25 Ağustos '01
Sayı: 23


  Kızıl Bayrak'tan
 " Ulusal güvenlik" ve ordu yalakalığı

  Kapitalizm savaş demektir, barış sosyalizmle gelecek!

  Sermaye ve sendika ağalarının ortak saldırısı...

  İHD Raporu'ndan: "işkence ve keyfi uygulamalar yoğun şekilde devam ediyor"
  ESK ve sendikalar: "Toplumsal uzlaşma mı, suç ortaklığı mı?"
  Deprem gerçeği, devlet gerçeği
  Sınıf hareketi
  Küresel ısınma/2

  Türk dış politikası üzerine/3

  Hacıbektaş Şenliği'ne devrimci müdahale...
  Emperyalistlerin Balkanlar'daki kirli oyunları sürüyor...
  Uluslararası hareket
  Ölüm Orucu Direnişi ile dayanışma etkinlikleri
  PKK-DÇS: "Ulusal güvenlik" tartışmaları...
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

17 Ağustos depreminin 2. yıldönümü
etkinliklerinin gösterdikleri

"Unutmadık, unutturmayacağız!"

Bu slogan depremin 1. yıldönümünde olduğu gibi 2. yıldönümünde de tüm etkinliklerde öne çıkan slogan oldu. Deprem bölgesindeki demokratik kitle örgütlerinin olduğu kadar, devlet kurumlarının da en çok kullandığı slogandı.
Bölge dışında bu sloganın sık sık kullanılması birçok kurum ve kuruluş için bir ikiyüzlülüğü anlatıyordu. Özellikle bölge halkını kendi kaderiyle başbaşa bırakan, depremin yıkımına bir de krizin yıkımını ekleyen devlet ve kapitalistler açısından tam bir utanmazlık örneği idi. Deprem bölgesindeki halk çoktan unutulmuştu. Verilen onca vaadin arkası gelmemiş, insanlar aç ve açıkta bir yaşama mahkum edilmişlerdi. İçeriden ve dışarıdan gelen yardımlar iç edilmiş, başta devlet olmak üzere soyguncular takımının kasasına aktarılmıştı.

Bölge halkı devlet tarafından ancak depremin yıldönümünde hatırlandı. Bu da bolca demagoji ve şaaşalı kurdela kesme törenleriyle sınırlıydı. Birkaç güne sığan bu "hatırlama" gösterilerinden sonra, bölge gelecek yıla kadar "unutulmak" üzere terkedildi.

17 Ağustos etkinliklerine bakıldığında, ilk bakışta karmaşık ve bir o kadar da kalabalık bir etkinlikler tablosu görülüyor. Bu etkinlikler, sünnet törenlerinden protesto gösterilerine kadar uzanıyor ve tüm illere yayılıyor. Ayrıca etkinliklerin düzenleyicileri ve katılımcıları açısından da aynı karmaşa ve yaygınlık sözkonusu. Devletten yerel derneklere kadar birçok kurum ve kuruluş bu etkinliklere katılıyor, düzenleyicisi oluyor. Bu belirsizliği ortadan kaldırmak için, katılımcıları konumları ve politik tutumları çerçevesinde ayrıştırmak gerekiyor.

Etkinliklerin düzenleyici ve katılımcılarını üç gruba ayırabiliriz. Birincisi devlettir. İkincisi, kendilerini sivil toplum kuruluşu olarak adlandıran oluşumlardır. Üçüncüsü ise bu STK'larla zaman zaman birlikte hareket eden deprem dernekleri ve sendikalardır. Bu üç grup üzerinde ayrı ayrı durarak, etkinliklerdeki konum ve tutumlarını ortaya koyalım.

