20 Ekim '01
Sayı: 31


  Kızıl Bayrak'tan
 Savaşa karşı kitle hareketi

  Hükümete savaş yetkisi bölge halklarına düşmanlığın belgesidir

  Krizin ve savaşın faturasını ödemeyi reddelim!

  Sendika ağaları yeni saldırıların zeminini döşemeye başladılar

  Savaşta yığınların manipülasyonu
  Dünyanın dört bir yanında yüzbinler alanlara çıktı
  Belediye işçileriyle savaş ve saldırganlık üzerine konuştuk
  Savaş karşıtı eylemlerden

  Bir türküdür direniş, boy verir zindanlarda

  Dört RAF militanı hücrelerde katledildi
  Büyük zindan direnişi 1.yılında!
  Göstermelik yargılama devam ediyor!
  İslam Konferansı Örgütü hanet batağında...

  Almanya'da terör paketleri ard arda açıklanıyor!

  Mamak İşçi Kültür Evi 21 Ekim'de açılıyor
  Emperyalizme ve savaşa karşı devrimci mücadelede başarının bazı temel ölçüleri
  Hükümet ABD'nin çıkarları için savaş yetkisi aldı
  Mücadele Postasi


Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ulucanlar katliamı duruşması...

Göstermelik yargılama devam ediyor!

Ulucanlar katliamından bugüne, yani 2 yıllık süre boyunca katillerin yargılanması açısından hiçbir mesafe alınmadı. Katliamın ardından kamuoyunun basıncı sonrasında 161 jandarma hakkında göstermelik olarak açılan "cezalandırılmalarının bile istenmediği" davanın son duruşması, 17 Ekim günü 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapıldı. Duruşmaya sanık olarak uzman çavuş Hüseyin Sarıtaş korumalarla birlikte katıldı. Katliamın mağduru olarak Ulucanlar Cezaevi'nden Sevinç Şahingöz, Aynur Siz ve Devrim Turan katılırken, Sincan F Tipi Cezaevi'nden de Halil Can Doğan, Özgür Soylu, Ercan Akpınar, Murat Güneş ve Enver Yanık getirildi. Ayrıca tutuksuz olarak yargılanan Filiz Uzal ve Nergis Şahin de duruşmaya katıldılar.

5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ve devrimci tutsakların kendi arkadaşlarını öldürmek ve isyan çıkarmaktan yargılandığı davanın son duruşmasına da davacı olarak katılan ve saldırgan tavırlarıyla dikkat çeken Hüseyin Sarıtaş bu kez sanık konumundaydı. Sarıtaş ilk verdiği ifadeyi tekrarladı. 26 Eylül günü arama amacıyla gittiklerini, silah kullanmadığını, kendisinin de bu esnada kalbinin alt bölgesinden yaralandığını dile getirdi.

Ulucanlar Cezaevi'nden getirilen bayan tutsaklar sırayla yazılı olarak katliamı anlattılar. Ölen 10 arkadaşlarının yanısına kendilerinin de ağır bir şekilde yaralandıklarını dile getirdiler. Operasyona katılan ve operasyon emrini veren tüm sorumluların cezalandırılmasını talep ettiler. Aynı zamanda bu saldırının, Ulucanlar ile sınırlı olmadığını; Burdur, Bergama ve 19 Aralık ile bu saldırıların devam ettiğini, bugüne kadar devletin planlı saldırıları sonucu onlarca devrimci tutsağın yaşamını yitirdiğini söylediler.

