20 Ekim '01
Sayı: 31


  Kızıl Bayrak'tan
 Savaşa karşı kitle hareketi

  Hükümete savaş yetkisi bölge halklarına düşmanlığın belgesidir

  Krizin ve savaşın faturasını ödemeyi reddelim!

  Sendika ağaları yeni saldırıların zeminini döşemeye başladılar

  Savaşta yığınların manipülasyonu
  Dünyanın dört bir yanında yüzbinler alanlara çıktı
  Belediye işçileriyle savaş ve saldırganlık üzerine konuştuk
  Savaş karşıtı eylemlerden

  Bir türküdür direniş, boy verir zindanlarda

  Dört RAF militanı hücrelerde katledildi
  Büyük zindan direnişi 1.yılında!
  Göstermelik yargılama devam ediyor!
  İslam Konferansı Örgütü hanet batağında...

  Almanya'da terör paketleri ard arda açıklanıyor!

  Mamak İşçi Kültür Evi 21 Ekim'de açılıyor
  Emperyalizme ve savaşa karşı devrimci mücadelede başarının bazı temel ölçüleri
  Hükümet ABD'nin çıkarları için savaş yetkisi aldı
  Mücadele Postasi


Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist savaş işçi sınıfına ve emekçilere
yeni saldırıların bahanesi olarak kullanılıyor...

Krizin ve savaşın faturasını
ödemeyi reddedelim!

Emperyalist haydutlar günlerdir Afganistan halkının tepesine bomba yağdırıyorlar. Öte yandan ise yeni hedefler göstermeye, böylelikle de savaşın yayılmasını sağlamaya çalışıyorlar. Afganistan yetmiyor, bütün bir dünyayı kana bulamak istiyorlar.

Türkiye adım adım savaşa sürüklenen ülkelerden biri. Emperyalizmin Irak'a da saldırma planları içinde Türkiye'nin doğrudan savaşın içine sokulması da var. Bu Türkiye halkları için, bu ülkenin işçi ve emekçileri için çok büyük bir yıkımla karşı karşıya kalmak demek. Yıllardır emperyalizmin sömürü ve soygun politikalarının, İMF reçetelerinin faturasını ödeyen işçi ve emekçilerin bu kez de savaşın faturasıyla karşı karşıya kalması demek. Bu faturada işçi ve emekçilerin onbinlerce, yüzbinlerce evladının cepheye sürülmesi, yoksulluk ve sefaletin görülmemiş ölçüde artacak olması, bir biçimde kullanılan hak ve özgürlüklerin tek kırıntı bile kalmayacak şekilde gaspedilmesi ve belki de ülkenin yanıp yıkılması var.

Yeni saldırıların yeni bahanesi savaş

Ancak belli ki işçi ve emekçilere savaşın faturasını ödetmeye başlamak için sermaye sıcak savaş koşullarını beklemeye çok da niyetli değil. Daha şimdiden işçi ve emekçilere dönük her saldırıyı Ò11 Eylül'den sonra bozulan hesaplarÓla açıklamaya başladılar bile.

Birkaç gün önce Ecevit, ekonomik durum hakkında kendisine soru soran gazetecilere, ÒEkonomimiz krizler nedeniyle bozulmuştu. Ama tam biraz düzelmeye başlamışken 11 Eylül'deki olaylar yaşandı. Dost ve müttefiklerimizin yardımları olmadan bu durumun düzelmesi mümkün değilÓ gibi şeyler söyledi.

Başbakan böylece Derviş yönetiminde hayata geçirilen İMF patentli son ekonomik istikrar programının da iflas ettiğini itiraf etmiş oldu. Bu aynı zamanda şimdiye kadar işçi ve emekçilere söylenen ÒSonbaharda her şey düzelecek. Sabırlı olmalıyız. O zamana kadar hepimizin fedakarlık yapması gerekÓ sözlerinin birer aldatmaca olduğunu en açık şekilde gösterdi. Yani işçi ve emekçilere, geçen Kasım ayından beri krizler nedeniyle uğradıkları bütün kayıpları, hak gasplarını unutmaları, deyim yerindeyse üstüne bir bardak soğuk su içmeleri tavsiye edilmiş oldu.

