15 Eylül '01
Sayı: 26


  Kızıl Bayrak'tan
 "Emperyalist gericilik dizginlerinden boşalmaya hazırlanıyor

  "Tanrı Amerika'yı korusun"

  Dünya çapında devrimcilere ve halklara karşı yeni bir terör dalgası!..

  Yeni saldırılar kapıda

  Sendika ağaları işçi sınıfına ihaneti doruk noktasına ulaştırdılar
  Devletin has partisi "vurgun" yedi!
  Emperyalist borç düzeni

  Sınıf çalışmasının güncel sorunları/1

  Sınıf hareketi
  Devrimci tutsaklardan ortak açıklama...
  "Gülay Kavak ölümsüzdür!"
  ABD Balkanlar'da hakimiyetini pekiştiriyor

  Meksika'daki Volkswagen grevinin ardıdan

  Ölüm Orucu direnişçilerinden bazılarının sağlık durumu
  OSB'lerde nasıl bir perspektifle çalışılmalıdır?
  Faaliyetlerimizden...
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bağımlı ülke ekonomilerini tam denetim altına almanın temel bir aracı

Emperyalist borç düzeni

Emperyalizm bugün bütün dünyayı sömürüp yağmalamak ve ona kendi çıkarları doğrultusunda şekil vermek için çok çeşitli araçlar kullanmaktadır. Bunlardan biri de emperyalist borç düzenidir.

Emperyalist borç düzeni iki temel amaç için kullanılmaktadır.
Bunlardan birincisi bağımlı ülkelerden kaynak aktarımı sağlamaktır. Emperyalist ülkelerde biriken ve kârlı yatırım alanları bulamayan sermaye yüksek faizler karşılığında bağımlı ülkelere borç olarak verilmekte ve sürekli katlanan borç ve faiz ödemeleri tekellerin kasasını doldurmaktadır. Rakamlar 1985'ten sonraki yıllarda bağımlı ülkelerden emperyalist ülkelere net bir para akışı olduğunu göstermektedir. Çünkü daha önceki yıllarda alınan borçların geri ödenme zamanı gelmiştir ve sadece faiz ödemeleri bile yeni alınan kredilerin miktarını aşmıştır.

Borç düzeninin bugün için daha önem kazanan diğer amacı ise, bağımlı ülkelere emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda yeniden şekil vermektir. Bir başka ifadeyle borçlar, bağımlı ülkeleri emperyalizmin tam denetimine sokmak, bu ülkelerde emperyalizmin istediği yıkım politikalarını uygulatmak için bir şantaj aracı olarak kullanılmaktadır. Bu da bilindiği gibi gibi İMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar aracılığıyla yapılmaktadır.

Emperyalistlerce kurulan sistem kabaca şu şekilde işlemektedir. Ekonomisi zor durumda olan bağımlı kapitalist ülkeler emperyalist finans kuruluşlarındandan kredi istediklerinde, onlara belli kredi alma koşulları dayatılmaktadır. Sana yardım edebilmemiz için bizim istediğimiz politikaları hayata geçireceksin denilmektedir.

İşin bundan sonrası İMF ve Dünya Bankası gibi emperyalist kurumlara düşmektedir. Bu kurumlar tarafından kredi alma koşulu olarak belirlenen politikalar borç isteyen bağımlı ülkelerin hükümetlerine dayatılmaktadır. Bu politikaların söz konusu bağımlı ülkeyi rahatlatmak, ekonomisini düze çıkarmak için düzenlenmediği ise bilinmektedir. Bu politikaların iki gerçek amacı vardır. Birincisi borç geri ödemelerinin aksamadan sürdürülmesi, ikincisi ise krediye muhtaç bağımlı ülkenin ekonomik kaynaklarının emperyalizmin tam denetimi altına sokulmasıdır.

