15 Eylül '01
Sayı: 26


  Kızıl Bayrak'tan
 "Emperyalist gericilik dizginlerinden boşalmaya hazırlanıyor

  "Tanrı Amerika'yı korusun"

  Dünya çapında devrimcilere ve halklara karşı yeni bir terör dalgası!..

  Yeni saldırılar kapıda

  Sendika ağaları işçi sınıfına ihaneti doruk noktasına ulaştırdılar
  Devletin has partisi "vurgun" yedi!
  Emperyalist borç düzeni

  Sınıf çalışmasının güncel sorunları/1

  Sınıf hareketi
  Devrimci tutsaklardan ortak açıklama...
  "Gülay Kavak ölümsüzdür!"
  ABD Balkanlar'da hakimiyetini pekiştiriyor

  Meksika'daki Volkswagen grevinin ardıdan

  Ölüm Orucu direnişçilerinden bazılarının sağlık durumu
  OSB'lerde nasıl bir perspektifle çalışılmalıdır?
  Faaliyetlerimizden...
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sınıf çalışmasının güncel sorunları/1

Son yıllarda geleneksel sol siyasal akımlar sınıf çalışması alanındaki iddialarını neredeyse tümden yitirdiler. Bunun nedenlerini genişçe tartışmanın yeri burası değil, ama bu durumun tespiti bizim için önemli.

Solda gerileme ve sınıftan uzaklaşma

Sol genel bir gerileme süreci yaşıyor, buna reformist sol da dahil. Geçmiş yıllarda devrimci hareketin gerilediği bir ortamda, düzenin de bilinçli bir tutum çerçevesinde alan açmasıyla reformist sol bir parça güçlenebiliyordu. Artık durum farklıdır, çürüyen ve hiçbir konuda ciddiye alınır bir politikası ve pratik tutumu olmayan reformist sol da sürekli kan kaybediyor.

ÖDP'deki çürüme dağılma noktasına varmış durumda. Bu liberal çevredeki hakim eğilim artık düzen soluna yamanarak kendine bir çıkış arıyor. Muhalif konumdakilerin ise bağımsız davranacak ideolojik temelleri, kendi bağımsız yollarını yürüyecek güç ve iradeleri yok. İyi halli kent-küçük burjuvazisine dayanan ÖDP'nin sınıf çalışmasında zaten bir iddiası yoktu. Alt kademe sendika bürokrasisinin belli unsurlarının bu partideki varlığı sınıf içinde dolaylı bir etki sayılsa bile bu böyle.

Sınıf çalışması konusunda büyük iddialarla ortaya çıkan EMEP de artık tıkanmış durumda. Son yıllarda sürekli güç kaybediyor. Kriz sonrası Emek Platformu (EP) politikası bu partinin siyasal iflasını, zindan direnişi karşısındaki tutumu ise çürümüşlüğünü gözler önüne serdi. Toplumdaki temel sınıfsal güçleri tanımlamaktan bile aciz liberal EP programını (ki tam da baştan öngördüğümüz gibi bu program haftaları bile bulmayan bir süre içinde sahipsiz kaldı) "tarihi değerde" görmesi ve göklere çıkarması, bu partinin sınıfa kendi payına söyleyecek ciddi bir sözü kalmadığını da bir kez daha ortaya koydu.

Tatlı su solcularından oluşan bir yarı-aydınlar kulübü durumundaki SİP'in ise siyasi bir parti olarak zaten hiçbir zaman ciddiye alınır bir yanı olmadı. Bilindiği gibi onun sorunu sınıfla değil yarı-aydın unsurlar ve orta sınıf mensubu öğrencilerle. Bu liberal çevre kendince "sola aydın yetiştirme" misyonu üslenmiş; bunu kendi işi olarak görüyor ve böyle bir misyondan fazlasıyla memnun, bu ona yeterli tatmini sağlıyor.

Konumuz bu değil kuşkusuz; soldaki gerilemenin ve sınıf çalışmasından uzaklaşmanın genel niteliği çerçevesindeki değinmeler olarak bunlara işaret etmek gerekti. Bugün bir dizi gösterge, solda genel bir gerileme, bir zayıflama olduğunu ortaya koyuyor. Sol akımların sınıfa yönelik çalışmasındaki genel zayıflama da, öncelikle bu durumun bir yansımasıdır.

