22 Eylül "01
Sayı: 27


  Kızıl Bayrak"tan
 Emperyalis savaş ve Türk devleti

  Amerikan uşakları ülkeyi emperyalizmin savaş arabasına bağlamaya hazırlanıyor

  Amerikancı medya zehir kusuyor

  Emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı birleşelim!

  ABD emperyalizminin kanlı ve kirli suç dosyası
  Emperyalistler tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmayı hedefliyor
  Kuralsız ve sınırsız yeni bir faşist terör dalgası!
  KESK Olağanüstü Genel Kurulu...

  Saldırı sonrası yeni dönem

  ON"ların anısına...
Bir dineşi manifestosu
  Ulucanlar katliamının ve direnişinin 2.yıldönümü...
  Ölüm Orucu Direnişi 338. gününde sürüyor...
  "ABD saldırısı korkunç sonuçlar verecek"

  Batı basınında ABD"ye saldırı

  Emperyalis haçlı seferi
  Kurtköy İşçi ve Kültür Evi coşkulu bir etkinlikle açıldı
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ON'ların anısına...

Bir direniş manifestosu

F.Çiğdem

Saraylar saltanatlar çöker
Kan susar bir gün
Zulüm biter
Menekşeler açılır üstümüzde
Leylaklarda güllerde
Bugünlerden geriye
Bir yarına gidenler kalır
Bir de yarınlar adına direnenler.

Hiç böyle kızıl kokmamıştı Eylül'ün sabah esintisi. Böylesi bir türkü bestelenmemişti kurşunla yaralar alınırken. Düşerken birer birer kanlı kızıl renklerle, toprağa sevdalanmış bir aşığın türküsüdür hep bir ağızdan dillendirilen. "Güneşi içenlerin türküsü"dür göğe yükselen. İnancın o sarsıcı ezgisidir silah tarrakaları arasında düşmana korku salan.

Ömrünü destan gibi yürüyenlerin yaşamda sonsuzlaştığı yerde bir ezgi başlar. ON'ların ezgisidir dillendirilen. Bak sesleri yavaş yavaş yükseliyor. "Yüreğini yüreklerimizin yanına kat, katıl sen de güneşe uzanan bu yoldaki halaya" diyorlar.

Hiçbir halay bu kadar büyük, bu kadar coşkulu ve güneşe yakın olmamıştı. Ankara Kalesi'nin seyre doyulmayan yerinden halayın zılgıtları yükseliyor. Omuz tutmuşlar, gelecek uğrunda tereddütsüzce ölümü kucaklayanlar.

Ellerinde geçmişten aldıkları bir miras vardı. Canı pahasına korunması gereken bu miras geleceğe de ON'lar tarafından bırakılacaktı. ON'lar bu mirası tertemiz, tarihler boyu akan kanları gibi kıpkızıl almışlardı. Geleceğe de öyle tertemiz ve bir de kendi kanlarını da ekleyerek bırakacaklardı. Buca'nın, Ümraniye'nin, Gazi'nin, Komün barikatlarında kanı akıtılan işçilerin 15-16 Haziranlar'ı yaratan, 77 1 Mayıs'ından Taksim'de katledilen işçilerin emekçilerin bıraktığı mirastır. Büyütülecektir, hem de bir ananın evladına verdiği emekle büyütülecektir bu miras. Çünkü en değerli varlıkları odur. Gözbebekleri gibi koruyacaklardır.

Bu inançla 26 Eylül sabahına merhaba dediler. Uykunun en güzel yerindeydi şehir. Gece sessiz ve sakin bir sonraki güne evrilmektedir. Sabahın dördünde sessizliği yavaş yavaş delen bir haykırış göklere yükselmektedir. Şehrin orta yerinde alazı dört bir yana yayılan bir ateş yanmaya başlamıştır. Devrimci kadınların sloganları erkek yoldaşlarının sloganlarına selam duruyor. Ve kentin sessizliği gaz bombaları arasında yükselen sloganlarla bozuluyor. Koğuş koğuş kuruluyor barikatlar. Barikatlarda verilen bir savaş başlamıştır artık. Fakat hiç de düşünüldüğü gibi karşılıklı silahların konuştuğu bir savaş değildir bu. Düzen cellatlarının elinde gelişmiş teknolojik silahlar vardır. Eşit olmayan bu savaşta devrimcilerin ise sarsılmaz inançları ve o inanca sevdalı yürekleri vardır.

