15 Eylül '01
Sayı: 26


  Kızıl Bayrak'tan
 "Emperyalist gericilik dizginlerinden boşalmaya hazırlanıyor

  "Tanrı Amerika'yı korusun"

  Dünya çapında devrimcilere ve halklara karşı yeni bir terör dalgası!..

  Yeni saldırılar kapıda

  Sendika ağaları işçi sınıfına ihaneti doruk noktasına ulaştırdılar
  Devletin has partisi "vurgun" yedi!
  Emperyalist borç düzeni

  Sınıf çalışmasının güncel sorunları/1

  Sınıf hareketi
  Devrimci tutsaklardan ortak açıklama...
  "Gülay Kavak ölümsüzdür!"
  ABD Balkanlar'da hakimiyetini pekiştiriyor

  Meksika'daki Volkswagen grevinin ardıdan

  Ölüm Orucu direnişçilerinden bazılarının sağlık durumu
  OSB'lerde nasıl bir perspektifle çalışılmalıdır?
  Faaliyetlerimizden...
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sendika ağaları işçi sınıfına ihaneti
doruk noktasına ulaştırdılar

İMF heyetinin 10. denetiminin hemen öncesinde 5 Eylül toplantısı geçekleşti. TİSK'in daveti ve önderliğinde gerçekleşen toplantıya Türk-İş, Hak-İş ve DİSK'e bağlı sendika yöneticileri katıldılar. Dedeman Oteli'nde kapitalistlerin huzurunda saf tutarak, ihanet sicillerine yeni sayfalar eklediler.

Hain sendika ağalarının sunduğu olanaklarla hak gasplarında sınır tanımayan sermaye sınıfı ve onun devleti, gündeme getirilecek yeni saldırıların karar mekanizmasına bu sermaye uşaklarını da dahil ediyorlar. Daha önce ESK ile bu süreci başlatan işçi-emekçi düşmanı cephe, 5 Eylül'le bu sürece ivme kattı. Toplantının sonuç bildirgesinde hükümete çağrı yapılarak işbirliğini üçlü yapıya kavuşturmanın gereğine işaret edildi.

TİSK'in inisiyatifinde geçen toplantı

Daha önce patronların sendikacıların önlerine koydukları gündemle toplantının gündemi farklı oldu. Tartışılan (basına yansıyan) konular; zor durumdaki işletmelere fon oluşturmak, işletmelerin rekabet gücünü geliştirmek (bu sorun işsizliğin azaltılması ve istihdamın artırılması adına tartışılıyor) ve işten atmalar. Son madde zor durumdaki fabrikaların kurtarılması ekseninde ele alındı. Bazı istisnaları dışta tutarsak, sendikal çete kapitalistlerle aynı telden çaldı. Patronlar söyledi onlar onayladı. Tescilli hain Bayram Meral "krizden etkilenen boynu bükük patronların yüzünü güldürmek" istediğini açıkladı. Bir diğer hain Salim Uslu ise, toplantıyı protesto etmeyi "fantezi" olarak değerlendirdi.

TİSK'in "zirve amacına ulaşmıştır" açıklaması eşliğinde sonuç bildirgesi yayınlandı. Bildirgede; "işçi ve işveren tarafının ulusal çıkarlar için somut konularda etkili ve kapsamlı bir işbirliğine geçilmesi konusunda mutabık kalındığı" ifade edildi. DİSK'in sonuç bildirgesine imza atmaması pek sorun sayılmamış olmalı ki, karşılıklı mutabakattan bahsediyorlar. Zira DİSK bürokratları sorunların çözümünü mücadelede değil "karşılıklı diyalog" içinde arıyorlar. Bu sınırlar içinde kaldığı sürece, patronların rahatsız olmaları için ortada bir neden kalmıyor.