Devletin sorumluluğunu
saklama çabası

Devletin hesapları ve yaklaşımı biliniyor. Sermaye devleti, bölgedeki yıkımın ve sonrasında bitmek bilmeyen kırımın biricik sorumlusudur. Devlet bu etkinlikleri, sorumluluğunu gizlemenin, bölge halkının bilincini bulandırarak aldatmanın bir vesilesi olarak görmüş, buna uygun davranmıştır. Devlet tarafından düzenlenen etkinlikler de bu kirli hesapların damgasını taşımıştır.Bu gerek devletin yıkımın sorumluluğunu üzerinden atmaya dönük yaklaşımında, gerekse etkinliklerin biçiminde tüm açıklığıyla görülmüştür.

Devlet etkinliklerde sorumluluğunu gözlerden saklamak için geniş çaplı bir bilinç bulandırma çabası sergilemiştir. Bu doğrultuda onbinlerce afiş, bez afiş, kokart hazırlamış ve dağıtmıştır. Bu araçlarda öne çıkarılan sloganlarsa şunlardır; "Unutmadık, unutturmayacağız, unutanları uyaracağız!", "Unutmayın, deprem değil bina öldürür!" vb.

Kullanılan bu sloganlar gerçekte tam bir arsızlık örneğidir. Yaşanan yıkımda devletin sorumluluğu gizlemeye çalışılmakta, depremin sorumluluğu çürük binalara yüklenmektedir.

Devletin hesaplarının yalın bir biçimde açığa çıktığı etkinlik biçimlerinden bir diğeri ise 5-6 ilde okutulan mevlitler ve sünnet törenleridir. Böylece deprem yıkımı Allah'a havale edilmekte, yani dinsel gericilik silahı kullanılmaya çalışılmaktadır. Özellikle bölgede yapılan anketlerde bölge halkının yüzde 71'inin depremi "Allah'ın cezası" vb. olarak gördükleri düşünülürse, bu gerici silahın etkisi ve işlevi de açıkça görülür. Böylece devlet bir yandan sorumluluğundan sıyrılma çabasındadır, diğer yandan halkı gericiliğin karanlık kuyusunda boğmaya çalışmaktadır.

Devletin bir başka etkinliği ise göz boyama amacıyla yapılanlardır. Buna örnek olarak depremin günah keçisi Veli Göçer'in gözaltına alınmasını verebiliriz. Bilindiği gibi, depremin ardından günah keçisi yapılıp tutuklanan Veli Göçer sonra serbest bırakılmıştı. Depremin yıldönümünde yeniden gözaltına alınmasıyla, devletin gerici hesapları doğrultusunda düzenlediği etkinlikler dizisi tamamlanmış oldu.

STK'lar toplumsal öfkeyi yumuşatıcı
bir rol oynadılar

Yıldönümü etkinliklerinde öne çıkan ikinci grup "Sivil Toplum Kuruluşları" oldu. Birçok bölgede sayıları onlarla ifade edilen bu kuruluşların etkinlik programı; ışık yakma, kurdela-kokart takma, insan zinciri oluşturma vb.'inden ibaretti. Aydın ve liberal çevrelerden liberal sol güçlere kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan bu "kuruluş"lar, etkinliklerinde "Unutmadık, unutturmayacağız!" sloganını öne çıkardılar. "STK"lar her ne kadar "vatandaşı örgütlenmeye" çağırsalar da devleti karşılarına almıyorlar, tam tersine, gerek soruna yaklaşımları gerekse eylem biçimleriyle, emekçi halkın öfkesini yumuşatma ve boşaltma işlevini görüyorlar.

"STK"ların bir bölümü zaten dünyadaki örneklerinde olduğu gibi devletle organik ilişki içerisindeler. Büyük bir bölümü ise soruna salt insani duyarlılık üzerinden vicdani rahatsızlıklarını gidermek çerçevesinde yaklaşıyorlar. En azından yaklaşım ve tutumlarıyla bu böyle. Şunu da belirtelim ki, "STK"ların büyük bölümü için deprem bölgesinin "hatırlanması", tıpkı devlet gibi depremin yıldönümü çerçevesindedir.