Abuzer, o şakacı gülümsemesiyle ilk gidenimiz. Hiçbir kurşunun gücü bu gülümsemeyi bozmaya yetmemiştir. Halil, yine sakin tavrıyla merhaba diyor direnişe. Yüreği hep dağ başlarına sevdalı olan Halil çığlık çığlığa tutuşan bir sevgiyle omuz veriyor Abuzer'e.

Barikatta "Haydi saldıralım, geri püskürtebiliriz" diyor bir ses, çok tanıdık bir ses bu. Ümit'in, ölümü bile paylaşmanın sesi, yüreğini yumruklarının içine koyup yürümenin sesi. Sınırları aşan kahkahalarıyla dost omuz başının yanıbaşında olması ile yaşanan mutluluğun resmidir. Bir deprem gibi sarsıcı, dostta hayranlık, düşmanda kin ve öfke yaratan bir haykırıştır Ümit. Sarsılmaz, her defasında düşmana diz çöktüren bir dava adamıdır. Bombalar yanıbaşlarında uçuşurken kalleş kurşunların hedefindedir. Barikattaki haykırışı susturulmak istenir.

Cellatlar dört bir yandan saldırıyorlar. Barikatlar dördüncü koğuşa kurulurken, yoldaşlar, siper yoldaşları yaralıları omuzlayarak, kendilerini siper ederek koğuşa taşıyorlar.

Zafer'in şiir dolu duygusallığına çarpıyor kurşunlar. Zafer'in oynadığı son oyunundaki gibidir yaşanılanlar. Kızıl orduda görev alan bir askeri canlandırıyordu. Faşizme karşı canı pahasına cephede savaş veriyor ve şehit düşüyordu. Şimdi yaşamın kendisini oynuyor Zafer. Hitler faşizmini aratmayan barbarlıkta saldırıyor zebaniler. Ve Zafer, yine barikatta direnişin türküsünü söyleyerek "hoşçakal" diyor bizlere.

Ümit aldığı kurşun yarasıyla birlikte şimdiye kadar yazdığı şiirlerin en güzelini yazmaya başlıyor. "Amatörce bir yaşam için profesyonelce savaşırken" yavaş yavaş özgürlüğe, sevgilisi güneşe koşuyor. Şiirin en coşkun yerinde "Sizleri çok seviyorum yoldaşlar, gece batıyor sabah oluyor" diyerek, Halil'e omuz veriyor. Hayır, Geceyle Batmayan Güneş, böyle gitmek yok. "Ağlamaksız çocukların sevgi ürettiği bir dünyanın" yapısını kuruyorsun. Gecenin sabah güneşini yakaladığı yerde yeniden doğuyorsun.

Ümit'in bu büyük destansı halayda yerini aldığı dakikalarda yoldaşını sonsuzluğa uğurlayan Habip, gözyaşlarını silerek havalandırmaya koşuyor. Havalandırma taş, mermi, köpük, gaz bombalarıyla bir cehenneme dönüşmüştür. "Cesaretiniz varsa gelin" diye haykırıyor Habip. Haykırışındaki gücü binlerce yıldır ezilen işçi ve emekçilerin haklı davasından alıyor. Ve o güçle cellatlara karşı bütün kinini kuşanıyor.

Ellerinde Kızıl Bayrak'ı düşmanın kalelerine dikmeye and içmiş devrimcilere "teslim olun" diyor cellatlar. Habip'e defalarca kulelerden "teslim ol" çağrısı yöneltiliyor. Kurşunlar arasındadır şimdi Habip. İnançlarından soydurulmak istenmektedir. Habip'in cellatlara yanıtı çok nettir. Teslim ol çağrılarına kurşun seslerini yararak tarihler boyu devrimcilerin, komünistlerin seslenişiyle seslenir. "İnancım/ Zırhla kaplıdır göğsümdeki/ Ve bu zırha işleyecek kurşun/ İcat edilmemiştir henüz!/ İcat edilmemiştir."

Defalarca dize getirdiği barbarlara direnişin, direnme sanatının son dersini vermektedir. Kanın son damlasına kadar direnilecek ve kazanılacaktır. Zulmün adı tarihte kara bir sayfa olarak anılsın diye bitimsiz bir direngenlikte yürümektedir barbarlığın üstüne. Kurşunlanırken yüzünde güneş, ellerinde zafer işaretiyle karanlığın göğsüne bir hançer olup güneşin yolunu adımlamaktadır.

