15 Eylül '01
Sayı: 26


  Kızıl Bayrak'tan
 "Emperyalist gericilik dizginlerinden boşalmaya hazırlanıyor

  "Tanrı Amerika'yı korusun"

  Dünya çapında devrimcilere ve halklara karşı yeni bir terör dalgası!..

  Yeni saldırılar kapıda

  Sendika ağaları işçi sınıfına ihaneti doruk noktasına ulaştırdılar
  Devletin has partisi "vurgun" yedi!
  Emperyalist borç düzeni

  Sınıf çalışmasının güncel sorunları/1

  Sınıf hareketi
  Devrimci tutsaklardan ortak açıklama...
  "Gülay Kavak ölümsüzdür!"
  ABD Balkanlar'da hakimiyetini pekiştiriyor

  Meksika'daki Volkswagen grevinin ardıdan

  Ölüm Orucu direnişçilerinden bazılarının sağlık durumu
  OSB'lerde nasıl bir perspektifle çalışılmalıdır?
  Faaliyetlerimizden...
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Derin devletin has partisi "vurgun" yedi!

18 Nisan seçimlerinde basının, Ecevit'in DSP'si ile birlikte dürüstlük abidesi olarak lanse ettiği MHP'nin yaldızları pul pul dökülüyor. Uzun zamandır burjuva basın tarafından da dillendirilen Bayındırlık Bakanlığı'ndaki talanın boyutları son operasyonla gözler önüne serildi. Milliyetçi-mukaddesatçı partinin gürbüz ülkücü bakanının halkın birikimlerini yağmalamada gösterdiği doymazlık düzen tarafından bile dizginlenmesi gereken bir hal almış olmalı. Nitekim bakanlığa yapılan operasyon sonunda 12 bürokrat tutuklandı ve Bakan Koray Aydın uzun uğraşlar sonunda istifa ettirildi. Böylece Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer'den sonra koalisyon hükümeti ikinci bakanını da soygun suçu nedeniyle kurban etmek zorunda kaldı.

Aslında, seçimler öncesinde de çek-senet mafyacılığı, uyuşturucu kaçakçılığı gibi yetenekleriyle ve Türkeş'in aile fertleri arasında ihtilafa yol açan mirasıyla yeterince "temizlik" ve "dürüstlük" örnekleri veren "ülkücü camia" seçimler sonrasında da performansını korumuş, iktidar olmanın nimetlerinden sınırsızca yararlanmıştı. Deprem yardımları depremden hiçbir zarar görmemiş MHP'li belediyelere peşkeş çekilmiş, bu arada örneğin Fethiye Ölüdeniz Belediye Başkanı da gelirindeki anormal artışla dikkat çekerek soruşturma sonucu görevden alınmıştı.

Ancak milliyetçi-mukaddesatçı faşizmin nakite çevrilmesindeki maharetlerin en çarpıcısı son operasyonla açığa çıkan vurgun oldu. Yapı İşleri Müdürlüğü'nün her yıl 300 trilyonu bulan yatırımları sahte ihalelerle belirli firmalara paylaştırılmış, ihaleyi kaybeden firmalara yüzde 5'lik bir "kırım çıması" dağıtılmış, bu ağın içine girmeyi reddeden firmaların başvuru evrakları ise tahrif edilmişti. Soruşturma kapsamındaki müsteşar yardımcısı ve yapı işleri müdür yardımcısının yıllık gelirlerinin 1 trilyona yaklaştığı ortaya çıkmıştır. Soygun o kadar büyük boyutlu ve açık yapılmıştır ki, operasyonu yapanlar müsteşar yardımcısının telefonlarını dinlemeyi gerektirmeyecek kadar açık bulgular olduğunu söylemektedir. Operasyonun açığa çıkardığı bir başka çarpıcı bilgi ise, bakanın ailesi ile kurdurduğu inşaat firmalarının deprem bölgelerindeki yatırımlarına ait yıllık cironun 7 trilyonu bulmasıdır. Bu da operasyonun ucunun bakanın kendisine kadar ulaşması demektir. Fakat bakanın istifa ettirilmesine karşın ufukta bir yüce divan yargılaması görünmemektedir. Böylesi bir operasyonun, daha önce ANAP'a Cumhur Ersümer nedeniyle dürüstlük ve temizlik dersi vermeye kalkan MHP'ye halk nezdinde pahalıya mal olacağı açıktır.