Burjuvazinin dilinde "ulusal çıkarlar"ın ne anlama geldiği, birincisi iflas ettikten sonra ikincisi hazırlanan IMF-DB programının adına "ulusal program" denilmesinden anlaşılıyor. Asalak bir azınlık dışında onmilyonlarca emekçiyi sefalete mahkum eden program "ulusallık" yaftasıyla devreye sokuldu. İnsanca çalışma ve yaşam koşulları, demokratik hak ve özgürlükler uğruna verilen mücadelenin ezilmesi amacıyla estirilen devlet terörü de "ulusal güvenlik" oluyor.

Demek ki resmi dilde "ulusallık", kontralaşmış sermaye düzeninin bekası için yapılan icraatlardan ibarettir. TİSK'in 5 Eylül toplantısının amacına ulaştığı açıklamasının gerisinde, bu kirli ve işçi-emekçi düşmanı amacı gerçekleştirmek için sendika ağalarının desteğinin pekiştirilmesi vardır.

Sonuç bildirgesi: Saldırıya devam!

5 Eylül çetesi, açıkladıkları sonuç bildirgesinde, işçi, işveren ve halk desteğiyle kaynak (fon) oluşturma kampanyası; TL'ye itibar kazandırma kampanyası; sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılması ve örgütlülüğün teşvik edilmesi için güç ve işbirliği yapmayı önlerine hedef olarak koyuyor.

İşçi ve işvereni aynı safta göstermek saldırının ideolojik boyutunu oluşturuyor. Burada, burjuvazi ile proletarya arasındaki uzlaşmaz sınıf karşıtlığının üstünü örtme çabası var. Bayatlamış bulunan "aynı gemideyiz" masalları yeniden ısıtılıp kitlelerin önüne sürülüyor. Eğer Türkiye bir gemi ise, evet aynı gemideyiz. Ama bu gemide bir azınlık lüks kamaralarında sefahat sürerken, çoğunluğa kölelik koşulları dayatılıyor. Asalakların kölelere ihtiyacı var, kölelerin ise özgürleşmek için asalakları okyanusun en derin yerinde gemiden atmaya...

Sendikalaşmanın önündeki engelleri kaldırma sorununa gelince, bu ne kapitalistlerin ne de onlara uşaklık eden sendika ağalarının işidir. Tam tersine, her gün yaşadığımız örnekler, bu çetelerin işçi sınıfını tamamen örgütsüz bırakıp bir köleler topluluğu haline getirmek için uğraşıp didindiklerini gösteriyor. Kendileri yetersiz kaldıklarında ise, düzenin bekçi köpekleri copla, dipçikle ve yargı terörüyle işçilerin üzerine salınıyor.

Dolayısıyla örgütlülüğü teşvik etmek, önündeki engelleri kaldırmak için çaba harcayacakları iddiası ikiyüzlülüğün de ötesinde iğrenç bir aldatmacadır.

Kapitalistler için fon oluşturmak ve işletmelerin rekabet gücünü artırmak 5 Eylül toplantısının asıl amacını özetliyor. Fon oluşturarak kapitalistlere yeni bir arpalık hazırlama çabası içindeler. Bu da emekçilerin sırtına yeni yüklerin binmesinden başka bir anlama gelmiyor. İşletmelerin rekabet gücünü artırmak ise, asalakların ucuz emek gücü ihtiyacını karşılamakta düğümleniyor. İşçi sınıfına yansıması esnek üretim, sendikasız-sigortasız çalışma, sıfır zam, işçi giriş-çıkışlarıyla fabrikaların yol geçen hanına çevrilmesi vb. olacaktır.

Burjuvazi, örgütlü karşı koyuşun olmadığı ortamı değerlendirip, fabrika ve işletmelerde orman yasalarını uygulamak istiyor. Sendika ağaları da "ulusal çıkarlar" adına bu sürece aktif olarak katılıyorlar. Aktif katılmayan ya da buna karşı olduğunu iddia eden sendikacılar da bu ihanet cephesini parçalamak için herhangi bir somut adım atmış değiller.