Öte yandan sınıf hareketi, özellikle depremle birlikte kırılan dalgadan beri, ortaya anlamlı bir yeni hareketlenme koyamadı. Bu krizin yıkıcı etkilerine ve yüzbinlerce işçiyi ilgilendiren toplu sözleşmeler dönemine rağmen böyle oldu. Sınıf hareketinin belirgin bir canlılık ortaya koymadığı, dolayısıyla da vaatkar görünmediği bir evrede, sınıfa yönelimi sınıftaki canlanmaya sıkı sıkıya bağlı ve bu anlamda kendiliğindenci olan geleneksel sol akımlar da, tümüyle doğal olarak sınıf çalışmasından giderek daha çok uzaklaşacaklardı, öyle de oldu.

Söylenenlerden de anlaşılacağı gibi, bu durum ve tutum şaşırtıcı değildir; geleneksel solun sınıfa yönelişinin sağlam bir ideolojik perspektife, ilkeli ve stratejik bir bakışaçısına dayanmadığını her zaman söyleyegeldik. Böyle olunca, geleneksel soldan sürekli, soluklu, uzun vadeli hedeflerin ürünü bir sınıf çalışması davranışı doğal olarak beklenemez. Sol akımların sınıfa yönelimi tümüyle kendiliğindencidir, bunu hep gözönünde bulundurmak gerekir. Bugün bu ülkede sınıf kitleleri yeniden hareketlensin, hemen tüm sol gruplar yeniden bir "sınıf yönelimi" içine gireceklerdir. Ama somutta bugün böyle bir durum da yok. Üstelik, ağır bir kriz dönemine rağmen. Böyle olunca, sınıfın ve dolayısıyla ona yönelik bir çalışmanın cazibesi de kalmıyor kendiliğindenci sol akımlar nezdinde. Öte yandan, buna son bir nokta da denebilir, yılların getirdiği bir gözlem, bir izlenim de var. Sınıf hareketi zaman zaman canlanıyor, fakat sonuçta pek kalıcı mevziler kazanmadan geri çekiliyor ve yeniden bir durgunluğa gömülüyor. Bunun da getirdiği bir güvensizlik, umutsuzluk, dolayısıyla bir soluksuzluk var sol akımlarda. Buna karşılıksız kalan sınıf çalışması yorgunluğu da denebilir.

Sonuç olarak, bugün hem solun, hem sınıf hareketinin zayıflığından gelen bir durumla yüzyüzeyiz. Bu sınıf çalışmasında genel bir zayıflama, sınıf çalışmasına genel bir ilgisizlik olarak gösteriyor kendini. Sınıf çalışmasında belirgin bir boşluğun ifadesi bu olgusal durumun tespiti, partinin sınıfa yönelik çalışması bakımından haliyle önem taşıyor.

Etkili bir sınıf çalışmasının önkoşulları

Partimiz açısından sınıfa etkili bir yönelişin bu açıdan tam zamanı. Partimiz kendisi açısından en zor ve sıkıntılı dönemlerde bile sınıf çalışmasını olanakları ölçüsünde sürdürdü. Şimdi ise etkili ve çok yönlü bir yüklenmenin öznel koşullarına asgari ölçüde sahip durumda. Bugün, sınıf çalışmasına bu genel ilgisizlik ortamında, bu çalışmayı çok daha ciddi bir sorun olarak ele almak ve yaşanan boşluğu doldurmak konusunda iddialı olmak durumunda.
Sorunun bir yanı budur; mevcut boşluğu doldurmak konusunda iddialı olmak, sınıfa yönelik çalışmamızı çok yönlü olanaklar ve araçları devreye sokarak güçlendirmektir.

Sorunun öteki yanı ise kendi durumumuzla ilgilidir. Kendi cephemizden bakıldığında, durum genel çizgileriyle şöyledir. Kongreyi izleyen süreçte karşı karşıya kaldığımız saldırıların yarattığı gerilemeyi artık telafi etmiş durumdayız. Aynı anlama gelmek üzere yeniden etkili bir sınıf çalışmasına girebilmenin, bu alana yeniden etkili bir biçimde yüklenebilmenin koşullarına bugün artık ulaşmış bulunuyoruz.