Mitingler ve protesto gösterileri

Üçüncü grup olarak, deprem bölgesinde bizzat depremin yıkımı üzerinden kurulmuş olan dernekleri, yanısıra bazı sendikal örgütlenmeleri gösterebiliriz. Bu örgütlerin ayırdedici yanı, "hatırlama"nın yıldönümüyle sınırlı olmamasıdır. Bölge halkının duyarlılığı ve öfkesine dayanmakta, onun basıncı ile hareket etmektedirler. Örneğin Adapazarı'nda yıldönümü etkinliklerinin bir ay öncesinden protesto gösterileri düzenli yürüyüşler biçiminde yapılmaktadır. Devletin duyarsızlığı ve yardımların iç edilmesi temel protesto konusudur. Yanısıra, eylem ve etkinliklerde bölge halkının başlıca iki sorunu olan ev ve iş talepleri yükseltilmektedir. Bu talepleri "STK"ların düzenlediği etkinliklerde görmek mümkün değildir.

Derneklerin ve sendikaların bu konumu, yıldönümü etkinliklerinde de açık ifadelerini bulmuştur. Yıldönümü etkinlikleri ağırlıklı olarak protesto gösterilerinden oluşmuştur. Protestolarda devletin yıkımdaki sorumluluğu öne çıkarılmış, bölge halkının talepleri dillendirilmiştir. Örnek olarak, deprem derneklerinin Ankara yürüyüşü ve gösterileri, Kocaeli ve Sakarya'da düzenlenen mitingleri verilebilir.

Ankara yürüyüşü sınırlı bir katılımla gerçekleşmiş olsa da, gerek devletin hedefe alınması, gerekse istemler konusundaki netlik açısından önem taşımaktadır. İlk kez böyle bir eylem vesilesiyle, deprem bölgesinin en bilinçli ve örgütlü kesimleri üzerinden bölge halkının istemleri bütünlüklü ve net biçimde öne sürülmüştür. Bu, bölgedeki bir önceki yıldönümü etkinlikleriyle karşılaştırıldığında, bilinç ve örgütlenme planında yaşanan gelişim düzeyini ortaya koymaktadır.

Kocaeli ve Sakarya mitingleri düzenleyicileri açısından birbirlerinden farklılıklar taşımaktadır. Kocaeli mitinginin örgütleyicisi Kocaeli Sendikalar Birliği iken, Sakarya'da içerisinde "STK"ların da olduğu geniş bir bileşimdir. Bu mitinglere devletin yerel yöneticileri de dahil olmak üzere hiçbir resmi görevlinin katılmamış olması dikkat çekmektedir. Mitingler böylece etkinliklerdeki farklı konum ve tarafların çarpıcı bir aynası olmuştur.

Emekçi halkın öfkesi akacak kanal arıyor

Şu yeterince açıktır ki, miting ve protesto gösterilerinin örgütleyicileri önemli zaaf ve eksiklerle yüzyüzedirler. Öncelikle politik planda devlet ve düzenle bir kopuşma içerisinde değillerdir. Bu gerçek, özellikle yaklaşımlarında ve devletin yerel kurumlarıyla girilen ilişkilerde açığa çıkmaktadır. Ayrıca bölge halkını arkalarında sürükleyecek yetenekte değillerdir. Elbette bunda bölge halkının biliç planında yaşadığı gerilik ve bundan temellenen çaresizlik duygusunun önemli bir payı vardır. Bu gerçek kendisini protesto gösteri ve mitinglerinde de göstermiş, sorunların ağırlığı düşünüldüğünde, katılım zayıf kalmıştır. Ve bu çaresizlik bölge halkını kaderci, dinsel gerici eğilimlere açık hale getirmiştir. Bunu aşmanın yolu, bölge halkını talepleri çerçevesinde birleştirip mücadele saflarına katacak etkin bir kitle çalışmasıdır. Elbette bu da önemli ölçüde sınıf hareketindeki mevcut durgunluğun parçalanmasına bağlıdır. Yani buzun kırılıp, patlama düzeyine ulaşmış toplumsal öfke dinamiklerinin önünü açmasına ...