27 Ekim '01
Sayı: 32


  Kızıl Bayrak'tan
 Amerikancı iktidar Türkiye'yi bataklığa sürüklüyor

  Borç ve savaş bütçesini sokaklarda yırtalım!

  Gençliğin savaş karşıtı hareketliliğinin anlamı ve önemi

  Dünyada emperyalist savaşa karşı protestolar sürüyor

  Savaşta yığınların manipülasyonu
  Brisa işçisinin ağır sorumluluğu
  Mevzileri korumak ve yenilerini kazanmak için etkin bir sınıf çalışması!
  Bir devrimci daha işkencede katledildi

  Sınıf hareketinin güncel durumu ve devrimci görevler

  Görkemli direnişe zayıf destek!
  Şanlı Ölüm Orucu Direnişi'nin 1.yılında Galatasaray'daydık
  Mamak İşçi Kültür Evi açıldı
  Esenyurt İşçi Bülteni'nden...

  İsviçre Ekim Gençliği Kampı: "Başka bir dünya mümkün"

  Mülteciler Taliban'dan değl, bombalardan kaçıyor
 Hür dünya kimin dünyası?
  Emperyalist-gerici savaşlar ve kadın...
  Emperyalist savaşın gölgesinde Türkiy ve Küdistan
  Geleceğimiz için hücrelere karşı çıkalım!
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Geleceğimiz için hücrelere karşı çıkalım!

20 Ekim 2000'de başlayan Ölüm Orucu Direnişi 1. yılını doldurdu. Ve bugüne kadar gücünden hiç birşey kaybetmeden, yeni katılımlarla devam ediyor. Çünkü bu direniş insanlık onuru için, yaşamın hücreleştirilmesine karşı başlatılan onurlu bir direniştir. Devrimci tutsaklar hücre saldırısının yalnızca kendilerine yönelik olmadığını, dışarıda işçiye-emekçiye, öğrenciye, toplumun her kesimine karşı başlatılan bir saldırı olduğunu defalarca tekrarladılar. Ve bu söylemlerin ne kadar doğru olduğunu bizzat Ecevit'in ağzından duyduk: "İçeriye hakim olmadan, dışarıya hakim olamayız". Bunun ne demek olduğunu cezaevindeki uygulama ve politikalardan çok yakından biliyoruz. 19 Aralık katliamı bunun bir göstergesidir.

İçerde 20 Ekim'de başlayan açlık grevleri ve sonrasında devam eden Ölüm Oruçları sürerken, dışarda da yaşamın her alanında saldırılar son hızıyla devam etmekteydi. Özelleştirmeler sonucu binlerce insanın işsiz kalması, kriz bahanesiyle binlerce insanın işten çıkartılması, sahte sendika yasası, bunlar direnen devrimci, demokrat kesimlere karşı yapılan saldırılar ve sindirme politikaları...

Ülkede bir krizin olduğu doğru, fakat bunun sorumlusu bizler değiliz. Krizi bahane edip asgari ücreti 122 milyon yapan devlet daha fazla para veremiyor, fakat ölüm hücreleri için trilyonlar harcayabiliyor. Bu harcanan paralar eğitime, sağlığa vs. harcansaydı, halk için harcanmış olacaktı. Ancak devletin bu düzenin varlığını devam ettirmek için ölüm hücrelerine ihtiyacı var. Çürümüş sisteme karşı çıkacak herkesin gideceği yer ölüm hücreleridir. Tabi bu engellenmezse. Devlet bu amaçla başlayan Ölüm Orucu devam ettikçe türlü manevralar yaptı, boyalı basını da kullanarak insanları yalan haberlerle kandırmaya çalıştı. Ölüm Orucu'nun örgüt baskısıyla yapıldığı, zorlama olduğu söylendi, bu eylemden söz edilmemesi istendi. Dışarda hücrelere karşı olan her kesim susturulmaya çalışıldı.

19 Aralık 2000'de 20 cezaevine birden operasyon yapıldı ve buna 'hayat kurtarma' adı verildi. Öyle bir hayat kurtarma ki, ikisi asker 30 insan yaşamını yitirdi, onlarcası ağır yaralandı. Tutsaklar ölüm hücrelerine atıldılar. Adalet Bakanı açıklama yaptı; Ölüm Orucu sona erecektir, çocuklarınızı örgütün elinden kurtardık. Bir süre sonra bu yalanların da tutmadığını gördük. Yeni oyunlar, yeni manevralar denedi. Dışarda tutsaklara destek veren hücre karşıtı herkese saldırdı. Dernekler kapatıldı, kurum ve kişilere sayısız davalar açıldı. Binlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı. İçerde ve dışarıda devam eden Ölüm Oruçları yeterli desteği bulamayınca bedeller ağırlaşmaya başladı. Onlarca canımız gitti, ama direniş daha bir inatla büyüyerek devam etti.