Sincan F Tipi Cezaevi'nden getirilen tutsaklardan ilk sözü Halil Can Doğan aldı ve Afganistan'a yönelik başlatılan emperyalist savaşa ilişkin hazırladığı metni okudu. Ardından 26 Eylül gününü anlamak için ön sürecine değinmek gerektiğini belirterek, 2 Eylül'den beri yaşananları anlattı ve katliamı tüm detaylarıyla dile getirdi. Özgün Soylu da arkadaşının belirttiklerine tümüyle katıldığını söyleyerek tüm sanıkların cezalandırılmalarını talep etti. Ercan Akpınar 26 Eylül gecesi o saatte uyanık olduğunu, arama yapmak amacıyla gelmediklerinin açık olduğunu, yıllardır Ulucanlar Cezaevi'nde bulunduğunu ve normalde aramanın infaz koruma memurları ve idare tarafından mesai saatleri içinde yapıldığını, 26 Eylül gecesi ise önceden yaptıkları hazırlıklar çerçevesinde sadece katletmek amacıyla geldiklerini belirtti. Birkaç arkadaşının gözleri önünde yaşamını yitirdiğini, kendisinin de ağır şekilde yaralandığını söyledi. Katliamda yaşamını yitiren 10 arkadaşının ve aynı zamanda bu dosyanın mağduru olan F tipine karşı hapishanelerde sürdürülen Ölüm Orucu direnişinde yaşamını yitiren Hatice Yürekli, F. Hülya Tümgan ve Cafer Tayyar Bektaş'ın anısı önünde bir kez daha saygıyla eğildiğini belirterek, sözlerini tamamladı.

Murat Güneş'in katliamı anlattığı dilekçesinin ardından son sözü Enver Yanık aldı. İddianamenin tarafsızca hazırlanmadığını, salt katilleri korumak amacıyla hazırlandığını dile getiren Yanık, iddianameyi hazırlayan savcı hakkında suç duyurusunda bulunduğunu belirterek, iddianamenin yeniden hazırlanmasını talep etti. Ardından 6 sayfaya yakın, katliamı tüm detaylarıyla anlatan, arkadaşlarının ölümüne tek tek değinen, Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun, Adli Tıp Kurumu'nun ve o dönemde yapılan açıklamalara dayanarak tutsakların birbirini öldürdüğü ya da isyan çıkardıklarına dair yapılan iddiaları çürüten metni okudu. 10 arkadaşıyla birlikte kendisinin de ağır bir şekilde yaralandığını, öldü diye bırakıldığını belirtti. Kendi ifadesinin arkasından Sincan Cezaevi'nde bulunan tüm devrimci örgütlerin imzasını taşıyan Emperyalist Savaş, F Tipi Saldırısı ve Ölüm Orucu'na ilişkin ortak açıklamayı okudu.

Avukatların tüm sanıkların ve mağdurların yüzleştirme amacıyla her mahkemeye getirilme istemi, mahkeme heyeti tarafından reddedildi. Diğer sanıkların ve mağdurların ifadelerinin alınması ve 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nin dosyaların birleştirilmesine dair kararının beklenmesi amacıyla duruşma 12 Aralık tarihine ertelendi.

 


 

Yiğitçe direniş devrimci tutsakların geleneğidir

Yaşasın direniş, yaşasın zafer!

Pek çoğumuz biliriz ki sınıflar çatışmasının bir alanı zindanlardır. Ya da zindanlar sınıf çatışmasının bir alanıdır ama en sert ayağını oluşturur. Bu yeni bir şey olmamakla birlikte sözümüzü tam bir yılını dolduran Ölüm Orucu Direnişi'ne getirmek amacıyla kullanıyoruz.

20 Ekim 2001'de başlayan direniş bütün baskı, zulüm katliam ve işkencelere rağmen ve ödenen onca ağır bedele karşın aynı kararlılık, yeni ekipler ve genç güçlerle devam ediyor.

İşçi ve emekçiler açıktan direnişe destek göstermeseler de duydukları saygı ve hayranlığı kitle eylemlerinde belli bir düzeyde ifade edebiliyorlar. İstanbul'daki 2001 1 Mayıs'ı bu açıdan 19 Aralık kanlı operasyonu sonrasında gündemin içeriğiyle beraber sahiplenildiği bir eylem olmuştu. Ancak dışarda zayıf kalan direniş ayağının etkisiyle bu sahipleniş tarzı devam edemedi. Benim de birçok işçi ve emekçiden duyduğum -yazık oldu, toplumda sahiplenilmediler, seslerini duyuramadılar, bir bir ölüyorlar -vb. sözler oldu. Aynı zamanda hayranlık ve saygı da ifade eden sözler de ediyorlar. Bir işçi olarak bu konu hakkında fikirlerimi açmaya çalışacağım.

