19 Ocak '02
Sayı: 03 (43)


  Kızıl Bayrak'tan
  Boşa çıkan beklentiler
  ABD ile "stratejik ortaklık" ya da emperyalizme sınırsız uşaklık!
  Saldırı daha da derinleştirildi
  "Mezarda emeklilik" yasası basın açıklamalarıyla protesto edildi...
  Kapitalizmin kâr hırsı insan sağlığını hiçe sayıyor
  Rumsfeld'in emriyle katliam!
  Afgan savaş esirlerine karşı sınırsız vahşet ve barbarlık!
  İbretlik Amerikan ikiyüzlülüğü
  ABD emperyalizminin Avrasya hamlesi
  Teslimiyetçi platforma "samimiyet sınavı"
  Nazım Hikmet işçi sınıfının devrimin ve komünizmin şairidir!..
  Sermayenin ve liberallerin Nazım sevdası ve saldırılar
  Yazdık Nazım Nazım diye...
  Rosa Luxsemburg ve Karl Liebknecht anıldı
  Ortadoğu, Kürdistan ve Türkiye...
  Barikatları yarmak için öncülerin birliği şart
  Sefaların geleceği
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
“İnsan hakları” şampiyonları en temel insan haklarını
ayaklar altında çiğniyorlar...

Afgan savaş esirlerine karşı
sınırsız vahşet ve barbarlık!

Amerika’nın Afganistan’da esir alınan insanları gözleri bağlı ve zincirli olarak götürüp ve sınırları dışında bir adada inşa ettiği hücre tipi bir hapishanede tutmasının, savaş esirlerine gösterilecek muameleye ilişkin uluslararası hukuka uymadığı söyleniyor. Bunu son derece cılız bir sesle dile getiren ise Kızılhaç. Yani, söz konusu hukuku yazan-çizen devletlerin bu barbarlığa herhangi bir itirazları bulunmuyor. Tersine, sessizce onaylıyorlar. Amerika’dan çekindikleri için değil, ama, bugün Amerika tarafından yazılmakta olan yeni savaş kuralları aslında onların da ihtiyaç ve çıkarlarına denk düştüğü için yapıyorlar bunu.

Aslında Afganistan’a yaşatılan vahşet, savaş esirlerine gösterilen vahşi hayvan muamelesiyle başlamış değil. Yiyecek paketleri ile karıştırılan bombaların getirdiği ölümler, yiyecek yardımı almak için toplanan kitlenin (tıpkı bir hayvan sürüsü gibi) sopalarla dağıtılması, esirlerin döve döve yada toplu biçimde kurşuna dizilerek öldürülmeleri... savaş esirlerinin zincirlenmesinden daha az vahşilik değil. Ve ister Kuzey İttifakı asker ve komutanları eliyle, ister Amerikan özel timleri tarafından uygulansın, bir ve aynı zihniyetin tezahürleri durumunda. Zihniyet hiç bir insani değer tanımayan vahşi kapitalizmdir. Zaten Kuzey İttifakı denilenler de gönüllü Amerikan askerleri değil mi? Amerikan savaş uçaklarının, bombalarının ve komandolarının yardım ve desteğiyle uygulayabiliyorlar bu vahşeti. Cenevre sözleşmesi Afganistan’da işlemiyor. Amerika sopasının uzandığı hiç bir ülkede işlemediği gibi. Sözleşme, emperyalizmin geri ülkelere yönelik yaptırımlarına gerekçe ve tehdit malzemesi olmanın ötesine geçemiyor uzun zamandır.

Bugün Amerikan rejiminin son derece pervasız ve hoyratça çiğnediği uluslararası savaş kuralları, birinci ve ikinci paylaşım savaşları ertesinde, ve yine bu savaşların da etkisiyle, emperyalistler aleyhine bozulmuş bulunan güç dengeleri koşullarında belirlenmişti. Özellikle ikinci paylaşım savaşı sonrası kurulan halk iktidarlarıyla güçlenen sosyalist kamp, emperyalist haydutluğun önemli ölçüde dizginlenmesini sağlamış, diğer pek çok alanda olduğu gibi savaş kurallarında da insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi yönünde ağırlık oluşturmuştu.

İki kutuplu dünya olarak ifade edilen ve kendine göre bir hukuku bulunan bu dönem, bilindiği gibi çoktan sona erdi. Sovyetler Birliği’nin resmen dağıtıldığı ‘89 çöküşünün ardından ise yeniden dünyanın tek hakimi haline gelen emperyalist kamp tam anlamıyla dizginlerinden boşaldı. Yeni Dünya Düzeni adını verdikleri yeni bir gericilik, saldırganlık ve vahşet dönemini doludizgin işletmeye başladılar.