Bakışaçısından yana bir problemimiz zaten yok. Partinin bu konudaki ideolojik bakışaçısı açık ve sağlam teorik temellere dayalıdır. Yıllar boyunca çeşitli güçlüklere rağmen sınıf eksenli çalışma perspektifinin korunabilmesi bu sayede olanaklı olabilmiştir. Kuruluş Kongresi sonrası dönemde bilinen nedenlerle çalışma pratik planda biraz zayıfladığı için, sınıf çalışmasının sorunlarına ilişkin tartışmalar da basınımızda, özellikle de Ekim'de nispeten geri plana düştü. Güçlerin yeterince hazır olmadığı, imkanların sınırlı olduğu bir dönemde, sınıf çalışmasının sorunları üzerine çok fazla bir tartışma da zorlanmadı, bu anlamlı ve işlevsel görülmedi. Zira bu sorunların tartışılması güçlerin bu alana etkili bir biçimde yöneltilmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıdır. Buna uygun yeterli koşulların, dolayısıyle güçlü bir yönelimin olmadığı bir durumda, sınıf çalışmasının sorunları üzerine işlevsel, pratik değeri ve yararı olan bir tartışma da yapılamazdı.

İhtiyaç keşfin anasıdır; dikkat ediniz, tam da böyle bir çalışmaya yönelişin koşullarının olgunlaştığı bir sırada, sınıf çalışmasının dönemsel sorunlarına özel bir ilgi gösterebiliyoruz, bunu basınımızda parti çalışmasının temel gündemlerinden biri haline getirebiliyoruz. Kuşkusuz sınıf hareketi üzerine geçmişten bugüne birçok değerlendirme yaptık, tartışmalar yürüttük. Ama bütün bu değerlendirme ve tartışmalar, bunların yapıldığı dönemin kendine özgü koşullarıyla da sıkı sıkıya bağlantılıdır. Biz bugün daha özgün koşullar içerisindeyiz; gerek genel siyasal ortam ve sınıf hareketi, gerekse kendi durumumuz bakımından. Bu dönemin kendine özgü özellikleri var ve biz de bunları ele alıp çözümleyen değerlendirmeler ve tartışmalar yapmak zorundayız. Sınıf çalışmasına yeniden yüklendiğimiz bir dönemde bu çalışmanın güncel sorunları üzerinde yoğunlaşmak, bu çalışma içindeki tüm kadrolarımızın katkılarıyla bu tartışmayı zenginleştirmek durumundayız.

Seçilmiş alanlarda yoğunlaşan soluklu bir çalışma

Burada önemli noktalardan biri, seçilmiş alanlarda yoğunlaşmış bir çalışmaya her zamankinden çok dikkat göstermektir. Bu en başından itibaren vurguladığımız bir noktadır. Ama yakın yıllara kadar belli esaslara göre seçilmiş alanlar üzerinde ısrarlı ve soluklu bir çalışmayı başaramadığımız da bir gerçektir. Nitekim bu sorun kuruluş kongresinde de ciddi değerlendirmelere ve eleştirilere konu edildi. Hareketlilik dönemlerinin ve mevzi direnişlerin önemi, bunların gerektirdiği sorumluluklar ne olursa olsun, daha kalıcı, daha temelli kriterlerle seçtiğimiz çalışma alanları ve birimleri üzerinde yoğunlaşma perspektifini kaybetmemek durumundayız. Oysa geçmişte çoğu durumda bu böyle olabildi, seçilmiş alanlarda ısrarlı ve soluklu bir çalışmada asgari başarıyı gösteremedik.

Bu zayıflık kongrede eleştirilmişti ve denilmişti ki; sanayinin belli ölçülerle temel çalışma alanı olarak saptanmış temel kolları kısa dönemde edilgen görünseler bile, bunlar gelecekteki sınıf hareketlenmesinde belirleyici, sonucu tayin edici alanlar olduğuna göre, bu alanlarda bugünden soluklu bir çalışma yürütmek, stratejik birimler ya da sektörler olarak değerlendirilen alanlarda kalıcı bir çalışmayı başarabilmek zorundayız. Kongre ön hazırlık süreci oturumlarında yapılmıştı bu tartışma ve üzerinden daha bir ay bile geçmeden, Türk Metal çetesinin satışına karşı metal işçilerinin o büyük tepkisi patlak verdi, önden yapılan eleştirel değerlendirme olduğu gibi doğrulandı. Nitekim kongrenin resmi oturumlarındaki tartışmalarda buna önemle işaret edildi; ön tartışma sürecinde belirlediğimiz temel önemde noktaların, metal işkolundaki bu beklenmedik büyük patlamayla somut olarak doğrulandığı vurgulandı.