Görünen o ki, bugüne kadar daha çok ANAP üzerinden hatırlanan koalisyonun hırsızlık ayağı kendine yeni bir büyük ortak bulmuş oluyor. Ülkeyi emperyalistlere peşkeş çekme yarışında olanların aynı zamanda bir talan yarışı içinde de oldukları bir kez daha belgelendi.

Tüm bu rezilliğin üstüne tüy diken ise, bakanın bakanlığında yaşanan ve kendisinin de ortak olduğu soygunun sorumluluğunu "eski marksistler"e atmasıydı. Her pisliklerini "vatan uğruna yaptık" ile savunan bir gelenek, soygun maharetlerini de soğuk savaş döneminden kalma ilkel anti-komünist yalanlarla örtmeye kalkmakta ve burjuva basının bile alaylarına hedef olmaktadır.

Devlet Bahçeli'nin bakana ithafen "ben ona ya siyaset ya ticaret dedim" açıklaması ise, gerek MHP'nin pratiğinde gerekse tüm burjuva partilerin pratiğinde tam bir ikiyüzlülük örneğidir. Çünkü emekçiler çok bilir ki, bu ülkede burjuva siyaset aynı zamanda bir ticarettir. Özellikle Özal'cı politikalardan bu yana burjuva siyasal arenada hırsızlık ve soygun tartışmaları hiçbir dönem gündemden inmemiş, ister milliyetçilik, ister din, isterse liberal piyasa pazarlayarak iktidar olsun, bütün siyasal partiler iktidar olanağını kadrolaşmaya ve nakit ciroya çevirmekte gecikmemişlerdir. MHP de '80 sonrasında ele geçirdiği bu fırsatı değerlendirmekte yavaş davranmamış, kendi anladığı biçimiyle "vatan sevgisi"nin talan ve soygunla pekala yan yana olabileceğini göstermiştir. Faşist Bakan Koray Aydın suçu ister basının linç girişimlerine, ister "maksatlı" güçlere, isterse "eski marksistler"e atsın, partisinin yalnızca halka karşı elikanlı bir terör partisi olmadığını, aynı zamanda en az diğer burjuva partiler kadar hırsız ve yağmacı olduğunu göstermiştir. Tıpkı Kürt halkına, devrimcilere karşı bir demagojiden başka bir şey olamayan "milliyetçiliği"nin ABD ve İMF karşısında köpekçe bir yaltaklanmaya dönüşmesi gibi.

Burjuva siyaseti bugün bütün kanatlarıyla birlikte iflas etmiş, halk nezdinde itibarı beş paralık olmuştur. Ancak eksik olan devrimci politik müdahaledir. Bu çürümüşlüğün ve pisliğin tek alternatifi ise yalnızca sosyalizmdir.

 


 

Kamu emekçi hareketinde son durum üzerine...

Sınıfa karşı sınıf ekseninde örgütlenen
taban inisiyatiflerinin önemi artıyor

Kamu emekçilerinin 11 yıllık mücadelesinin bir çırpıda satıldığı, sendikaların statüsünün dernek haline getirildiği yasa birçok olumsuz sonuçlarıyla beraber yürürlükte. KESK bugün bu yasayı aşma değil, tümüyle kendisini ona göre örgütleme çabasındadır. Oysa kamu emekçilerinin hiçbir biçimde bu yasayı ve sonuçlarını kabul etmemeleri gerekmektedir. Kamu emekçilerinin bu yasa sonrası mücadele ekseni, grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı ile beraber sınırsız grev ve genel grev hakkı, tüm ücretli emekçileri kapsayacak ortak demokratik bir iş yasası talepleri olmalıdır.

