Ulucanlar katliamının ve direnişinin 2. yıldönümü... Katillerden
hesap soralım 26 Eylül'de gerçekleşen Ulucanlar Katliamı'ndan bugüne 2 yıl geçti. Son derece insani taleplerle gerçekleşen eylemi kırmak gerekçesiyle önceden detaylarına kadar planlanan ve bir gece yarısı gerçekleşen operasyonla 10 devrimci tutsak katledildi. İlk defa bir cezaevi operasyonunda ateşli silahlar bu kadar sistemli ve yoğun kullanıldı. Öldürülen devrimci tutsaklara ve sağ kalanlara saatlerce işkenceler yapıldı. Ardından Ulucanlar büyük oranda boşaltılarak devrimci tutsaklar başka cezaevlerine sevkedildi. İki önder yoldaşımızı da yitirdiğimiz bu katliamla, devlet, tüm cezaevlerindeki devrimci tutsaklara da mesaj veriyordu. Komünistler ve devrimciler, Ulucanlar Katliamı'nın, devletin devrimci tutsakları teslim almanın temel aracı olarak gördüğü hücre tipi uygulamasına geçişi kolaylaştırmak amacıyla yapıldığını ve katliamla da bu saldırının başlatıldığını söylemişlerdi. Katliamdan sonra gelişen süreç, devrimcilerin önden işaret ettikleri gibi gelişti. Ulucanlar'da gösterilen direniş ve katliam gerçekliğinin üstü örtülemeyecek kadar açık olması ve kısa süre içinde gün yüzüne çıkması, hücre saldırını belli oranda dizginlemiş ve bir süre ertelemiş olsa bile, hücrelerin yapımları devam etti. Ulucanlar'ın peşi sıra Burdur ve Bergama Cezaevlerine operasyonlar düzenlendi. Son olarak ise Ulucanlar operasyonunun deneyimi ve tecrübeleriyle birlikte 19 Aralık'ta 20 cezaevine birden operasyon gerçekleştirildi. F tipi hücrelere geçiş bu kanlı katliamla, 28 devrimci tutsağın yaşamı ve yüzlercesinin yaralanması ve toplu işkenceden geçirilmesi pahasına oldu. Ulucanlar katliamı olduğunda Ecevit ABD yolculuğundaydı, katliam yolculuğun başladığı saatlerle çakıştırıldı. Bunun sembolik politik anlamı büyüktü. Ecevit, devrimcilerin cesetlerini emperyalist efendilerine hediye olarak götürüyordu. Böylelikle öteki şeyler yanında her türlü toplumsal muhalefetin acımasızca ezilmesi pahasına sosyal yıkım programlarının kararlılıkla uygulancağı konusunda uşaktan efendiye güvence verilmiş oluyordu. Böylece Ulucanlar'da dökülen kan, sermaye devleti tarafından 3-5 milyar dolara ve emekçiler üzerinde artan sosyal yıkıma dönüştürüldü. Sonrasını biliyoruz. Devrimcilerin kanını dökerek ülkenin satışının ve emekçilerin yıkımının önünü açanlar, bugün tam bir iflası yaşıyorlar. Bu gerçeği bugün artık kimse reddedemez. Ulucanlar katliamı ile ülkenin satışı ve emekçilerin yıkımı biribirlerine sıkısıkıya bağlı olgulardır. Hücre saldırısı ve bu saldırının en önemli adımı olan 19 Aralık katliamı da. Ulucanlar'dan 19 Aralık'a ve bugüne kadar uzanan süreçte devlet, devrimci tutsakları teslim almak suretiyle toplumsal muhalefeti sindirmek, işçi ve emekçilerin gelecek umutlarını karartmak ve azgın sömürü koşulları karşısında kendi iktidarını sorunsuzca sürdürebilmek amacıyla hareket etti, etmektedir. Ulucanlar 19 Aralık'ın planlı provasıydı! Bugüne kadar, sicili faşist katliamalarla kabarık, bir o kadar da kanlı olan devlet, ancak, kitlesel karşı koyuşlar ile dizginlenebildi. Gazi, Sivas vb. katliamların ardından, katliamı lanetleyen onbinlerin sahip çıkışıyla bu tarz operasyonların önü alınabildi. Devlet teşhir oldu ve on binlerin öfkesiyle