Oysa 11 Eylül'de yaşanan gelişmelerin Türkiye'de uygulanan İMF programının çökmesinde ciddi boyutta bir etkisi olmadı. Elbette 11 Eylül'de yaşananlar dünya kapitalist ekonomisinde belli bir karmaşaya, durgunluğun derinleşmesine ve kimi sektörlerde ciddi sarsıntılara neden oldu. Fakat bütün bunların Türkiye ekonomisine etkileri özellikle ilk zamanlarda bir hayli sınırlı kaldı. Bu bir yana, bir türlü dikiş tutmayan programın çökeceği aylar öncesinden belliydi ve ısrarla uygulanmasının gerisinde yalnızca ve yalnızca dış borç ödemelerinin aksatılmaması kaygısı bulunmaktaydı.

İMF savaş şantajı yapıyor

Şimdi İMF bir kez daha sahnede. Bugün ortaya çıkan durumu emperyalizmin çıkarları doğrultusunda değerlendirmek için işe başlamış durumda.

İMF'nin görevi yalnızca dış borçların aksatılmadan ödenmesi değil. İMF'ye şimdi Türkiye'nin Amerikancı iktidarını savaşta ABD'ye tam bağlılık ve etkin destek çizgisine çekme görevi de verilmiş durumda. Bu görevi gereği İMF Eylül ayında Türkiye'ye aktarılması gereken İMF kredilerini askıya aldı. Gayri resmi bir şekilde de, kredilerin verilmesi için Türkiye'nin savaşta takınacağı tutumu netleştirmesi gerektiği fikrini yaydılar. Elbette Türkiye'deki Amerikancı iktidarın savaşta ABD karşıtı bir çizgi izlemesine olanak yoktu ve bunu zaten en başından ortaya koymuştu. Fakat emperyalistlerin bekledikleri kuru şakşakçılıktan ziyade aktif bir katılımdı. İMF üzerinden yapılan şantaj da Türkiye'nin savaşa asker vermesini sağlamaya yönelikti.

Hükümetin bu konuda nasıl bir çaba içerisine girdiğini, her türlü tepkiyi göğüsleyerek birkaç gün içinde meclisten asker çıkarma yetkisi aldığını ve orduyu ABD'li komutanların emrine amade kıldığını yaşayarak görmüş bulunuyoruz. Fakat bu uşaklık ve ihanette sınır tanımayan tutum emperyalistler tarafından kredi musluklarının sonuna kadar açılmasıyla ödellendirilmedi. İMF Başkanı alay edercesine Òyeni krediler için henüz erkenÓ olduğunu söyledi. Bunu söylerken, hem Türkiye'nin savaşın ileri aşamalarındaki durumunu görmek istedikleri mesajını iletmiş oldu, hem de yeni bir istikrar programının yolda olduğunun işaretini verdi. Zaten Amerikan ajanı Derviş hemen hemen aynı günlerde ÒİMF kredisi almanın başka yolu yokÓ diyerek hayata geçirilmesi zorunlu olan politikaların neler olduğunu basına açıklamıştı. Geçen hafta yapılan Yüksek Planlama Kurulu (YPK) toplantısında da yeni saldırının ana başlıkları ortaya kondu. Buna göre önümüzdeki dönemde gündeme getirilecek saldırılardan bazıları şunlar. Kamu sektöründe çalışan işçi ve emekçilerin sayısının yüzde 30 dolayında azaltılması, gene kamudaki işçi ve emekçilerin bir kısmının erken emekli edilmesi, kıdem tazminatlarının, ikramiye ve refah payı uygulamalarının kaldırılması, özelleştirmelerin düzene sokulması. YPK toplantısında ayrıca 2002 yılı bütçesi de konuşuldu.

Bütçe yeni saldırıların ilk adımı

Diğer saldırı kalemleri için henüz somut adımlar atılmış değil. Ama 2002 yılı bütçesi Yüksek Planlama Kurulu toplantısından sonra Bakanlar Kurulu'nda da görüşüldü, kabul edildi ve meclise gönderildi. 2002 yılı bütçesi 98 katrilyon olarak belirlendi. Bu bütçede de tutmayacağı daha şimdiden belli olan bir yığın hedef var. Fakat bir önceki bütçeden de bilindiği gibi, açıklanan hedeflerin asıl amacı, işçi ve emekçileri aldatmak ve sahte umutlarla oyalamak.