Bugün kamu çalışanlarının içinde bulunduğu tüzük hazırlama sürecinde geçmişte yaşanan delege kapma, siyasi grup ittifakları ile oluşturulan sendika yönetimleri mantığı halen devam etmektedir. Bu mantık çok daha kaba biçimlerde ve kirlice sonuçlar üretmektedir.

Kamu emekçileri bu sürecin önüne geçmek için, taban insiyatifini geliştirmeli, örgütlü bir şekilde sendikal bürokrasiyi yoketmeye çalışmalıdırlar. Söz ve karar hakkı işyeri örgütlülükleri üzerinden yükseltilmelidir. İşyeri temsilcilerinin oluşturduğu kurullar karar organları, yönetim kurulları yürütme organları olmalıdır. Tüm seçimler bu işyeri örgütlülükleri üzerinden yapılmalı, delegelik sistemine son verilmelidir. Seçimle gelen yöneticilerin maaşı diğer emekçilerin maaşını geçmemelidir. Kamu emekçileri işyerlerinden doğru yönetim kurullarını denetlemelidirler. Kamu-Sen'in işbirlikçi yüzü her fırsatta teşhir konusu yapılabilmeli, KESK içerisindeki teslimiyetçi tutumlar da tartışma konusu yapılıp mahkum edilmelidir.

Kamu emekçilerinin temel mücadele yöntemi fiili-meşru militan mücadeledir. Mevcut yasal sınırları parçalamak mücadelenin temel hedeflerinden biri olmalıdır.

Kamu emekçileri toplumsal yaşamın tüm alanlarındaki gerici-şoven ve faşist uygulamalara, devlet terörünün her türüne karşı aktif tutum almalı, tüm anti-demokratik uygulamalara karşı hizmet üretiminden gelen gücü temel alan bir direniş çizgisi oluşturmalıdırlar.

Ekonomik-sosyal, özlük ve sendikal taleplerin tümü siyasal-demokratik talepler ile bütünlük içinde ele alınmalı ve tüm çözümler emekçi düşmanı sistemin değiştirilmesine bağlanmalıdır.

Sendikalar sosyalist mücadelenin bir okulu olarak görülmelidir. Emekçiler tüm bu emek düşmanı politikaların temsilcisi olan sermaye sınıfına karşı işçi sınıfının yanında mücadeleye çağırılmalıdır. Aksi takdirde işçi sınıfından uzaklaşan ve onu dıştalayan bir mücadele, sermayenin işini kolaylaştıracaktır.

Sermayenin tüm saldırıları birlik ve dayanışmayla gerçekleşen bir direnişle göğüslenebilir. Bunu gözardı etmek isteyen bazı sendikacılar emekçilerin mücadelesini karartmaktan öteye gidemez ve mücadelenin önüne engel olurlar. Bu yüzden saldırılara karşı genel bir direniş örgütlemek için işçilerin eylemlilikleri bir ilgi odağı yapılabilmeli ve onlara yapılan saldırılara karşı aktif tutum alınmalıdır. Çünkü sermayenin tüm politikaları bir birinden bağımsız ele alınamaz.

Tüm sorunların tek ve kalıcı çözümü, sorunların kaynağı olan sınıfın ortadan kalkmasıyla mümkündür. Her karşı çıkışı, her eylemi, her direnişi bu eksene oturtmak ve buna bağlamak sosyalist kamu emekçilerinin en temel görevidir. Kamu emekçileri bu çözüme ulaşabilmek için işçi sınıfı önderliğinde birleşmelidirler.

S. Uğur/Kamu emekçisi