5 Eylül cephesine karşı çıkan
sendikacıların tavrı

TİSK'in 5 Eylül toplantısını ilan etmesinden sonra Türk-İş ve DİSK'e bağlı bazı sendika başkanları bu toplantıya tepki gösterdiler. Toplantının yapılacağı gün protesto eylemi yapma kararı aldılar. Bu çıkış olumlu olmakla beraber, göstermelik olmaktan öteye gidemedi. Sendikacılar Petrol-İş'in İstanbul binasında basın açıklaması yapmakla yetindiler. Yalnızca Sümerbank ve Ersin Nakış işçileri Dedeman Oteli önünde eylem yaptılar.

Sendika ağaları ile kapitalistler arasındaki ittifaka karşı olduğunu iddia eden sendikacıların 5 Eylül cephesine karşı koydukları "alternatif", pratikte hiçbir karşılığı olmadığı açığa çıkan "emek programı"nı savunmak ve İMF programına karşı çıkmaktan ibaret. Saldırıları püskürtmenin biricik yolu, işçi sınıfının gücünü açığa çıkaracak militan bir direniştir. Ama onlar bunu ağızlarına bile almıyorlar. Bu koşullarda, İMF programından vazgeçilsin, istihdamı temel alan "emek programı" uygulansın demenin zerre değeri olmadığı gibi, emekçileri olmayacak beklentiler içine sokarak sermayeye hizmet ediyor.

Dedeman'da toplanan saldırgan çetenin planlarını bozmak hayati bir önem taşıyor. İşçi sınıfına ihanet eden sendika ağalarına ve kapitalistlere karşı meşru ve militan bir direniş örülemediği sürece saldırılarına devam edecektir. Bu saldırıların önünü kesmek ve geri püskürtmek, öncü işçilerin, sınıf devrimcilerinin ve sınıftan yana güçlerin ortak sorumluluğudur.

 


 

5 Eylül ihanet cephesini dağıtalım...

Kahrolsun ihanet ve işbirliği!

Üç işçi ve bir işveren sendikası TİSK'in çağrısıyla 5 Eylül günü Dedeman Oteli'nde biraraya geldi. Toplantının önden açıklanan ana gündemi; sermayedarların aylardır dile getirdikleri TİS'lerle karara bağlanmış ücret zamlarının gaspı idi. Toplantı sonrasında görüldü ki, sendikal bürokrasisi kendinden bekleneni yaptı; işbirliği içinde çalıştığı sermayenin isteklerini büyük bir heves ve gönüllülükle gerçekleştirmeye girişti.

Toplantıda önden açıklanan gündemin dışında görüşülen bir başka konu da; tamamen işverenlerin hizmetine sunulacak olan bir fon oluşturulması oldu. Bu fon "işsize iş, sermayeye kaynak" amaçlı kurulacakmış. Şimdiye kadar ücretlerimizden kesilerek oluşturulan buna benzer onlarca fonun akıbetini iyi biliyoruz. Hepsi de sonradan sermayenin birer yağma kapısına dönüştürüldüler. Oluşturulacak bu fon da diğerlerinden farklı olmayacak. Saldırı ve ihanet cephesine ücret zamlarımızı gaspetmek yetmemiş olacak ki, bir de üste para istiyorlar.

TİSK, Türk-İş ve Hak-İş'in imzaladığı sonuç bildirgesini DİSK imzalamadı. "İşverenlerle aynı masaya oturmaktan korkmayanlar" bu ihanet belgesini imzalamaktan korktular. Bunun nedeni; DİSK yönetiminin sınıfın çıkarlarını gözetmesi değil tabandan gelecek öfkeyi dindirme endişesidir. Sınıfa ihanet çizgisinde Türk-İş, Hak-İş ya da DİSK'in herhangi bir farkı yoktur.

Toplantıdan çıkan bir başka karar ise; bu görüşmelerin genişletilerek sürdürülmesi oldu. Bu çerçevede ikinci toplantı tarihi ve yeri belirlendi: 11 Eylül, Türk-İş Genel Merkezi...