karşılaştı. Ulucanlar katliamının arkasından ise devlet, katliamda tüm teşhir olmuşluğuna ve bu doğrultuda gösterilen sınırlı ama anlamlı çabalara rağmen, zindanlara yönelik hesaplarında ancak belli bir süre için dizginlenebildi. Çünkü katliam bu kadar açık ve tüyle ürperten bir vahşet örneği olmasına karşın, güçlü ve kararlı bir kitlesel destekle lanetlenemedi. Sonuçta sermaye devletinin hesaplarını bozulamadı. Ulucanlar'da devletin teslimiyet politikalarına canlarıyla yanıt veren tutsaklar, bu kez de hücre saldırısına karşı bedenlerini yatırmak zorunda kaldılar. Sonrasında ise 19 Aralık'ta katliam halkasına 20 cezaevi birden eklendi. Onlarca devrimci vahşice katledildi. Ulucanlar'ın direniş ruhu 19 Aralık'ta yaşatıldı! Cumhuriyet tarihinin o güne kadar en kanlı cezaevi operasyonu olan Ulucanlar, tarihe yalnızca katliam ve vahşet ile geçmedi. Ödenen onca ağır bedellere rağmen, ölümüne bir direniş ile tarihin altın sayfalarında yerini aldı. Ulucanlar zindanında, devrimci tutsaklar, işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşu uğruna mücadelede verdikleri sözü tutarak, boyun eğmediler, devrim ve sosyalizmin değerlerine leke sürdürmediler, ölümü halaylarla karşılayarak zindanlarda yeni bir direniş destanı yazdılar. Ulucanlar'ın direnme ruhu, 19 Aralık'ta 20 cezaevine birden taşındı. Devlet, Ulucanlar'da almış olduğu ağır yenilgiyi 19 Aralık'ta yeniden yaşadı. Saldırılan cezaevlerinden bir teki bile direnişsiz teslim olmadı. F Tipi cezaevlerine sevklerin gerçekleşmiş olmasına rağmen, gösterilen devrimci direniş karşısında devlet yalnızca bozgunu yaşadı. Zindanlarda direnme geleneğinin kırılamayacağını devlet bu süreç boyunca yeniden görmüş oldu. Baskılara, işkencelere, katliamlara, her türlü iğrenç yönteme rağmen Ölüm Orucu direnişi 330. günlere ulaştı. Devrimci tutsaklar ölümlerle ve son olarak da şartlı tahliyelerle boşalan mevzileri yeni Ölüm Orucu ekipleriyle doldurdular. Devrimci tutsaklar, 26 Eylül'de, zindanlarda direniş destanının yazıldığı bu tarihi günde Ölüm Orucu 7. ekibini çıkarma kararı vererek, direniş mevzisine bir yenisini daha eklediler. Böylelikle direnişlerinin anlamını ve nasıl bir geleneğe yaslanıldığını yeniden gösterdiler. Ulucanlar'ın
direniş ruhunu Ulucanlar'ın yıldönümü bugün büyük bir önem taşıyor. Çünkü Ulucanlar, devletin katliamcılığı karşısında direnişin büyüklüğüyle bugün de yaşıyor. Dolayısıyla Ulucanlar direnişine sahip çıkmak, katliamı lanetlemek bugün sürmekte olan direnişe omuz vermek demektir. Devletin katliamcı politikalarına göğüs germek, hücre saldırısına karşı ses olmaktır. 26 Eylül'de devletin bu kanlı katliamının ve devrim tarihine geçen bu şanlı direnişin unutulmayacağını ve unutturamayacaklarını, hesap sorma bilinciyle alanlarda yerimizi alarak dosta-düşmana gösterelim. Şehitlerimizin anısına sahip çıkmak da ancak bu şekilde mümkün olur. Unutmayalım ki, zindanlardaki saldırılar, insanca yaşamak için mücadele eden herkese yapılmış bir saldırıdır. Sahip çıkılmadığında ve hesap sorulmadığında her gün bunlara yenilerinin eklenmesi de kaçınılmaz olacaktır.
Ağıt ve övgü yasaklanmışsa
bugün özlem kapıyı
vurup gitmeler çoktan bitti kapıyı
çarptıktan sonra dönememenin acısını çekmeli ya
bu karanlığın koyuluğundan korkup A. Çiçek |
|||||