onlardan esirgenmiştir. Fakat günü geldiğinde neyin karşılığı olarak verileceği de kapalı kapılar ardında kendilerine muhakkak ki açıklıkla sölenmiştir.

Türkiye ile ABD arasındaki ilişki egemenlik-bağımlılık ilişkisi olduğu içindir ki, bu kendini her iki ülkeyi yönetenler arasında efendi-uşak ilişkisi olarak göstermektedir. Ecevit’in Bush karşısındaki konumu yazık ki budur. Bugüne kadar ortaklığımız yalnızca “siyasal ve güvenlik boyutları” sınırlarında kaldı diyenler, bununla gerçekte, Türkiye halkına ve bölge halklarına karşı emperyalizmin çıkar ve ihtiyaçlarına göre hareket etmiş, bu konuda üzerlerine düşenleri sadakatla yerine getirmiş olmayı kastediyor olmalılar. Ve şu içinde bulunulan sıkıntılı anda, bunun bir parça olsun ödüllendirilmesini bekliyorlar. Boşa çıkan bu beklentidir.

Uşağa uşak muamelesi yapılır. Burada aşırı sadakat hiç de kendi başına özel bir ödüllendirme nedeni değildir. Ecevit’in ABD gezisi bunu bir kez daha teyid etmiştir.