İşçi ve emekçilerin vergi yükü artacak

Yeni bütçenin ilk göze çarpan yanlarından biri yüksek vergi geliri beklentisi. İçinde bulunduğumuz yıl 38.5 katrilyon vergi geliri bekleniyor. 2002 yılı bütçesinde ise vergi gelirleri beklentisi tam 57.9 katrilyon. Bu vergi gelirlerinde yüzde 50'lik bir artış planlandığı anlamına geliyor.

Şimdiye kadar doğru düzgün vergi vermeyen sermayedarların birden bire fikir değiştirip, tatlı kârlarından vazgeçip vergi dairelerinin önünde kuyruk oluşturmasını kimse beklemiyor. O halde vergi gelirlerini arttırmanın tek yolu kalıyor. Yeni vergiler koymak veya eski vergilerin oranlarını arttırmak. Deprem bahanesiyle, ekonomik kriz bahanesiyle son bir yıldır sürekli yeni vergiler koyan, KDV oranlarını arttıran hükümet, bir kez daha bütçe açıklarını kapatmak için aynı yola başvuracak. Bu kez de savaş bahanesinin arkasına saklanacak. Bütçenin bütün yükü dolaylı ve dolaysız vergiler yoluyla işçi ve emekçilerin sırtına yüklenecek.

Askeri harcamalar artıyor

Bütçede Òdiğer cari ödeneklerÓ diye bir bölüm var. Devletin bu başlık altında gösterilen harcamalarının yüzde 80'ini askeri giderler oluşturur. Dolayısıyla, Òdiğer cari ödeneklerÓle kastedilen bütçeden orduya ayrılan para olduğunu söyleyebiliriz. İşte orduya ayrılan bu para geçen yıla göre yüzde 62.5 oranında arttırılıyor. 2001 yılında bu miktar 4.8 katrilyondu, 2002 yılında 7.8 katrilyon oluyor. Ekonomik kriz döneminde baskılara dayanamayan Genelkurmay birçok silah sistemi ihalesini askıya almış, bir takım yatırımları durdurmuştu. Savaş çıkması en çok onların işine yaradı. ÒUlusal güvenlik tehlikeye düşebilirÓ diyerek trilyonluk silah ihalelerini gerçekleştirmenin yolu açıldı. Bu da en çok emperyalist silah tekellerini sevindirecek bir gelişme. Elbette ihalelerden kendi paylarını alacak komutanları da. Fakat onları sevindiren bu durum işçi ve emekçiler için daha az maaş, daha az sağlık hizmeti, daha kötü eğitim ve daha fazla vergi demek.

Borç ve faiz ödemeleri
bütçenin temeli olmaya devam ediyor

Emperyalizme göbekten bağımlı Türkiye'de ekonomik programların ve buna bağlı olarak bütçenin temel amacı dış ve iç borç ödemelerinin aksatılmadan sürdürülmesidir. Yeni bütçe bunu bir kere daha ispatlıyor. 2002 bütçesinin yüzde 64'ü devlet borçlarının ve faizlerinin ödemesine gidecek. Yani tam 62 katrilyon borç ve faizler için ayrılacak.

Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, daha şimdiden 2002 yılı bütçesinin 27 katrilyon lira açık vermesi öngörülüyor. Bu yeni yılda en az 27 katrilyon yeni dış borca ihtiyaç duyulacağı anlamına gelmektedir. Bu açık yeni dış borçlarla kapatılacak ve dış borç yükü biraz daha büyüyecektir.

Bütün bunlar da göstermektedir ki, yeni bütçe bir borç ve savaş bütçesi olacaktır. Borç ödemelerinin yanı sıra savaş hazırlıklarının ve silahlanma harcamalarının tüm yükü işçi ve emekçilerin sırtına binecektir.

