3 Kasım '01
Sayı: 33


  Kızıl Bayrak'tan
 Amerikancı iktidar Türkiye'yi ABD'nin savaş arabasına bağladı

  Emperyalist barbarlığa karşı mücadeleyi yükseltelim!

  Saldırı ve ihanet cenderesini kırmak için olanakları güce dönüştürelim

  Saldırı ve ihaneti boşa çıkarmak için 9 Kasım'da Ankara'ya!

  Kahrolsun emperyalist savaş!
  Sermayeye değil direnişçi işçilere fon
  Yeni bir faşist terör dalgası ve karşı hazırlık
  Doğubeyazıt'ta devlet terörü

  Anti-emperyalist mücadele ve Parti Programı

  Anti-emperyalizm, bağımsızlık ve siyasa bağımsızlık
  Sınıf dayanışmasını örgütleyelim!
 Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Bülteni'nden
  Emperyalizm ve politik İslam

  Filistin halkının özgürlük ve bağımsızlık istemi bastırılamayacak!

  BİR-KAR'ın Kuruluş Kongresi gerçekleştirildi
 Kolombiyalı sağcı milisler yıllardır dehşet saçıyor
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Amerikancı iktidar Türkiye'yi
ABD'nin savaş arabasına bağladı

"Türkiye bizi hep destekler"

Amerikancı iktidar Türkiye'yi ABD emperyalizminin savaş arabasına nihayet bağladı. Her zamanki gibi halktan gizli tutulan karanlık ve kirli pazarlıkların ardından, ABD'nin isteği ve ihtiyaçları doğrultusunda Afganistan'a karşı savaşa katılma kararı alındı. Kararı açıklayan Başbakan, bunun hükümet, generaller ve Cumhurbaşkanı'nın ortak onayı ile alınmış bir karar olduğunu özellikle vurguladı. Konuya ilişkin resmi yazılı açıklamada da bunun altı çizildi.
Bu kararla birlikte Türkiye, İngiltere'nin yanısıra, ABD'nin yürütmekte olduğu savaşa bizzat katılan ikinci ülke oldu. Başbakan kararı NATO'nun 5. maddesi kapsamında üstlenilen yükümlülüğün gereği olarak sunuyor. Bu Türkiye halkıyla göz göre göre alay etmektir. Zira herkes alınan kararın NATO'yla ya da 5. maddeyle hiçbir ilgisi bulunmadığını, bunun tümüyle ABD ile Türkiye'nin ikili ilişkileri kapsamında bir karar olduğunu biliyor.

Meclisten savaş yetkisi alınalı beri bu tür bir karar doğrultusunda hazırlıklar zaten yürütülmekteydi. Bu, son karara kadar "Kuzey İttifakı"na "eğitim ve lojistik destek"le sınırlı bir katkı olarak kamufle edilmeye çalışılıyordu. Son karardan sonra artık bu tür aldatmacalara gerek kalmadı. Başbakan açık açık, "savaşmak durumunda kalabiliriz", ne gerekirse o yapılacak, diyor. Dışişleri Bakanı aynı açıklıkla, ABD'nin savaşı bizim de savaşımızdır, hatta ABD'den çok bizim savaşımızdır diye ekliyor. Amerikancı basında, hükümet yetkililerinin bu denli açık konuşmasının da verdiği rahatlıkla, Türkiye'nin savaşa resmen girdiğinin altı çiziliyor ve ilk askeri birliği çok geçmeden yenilerinin izleyeceği özellikle vurgulanıyor. Basını şimdiki resmi görevi, savaşa kapsamlı bir katılımın kamuoyu ve kitleler nezdinde meşrulaştırılıp olağanlaştırılması.

