25 Ağustos '01
Sayı: 23


  Kızıl Bayrak'tan
  "Ulusal güvenlik" ve ordu yalakalığı

  Kapitalizm savaş demektir, barış sosyalizmle gelecek!

  Sermaye ve sendika ağalarının ortak saldırısı...

  İHD Raporu'ndan: "işkence ve keyfi uygulamalar yoğun şekilde devam ediyor"
  ESK ve sendikalar: "Toplumsal uzlaşma mı, suç ortaklığı mı?"
  Deprem gerçeği, devlet gerçeği
  Sınıf hareketi
  Küresel ısınma/2

  Türk dış politikası üzerine/3

  Hacıbektaş Şenliği'ne devrimci müdahale...
  Emperyalistlerin Balkanlar'daki kirli oyunları sürüyor...
  Uluslararası hareket
  Ölüm Orucu Direnişi ile dayanışma etkinlikleri
  PKK-DÇS: "Ulusal güvenlik" tartışmaları...
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

"Ulusal güvenlik" ve ordu yalakalığı

İşbirlikçi düzen cephesinde patlak veren ve son MGK toplantısıyla şimdilik yatışmış görünen "ulusal güvenlik" tartışması, burjuva gericilik cephesindeki iç sıkıntıları dışa vurmanın yanısıra, reformist soldaki ideolojik çürümenin ve gericileşmenin bir kez daha görülmesine de iyi bir vesile oldu. Bunun karşıt uçlardaki temsilcilerinin Perinçekçi İP ile PKK eksenli teslimiyetçi Kürt cephesi olduğu bilinmektedir. Gelinen yerde kendi bağımsız konum ve kimliklerini tümden yitirmiş bulunan bu akımlar, artık, düzen içi çatlaklarda politika yapmaktan öteye, bizzat bu çatlağı yaşayan düzen kuvvetlerinin birer uzantısı durumuna düşmüşlerdir ve bu çizgide hareket etmektedirler. Dahası büyük bir utanmazlıkla sol adına onlara avukatlık ve amigoluk yapmaktadırlar.

Perinçekçi İP son tartışmalar üzerinden bu konum ve tutumu bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Parti Genel Başkan Yardımcısı Hasan Yalçın, 10 Ağustos '01 tarihli açıklamasında, Genelkurmay bildirisini "Cumhuriyet Devrimi kuvvetlerinin", dolayısıyla İP'in "programı" ilan etti. Hasan Yalçın'a göre, 28 Şubat'la birlikte "dinci gericiliğe karşı mücadelede bin yıllık kararlılığını ortaya koyan" ordu, 7 Ağustos bildirisiyle de "bu programa, emperyalizme karşı mücadele boyutu kazandırıyor". "28 Şubat Cumhuriyet Devriminin ikinci atılımıydı. 7 Ağustos bu atılımın önemli bir aşamasıdır." "Böyle olması da kaçınılmazdı zaten. Çünkü büyük irticaya karşı mücadele etmeksizin küçük irticaya karşı mücadeleyi kazanmak mümkün değildir. Emperyalizm bütün gericiliklerin kaynağı ve merkezidir."

Artık saflar netleşmiştir diyen açıklama, "Programlar açıklanmış ve taraflar mevziye girmişlerdir. ... Bir tarafta ABD ve AB ile Türkiye'deki işbirlikçileri, karşılarında Türkiye'nin Cumhuriyet Devrimi kuvvetleri." sözleriyle sürüyor. "Karar günlerine doğru" ilerleyen Türkiye bir yol ayrımındadır. "Ya sömürge olacaktır, ya bağımsız bir cumhuriyet." "Cumhuriyet Devriminin ordusu vardır. Sorun ulusal bir meclis ve ulusal bir hükümet hazırlamaktır...."
Bu görüşler silsilesi dört dörtlük bir ideolojik çürüme örneğidir. Bu adamlar bilimsel sosyalizmin toplumsal ve sınıfsal ilişkilerden soyutlanmış temel tezlerini ve Türkiye'nin temel gerçeklerini gerçekten bilmeyen kişiler olsalar, bütün bu söylenenleri bilgisizliğin ve derin bir subjektivizmin göstergeleri sayıp geçmek mümkün. Oysa bütün bunları çok iyi bildikleri halde, oturup böyle konuşabiliyorlar. Burada bir bilgisizlik değil, fakat düzen içi burjuva milliyetçi bir konuma oturmuş olmanın getirdiği çok bilinçli bir gerici tutum ve tercih var.