Bunun ne demek olduğunu kendi ülkemizden de çok iyi biliyoruz. İMF tarafından dikte ettirilen niyet mektupları ve uygulanan ekonomik istikrar programları sayesinde emperyalist finans kuruluşlarına yapılan borç ve faiz ödemeleri bir gün bile aksamamıştır. Ücretler eritilerek, yeni vergiler konularak, her şeye zam yapılarak emekçilerin cebinden çalınanlar borçların ve borç faizlerinin ödenmesi için kullanılmıştır. Devlet bütçesi bir borç ve faiz ödeme bütçesi haline gelmiştir. Gene aynı programlar sayesinde bir çok önemli KİT'in özelleştirilmesinin yolu düzlenmiş, ülkenin tüm yeraltı ve yerüstü ekonomik kaynakları emperyalizmin ve sermayenin yağmasına sınırsızca açılmıştır. Tarım yıkıma uğratılmıştır. Ücretler ve sosyal haklar budanarak ülke bir ucuz işgücü cennetine çevrilmiş, böylelikle emperyalist sömürünün katmerlenmesi sağlanmıştır. Buna karşılık işçi ve emekçi yığınlar büyük bir ekonomik-sosyal yıkımla karşı karşıya kalmışlar, sefalet ve işsizlik dayanılmaz boyutlar kazanmıştır.

Hükümetin saldırı politikalarını uygulamakta yavaş davrandığı ya da kimi sermaye gruplarının sınırlı itirazlarının ortaya çıktığı durumlarda emperyalizm yeni kredileri bir şantaj aracı olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Hükümet, Kasım ve Şubat krizlerinden sonra İMF'nin açık şantajıyla karşılaşmıştır.

Emperyalist borç düzeni tüm dünyada
işçi ve emekçiler için yıkım anlamına geliyor

Bugün emperyalist borç düzeni dünyadaki tüm bağımlı ülkelerdeki işçi ve emekçilerin ortak sorunu durumundadır. Türkiye'de işletilen mekanizmalar üç aşağı beş yukarı tüm bağımlı ülkelerde işletilmektedir.

Örneklemek gerekirse, gelişmekte olan ülkelerin ödenmemiş uzun vadeli dış borçları 1970'de sadece 62 milyar dolar kadardı. 1980'de 7 kat artarak 481 milyar dolar oldu. 1994'te ise 1 katrilyon 538 dolara ulaştı. Son 6 yıldır birbirini takip eden krizler bağımlı ülkelerin dış borç yükünü çok daha fazla arttırdı. Sonuç olarak bugün tüm bağımlı ülkeler ağır bir borç batağı içerisinde debelenmektedir. Bunlardan bazıları ise gerçek anlamda iflasın eşiğine gelip dayanmıştır. Arjantin bu konudaki en güncel örnektir.

Emperyalist borç düzenine
karşı mücadele

Bu genel yıkıma bağlı olarak tüm dünyada emperyalist borçlara karşı bir mücadele eğilimi oluşmaktadır. Birçok ülkede bu konuda eylemler yapılmaktadır. Gene bundan bir süre önce yapılan Cenova gösterilerindeki en önemli taleplerden biri yoksul ülkelerin emperyalistlere olan borçlarının silinmesidir.

Fakat emperyalizmin işçi ve emekçilere, dünya halklarına dayattığı yıkımı kurulan bu borç düzeninden ibaret görmek büyük bir yanılgı olacaktır. Borç düzeni emperyalizmin toplam sömürü ve yıkım saldırılarıyla bir bütündür ve onların hayata geçirilmesini kolaylaştırıp hızlandıran bir mekanizmadır yalnızca. Borç mekanizması kullanılarak yürütülen sömürü ve yıkım saldırılarının gerisinde giderek daha da asalaklaşan ve çürüyen emperyalist kapitalist sistem bulunmaktadır.

Öte yandan, emperyalist sömürü ve yağmanın gerisinde emperyalist borç düzeninin olduğunun düşünülmesi emperyalistlerin de işine gelmektedir. Çünkü bu düşünce borçlar silinirse yaşanan yıkımın ortadan kalkacağı beklentisini güçlendirmekte, böylece kapitalizm de bir parça aklanma imkanına kavuşmaktadır. G-8 Zirvesi gibi toplantılarda emperyalizmin temsilcilerinin yoksul ülkelerin borçlarının bir kısmının silinmesini -samimi olmasalar da- gündemlerine almalarının gerçek nedeni de budur.

Bu nedenle borçların silinmesi talebiyle yürütülecek mücadelenin kapitalist sömürü ve yağma düzeninin kendisini hedef alan daha genel bir mücadele platformuyla bütünleştirilmesi gerekmektedir.

 


 

Yeni eğitim yılınde eğitimde eşitsizlik
daha da derinleşiyor

Sancılı ve sorunlarla dolu bir eğitim-öğretim yılı daha başladı. Buna sindirme ve robotlaştırma yılı da diyebiliriz.