Türk hükümetinin aldığı savaşa katılma kararının ABD'de nasıl karşılandığını ise Savunma Bakanı Rumsfeld şu veciz sözlerle özetliyor: "Türkiye bizi hep destekler." Bu sözlerden efendinin uşağının sadakatine güveni yansıyor. Rumsfeld bununla, alınan kararı şaşırtıcı bulmadığını, Türkiye'deki işbirlikçi iktidarın zaten hep kendi yörüngelerinde hareket ettiğini vurgulamış oluyor.

Emperyalizmin ileri karakolu
ve müdahale gücü

Savaş politikanın bir devamından başka bir şey değilse eğer, Amerikancı iktidarın aldığı bu son karar da esası yönünden şaşırtıcı değildir. ABD emperyalizmine göbekten bağımlı olan ve ülkenin içinde debelendiği krizden dolayı gelinen yerde yuları tümden ona kaptıran bir iktidarın ABD'nin istemlerine hayır deme olanağı zaten yoktu. 11 Eylül saldırısından beri ABD'ye olan tam ve koşulsuz desteğini döne döne açıklayanlar onlar değil miydi? Bir tek savaşa bizzat katılmak dışında, Afganistan'a yöneltilen bu barbarca savaşı her yolla zaten desteklemiyorlar mıydı? Türkiye topraklarını boydan boya saldırının ve savaşın hizmetine sunan, böylece işin aslında daha baştan savaşın tarafı olan bir iktidarın aldığı son karar, gerçekte izlenegelen bu çizginin mantıksal bir uzantısından başka bir şey değildir.

Elbette bu savaşa bizzat katılma kararının taşıdığı çok özel politik anlamı ve önemi ortadan kaldırmıyor. İşbirlikçi iktidarın tümüyle ABD emperyalizminin çıkarları ve istemi doğrultusunda mazlum bir halka karşı yürütülen emperyalist bir savaşa katılması, Türkiye'nin iç siyasal yaşamı için olduğu kadar bölge ülkeleri ve halklarıyla ilişkilerde de ciddi sonuçlar yaratacaktır. Bu karar Türkiye'nin bölge halklarına karşı emperyalizmin bir ileri karakolu ve vurucu gücü olduğunu yeni bir düzeyde yeniden tescil etmiştir.

Başbakan alınan kararı açıklarken, bunun "Kore'ye asker göndermek kadar önemli" olduğunu vurgulamakta bir sakınca görmüyor. Kore'ye asker göndermek, Türkiye'nin emperyalizmin safında, onun çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda, halklara ve dünyanın ilerici güçlerine karşı resmen konumlanmasının bir ifadesiydi. Bu sayededir ki NATO'ya girilmiş, Kuzey'de Sovyetler Birliği'ne ve güneyde Ortadoğu halklarına karşı emperyalizmin ileri karakolu olma misyonu üstlenilmişti.

Afganistan'a ilişkin yeni kararla da yeni bir tarihi tercih yapılmıştır. Balkanlar'da halihazırda emperyalizmin çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda zaten üstlenilmiş bulunan işgal ve müdahale gücü rolü, bundan böyle Kafkasya'ya ve İç Asya'ya da yaygınlaştırılacaktır. Şu önemli farkla ki, Balkanlar'daki işgal ve müdahale gücü misyonu, hiç değilse "barış gücü" kisvesiyle az-çok örtülebiliyordu. Oysa Afganistan'da bu olanaksız. Afganistan'a dosdoğru bir savaş gücü olarak gidiliyor. Tüm bölge halkları Türkiye'deki işbirlikçi iktidarı işte bu çıplak konum ve misyon üzerinden görüp değerlendirecekler bundan böyle. "Müslüman ülke" kimliğiyle emperyalizmin müslüman halklara karşı başlattığı Haçlı Seferi'ne incir yaprağı olmayı umanlar, gerçekte aynı halklara emperyalist Haçlı Güçleri'nin saldırı ve savaş kolu olarak görüneceklerdir.

