27 Ekim '01
Sayı: 32


  Kızıl Bayrak'tan
 Amerikancı iktidar Türkiye'yi bataklığa sürüklüyor

  Borç ve savaş bütçesini sokaklarda yırtalım!

  Gençliğin savaş karşıtı hareketliliğinin anlamı ve önemi

  Dünyada emperyalist savaşa karşı protestolar sürüyor

  Savaşta yığınların manipülasyonu
  Brisa işçisinin ağır sorumluluğu
  Mevzileri korumak ve yenilerini kazanmak için etkin bir sınıf çalışması!
  Bir devrimci daha işkencede katledildi

  Sınıf hareketinin güncel durumu ve devrimci görevler

  Görkemli direnişe zayıf destek!
  Şanlı Ölüm Orucu Direnişi'nin 1.yılında Galatasaray'daydık
  Mamak İşçi Kültür Evi açıldı
  Esenyurt İşçi Bülteni'nden...

  İsviçre Ekim Gençliği Kampı: "Başka bir dünya mümkün"

  Mülteciler Taliban'dan değl, bombalardan kaçıyor
 Hür dünya kimin dünyası?
  Emperyalist-gerici savaşlar ve kadın...
  Emperyalist savaşın gölgesinde Türkiy ve Küdistan
  Geleceğimiz için hücrelere karşı çıkalım!
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Türk ordusunun "barış gücü" adı altında Afganistan işgaline katılması planlanıyor...

Amerikancı iktidar Türkiye'yi
bataklığa sürüklüyor

Emperyalist savaşta Türkiye'ye
biçilen rol ABD'ye maşalık

Türkiye emperyalist savaşta kendisine biçilen maşalık rolünü oynamaya hazırlanıyor. Amerika, Türkiye'nin başındaki onursuz uşakları vasıtasıyla, Türkiye'yi bu bataklığa sürüklüyor. Daha doğrusu bu sürükleme işinde bile zahmete girmesi gerekmiyor. İpi omuzlayan Türkiye'nin vatan haini yöneticileridir. Ve onlar bunu büyük bir kendini adamışlık içinde ve seve seve yapıyorlar.

Ancak yaptıkları tek şey yalnızca vatana ihanet de değildir. Türkiye'nin bataklığa sürüklenmesinin diğer yüzünde komşu halklara düşmanlık ve saldırganlık bulunmaktadır. Ülkeyi sürükledikleri bataklık, yeni bir paylaşım uğruna girişilen ve mazlum halkların katli anlamına gelen emperyalist savaştır. Türkiye'ye bu savaşta biçilen rolün maşalık olduğunu ise sadece Türkiyeli işçi ve emekçiler, devrimciler değil, tüm dünya görüyor, biliyor, söylüyor. Vatan satıcılarının ve savaş kışkırtıcısı Amerikancı Türk basınının mal bulmuş mağribi gibi sarıldığı "Türkiye'nin artan önemi" komedisi ise kargaları bile güldüremiyor.

Türkiye'nin ABD nezdindeki tek "önemi" bölgede yakacağı ateşte maşalık yapabilmesidir. Ve nihayet, Afgan ateşini tutmak için o maşaya el atmış bulunuyor. Müslüman "barış gücü", muhalif grupların eğitilmesi-desteklenmesi, Taliban sonrası yönetimin oluşturulmasında rol gibi yaftalar, bu maşalık rolünü süsleme işlevi dışında bir anlam taşımadığı gibi kimseyi de kandıramıyor.

"Uygarlık" diye yutturulmaya çalışılan
eskisinden beter bir gericiliktir

Taliban sonrası Afganistan yönetimi için bugünden başlatılan girişimler çerçevesinde, eski Afgan şahı ve Afganistan'daki Amerikan uşakları Türkiye'de toplanıyorlar. Maşalık rolünün bir gereği de her ülkeden vatan hainlerine ev sahipliği yapmak.

Ama asıl, sözde Taliban gericiliğinden kurtarılmış bir Afganistan'a layık görülen "uygar" yönetim adaylarına bakarsanız, Afgan halkının hangi çağa sürüklenmeye çalışıldığını göreceksiniz. Birisi yaş olarak da mefta haline gelmiş bir kral eskisi. Ötekiler emperyalizm uşaklığını kimlik edinmiş aşiret ve tarikat liderleri. Amerika dün nasıl sosyalizm tehdidine karşı geliştirdiği "yeşil kuşak" projesiyle bölgede dinsel gericiliği örgütleyip silahlandırdıysa, bugün de, ne daha az dinci-ne daha az gerici olan başka gruplara oynuyor. Türkiye'deki Amerikan uşaklarının, başta Ecevit olmak üzere, Afganistan'da çağdaş bir rejimin işbaşına getirilmesinde rol üstlenmek dedikleri de işte budur. Afganistan'ın yönetiminde de en az kendileri kadar gerici, en az kendileri kadar uşak ve en az kendileri kadar yaşı dolmuş/çağı geçmiş- meftalaşmış yöneticiler olsun istiyorlar.