Zeybeğe durmuş işte Ahmet Savran. Çocuklara gaz bombalarının arasında nasıl zeybeğe durulacağını öğretiyor. Artık bir savaş dansının adıdır zeybek.

Bütün direnişçiler halaya durmuş, "Omuzdan tutun beni" türküsünü söylemektedirler. Başı çekenlerin güneşe uğurladığı bir halay. Buca direnişinin 26 Eylül'de halayı çekilecekti. Oysa şimdi Buca'yı selamlayıp kendi direnişinin halayını çekmektedir Ulucanlar. Tarihler boyu anlatılacaktır bu direniş. Hiçbir ayrıntıyı eksik bırakmaksızın, kıpkızıl yaşarlar zamanı.
Kızgın alevler, boğucu köpükler arasında sırasını savıyor Önder, Mahir. Ve çocuk gülümsemesiyle Aziz, daha 17'sinde "elveda" diyor yaşamın baharında. Bir sonbahar esintisi olan Eylül bütün görkemiyle miras bırakıyor Aziz'i diğer mevsimlerin esintisine.

Hergün voltada adımlanan malta, havalandırma kanın oluk oluk aktığı bir nehir olmuştur sabahın şafak vaktinde. Nehir hiç görülmedik bir coşkunlukta akmaktadır. Her devrimcinin kanı ile daha da coşuyordur. Her nehrin yolu kum ile çakıl ile süslenir. Maviye, yeşile çalar köklenen bitki örtüsüyle. Suyun sesi nasıl da alır götürür bizi engin düşlere. Oysa bizim şu anda coşkun akan nehrimiz camlarla, cellatlarla bezenmiş. Suyun sesinden eser yoktur. Silah tarrakaları ve kırılan kemiklerin eşliğinde devrimcilerin sloganlarıdır göğe yükselen.

Her nehir denize akar, bir dağ ya da yeraltı kaynağından çıkar, bilinir. Yo, bu nehrin kaynağı biz olmuştuk. Denize değil, biri görüş kabininde diğeri hamamda sonlanan iki noktaya akıyorduk.

Hamamda zebaniler kanımızı içmek için korkunç yöntemleriyle saldırıyorlar. Bu barbarlığı İsmet'in sloganları parçalıyor. "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!" diyor, son nefesini verirken. Son nefesinde İsmet'in, yenen insanlık onuru, diz çöken zebaniler oluyor. İsmet'in sloganında bayraklaşan onur aydınlatıyor gecemizi gündüzümüzü. İsmet teslim aldığı bayrağı yukarda taşımanın coşkusuyla güneşe koşuyor.

ON ateşli yürek, Ankara'nın göğsünde cellatları devrim davasının yenilmezliğiyle sarsan ON kızıl karanfil bayraklaşarak ayrıldılar aramızdan. Teslim olmak ya da ölmek çağrısına, dimdik ayakta, ölümü küçülterek yanıt verdiler. Yaşamlarına, devrim davasına yaraşır bir güzellikte "elveda" dediler. Bugünden geleceğe taşınan ON'lar "Şimdi sonsuz bir şiir'dir bizde/ Sesi bir tutam sevinç/ Gülüşü bir top ateştir./Yanar durur içimizde./Bazen ışık olur aydınlatır bizi/ Bazen yangın olur akar."

ON'lar yürürken güneşin yolunu, artık yazılan bir direnişin manifestosu olmuşlardır. Ve bu manifestoda ON'lar şöyle seslenmektedirler: Hep bir ağızdan kavgamız sürüp gidecektir. Bizler zindanlarda harladık direnişin ateşini. Yarın fabrikada, tarlada, sokakta, teri simsiyah akan maden işçisinin alınterinde yükselecek kavgamız. Biz yanan her direniş ateşinde, grevlerde, boykotlarda, zindanlarda yanıbaşınızda sizinle olacak ve sizinle haykıracağız.
26 Eylül sabahı başlayan direniş hücrelerde, hastanelerde, ringlerde, sermayenin faşist devleti tarafından işkencehaneye çevrilen her mekanda sürdürülür. Zulmün rengi boğuldukça karanlığa, ölümüne sımsıkı sarıldıkları inançlarını daha yukarıda dalgalandırırlar.

Cellatlar hiç böyle çaresiz kalmamıştır. Bütün silahlarını kuşanmasına karşın çaresiz ve bir o kadar tükenmiş... "Kırılırız ama asla bükülmeyiz" diyen ON'ların bayraklaştığı direniş senfonisi, hücrelerde, sürgünlerde daha bir gür sesle yükselir.