Bilimin gerçeklerini bilmiyor olamazlar; zira geçmişten beri ve yakın zamana kadar bu konuda yazıp söyledikleri ortada. Perinçek'in her kitabının arkasına eklenen "Doğu Perinçek'in kitapları" listesinde, "Kıvılcımlı'nın burjuva devlet ve ordu teorisinin eleştirisi" kitabı da yeralmaktadır. Perinçek bu kitaptaki makaleleri kaleme alırken, ortada henüz ne 12 Mart ne de 12 Eylül faşist darbesi vardır. Kıvılcımlı'nın karşı karşıya bulunduğu ordu, 27 Mayıs darbesini yapmış ve kendi içinde "ilerici" olmak iddiasındaki bir dizi oluşuma kaynaklık etmiş bir ordudur. Yani temel önemdeki yanılgılarının ve gerici tezlerinin kendine göre hafifletici bazı konjonktürel nedenleri de vardır.

Bu orduya umut bağlamış Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yı 1971'deki yazılarında yerden yere vurmuş olan Perinçek, 12 Mart'ta ve 12 Eylül'de Amerikan emperyalizminin tam denetimi ve yönlendirmesi altında yaptığı iki faşist darbeyle ilerici akımları ve halk hareketini ezmiş ve 12 Eylül'den bu yana da yeni bir halk hareketi çıkışını her yolla dizginlemeye çalışan bugünün Amerikancı ordusunu "Devrimin ordusu" ilan edebilecek kadar, gerçeklerden kopuyor demeyeceğiz, daha da ötesi, alçalıp yerlerde sürünüyor. 1970'lerde kurulu düzenin devleti ve ordusu hakkında halk kitleleri içerisinde hayaller yaymanın burjuvaziye tam boy bir uşaklık demek olduğunu savunan Perinçek, bugün aynı düzen ordusunu göklere çıkarıyor, "Devrimin ordusu" ilan ediyor, emekçileri bu ordu etrafında kenetlenmeye çağırıyor. Bu uğurda dünya devrimi tarihini de en tiksinti verici biçimde döne döne tahrif etmekten çekinmiyor. Tümü de kurulu düzenlere ve dolayısıyla bu düzenlerin mevcut ordusuna karşı mücadele içinde ortaya çıkmış yeni devrim ordularını örnek vererek, "her devrimin bir ordusu vardı" diyor ve bunu bugünkü Amerikancı düzen ordusunu "devrimin ordusu" olarak sunmanın ve yutturmanın dayanağı olarak kullanmaya çalışıyor.

Sorun Perinçek'in '70'lerde kalmış ve o zaman bile gerçek bir inanç ve samimiyetten yoksun görüşlerinden ibaret olsa gene neyse. Ama aynı Perinçek daha '90'lı yılların başında, 28 Şubat'tan yalnızca 4.5 yıl önce, "Kemalist devrim"le kurulan bugünkü cumhuriyetin gelinen yerde artık çürüyüp iflas ettiğini, onu yeniden diriltmenin tarihsel bir imkanı bulunmadığını, gündemde yeni bir cumhuriyet bulunduğunu söylüyordu.
1920'lerin cumhuriyetinden geriye ilerici tarihsel mirasından başka bir şey kalmadığını vurgulayan Perinçek, sözlerine şöyle devam ediyordu: "Bu cumhuriyet 1990'larda ihtiyar, bitkin, gelecekle hesaplaşan, ufku kapanmış, konrt-gerillacı ve militarist bir karakter kazandı." "İkinci Cumhuriyet" arayışlarını bir "onarım girişimi" olarak tanımlayan Perinçek, bu projenin bir şansı olmadığını, zira bu cumhuriyetin bir onarım değil fakat tarihe gömülmeyi beklediğini söylüyor ve net sözlerle ekliyordu: "Yeni bir cumhuriyet ancak Emekçi Cumhuriyeti olabilir."