Yeni zamlar yolda

Yüksek Planlama Kurulu KİT ürünlerine yılbaşından önce yüzde 15-25 arasında zam yapılmasını kararlaştırdı. Elektrik, telefon. tüpgaz, doğalgaz gibi temel tüketim maddeleri sadece bir iki ay içinde yüzde 15-25 arasında zamlanacak. Temel tüketim maddelerine kriz bahanesiyle son sekiz ayda yapılan zamlarla bunların fiyatları yaklaşık iki katına çıkmıştı. Şimdi yeni zamlarla fiyat artışları yüzde 100'ün de üzerine çıkmış olacak.

Toplu tensikatlar yayılıyor

Kriz bahanesiyle 2 milyon civarında işçi son sekiz aydır işini yitirmişti. Şimdi savaşın yarattığı durgunluğu gerekçe gösteren patronlar toplu işten atmalara girişiyorlar.

Mercedes Benz'in Aksaray'daki fabrikasından 200 kişi, İstanbul Beko'dan 500 kişi, İzmit Pirelli'den 112 kişi atıldı. Başta otomotiv, otomotiv yan sanayi ve beyaz eşya sanayi olmak üzere birçok fabrikada toplu işten çıkarma hazırlıkları sürüyor. Orta ölçekli işletmelerde de yaygın işten atmalar var. İşveren derneklerinin açıkladığına göre, sadece İzmir'de yakın dönemde 7 bin 600 işyeri kapandı. Bu işyerlerinde çalışan 30 bin kişi işten atıldı.

Re'sen emeklilik ve ücretsiz izin uygulamaları da tensikatlar gibi yayılıyor. TEAŞ yönetim kurulu yeni aldığı bir kararla 3 bin çalışanı emekliye sevketme kararı aldı. Gene Türk Hava Yolları'nda binlerce kişinin yakın dönemde emekliye sevkedileceği söyleniyor.

Savaşa ve saldırılara karşı
tek çare direnişi yükseltmek

İşçi ve emekçilere ekonomik krizin yükünü taşımanın yanısıra şimdi de savaşın faturasını sırtlanmaları dayatılıyor. Savaş yayıldıkça ve savaş batağı Türkiye'yi içine çektikçe, bu fatura daha da büyüyecek. Sadece ekonomik-sosyal yıkım politikalarıyla sınırlı kalmayıp doğrudan kanımızla ödememiz gereken bedellere dönüşecek.

Unutmamamız gereken bir şey daha var. Saldırılar ve savaş karşısında sadece haklarımızı koruma göreviyle karşı karşıya değiliz. Adım adım kardeş bölge halklarına karşı bir savaşa sürüklendiğimize göre, tüm topluma ve bölge halklarına karşı da işçi sınıfı olarak sorumluluklarımız var demektir. Sermayenin ülkeyi savaş batağına sürüklemesinin önüne ancak işçi sınıfının öncülük ettiği örgütlü mücadeleyle geçilebilir. Bu düşünüldüğünde, sorumluluklarımız çok daha ağır ve ihmal edilemeyecek boyutlardadır.

Mücadeleyi yükseltmekten, direnişi örmekten başka yolumuz yok. Zaman geçirmeden işe sarılmak, emperyalizmin ve işbirlikçilerin karşısına örgütlü gücümüzle dikilmek gerekiyor. Bunun gerektirdiği bedelleri bugün ödemekte tereddüt etmemiz yarın çok daha büyük faturaları ödememiz anlamına gelecektir.

 


 

Sendika bürokratları
bir kez daha ihanet çizgisinde

Sermaye, savaş gündemini ustalıkla kullanarak, işçi ve emekçilere dönük kapsamlı bir saldırı paketini adım adım uygulamaya hazırlarken, işçi sendikalarının başına çöreklenmiş ajanları da boş durmuyorlar.

Türk-İş, hükümetin emperyalist savaş politikasına bir iki göstermelik itiraz yönetmek dışında tam destek veriyor. ÒTeröre karşı mücadeleÓyi adeta kutsuyor ve memnuniyetini dile getiriyor. Aşağıdaki satırlar bir MGK bildirisinden değil, Türk-İş'in emperyalistler Afganistan'ı bombalamaya başladıktan sonra yaptığı açıklamadan alındı:

ÒTürkiye teröre karşı yıllardır mücadele etmiş, başka ülkelerdeki terörist faaliyetler karşısında da uluslararası antlaşmalardan ve sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerini gerektiği gibi yerine getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin atacağı adımlarda, tarihimizdeki bazı hatalar tekrarlanmamalı; Türkiye'nin ulusal çıkarları her şeyin üstünde tutulmalı; terörle mücadelede verilecek desteğin biçim ve boyutunun tespitinde, bizim terörle mücadelemizde bize verilen destek de göz önünde bulundurulmalı; maceralardan ve belirsiz vaatlere kanmaktan kesinlikle kaçınılmalıdır.