Aynı kongre hazırlık tartışmalarında denilmişti ki; eğer siz önden bu birimlerde hazırlıklı değilseniz, bir biçimde orada yer tutmamışsanız, belli mevziler kazanmamışsanız, belli kadrolarla oraya yerleşmemişseniz, hareket patladığında artık geç kalmış oluyorsunuz, patlama yanınızdan geçip gidiyor, size ise çaresizce seyretmek kalıyor. Siz yalnızca hareketliliğin patlak verdiği bir evrede yapacağınız müdahaleyle hiçbir yere gidemezsiniz. Bu alan ya da birimlerde önden mevzileriniz olacak, bir parça yerleşmişliğiniz olacak ki, eylem patlak verdiğinde o size yeni mevziler, yeni güçler kazandırabilsin. Değilse, patladığı zaman "geçmiş ola!.." oluyor. Siz onun tümüyle dışında kalıyorsunuz. Bu, soluklu, uzun vadeli çalışmanın özel ve ilkesel önemine de bir gösterge kabul edilmişti, sözkonusu tartışmalarda.

Partimiz artık sınıf çalışmasını gündelik fırsatları değerlendirme kaygısından öteye uzun vadeli bir bakış ve plana pratikte de oturtmak zorundadır. Bugün ortada zaten genel bir hareketlilik yok. Zaman zaman belli hareketlenmeler, yer yer bazı mevzi direnişler gene var. Parti buna gerekli ilgiyi gene gösterir, göstermelidir. Fakat bu seçilmiş alanlara yönelik çalışma planımızı, bu çalışmanın soluklu ve kesintisiz seyrini hiçbir biçimde bozmamalı, bozmak bir yana zayıflatmamalıdır. Biz kendi yoğunlaşmamızı bozmadan bu türden geçici hareketlenmelere, mevzi direnişlere pratik ilgi göstermeyi başarabiliyorsak mesele yok. Ama bu, temel çalışma alanlarımızdan uzaklaşmak pahasına olmamalıdır. Temel önemde ölçütlere bağlı olarak seçilmiş alanlarda yoğunlaşmış soluklu bir çalışmayı artık başarabilmek durumundayız.

Sınıf çalışmasında bütünlük

Bir başka noktaya geçiyorum. Seçilmiş alanlarda yoğunlaşmış çalışma, partinin bütünsel çalışmasının bir ifadesi de olabilmelidir. Parti seçilmiş temel alanlara tüm kollardan yönelip yüklenebilmelidir. Açık ve gizli, legal ve illegal alanlardan birbirini tamamlayan ve besleyen bir çalışma olmalıdır bu. Aynı şekilde tüm araç, biçim ve yöntemlerin birarada birbirini tamamladığı ve güçlendirdiği bir çalışma olmalıdır bu. Sendikal çalışmadan işçi platformlarına, genel politik propagandadan işçi kültür evlerine kadar tüm bu araçlar ve yöntemler aynı çalışma için bütünsel bir yaklaşımla kullanılmalıdır. Partinin bu açıdan çalışmasında bir bütünlük olmalı, her koldan çalışması birbirini tamamlamalı, beslemeli ve güçlendirmelidir ki gerçekten sonuç alınabilsin.

Yoğunlaşma bu anlamda da bir yoğunlaşma olabilmelidir. Değişik kollardan yapılan çalışma ve kullanılan değişik araç ve imkanlar bu aynı seçilmiş çalışma alanı için seferber edilebilmelidir. Bu basitçe şu demektir: Siz A bölgesinde B ve C sektörlerini seçmişsinizdir. İlgili bölgedeki parti örgütü buraya yönelik çalışacak, fakat aynı zamanda ilgili bölgedeki açık propaganda ve ajitasyon da bu aynı alana yönelecektir. Sendikal çalışmanız politik çalışmanızı bu alan üzerinden tamamlayacak, kültür evleri ya da işçi platformları türünden oluşumların sağladığı olanaklardan bu doğrultuda yararlanılacaktır. Genel bir kampanyanız varsa, bu çalışma buraya özellikle ve öncelikle taşınacak, dağıtım gruplarınızın öncelikli alanları bu türden seçilmiş alanlarınız olacaktır. Bu bir başka temel nokta. Bu açılıp irdelenebilir ama genel planda açık bir konu olduğu için burada hatırlatmakla yetiniyoruz.