12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra, özellikle de son 10 yıldır, sermaye devleti tarafından planlanan hücre saldırısı dönem dönem hayata geçirilmeye çalışıldı. Dönem dönem diyoruz, çünkü her uygulanmaya çalışıldığında devrimci tutsakların kararlı direnişiyle karşılaştı. Bunun en çok akıllarda kalanı '96'daki Ölüm Orucu direnişidir. '96'da devlet geçici olarak yenilgiye uğradı. İçerde ve dışarda aynı kararlılıkla oluşan bir direniş yaşanmıştı. Ayrıca bu Türkiye sınırlarını aşan bir özelliğe sahipti. Direniş Avrupa ülkelerindeki güçlerden destek alırken aynı zamanda bir hayranlık da uyandırmıştı. Bundan önce ve sonra yapılan katliamlar (Buca, Diyarbakır, Ümraniye, Ulucanlar) hazırlık provası niteliğindeydi.

'96 Ölüm Orucuyla 2000 Ölüm Orucu arasında bir karşılaştırma yaparsak, başta kitle hareketi yönünden farklılık vardı. '96'da Gazi direnişinin politik etkisi vardı. Ayrıca Kürdistan'da ulusal kurtuluş mücadelesinin Kürt halkında yarattığı ve kendini Serhıldanlarla ifade eden başkaldırının etkileri var. Yine işçi hareketinde '80'lerin sonunda başlayan dönem dönem parçalılık gösterse de devam eden hareketlilik hali var. Öncü işçilerin bu dönem politik düzeyi daha ileridedir. Sendikalaşma mücadelesi içine giren ve sendikalı olan işçi sayısı şimdikine oranla daha fazladır. Öğrenci hareketi, kamu emekçileri hareketi de bir kıpırdanış içindedir. Yani birbirini besleyen bir tablo vardı. Bu tablo içinde '96'daki ölüm Orucu direnişi dışarda yürütülen kitle çalışmalarıyla beslenmiş ve sahipleniş 12 şehit verilerek kazanımla sonuçlanmıştır.

2000 Ölüm Orucu Direnişi'ne gelirsek, tablo birçok yönden farklıdır. Ulucanlar'da hücrelere fiili bir geçiş olan saldırı çok yönlü ve sinsice planlanmıştı. 19 Aralık katliamında dönemin İçişleri Bakanı Tantan "biz bu operasyona bir yıl öncesinden maketler üzerinde hazırlandık" sözleri herşeyi anlatmaktaydı. Bu sefer ki saldırının '96'yı aşan tarzda bir direniş gerektirdiği devrimci tutsaklar tarafından döne döne vurgulanıyordu. Devrimci tutsaklar sözlerinde durdular. Yiğitlik ve fedakarlıklarına leke sürdürmediler. Tersine, direnme, teslim olmama kararlılığı dost ve düşman tarafından daha iyi görüldü bu kez.

28 Şubat '97'de dinsel gericiliği terbiye amacıyla yapılan örtülü askeri darbe, bir süre için amacına ulaştı. Düzen reformizmi de yedekleyerek işçi ve emekçilerin bilinçlerini bulandırmayı başarmıştı. Ardından dünyayı etkisi altına alan ekonomik yapısal kriz, Türkiye'nin de yıllarca içinde olduğu yapısal krizlere yeni boyutlar ekledi. Emperyalizme bağımlılığını kamçıladı. '99 seçimleriyle işbaşına gelen sermaye hükümeti bunun en açık örneklerinden biri. Seçim sonrası İMF ile imzalanan anlaşmalar tarihin en kapsamlı saldırısı olarak uygulandı.

'99 Temmuz'unda hız kazanan eylemlilikler (iş bırakmalar, mitingler, yürüyüşler) depremle birlikte kırıldı. Devlet depremi de bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirip belli düzeyde de olsa oluşan tepki yaygınlaşmadan saldırı yasalarını hayata geçirdi. Yine tam da bu süreçte koğuş sorunu yaşanan Ulucanlar'da 10 devrimci tutsağın katledildiği vahşice bir katliam düzenlendi. Katliamın F tipi hücre sistemini hedeflediğinin bilincinde olan devrimci tutsaklar, ardından hayranlıkla söz ettirecek destansı bir direniş sergilediler.
Bir yıldır yeni hayranlıklara konu olan ÖO direnişi, Ulucanlar'da sergilenen bu direniş ruhunun bir uzantısı oldu fakat onu aştı. Bu etkileri geleceğe kalacak en büyük kazanımdır.

H. Eren