Ölüm Orucu Direnişi 1. yılını doldurdu. İçerde ve dışarda direniş sürüyor ve sürecek. Ta ki talepler kabul edilinceye kadar. Bu taleplerin hepsi en insani taleplerdir. Bizler daha fazla geç olmadan, daha fazla bedeller ödenmeden bir araya gelmeli, sokaklara çıkmalıyız. Kendi yaşamımızın daha fazla hücreleştirilmemesi için mücadele etmeliyiz. Eğer eve ekmek götüremiyorsak, çocuklarımızı okula kaydettiremiyorsak, hastaneye gidemiyorsak, bunların hepsi yaşamımızın parça parça hücreleştirilmesi demektir. İlerde çocuklarımızın yüzüne utanmadan bakabilmek için bu direnişe daha fazla destek olmalıyız. Bulunduğumuz her alanda Ölüm Orucu taleplerinin insani ve meşru talepler olduğunu anlatmalı ve tekrar sokağa çıkmalıyız. Bu zafer kazanılacak. İçerde tek kişi kalana kadar. Ama bizler bedellerin daha az ödenerek kazanılması için birlikte olmalıyız.

Onurlu bir yaşam, onurlu bir gelecek için hücrelere karşı çıkalım. Kendi yaşamımızın daha fazla hücreleşmemesi için direnişe bir ses de biz katalım.

İçerde dışarda hücreleri parçala!

Bir tekstil işçisi/İzmir

 


 

Antakya'da Ölüm Orucu Direnişi etkinliği

ÖO Direnişi'nin 1. yılında Hatay Demokrasi Platformu tarafından Antakya İHD binasında bir basın açıklaması düzenlendi. Açıklamaya tutsak aileleri, bir doktor, tahliye olmuş ÖO direnişçileri, Atılım, Vatan, Partizan ve Kızıl Bayrak katıldı. Önceden planlandığı üzere basın açıklamasından hemen sonra katılımcılar arasında bir söyleşi düzenlendi. Söyleşinin konusu bir yılını geride bırakan şanlı ÖO Direnişi'nin dışardaki destekçileri olan gençlerin bu aşamadan sonra destek bağlamında neler yapabileceği idi. Ancak söyleşide iki cephe oluştu. Biri devrimci basın cephesi diğeri Demokrasi Platformu (CHP, ÖDP, HADEP, İHD, ÇSA, MKÜ-ÖDER ve EMEP) cephesiydi.

Bu ikinci cephede yer alanlar, ÖO direnişinin ilk yarattığı sarsıntı ve devrimci atmosferin etkisiyle gerçekleştirdikleri birkaç eylemi öve öve bitiremediler. Devrimci basın olarak, konunun bu olmadığını, neler yapılabileceğini tartışmamız gerektiğini defalarca vurgulamamıza karşın aynı şeyler tekrar edilince, Kızıl Bayrak adına bir yoldaşımız söz aldı. Yoldaşımız; Demokrasi Platformu'nun devrimci basına karşı tahammülsüz bir tavır içinde olduğunu, gerçekleştirilen eylemlerde ÖO konusunda hassas olan devrimci kitleye de aynı tutumu takındığını, bu platformun ÖO döneminde ortaya koyduğu tepkinin hümanizm sınırlarını bile aşmadığını vurgulayan bir konuşma yaptı. Söyleşide böyle bir durum açığa çıkınca, doğal olarak anlamlı bir sonuç çıkmadı.

Söyleşi ve açıklamaya katılım beklenenden azdı. Söyleşi sonunda postaneye gidilip Adalet Bakanlığı'na protesto faksı çekme eylemi için çağrı yapıldı. Çağrıdan sonra Kızıl Bayrak, Atılım ve Partizan okuru devrimciler olarak postaneye gidip faks çekme eyleminde bulunduk.

Söyleşide ayrıca tahliye edilen ÖO direnişçileri kısa konuşmalar yaptılar. Bir doktor ise ölüm orucunun ve F tipi cezaevlerinin birey üzerindeki olumsuz etkileri üzerine bir konuşma yaptı. Aynı doktor Demokrasi Platformu'nu eleştiren kısa bir konuşma da yaptı.