Biz iki temel alandan, illegal alan ve açık alandan yürütülen parti çalışması birbirini tamamlamalı diyoruz. Bu çalışmanın her birinin kendine göre bir anlamı ve yeri var. Genel planda alındığında, partimizin mücadele ve örgütlenme anlayışı içerisinde bunların tuttuğu yer bellidir. İllegalitenin temel alınması ve bu temel üzerinde legalitenin etkin ve çok yönlü istismarı partimiz için yeterince açık konulardır. Bunlar üzerinde burada yeniden durmak gerekmiyor. Burada üzerinde asıl durulması gereken nokta, ki bu bizi tartışacağımız konuya getirecek, sınıfa yönelik politik çalışmanın çok değişik biçim, yöntem ve araçlarıdır.

Partinin her zaman olağan bir propaganda-ajitasyon ve siyasal teşhir faaliyeti vardır. Bu kesintisiz faaliyeti parti örgütleri ve onları saran çeper örgütleri sürdürür. Partinini bu olağan siyasal çalışması doğaldır ki öncelikle seçilmiş alanlara yönelir. İlgili bölgedeki parti komiteleri seçilmiş fabrikalara adam sokmaya çalışarak, sektördeki işçileri belli biçimlerde etkilemeye çalışarak, sistematik bir propaganda-ajitasyonla oraya yüklenir. Aynı yüklenmeyi açık alan da yapar. Örneğin, kriz patlak vermiştir, konuya ilişkin özel sayı hazırlamışsındır, bunu öncelikle buralarda dağıtırsınız. Afişler hazırlamışsındır, büyük kentlerin merkezlerine asmanın yanısıra, özellikle buralara asarsınız. Bu normal propaganda-ajitasyon faaliyetidir. Partinin propaganda-ajitasyon faaliyetinde bir süreklilik vardır. Elinde herhangi bir özel araç olmasa da, bir partinin normal propaganda-ajitasyon ve teşhir araçlarıdır bunlar. Sonuç olarak, açıktan ve örgüt alanından sürdürülen bu çalışma özellikle ve öncelikle bu alanlarda yoğunlaştırılacaktır.

İkinci bir temel kanal sendikal çalışma ve sendikalarda çalışmadır. Bir başka çalışma ve yüklenme alanıdır. Bu ise, dönemsel sendikal çalışmanın sorunları üzerinde yoğunlaşmayı kendiliğinden gerektirmektedir. Sınıfa yönelik çalışmanın döneme uygun bazı özgün araçlarını (platformlar, kültür evleri vb.) üçüncü bir bahis olarak ele almadan önce sendikalar ve sendikal çalışma sorunu üzerinde biraz duralım.

Örgütsüzleştirme saldırısı ve sendikalar

Burjuvazinin dünya ölçüsünde sınıfı örgütsüzleştirme, bu çerçevede sendikaları işlevsizleştirme saldırısı var. Neo-liberal saldırının temel önemde bir boyutudur bu. Bu, hiç de '89 yıkılışı ile başlamış bir saldırı da değildir. Son 20 yılın olayıdır, '80'li yılların başlarında gündeme getirilmiş ve aralıksız olarak bugüne kadar sürdürülmüştür. '89 sonrasında ise bu saldırı adeta dizginlerinden boşalmıştır.

Sendikaları mümkün mertebe etkisizleştirmek, böylece sınıf hareketini örgütsüzleştirme yoluyla tümden güçten düşürmek, paralize etmek, sermayenin uluslararası nitelikteki saldırısının temel stratejik hedeflerinden biridir. Bunun '89 yıkılışından sonra dünya çapında genelleştiğini ve iyice pervasız bir hal aldığını görüyoruz. Taşeronlaştırmaydı, özelleştirmeydi, demokratik hakların gaspıydı, İMF reçetelerinin şu veya bu yöntemle dayatılmasıydı, bir dizi yöntemle sınıf örgütsüzleştiriliyor, sendikalar işlevsizleştiriliyor.