Başlangıçta bir kaos görüntüsü oluşsa da, aslında, yeni duruma ilişkin yeni bir hukukun oluşturulması süreci başlamıştı. Yeni hukuk, istisnasız biçimde emperyalist sömürü ve soygunun hukuku olacaktı kuşkusuz. Emperyalizmin doruğunda vahşi kapitalizm yeniden tezahür ediyordu. Bu yeniden kuruluşun ekonomik, siyasi ve askeri alanlardaki uygulamaları, işçi sınıflarına ve emekçi halklara sistemli ve şiddetli saldırılar olarak her gün yaşanıyor. İMF programları tüm dünyada bağımlı-geri ekonomileri çökertiyor, ülkeleri sömürgeleştirmek, halkları köleleştirmek için sömürü ve baskıyı artırıyor. Emperyalizmin askerleri, savaş uçakları, suikast timleri ülkeleri bombalıyor, halkları katlediyor, yönetimleri deviriyor, değiştiriyor, vb...

Yeni Dünya Düzeni’nin yeni hukuku fiilen ve görünüşte bir Amerikan hukuku olarak yeniden biçimlendiriliyor. Amerikan hukuku görüntüsü Amerika’nın şeflik konumundan ve saldırıların başını çekmesinden kaynaklanıyor. Ancak, yaşanan son örnek üzerinden gidersek, emperyalist haydutların ne Afganistan’a saldırı ve ne de savaş esirlerine gösterilen muamele konusunda şeflerine yönelik bir itirazları bulunmuyor. Tersine, aralarındaki tüm çıkar çatışmaları ve çekişmelerine rağmen tam bir uyum tablosu sergileniyor. Üstelik sadece emperyalist devletler de değil, söz konusu saldırıların verili veya potansiyel hedefi konumundaki geri ülkelerin uşak yönetimleri de bu Amerikan konseptinin gönüllü destekçileri olduklarını ispatlama yarışına girmiş durumdalar.

Savaş esirlerine muamele konusunda, Türkiye, Afganistan’a saldırı konusundaki aynı iğrenç tutumunu yineliyor. Herhangi bir itiraz ne kelime, içten içe bile değil, açıktan memnunluk belirtmekten kaçınmıyor. 11 Eylül’ü, binlerce cesedin ikiz kulelerin enkazı altında yatmakta olduğuna aldırmadan, “şimdi bizi daha iyi anlayacaklar” diye yorumlayanlar; Afgan savaş esirlerine uygulanan vahşeti de, Öcalan’a kendi muameleleriyle kıyaslıyorlar. Amerika’nın vahşetinde kendi vahşetlerinin onayını bulduklarını düşünerek huzura eriyorlar.

Afganistan vakasında Amerika ve diğer emperyalistler (ve Türkiye gibi uşakları) “Taliban rejiminin gericiliği ve vahşeti” gibi kullanılabilir malzeme buldukları için, 11 Eylül sayesinde açılan “teröre karşı mücadele” seferberliğinin gerçek anlamı ve içeriği unutturulur gibi oldu. Bununsa, Afgan savaş esirlerine vahşi hayvan muamelesi gösterilmesine gereken tepkinin ortaya konmasında zayıflığa yol açtığı ortada. Oysa, Taliban vahşetinin, ne Amerika’nın bu ülkeyi bombalamasına ve ne de esirlere yönelik vahşi uygulamalara gerekçe yapılamayacağı açıktır. Kaldı ki, emperyalizmin açtığı “teröre karşı mücadele” seferberliğinin “Taliban vahşeti”nin hüküm sürdüğü Afganistan’la sınırlı kalmayacağı/tutulmayacağı daha baştan ilan edilmiş durumdadır.

Bugün Afgan esirlerinin zincirlenmesine, kafese kapatılmasına ses çıkarmamak, yarın aynı hatta daha kötü muamelenin başkalarına gösterilmesini onaylamak anlamına gelecektir. Bu başkaları ise, artık ve hep “vahşi” Taliban askerleri olmayacaktır. Emperyalistlerin sonraki süreçteki asıl muhatapları, ezilen halkların yanısıra ve daha fazla devrimci hareketler, devrimci partiler ve bunların üyeleri, yandaşları, kitleleri -demek ki işçi sınıfı ve devrimci partileri- olacaktır. Öyleyse işçi sınıfı, sadece emperyalizmin kendilerine yönelik iktisadi saldırılarıyla değil, dünya çapındaki militarist saldırılarıyla da ilgilenmek, mücadelesini bunu da kapsayacak şekilde genişletmek durumundadır.