SY Kızıl Bayrak/Antakya

Hatay Demokrasi Platformu açıklamasından:

Tecrite son verilerek yeni ölümler engellenmelidir

Yaşadığımız ülkede birçok alanda ve sıkça insan hakları ihlalleri yaşanmaktadır. Bu ihlal alanlarından birini cezaevleri oluşturmaktadır. Bugüne kadar devletin cezaevi politikası, tutuklu ve hükümlü hakları konusunda yaşam standartlarının geliştirilmesi ve can güvenliğine ilişkin olumlu bir tutum izlememiş, tam tersine tutuklu ve hükümlüyü insan saymayan, asgari insani koşulları öngörmeyen, hatta yaşam hakkını ihlal eden bir tavır izlemiştir.

Devletin cezaevlerinde sorunların çözümünde gösterdiği tavır son derece olumsuzdur. Cezaevleri güven vermeyen, dialog tercih etmeyen intikamcı politikalarla yönetilmiştir.

Bugün uygulamaya konulmuş F tipi hücre cezaevleri, sonucu kimi kez kanlı biten uygulamalar içinde en sinsi, en uzun ve kansız bir yok etme uygulamasıdır. Hücre bir psiko-terör odağıdır. İZOLASYON ve TECRİT uygulamasıdır. Hücre sadece mahkumun tüm sosyal iletişimini kesen bir uygulama değildir. Aynı zamanda duyum ve algılama yetisini ortadan kaldıran, ruhsal işkenceyi süreklileştiren bir uygulamadır. (...)

Biz İnsan Hakları savunucuları olarak yıllardır ısrarla söylediğimiz gibi ARTIK YETER DİYORUZ. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin Avrupa İşkenceyi Önleme Sözleşmesi'yle üstlenmiş olduğu hükümlülükleri denetlemekle görevli Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin raporunda da belirtmiş olduğu gibi TECRİTİN BİR İŞKENCE BİÇİMİ OLDUĞUNU BELİRTİYOR VE BU UYGULAMADAN YENİ ÖLÜMLERE NEDEN OLMADAN VAZGEÇİLMESİNİ İSTİYORUZ. (...)

Biz insan hakları savunucuları olarak; cezaevlerindeki baskılara, işkencelere hücre tipi cezaevi dayatmalarına karşı duruşumuzu, tutuklu ve hükümlülerin de insanca bir yaşam hakkı olduğunu devletin hatırlamasını sağlamak amacıyla bugün de yarın da sürdüreceğiz.

 


 

Devlet hezeyan halinde
saldırmaya devam ediyor

22 Ekim Pazartesi günü görüş saatinden hemen sonra Edirne ve Tekirdağ F tipi hapisahanelerine yine saldırdılar. Ölüm Orucu'nda olan yakınlarımızı hücrelerinden zorla çıkararak hastanelere götürdüler. İki gün boyunca zorla müdahale edilmek için ikna edilmeye çalışılan yakınlarımız çarşamba günü hücrelerine geri getirilmiştir. Bizler hastane önünde çocuklarımızı görmek istediğimizi belirtmek üzere savcıya gittiğimizde, savcı bize müdahale ederlerse sizi görüştürürüm şeklinde cevap vermiştir. Hücrelerinde tekrar getirilen yakınlarımız direnişlerini sürdürmektedirler.

Ölüm Orucu direnişinde bir yılı geride bırakırken devlet direnişi bitirememenin telaşı ile katliam üzerine eleştiriler yaptığı yakınlarımıza saldırmadan duramıyor. Yakınlarımız tek kişi de kalsalar talepleri kabul edilmeden direnişi bitirmeyeceklerini açıklamalarına rağmen, devlet taleplerini kabul etmediği halde yakınlarımızdan direnişi bitirmelerini istemektedir. Biz de defalarca belirttiğimiz gibi yine belirtiyoruz yakınlarımızın talepleri bizim taleplerimizdir. Taleplerimiz kabul edilebilir, demokratik haklı ve insani taleplerdir. Devlet saldırı ve katliam düzenlemesinden vazgeçmeli, taleplerimizi kabul etmelidir.

Taleplerimiz kabul edilmediği sürecede Ölüm Orucu Direnişi'miz yeni ekiplerle devam edecektir. Yakınlarımızın talepleri şunlardır:

a) Mimari değişikilik yapılmadan, bir ve üç kişilik hücreler kapatılmadan, tutuklu ve hükümlüler olarak koşulsuz bir arada yaşamaları sağlanmadan tecrit kalkmış olmaz, tecrite son verilmelidir.
b) Düşüncelerimizi yok etmek için getirilen bütün yasaklar ve uygulamalar kaldırılmalıdır.
c) Zorla müdahale işkencedir, sakat bırakmak suçtur. Onca insanımız işkence ile sakat bırakıldı. Geçmişi olmayan, düşünmeyen duruma getirildi. Zorla müdahale işkencesine son verilmelidir.

25 Ekim 2001
TAYAD'lı aileler