Tarihler boyu azgınca sömüren ve tek değerleri para olan asalaklar dünyası yine bozguna uğramıştı. Oysa ellerindeki silahlara ne kadar da çok güvenmişlerdi. Sayıları ne kadar da çoktu. Binlerce askeri, polisi, MİT'i, JİTEM'i olan bir yok edici ordusu vardı. Korku salacak, öldürecek, işkencelerden geçirecek, iğrenç teklifler sunacak ve devrimcileri teslim alacaktı! Yakıldılar, boğuldular, oluk oluk kanları akıtıldı. Devrimciler bütün bu barbarlığa karşı cellatların geleceği kirletmelerine izin vermediler. Yürürken güneşe, kucaklarken toprağı, yarınlara güzel günlere bıraktılar. Bahar güzelliğinde dokumuşlardı yarınları. Yarınları kendi kanlarının rengiyle süslediler.

Çok değil kısa bir zaman sonra, Ulucanlar'daki direniş ateşini daha da ileriye taşıyacak ve ON'larla halaya durulacak Ölüm Orucu Direnişi'nin vakti gelmişti. Sermaye iktidarının hücre politikasını püskürtebilmek için geride kalan devrimciler devraldıkları bayrağı daha da yukarılara taşıyabilme yarışındaydılar. Kararlıydılar, bedeli ne olursa olsun bütün ezilenlerin, işçilerin, emekçilerin yaşamını hücreleştirecek olan hücre politikası püskürtülecekti.

20 Ekim'de Ulucanlar direnişinin kararlı adımlarıyla başlattılar Ölüm Orucu Direnişi'ni. Dört mevsimi tutuşturan bu direnişte ON'larımız yine çıkageldiler. Yoldaşlarına, siper yoldaşlarına omuz verdiler. "Zafer yolculuğunda emin adımlarla çıkmış olanları hiçbir şey etkileyemez. Biz kazanacağız!" diyorlardı. Tarih onların en büyük kanıtıydı. Cellatlar ne kadar kana bulasa da dört mevsimi, gelecek günler halaya duranların coşkunluğunda doğacaktı. Bucalar, Ümraniyeler, Gaziler, 19 Aralıklar, ON'larımız, Ölüm Orucu şehitlerimiz hep düşmana yenilgiyi tattırmanın adı olacaktı.

Barbarlar tarihin kara sayfalarında hep şiddetin, savaşın iğrenç yüzünü sergilediler. Her satırında şafağı boğmak için bütün zamanları ölümlediler. Onuru ışık diliyle karanlığa karşı koruyanlar ise her yıkımdan, ölümlerden yeniden çıkıp geldiler.

Düşenlerin sonsuza koştuğu yerde
Sabrın çiçeklerinin açtığı yerde
Asla kapanmaz yaşanan defter
Çünkü tarihin en güzel yerinde
Son sözü hep direnenler söyler

 


 

Ulucanlar davası sürüyor...

Devrimci tutsaklar katliamcıları yargıladılar

26 Eylül'de sermaye iktidarının Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde gerçekleştirdiği katliam sonucu on devrimci tutsak öldürülmüş, yüze yakını ise yaralanmıştı. Katliamın hemen ardından büyük bir pervasızlıkla saldırılarını sürdüren katliamcı devlet, operasyondan yaralı kurtulan devrimci tutsakları da yüzlerce yılı aşan cezalarla yargılamaya başladı. 17 Eylül 2001 tarihinde devrimci tutsakların yargılandığı davanın altıncısı gerçekleşti.
Davaya Enver Yanık, Nihat Konak, Ercan Akpınar, Murat Güneş, Filiz Uzal, Hayriye Keskin, Hasan Menteşe ve ÖO direnişçileri olan Barış Gönülşen, İlhan Emrah, Önder Mercan, Özgür Saltık katıldılar. Bunun yanısıra "mağdur" olduklarını söyleyen işkenceci askerlerden Nuh Karaaslan, Celal Doğan, Hüseyin Sarıtaş da duruşmada hazır bulundular.