Çürüyen ve gömülmeyi bekleyen cumhuriyeti "tarihe havale edecek kuvvetler"i sıralarken de, ilk sırayı işçi sınıfını, ikinci sıraya "Kürt halkının eşitlik, özgürlük ve gönüllü birlik" mücadelesini, ve üçüncü sıraya ise köylülüğü koyuyordu. "Kemalist Devrim-1/Teorik çerçeve" kitabına yazılan uzun önsözden özetlediğimiz bu görüşler, aynı yerde çok net ve Perinçek'in bugünkü çizgisiyle karşılaştırıldığında ibret verici bir görüntü ortaya çıkaran şu tespit ile birleşiyordu: "Kemalizm, rolünü oynamış ve tarihte kalmıştır."
Bu düşünce çizgisini alıp yalnızca 4.5 yıl sonraki 28 Şubat sonrası çizgiyle karşılaştırırsanız, ideolojik ilkesizliğin, çürümenin ve iflasın tablosunu bulursunuz. Perinçek'in düşünsel dürüstlüğün ve tutarlılığın zerresinden nasiplenmediğini görürsünüz.

***

Türk ordusu tipik bir düzen ordusudur. Kurulu düzenin sadık bir bekçisidir; bunu kendi temel misyonu olarak tanımlamakta, her vesile ile bununla övünmektedir. Onun "ulusal güvenlik" kaygısı "dış tehdit"lerden çok "iç tehdit"lere yöneliktir. Son 40 yıldır ve özellikle de 12 Eylül'le birlikte önünü bizzat açtığı dinsel gericiliğin kontrolden çıkmış olmasına getirdiği "balans ayarı" sayılmazsa, hedef haline getirdiği değişmez "iç tehdit", şaşmaz biçimde ilerici halk hareketleri ve bu zeminde yeşeren ilerici ve devrimci akımlardır. Türkiye'nin sert sınıf mücadeleleriyle geçen son 40 yılı buna en bariz biçimde tanıklık etmektedir. Düzen ordusu bu ülkede özgürlüğe yönelik her türlü çıkışın, her türden demokrasi mücadelesinin baş düşmanı ve baş engeli durumundadır. Türkiye'de yaşayıp da bunu bilmezlikten ve inkardan gelmek tam bir gericiliktir.

Düzen ordusu bağımsızlığın güvencesi olmak bir yana, Amerikancı ve NATO'cu bağımlılık ilişkilerinin sadık bekçisidir. Türkiye'de '60'lı yıllarda patlak veren büyük anti-emperyalist dalga son 40 yıl içerisinde bu ordu tarafından döne döne ezilmiştir. Emperyalist köleliğe karşı, üstelik kitleler içerisinde varolan tüm öfkeye rağmen, bügün hala aşılamayan edilgenliğin gerisinde tam da bu ordunun geçmişten bugüne kadarki kanlı icraatı vardır.