Türkiye üzerinden baktığımızda daha da özgün durumlar görüyoruz. Türkiye'de sendikal hareket 12 Eylül faşist darbesiyle birlikte zaten önemli ölçüde güçten düşürüldü. Sendika bürokrasisi daha sıkı bir biçimde denetim altına alındı, düzene ve devlete daha sağlam bir biçimde eklemlendi. Böylece sendikalar neredeyse tümden işlevsizleştirildi. Sendikaların sınıfın hak alma mücadelelerinde 12 Eylül öncesi dönemde oynadığı rol büyük ölçüde ortadan kalktı. Sendikalar artık basit ücret mücadeleleri, en sıradan sosyal haklar mücadeleleri de veremez duruma getirildi. Geçmişte, '80 öncesinde, bu mücadele iyi-kötü bir parça verilirdi. Şimdi bu da yok, sendikalar ücret mücadelesi vermiyorlar, sözleşmeler bir kural olarak satışla bitiyor.

Bunda sınıf hareketindeki genel zayıflığa bağlı olarak yeterli bir taban basıncının olmamasının da özel bir rolü var kuşkusuz. Bu basıncın nasıl bir rol oynayabildiğini, sendikaların başındaki satılmış güruhu herşeye rağmen bir şeyler yapmaya nasıl yönelttiğini, '89'da patlak veren Bahar Eylemlilikleri'nde somut olarak gördük. Fakat bu özgün bir durumdu, 12 Eylül döneminde birikmiş derin hoşnutsuzluğun kendini yaygın biçimde nihayet dışa vurmasının bir ürünüydü. 12 Eylül askeri-faşist saldırısı işçi sınıfının kazanımlarını ortadan kaldırmıştı ve onu uzun yıllar için bir hareketsizliğe mahkum etmişti. Buna karşı işçi sınıfı saflarında büyük bir tepki birikimi vardı. Bu tepki birikimi kendini tabandan dışarı vuruyordu. Kendiliğinden harekete geçen bu işçi basıncı karşısında sendikacılar da istemeden de olsa bir şeyleri kovalamak zorunda kalıyorlardı.

Sonuçta bu dalga da bir biçimde kırıldı, o dinamizm de bir biçimde boşa çıkarıldı, bunu biliyoruz. '90'lı yılların mücadelesi değerlendirilirse, bunu nasıl olduğu izah edilebilir, fakat burada buna gerek yok, zira konumuz bu değil. İşçi sınıfı sonrasında da zaman zaman çıkışlar yaparak sendikacıları yine alanlara sürdü. Biz bu ülkede 20 Temmuzlar, 5 Ağustoslar, 8 Ağustoslar gördük, 300 bin işçinin katıldığı Eylül grevleri gördük, 12 Ekim'de Ankara'da barikatların nasıl aşıldığını gördük. İşçi sınıfı aslında uzun bir zaman sendikacıları bir şeylere yöneltti. Örneğin '94 Kasım'ında Ankara'da, işçilerin büyük öfkesi karşısında Bayram Meral ağaçlara tırmanmak zorunda bile kaldı. Ama işçi sınıfı bu basıncı uygulamakla birlikte, sendika bürokrasisini aşarak kendi bağımsız gücü ve inisiyatifi ile bir sonuca da gidemedi. Onun kendi gücüyle ortaya koyduğu bu dinamizm devrimci bir önderlikle de birleşemedi. Bir sonuç yaratamadığı ölçüde, sınıf dinamizmini tümden kaybetmiş olmamakla birlikte, böyle taban basıncıyla sendikacılara bir şeyler yaptırmak, buradan sonuç almak umudu da zamanla kırıldı. Taban basıncı yıllarca o hava boşaltma eylemlerini gündeme getirdi, ama sonuç değişmediği için bugün işçi sınıfı saflarında buradan gelen bir çaresizlik duygusu var. Sözü şuraya getirmek istiyoruz. Sendikalar işçi sınıfının kitlesel sınıf örgütleridir. İşçi sınıfının mücadelesinin üç temel biçiminden biri ekonomik mücadeledir. Sendikalar bu mücadelenin temel araçlarıdır. Ama bugün Türkiye'de sendikalar giderek güç kaybediyor, giderek işlevsizleştiriliyor. İşçi sınıfının sendikalara olan inancı ve güveni sürekli zayıflıyor. Ve bugün için işçi sınıfının başka bir örgütü de yok ortada. İşçi sınıfı partisi ile birleşmiş değil, parti örgütlerine dayanıyor değil. Sovyetler, işçi meclisleri türünden politik kitlesel örgütlenmeleri doğal olarak yok. Doğal olarak diyoruz, zira sınıf mücadelesinin bugünkü düzeyinde bunların olmasının koşulları yok. Halihazırda sınıfın kitlesel tek örgütüdür sendikalar. Ve işçi sınıfının sendikalara da olan inancını kaybetmesi, burjuvazinin hedeflediği amacının göreli olarak gerçekleşmesi demektir. Bu nedenle sendikaların işlevsizleştirilmesi küçümsenemez, buna seyirci kalınamaz. Tam tersine, bunları sınıf mücadelesinin önemli imkanları olarak değerlendirmek gibi bir sorunumuz var. Nitekim partimizin programı da bunu temel önemde bir stratejik ilke olarak formüle etmiş bulunuyor.