"Yeşil kuşak projesi", Ortadoğu'dan Asya'nın ortalarına kadar tüm bölgeyi olduğu gibi Türkiye'yi de yıllar boyu bir kan deryasına çevirmiştir. Özellikle '80 darbesinin ardından yönetimdeki faşist generaller eliyle Türkiye'ye taşınan proje çerçevesinde, dinsel gericilik, her alanda ülkeye hakim hale getirilmeye çalışıldı. Uygulamanın bir cephesini, devlet okullarında zorunlu din dersinden sayıları hızla artırılan kuran kursları ve din okullarına kadar, dinsel gericiliği toplumda yaygınlaştıracak bir eğitim sistemi; diğer cephesini de kontr-gerilla eliyle kurulmuş ve silahlandırılmış dinsel gerici terör grupları tutuyordu.

Türkiye bu süreçte onlarca aydınını, binlerce devrimcisini kaybettiği gibi, düşünce yapısı açısından hızla ortaçağ gericiliğine sürüklenmeye çalışıldı, tarikatlar cenneti haline dönüştürüldü. 28 Şubatlara, tüm laiklik gösterilerine rağmen, din, devletin elinde halen en etkili silahlardan biri olmayı sürdürüyor. Sözde dinci partilerle sözde laik partiler, iki ucundan tuttukları türbanı çekiştirip durarak kitleleri oyalarken, laik devletin okulları körpe beyinlere dinsel gerici safsataları zorla yerleştirme işine hız vermiş durumda. İşte Afganistan'ı ortaçağ karanlığından kurtaracak, uygar bir yönetime kavuşması için yardım edecek "laik" ve "uygar" Türkiye'nin kendi manzarası bu.

11 Eylül saldırısının ardından yaşanan gelişmelerin de gösterdiği gibi, gericilik imparatorluğu Amerika'da da durum daha parlak değil. Amerika'da bugün esen dinci-ırkçı fırtınanın birden bire ortaya çıktığını kimse düşünmüyor. Amerikan yönetimi Asya halklarının gözünü yeşil bantlarla köreltmeye çalışırken, kendi halkını düşünmeyi de ihmal etmiyor, onlara da uygun renklerde göz bantları imal ediyordu. Halkta hortladığı düşünülen dinci-ırkçı ideoloji aslında ABD yönetiminin özünü oluşturuyor, halka yönetim eliyle pompalanıyor. Bush'un ağzında ifadesini bulan "haçlı seferi" söylemini de ABD gericiliği ve saldırganlığının bir itirafı kabul etmek gerekiyor.

Amerikan maşası iktidarın
ihaneti önlenmelidir

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de işçi sınıfı ve emekçi halkın emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı olduğu biliniyor. Bu nedenledir ki iktidar, işçi ve emekçilerin boğazını daha fazla sıkarak, sefaletini katlayarak tepkilerini törpülemeye çalışıyor. Sanıyorlar ki, ekmek derdine düşen kitleler iktidarın ihanet çukurunun dibine batmasıyla ilgilenme fırsatı bulamaz. Yeni bütçede işçi ve emekçilerden yapılması planlanan kesintilerin ve hak gasplarının, savaş ortamından yararlanmanın yanısıra, böyle kirli bir amaca da hizmet etmesi umuluyor.

Açıktır ki, bu hak gasplarına ses çıkarmamak savaşın yolunu, emperyalist saldırganlığa ses çıkarmamak da yeni hak gasplarının yolunu düzleyecektir. Ve her ikisi de işçi sınıfı ve emekçilerin mahvolması demektir.

Türkiye'nin savaşa sürülmesi, işçi ve emekçi gençlerin ölüme sürülmesi demektir. Ve karşımızda ya açlık ya ölüm diye bir seçenek yoktur. Bu ikisi birbirini besler biçimde başımızda sallandırılan tek bir kılıçtır. Yoksullaştırma saldırısına karşı verilecek mücadele, faşist iktidarı, komşu kardeş halklara saldırıda Amerika'ya maşalık yapma konusunda da geriletecektir. Ve aynı şekilde, emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı verilecek mücadele de yoksullaştırma saldırısının önünü kesecektir.

İşçi ve emekçi kitlelerdeki anti-emperyalist bilinç ve potansiyeli harekete geçirecek araç ve yöntemleri geliştirmek ve mücadelenin yolunu düzlemek ise öncü işçilere ve sınıf devrimcilerine düşmektedir.