"Asker gidiyor, dolar geliyor"

Başbakan, basın mensuplarıyla konuşurken, savaş iyi bir şey değil ama "zorunlu hale gelince" de ondan kaçınamayız, diyor. Fakat Türkiye'nin Afganistan gibi uzak bir komşuya savaş ilan etme "zorunluluğu"nun nereden kaynaklandığı üzerine doğal olarak tek kelime söyleyemiyor. Ya da yalnızca "terörizmle mücadele" üzerine bilinen yavanlıkları yineleyebiliyor. Gerçekte ise söz konusu "zorunluluk" hiç de Afganistan'la ilişkilerden değil, fakat tümüyle ABD ile ilişkilerden kaynaklanıyor. Boğazına kadar bir borç batağında debelenen, vadesi gelen borçları ödemek için acilen yeni borçlara ihtiyaç duyan, ekonominin kriz içinde başaşağı gidişine biricik çözümü de yeniden borçlanmak olan bir düzen ve devlet gerçekliğinin yarattığı katı bir "zorunluluk" bu.

11 Eylül saldırısından beri ABD'nin bölgesel ihtiyaçları çerçevesinde Türkiye'nin değerinin arttığını vurgulayıp duranlar, daha o zamandan bu yeni değeri satış masası üzerine koyup pazarlıklara girişmişlerdi. Tersinden ise ABD emperyalizmi, Türkiye'yi kendi bölgesel ihtiyaçları doğrultusunda ve özel olarak da Afganistan'a müdahale için kullanmak üzere, bir yandan rüşvet, bir yandan baskı ve şantaj yapıp duruyordu. İMF toplantıları bu çerçevede ertelenmiş, yeni borç olanakları koklatılıp iştahlar kabartılmış, fakat son karar açıklanana kadar da hiç bir somut adım atılmamıştı. Yuların sıkılıp sıkılıp gevşetildiği, pazarlıkların bu havada sürdüğü zorlu bir zaman dilimiydi bu.

Bu kirli ve karanlık pazarlığın son safhası kararı önceleyen günler oldu. Ankara'da peşpeşe yapılan zirvelerde, Türkiye'nin neye karşılık olarak ve kaça ABD'nin hizmetine koşulacağı nihayet bir sonuca bağlandı.

Sermaye medyası her zamanki arsızlığıyla sorunu ve sonucu "asker gidiyor, dolar geliyor" sözleriyle özetledi. Bu ifade, savaş kararının gerçekte bir satış kararı olduğunu veciz bir biçimde dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Nitekim Başbakan da konuya ilişkin açıklamalarında, "Türk askeri pazarlık konusu olamaz"la başlayan sözlerini, hemen ardından gelen cümleyle, "Ama dostlarımızın da Türkiye'nin gereksinmelerini göz önünde bulunduracaklarına inanıyoruz" biçiminde tamamlamaktadır. Bu, pazarlığın ve satışın en yetkili resmi ağızdan tescilinden başka bir şey değildir.

Pazarlıklar sonuçlanıp, kararlar alınıp askerler de gönderildiğine göre, Amerikancı uşak takımı beklediği dolarlara, yani borç batağını daha da derinleştirecek yeni borçlara çok geçmeden kavuşacak demektir. Fakat borca bağımlılık uyuşturucuya bağımlılık gibidir. Yeni borçlar borç gereksinimini azaltmaz, daha da arttırır. Ve borç musluğu ABD emperyalizminin elinde bulunduğuna göre, Ecevit'in sözünü ettiği "zorunluluğun" da süreklileşmesi demektir bu. İşbirlikçi iktidarın yuları şimdi her zamankinden daha güçlü bir biçimde Pentagon'un elindedir. Afganistan batağına girilmiştir ve ABD kuyruğunu kısıp bu bataktan kaçana kadar Türk devleti de aynı batakta debelenmeye mahkum kalacaktır. Savaş kararıyla birlikte uşağın kaderi artık tümüyle efendinin kaderine endekslenmiştir.