Bu durumda biz sendikal çalışmayı, sendikaları tabandan devrimcileştirme ve onlara taban inisiyatifi ve örgütlenmesi ile işlev kazandırma işini artık daha ciddi bir biçimde ele almak, sendikaları daha yakından izlemek ve sendikal cephede mevzi kazanmak meselesini gereğince önemsemek durumundayız. Bu sorun kongerede de gündeme getirildi ve üzerine son derece aydınlatıcı değerlendirmeler yapıldı. Ama partinin yaşadığı sorunlar, sıkıntılar, buna bağlı olarak sınıf çalışmasındaki gerileme, kongrede ortaya konulan genel perspektifin somutlanmasını geciktirdi, bir bakıma bugüne erteledi.

Sendikal çalışmada sınıf çizgisi

Son on yıl üzerinden baktığımızda, Türkiye solunda sendikal cephede üç yol tutulduğunu görüyoruz. İlki, TDKP ile başlayıp onun tasfiye olmasının ardından EMEP ile sürdürülen çizgidir. Sendikal bürokrasiye yaranarak, ara kademe sendika bürokrasisinin konum ve eğilimlerine uygun düşen bir ideolojik-politik çizgiye kayarak onu sözde etkileyip kazanmak ve böylece sendikal mevziler ele geçirmek. Belli şubeler ya da bir-iki önemsiz sendika üzerinden EMEP'de bunun örnekleri var.

İkincisi, geleneksel küçük-burjuva akımların şu veya bu marjinal sendika üzerinden kendine özel bir alan açması ve bu eksende dolanıp durması. Birileri DİSK'te o güne kadar boş bulunan bir işkolu üzerinden işe başlıyor, içini doldurmaya çalışıyor, oluyor güya sendikal mevzi. Bunun nispeten başarılı bir örneğini Nakliyat-İş oluşturuyor.

Ama üçüncü bir yol var ve partinin yolu bu olmalıdır. Parti kendi boyuna göre sendika seçmez. Sınıf nesnel bir güçtür, üretimde tuttuğu yerle. Biz boyumuza göre sınıf kesimleri ya da örgütleri seçemeyiz, bizim için önemli olan sınıf hareketinin kritik sektör, fabrika ya da işletmeleridir. Seçimimizi bu nesnel ölçüte göre yaparız. Neresi temel önemde ise, hangi sendika, hangi işkolu önemliyse, kendimizi ona göre konumlandırırız. Örneğin bizim için metal işkolu önemliyse, bu durumda yapılması gereken bu alandaki sendikalar içinde, onların tabanında etkin olmayı başarabilmektir. Petrol işkolu önemliyse, bu işkolundaki temel sendikalar içinde etkin olmayı bilebilmektir. Tekstil Türkiye'de özel bir yer tuttuğu için bu işkolunda bir yer tutabilmektir vb.

Biz sabırlı bir politik taban çalışmasıyla, sınıf tabanında güç bulabildiğimiz ölçüde sendikalarda güç olacağız. Dolayısıyla sendikal çalışmada mesafe almamız, ancak sınıf çalışmasında alacağımız mesafeyle birlikte, onunla içiçe olabilir. Elbette bunun tersi de doğrudur. Sendikalarda bir biçimde mevziler kazanmadan sınıf kitlesi üzerinde etkinlik kuramayız. Burada böyle bir organik bütünlük ve karşılıklık var. Burada bir kopmaz bir içiçelik var, bunun altı özellikle çizilmelidir.

(TKİP Merkez Yayın Organı Ekim'in
Eylül 2001 tarihli 225. sayısından alınmıştır...)