5 Eylül'de Dedeman Oteli'nde yalnızca saldırı ve ihanet cephesi yoktu. Bu saldırıyı ve ihaneti boşa çıkarmak için Sümerbank ve Ersin Nakış işçileri de Dedeman Oteli'nin önünde sınıfın çıkarlarını haykırdılar. 5 Eylül'ün bir devamı olan 11 Eylül'ü sermayeye ve onun işbirlikçisi sendikal ihanet çetesine dar etmek için sınıf mücadelesini örgütleyelim.

Kahrolsun işbirliği ve ihanet!
Yaşasın sınıf mücadelesi!

Ankara Öncü İşçi Platformu

 


 

 

"Amaçlanan sınıf düşmanı bir cephenin yaratılmasıdır!"

TİSK'in çağrısıyla Dedeman Oteli'nde 5 Eylül'de işçi sendikaları ve işverenlerin katıldığı bir toplantı gerçekleştirildi.5 Eylül toplantısını işçi sınıfına dönük yeni bir saldırı dalgasının ön adımı olarak gören ve "5 Eylül cephesi dağıtılmalıdır" şiarıyla bir kampanya örgütleyen Anadolu Yakası İşçi Emekçi Platformu Girişimi sözcüsüyle konuştuk...

- 5 Eylül toplantısı öncesinde yaptığınız çalışmalar üzerine kısaca bilgi verir misiniz?

Girişim sözcüsü: Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Girişimi olarak 5 Eylül'ü yeni bir saldırı dalgasının başlangıcı olarak değerlendirdik ve tüm çalışmalarımızı bu değerlendirmeye uygun bir bakışaçısıyla hayata geçirdik. 5 Eylül'ü önceleyen günlerde "5 Eylül cephesi dağıtılmalıdır!" şiarıyla bir kampanya örgütledik.

Yeni saldırı dalgasının ancak "sendikacı-patron" işbirliğinin dağıtılarak püskürtülebileceğini düşünüyorduk. Bu bakışaçısıyla Basın-İş Samandıra Temsilciliği, Deri-İş'ten bir yönetici ve Enerji-Yapı Yol Sen ile görüştük, 5 Eylül toplantısını İEP'in gündemine almalarını istedik. Bunların yanısıra metal sektöründen bir dizi fabrikayı dolaşarak işyeri temsilcileriyle görüştük, hem onların görüşlerini aldık ve hem de kendi düşüncemizi ilettik. 5 Eylül'de Dedeman kapısına dayanmak gerektiğini söyledik ve oldukça olumlu tepkiler aldık. Ne var ki, sendikaların bu konudaki duyarsızlıkları ve kampanyanın kısa bir zamana sıkışması nedeniyle bu tutumu yaygınlaştırıp fiiliyata dökmek olanaklı olmadı.

Bu görüşmeler dışında, 5 Eylül toplantısını teşhir eden bildirilerimizin ve bültenimizin dağıtımını yaptık. "Kapitalistler ve sendika ağaları 5 Eylül'de Dedeman'da buluşuyorlar... Saldırı ve ihaneti boşa çıkaralım" çağrısının yer aldığı bir afiş çalışması gerçekleştirdik. Bildiri ve afişlerimizi Avrupa Yakası Öncü İşçi İnisiyatifi ile ortaklaşa çıkarmıştık. Bildiri ve bültenlerimizin dağıtımında önemli bir ilgiyle karşılaştık.