Mahkemeye cezaevinden getirilen Enver Yanık, Nihat Konak, Ercan Akpınar, Murat Güneş, ÖO direnişçileri Barış Gönülşen, Önder Mercan, İlhan Emrah ve Özgür Saltık savunma vermeyeceklerini söylediler ve savunma yapmalarının önündeki engelleri, F tipindeki uygulamaları aktardılar. Enver Yanık; avukatları aracılığıyla bile dava dosyasının ellerine ulaşmadığını, katliamın üzerinden iki yıl geçtiğini, gerekli olan dava dosyasını incelemeden herhangi bir savunma yapamayacağını, mahkemeye ilişkin dosyaların ulaştırılması için mahkeme heyetinin gerekenleri yapması gerektiğini vurguladı. Yaşanan işkence ve uygulamalara da değinen Enver Yanık, tüm bunları protesto ettiğini ve mahkemeye ifade vermeyeceğini belirtti.

ÖO direnişçisi Barış Gönülşen de F tipindeki uygulamalardan, savunma hakkına dönük saldırılardan sözetti ve bu koşullarda savunma yapamayacağını açıkladı. Ayrıca hücre tipi cezaevleri ve yaşamın hücreleştirilmesine karşı kendisinin ÖO eyleminde bulunduğunu, uygulamalar sona erene kadar da direnişini sürdüreceğini belirtti. Nihat Konak ve Murat Güneş de diğer tutsaklar gibi savunma yapmayacaklarını belirttiler. Önder Mercan, Özgür Saltık, İlhan Emrah' da savunma yapmayacaklarını ve F tipi cezaevlerine karşı ÖO direnişinde olduklarını belirttiler.

Sanıklardan Hasan Menteşe savunmasında kendisinin 26 Eylül sabahı 7. Koğuş'ta olduğunu, sabahın dördünde silah sesleriyle uyandığını, korunabilmek amacıyla dördüncü koğuşa kadar gitmek zorunda kaldığını söyledi. Kendisinin de ağır işkencelerden geçirildiğini ve ağır yaralar aldığını, adli davadan yargılandığını belirtmesine karşın işkencelerin devam ettiğini söyledi. Ayrıca, işkencelerin hamamda da sürdüğünü, askerlerin kendi aralarında "Erdal Gökoğlu'nu öldürdük, Habip Gül de geberdi, onu da öldürdük, İsmet Kavaklıoğlu da öldü" diyerek konuştuklarını, yanısıra "11 kişi öldü, 30'u gözden çıkarın" şeklinde konuşmalar geçtiğini açıkladı. Gördüğü işkencelerden dolayı şikayetçi olduğunu belirterek savunmasını bitirdi.
Davaya katılan sözde "mağdur" işkenceci ve katliamcı askerler ise kendilerinin olay günü yaralandıklarını, bunun devrimci tutsaklarca yapıldığını söylediler. İşkenceci askerlerden "mağdur" Hüseyin Sarıtaş bunalımlı hali, dengesiz ve saldırgan tutumlarıyla dikkat çekti. Tutarsız ve saldırgan davranışları, devrimci tutsaklar tarafından tepkiyle karşılandı. Mahkeme boyunca saldırgan tavrını sürdüren Hüseyin Sarıtaş, sözlü tehditlerde bulunmaktan da geri durmadı.

Mahkeme heyeti yargılanan devrimci tutsakların taleplerini görmezden gelerek, yargılanan diğer tutsakların davaya katılması için davetiye çıkarılmasına karar verdi. Çağrıda Hatice Yürekli, Cafer Tayyar Bektaş ve Hülya Tümgan'ın adının geçmesi üzerine söz alan Barış Gönülşen, Ulucanlar katliamında on devrimci tutsağın katledildigini, bunun yanı sıra sürdürülen yok etme politikasına, hücre tipi cezaevlerine ve hücre tipi yaşama karşı bedenlerini siper eden Hatice Yürekli, Hülya Tümgan Cafer Tayyar Bektaş'ın artık aramızda olmadığını, bu saldırıların hala devam ettiğini, zamanla Ulucanlar'dan geriye kalan devrimci tutsakların da yaşamlarını yitireceğini söyledi. Devletin ortada tanık bırakmamak için özellikle yokettiğini vurgulayan Barış Gönülşen, Ulucanlar'da ve ÖO'da şehit düşen arkadaşları gibi kendisinin de sonuna kadar direneceğini açıkladı ve bu uğurda canım feda olsun diyerek sözünü bitirdi.

Mahkeme heyeti bir sonraki davayı 6-11-2001 tarihine erteleyerek bitirdi. Mahkeme çıkışında devrimci tutsaklar "Biz kazanacağız!" "Yaşasın ÖO direnişimiz!" sloganları atmaya başladıkları için mahkemeden zorla çıkarıldılar.

SY Kızıl Bayrak/Ankara