Henüz okula kayıtlar başlamadan "en çok nasıl para toplarız" mantığıyla öğretim yılına hazırlanan okul idaresi; kayıtlar başladığında okulun birikmiş borçları, boya-badana, yakıt, tamir ve öğretmen (sözleşmeli) alma gibi bahanelerle çıktı velilerin önüne. Verimli bir eğitim yılı için ihtiyaçları karşılama edebiyatıyla okul aile birliklerini de (yani diğer velileri) kullanarak bağış yapmaya zorunlu bıraktı emekçileri. Bağış yapmaya zorlanan, günlük yaşamını dahi zor sürdüren işçi ve emekçiler, devlet okullarının çarkının devletin ödenekleriyle değil de yine ter dökerek kazandıkları maaşlarıyla döndüğü gerçeği ile karşılaştılar. Tabii bu çarkın dönüp dönmeyeceği de meçhul.

Bu tablo işçi-emekçilere şunları düşündürmelidir:

- Yıllardan beri ödenen her faturadan, vergiden, çalınan her kapıdan ödetilen "eğitim-öğretime katkı payı"ndan elde edilen gelir nereye gitti-nerede harcanıyor?

- Durmadan demokrasi çığırtkanlığı yapan bu devlet, herkese eşit eğitim ilkesine neden uymuyor? Okulların açılmasının üzerinden bir hafta geçmesine rağmen kayıt yaptırmaya parası olmayan; dersaneye gidemediği, özel ders alamadığı için not ortalaması düşük olan öğrenciler, yüzlerine kapatılan okul kapılarını sayıyorlar.

Sözüm ona hiçbir öğrenci açıkta kalmayacak! Ya sonuç: Kayıt parasını düşük tutan okullarda sınıf mevcutları 70'leri aşıyor. Eğitimde kalite adı altında kayıt parasını yüksek tutan okullarda sınıf mevcutları ise oldukça düşük. "Eğitimde eşitlik" bu oluyor.

- "Eğitimde kalite"ye gelince: Geleceğimizin umudu olan çocuklarımızın eğitim gördüğü 50 bin civarında okulun özel kurummuş gibi elektrik ve suyunu borcundan dolayı kestiren, laik bir devletiz deyip diyanet işlerini kendine görev sayan, 71 bin caminin elektirik ve suyunu bedava veren bir devletin kaygısı eğitimde kaliteyi artırma olabilir mi?

- Binlerce öğretmen açığı olduğunu medyada bangır bangır açıklayan devlet, dışarıda öğretmenliğe atanmayı bekleyen binlerce aday varken ikiyüzlülük yapmıyor mu?

- Binbir zorluk ve uzun bekleyişten sonra öğretmenliğe atanan öğretmenlerin durumu da bu koşullardan bağımsız değil. Ülke sorunlarını açık şekilde gören, bunun getirdiği duyarlılıkla bu sorunların çözümü için mücadele veren eğitim emekçileri bir yandan herkese eşit, ana dilde-parasız, demokratik eğitim hakkını savunurken, diğer yandan kendi ekonomik, demokratik, sosyal haklarını elde etmek için onyıllardır mücadele ediyorlar. Bu mücadele sürecinde örgütlülüğünün gücünü, sesini anti-demokratik yöntemlerle kısmaya, gazıyla, copuyla dağıtmaya çalıştı devlet. Son olarak grevli-toplusözleşmeli sendika talebiyle günlerce eylemde olan eğitim emekçileri ve diğer kamu emekçilerine tazyikli su, gaz ve copuyla cevap verdi. Kamu emekçileri kendi kurdukları sendikaların bürokrasinin ihanetiyle tanıştı. Bu ihanet karşılığında devlet "grevsiz-toplusözleşmesiz sendika (sahte sendika) hakkını" bahşederek eğitim emekçilerinin örgütlü gücünü kırmayı hedeflemiştir. Dahası enflasyon karşısında değerini yitiren maaşlarına onları aşağılayan yüzdelik zamlar ekliyor.

Bu durum "sağduyulu" eğitim emekçileri ile alay etmek değil midir? Bütün bu yaşananlar gün gibi ortada iken, bunlarla mücadele şart değil midir?

İşçi ve-emekçiler ile eğitim emekçilerinin mücadelesi tek başına yürüyemez. Mücadelenin bu iki ayağı birleştirilmelidir İşçi-emekçi ailelerle, eğitim emekçilerinin yürüteceği ortak bir mücadele hattı örülmelidir.

Bir eğitim emekçisi/İstanbul