- Bu toplantıya ilişkin sendikacıların tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Girişim sözcüsü: Muhalif kimliğiyle tanınan İEP bu toplantıya ilişkin hiçbir tutum geliştirmezken, Şubeler Platformu bileşenleri 5 Eylül'de Petrol-İş'te basın açıklaması yaptılar. 5 Eylül'de yalnızca Sümerbank ve Ersin Nakış işçileri Dedeman önündeydi. Elbetteki bu toplantıya katılmak yeni ihanetlere ortak olmak anlamına geliyordu. Fakat "katılmıyoruz" demenin de kendi başına hiçbir anlamı yoktur. Doğru tutum Sümerbank ve Ersin Nakış işçilerinin tutumuydu. Bölgemizde Birleşik Metal-İş Şubesi temsilcilerinden gelen istek üzerine 4 Eylül'de bir basın açıklaması yapma eğilimi oldu. Fakat bu basın açıklaması yapılamadı.

- Toplantının sonucunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Girişim sözcüsü: 5 Eylül toplantısı bizim değerlendirmelerimizi olduğu gibi doğruladı. Biz 5 Eylül'ün yeni bir saldırı dalgasının ön adımı olacağını, amaçlananın sınıf düşmanı bir cephenin yaratılması olduğunu söylemiştik. Nihayetinde Bayram Meral'in "işçiler iki zeytininden birini vermeye hazırdır" sözleri, bunun en somut kanıtıdır. Bu iki zeytinden biri demekle neyi kastettiklerini biliyoruz: Kıdem tazminatının gaspı, "esnek çalışma"nın yaygınlaştırılması, TİS'lerden doğan hakların gaspedilmesi vb. Bu toplantıdan çıkan en somut karar, patronların ihtiyaçlarını karşılayacak yeni bir fonun oluşturulması ve "Türk Malı-Türk Lirası" kampanyası oldu. Bu gerici şoven kampanya ile emekçilerin bilinci bulandırılacak ve bu kampanya eşliğinde yeni saldırılar gündeme gelecek. Toplantının sonuç bildirgesine DİSK imza atmadı. Fakat DİSK'in imza atmamış olması onun sınıfın çıkarlarını esas aldığını göstermez. Aynı DİSK daha birkaç hafta önce ESK'ya yeniden katılma kararı almıştı. 5 Eylül toplantısının ortaya çıkardığı gerçeklere rağmen bundan sonra yapılacak toplantılara katılanlar sınıf karşısında açık ihanetçi tutumlarını da göstermiş olacaklar.

- Bundan sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmaları anlatır mısınız?

Girişim sözcüsü: Biz 5 Eylül'de toplantısı ile kurulan sendikacı-patron işbirliğini 5 Eylül cephesi olarak tanımlıyoruz. Tanımlamayı tüm sınıfa maletmek ve "5 Eylül cephesi dağıtılmalıdır!" şiarını yaygınlaştırmak yönünde çalışma yürütmeye devam edeceğiz.

SY Kızıl Bayrak/Kartal

 


 

İşsizlik ve işsizler sorunu üzerine

Yedek sanayi ordusu, kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır. Kriz dönemlerinde ise, bu ordunun safları sürekli yeni katılımlarla kalabalıklaşır. Tıpkı İMF-TÜSİAD programının çökmesinden sonra Türkiye'de olduğu gibi.

Burjuvazi, kendi sisteminin ürünü olan sorunlardan yararlanma konusunda uzmandır. İstismar ettiği sorunların başında da işsizlik gelir. Ücretli emeği "normal" şartlarda sömürmekle yetinmez, artı-değer oranını artırmak için sürekli yeni yol ve yöntemler geliştirmeye çalışır. Milyonlarca insanın ücretli köle olma "şansına" bile sahip olmadığı bir ortam, bu asalak sınıf için bulunmaz bir nimettir. Zira bu sayede çalışan işçilere şantaj yapmak, tehdit etmek ve onları daha düşük ücretle daha çok çalıştırmak mümkün olmaktadır. Bugünlerde işçileri toplayıp nutuk atan sermaye uşağı fabrika müdürleri söze işsizlerle başlayıp, işsizlerle bitiriyor, işçilere bu halinize şükredin demeye getiriyorlar. İşçi sınıfının örgütsüz olduğu işyerlerinde bu çirkin manevraların işe yaradığı da bir gerçektir.