ÒTÜRK-İŞ, hükümetimizin bugüne kadar izlediği çizginin bu genel ilkeler doğrultusunda olduğunu görmekten memnuniyet duymaktadır.Ó

Aynı Türk-İş, başkanı olan Bayram Meral'in ağzından kıdem tazminatlarının gaspedilmek istenmesine karşı Ògenel greve giderizÓ tehdidi savuruyor. Bu artık Türk-İş'in bildik bayatlamış numarasıdır. Bayram Meral hak gasplarında iş ciddiye bindiğinde sınıf hareketi üzerindeki denetim gücünü yitirmemek için şimdiden kitlelerin nabzına göre şerbet vermeye çalışıyor. Şimdiye kadar sınıfın karşı karşıya kaldığı hangi yıkım saldırısında Bayram Meral ve Türk-İş genel grevi örgütlemeye girişti ki bugün bunu yapsın? Mezarda emeklilik yasası çıktığında mı, yoksa uluslararası tahkim anayasaya sokulduğunda mı? Biliyoruz ki, bunların hepsinde de çeşitli bahanelerle hizmetinde olduğu sermayenin çıkarlarını korudu. İşçi kitlelerinin öfkesini Òhava boşaltma eylemleriÓ ile boşaltmaya çalıştı, yığınları eylemsizliğe ve çaresizliğe mahkum etti.

Türkiye'nin bir savaşa girmesi durumunda Bayram Meral'in ne yapacağı yukardaki açıklamasından bellidir. O işçi sınıfının çıkarları gereği emperyalist savaşa karşı direniş ve mücadeleyi örgütlemeye çalışmak yerine işçi ve emekçilere cepheye gitme çağrıları yapacaktır. Bunu tahmin etmek hiç de zor değildir.

Sermayeye destek çıkmak konusunda Bayram Meral yalnız değildir. Devlet güdümlü Kamu-Sen'in başkanı Resul Akay'ın Kemal Derviş'le yaptığı görüşme sonrasında yaptığı açıklama bunun kanıtı:

ÒÖzel sektörün, sanayicinin, tüccarın ağladığı bir ortamda, kamu adına bundan daha fazlasını talep etmenin şık olacağını düşünmüyorum. Enflasyon karşısında yenik düşmemeyi de başarı sayıyoruz. Ağır bir kriz yaşanıyor. Bu noktada, bu sıyrıklarla kamu görevlilerinin bu krizi atlatmalarını başarı saymak gerekiyor.Ó

Ya 8 aydır kamu emekçisinin uğradığı zararlar ne olacak? Kamu emekçileri bu süreçte neredeyse ücretlerinin yarıdan fazlasını yitirdiler, yoksullaştılar. Yüzde 25'lik, yüzde 35'lik enflasyon hedefleriyle oyalandılar ve maaş artışları hep buna göre düzenlendi. Şimdi de enflasyon kadar artış vereceklerini söylüyorlar kamu emekçisine. Tabii hedeflenen enflasyon kadar. Ama gerçek enflasyon hükümetin hedefinin en az iki-üç katı çıkıyor nedense ve ücretler bir anda kuşa dönüyor. Resul Akay da çıkıyor ortaya, enflasyon karşısında yenik düşmemekten bahsediyor. Gerçekte temsilcisi olduğu sermayedarlar, bankacılar ya da vurguncular adına konuştuğunu düşünüyor olmalı o an.

Bu sefil sermaye ajanlarını sendikalarımızın tepesinden atmanın vakti geldi geçiyor. Savaşın ve krizin faturasına karşı mücadeleyi ihtiyaç duyulan düzeye taşımanın bir zorunlu koşulu da sendikalarımızı bunların elinden çekip almaktır.