Bu orduyu, salt "ekonomik teslimiyetçilik"ten söz etti diye anti-emperyalist ilan etmeye kalkmak arsızlığın ta kendisidir. Bu ülkede, düştüğü utanç verici konumdan hareketle mevcut hükümeti İMF'ye teslimiyetle suçlamayan burjuva muhalefet partisi ya da akımı kaldı mı ki? Amerikancı Çiller bile bunu sabah akşam tekrarlayıp durmuyor mu? Kendi ayrıcalıklarını sınırlamaya yönelik iğreti bir girişime karşı bunu yapanları "ekonomik teslimiyetçilikle" suçlamak, kendi de bir parti gibi hareket eden ve burjuva siyasetine boğazına kadar batmış bulunan ordunun basit bir demagojisinden öteye ne anlam taşıyabilir ki? Bu ordunun İMF'nin ülke ve emekçiler için yıkımı ifade eden programlar karşısındaki tutumu, her ay yinelenen MGK toplantılarından belli değil midir? Emperyalist küreselleşmenin kendisine değil de bunun bu denli teslimiyetçi bir çizgide olmasına, üstelik salt demagojik niyetlerle edilen bir sözü alıp, "Küreselleşmenin, yani emperyalizmin hedef alınması bu programın (Genelkurmay'ın 7 Ağustos bildirisinin!!) belki de en önemli özelliğidir" diye sunmak arsızlıktan öte her türlü sınırı aşmaktan başka bir anlama gelir mi?

Bu ordunun emperyalizme bakışının ne olduğunu görmek için hiç de güncel ayrıntılara gerek yok. Bu tutumun ne olduğu, bizzat bu ordu tarafından hazırlanan ve dayatılan "Milli Siyaset Belgesi"nde yeterli açıklıkta yer almaktadır. Bu belge emperyalizme sadakatin bir belgesidir aynı zamanda; bunu vurgulamakla kalmıyor, mevcut bağımlılık ilişkilerinin daha da pekiştirilmesini öngörüyor. "Özelleştirmenin hızlandırılması"nı tutup bu belgede kayda geçirmenin başka bir anlamı olabilir mi? Bu, bu kadar açıkken ötesindeki her lafın iğne ucu kadar bir değeri olabilir mi? Bu ordu Amerikan emperyalizminin bugün tüm dünyaya müdahale aracı olarak kullanmaya kalktığı NATO'nun ikinci büyük ordusu değil midir? Tam da bu ordunun damgasını taşıyan antlaşmalarla Türkiye topraklarının her yanı ABD ve NATO üs ve tesisleriyle donatılmamış mıdır? İncirlik Üssü Irak halkına karşı bu orduya rağmen mi kullanılıyor? Bu ordu halihazırda Balkanlar'da emperyalizmin bir müdahale gücü olarak hareket etmiyor mu? Ortadoğu halklarına karşı ABD-İsrail ile mihver kuran ve daha bir ay önce Konya Ovası'nda onlarla birlikte saldırgan askeri tatbikatlar yapan bu ordu değil midir? 7 Ağustos bildirisinden yalnızca 4 gün sonra, NATO'yu (dolayısıyla ABD'yi!) kurulmakta olan AB ordusuna karşı "en büyük koz" ve en temel politika ilan eden bu ordu değil midir?

Türkiye'nin gözler önündeki bu temel gerçekleri karşısında Perinçekçi safsatanın zerre kadar bir değeri yoktur. Bu ülkede gerçek bir demokrasi mücadelesi kadar gerçek bir bağımsızlık mücadelesinin temel engeli mevcut düzen ordusudur. Dolayısıyla bu mücadelenin baş hedefi de o olmak durumundadır.

Perinçekçiler'in "Devrim ordusu" cilasıyla düzen ordusu hakkında gerici hayaller yaymaları, devrime yeminli bir düşmanlıktan başka bir anlam taşımaz. Bu çizgi bu çeteyi her türlü devrimci akıma ve bu arada Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı tam bir düşmanlık çizgisine düşürmüş bulunmaktadır. Perinçekçi parti bugün bu ülkede şoven bir milliyetçiliğin ve saldırgan bir militarizmin baş sözcülüğünü ve avukatlığını yapmaktadır. Bu konuda giderek MHP ile yarışacak bir konuma kaymaktadır. Ordu yalakalığı, salt ordu kaynaklı olduğu için hapishane katliamlarını alkışlamaya, F tipi tecrit ve işkence hücrelerine destek vermeye kadar varmıştır.
Bu çizginin sonu bataktır demek bile yetersiz kalıyor artık; zira Perinçekçi parti halihazırda zaten boğazına kadar bu batağın içinde debelenmektedir.