Genelde lümpen eğilimlerin gelişip serpilme imkanı bulduğu işsiz kitlenin yapısı, kriz dönemlerinde belli bir değişime uğruyor. Bugünlerde çevremizde işsiz gezen yılların fabrika deneyimine sahip işçilere sık sık rastlıyoruz. Sadece sendikalı işyerlerinden onbinlerce işçinin sokağa atıldığı gözönüne alındığında, sorunun gerçek boyutu da ortaya çıkıyor.

Ekonomideki gidişatta yakın gelecekte bu sorunun aşılabileceğine dair herhangi bir belirti de yoktur. İşten atılanlardan ancak küçük bir kısmı yeniden iş bulabiliyor, bir kısmı ise zorunlu olarak marjinal işlere yöneliyor. Ancak tensikatlar süreklilik kazandığı için, yedek sanayi ordusu cephesinde herhangi bir hafifleme de olmamaktadır. Tem tersine, durum giderek ağırlaşıyor ve sosyal facia biçimini alıyor. Tarımda yıkım programlarının sonuçları sosyal yaşama yansımaya başladığında, bu ordu yeni zinde güçlerle (tarım emekçileriyle) bölüklerini çoğaltacaktır.

Sayıları milyonlarla ifade edilen ve zorla üretim süreci dışında tutulan bu muazzam kitle burjuva düzenin istismarına açıktır. Şovenist propangandanın ve futbol holiganlığının bu kitle içinde etkili olması bunun göstergeleridir. Gerçekte ise işsiz kitleler sistemden hoşnut değildir. Zaten onları sosyal yıkıma mahkum eden bu sistemden hoşnut olmaları da beklenemez. Ancak bilinçli olmayan bir hoşnutsuzluğun oluşturduğu tepkiyi, sermaye düzeni alıp kendi çıkarları için kullanıyor. Dinden sonra futbol ve şovenizmin emekçi kitlelerin afyonlanmasında en etkili araçlar olduğu gerçeği, burjuvazinin bu işi ustaca yapabildiğini somut olarak ortaya koyuyor.

Bu silahı düzenin elinden almak kısa vadede mümkün görünmüyor. Ancak işçi sınıfının bir parçası olan işsizlere ve sorunlarına şimdiden ilgi göstermek mümkün, dahası zorunludur. Üretim sürecindeki işçilerin yüzde doksanının örgütsüz olduğu bir ülkede işsiz olanları örgütlemenin zorluğu tartışmasızdır. Ama bu zorluktan dolayı bu sorumluluktan kaçmak sadece sermayenin işine yarayacaktır. Ve sermaye düzeni yedek sanayi ordusunu bize karşı etkin bir silaha dönüştürebilecektir.

Burjuvazinin işsizleri istismarını sınırlamak, işçi sınıfının fiziki ve moral yozlaşmasının önüne geçmek ve azımsanmayacak bir potansiyel taşıyan bu kitlenin en azından ileri olan kısımlarını mücadele sürecine katmak için vakit geçirmeden bu sorunu gündemimize alabilmeliyiz. Ayrıca yarın kimin işsiz kalacağının belli olmadığı bir ülkede, işçi sınıfının, üretim dışında bırakılan bu kardeşlerine sahip çıkması da zorunludur. "Krizin faturası kapitalistlere, işsizlere iş, tüm çalışanlara işgüvencesi" ve "işsizlik sigortası şiarlarıyla ilk adımlar atılabilir.

Öncü işçi platformları, özelleştirme karşıtı platformlar, yerel inisiyatifler ve bültenlerde yedek sanayi ordusunun sorunları işlenebilmeli, talepleri sahiplenilmelidir. İşçiler ile işsizlerin sosyal yaşamda içiçe olması, işsiz bırakılan işçilerin bu çalışmalara güç katmalarını kolaylaştıracaktır. Böylece, işsiz kalanların sınıflarına yabancılaşıp, düzenin bataklığı içinde çürümelerinin önüne geçilebilecektir.