25 Ağustos '01
Sayı: 23


  Kızıl Bayrak'tan
 " Ulusal güvenlik" ve ordu yalakalığı

  Kapitalizm savaş demektir, barış sosyalizmle gelecek!

  Sermaye ve sendika ağalarının ortak saldırısı...

  İHD Raporu'ndan: "işkence ve keyfi uygulamalar yoğun şekilde devam ediyor"
  ESK ve sendikalar: "Toplumsal uzlaşma mı, suç ortaklığı mı?"
  Deprem gerçeği, devlet gerçeği
  Sınıf hareketi
  Küresel ısınma/2

  Türk dış politikası üzerine/3

  Hacıbektaş Şenliği'ne devrimci müdahale...
  Emperyalistlerin Balkanlar'daki kirli oyunları sürüyor...
  Uluslararası hareket
  Ölüm Orucu Direnişi ile dayanışma etkinlikleri
  PKK-DÇS: "Ulusal güvenlik" tartışmaları...
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kızıl Bayrak'tan

23 Ağustos akşam haberleri. CNN Türk, Ölüm Oruçları sona eriyor manşetiyle bir habere giriyor. Ayrıntıda da Sincan'daki tutukluların Ölüm Orucu'nu bıraktıkları, burada direnişi sürdüren sadece 1 tutuklu kaldığı açıklanıyor. Bu medya organı bu haberi, her zaman olduğu gibi, kesin bir doğruluk ifadesiyle veriyor. Sanki haberi Sincan'dan, tutuklularla görüşerek hazırlamışlar gibi. Oysa yine her zamanki gibi alakası yok. Medya habercilik falan yapmıyor. Sadece sahibinin sesini duyuruyor. Tıpkı 19 Aralık katliamında olduğu gibi. Hatırlanırsa, cezaevlerine kilometrelerce uzakta oldukları, görüntü bile alamadıkları halde "tutukluların ateşli silahlarla karşılık verdiği" türünden ifadeleri nasıl da büyük bir kesinlik ve doğruluk havasında kullanmışlardı...

Ancak çok fazla zaman geçmiyor. Yarım saat içinde farklı bir kanaldan farklı bir haber yayınlanıyor. Olay aynı ama haber çok farklı. Sincan cezaevinde Ölüm Orucu direnişine destek amacıyla açlık grevi yürüten bir grup tutuklu bu eylemlerine son vermiş. Ölüm Orucu direnişçileri cephesinden yaşanan her hangi yeni bir gelişme yok. Ne zorla, ne gönüllü olarak direnişe son veren tek bir kişi yok. Ama medya bu gelişmeyi alıyor, Ölüm Orucu direnişini zayılatacağını düşündüğü bir şekle büründüren bir habere dönüştürüyor.

Medyanın, bu "sahibinin sesi" görevini sadece devrimcilere karşı üstlenmediği, sistemin ihtiyacına göre herkese, her çevreye yöneltilebilen bir silah olarak emre amade beklediği biliniyor. Gün geliyor bir grev ya da direnişi karalamak için, gün geliyor bir kurumun özelleştirme yolunu düzlemek için kullanılıyor. Sistem sağlık sigortası hakkını gaspetmek, sağlıkta özelleştirmeyi yaygınlaştırmak, sağlık hizmetlerini tasfiye etmek mi istiyor? Bakıyorsunuz medyada bir karalama kampanyası açılmış. SSK'da yolsuzluklar, devlet hastanelerinde vatandaşın çektiği eziyetler, doktorların, sağlık emekçilerinin görevlerini ne kadar ihmal ettiği... yeni bir olay, yeni bir gelişme gibi sayılıp dökülüyor.

Sincan haberinin yapıldığı geçtiğimiz haftanın böyle bir başka kampanyası da yeni kurulan "Yenilikçi" din partisinin başkanı Tayyip Erdoğan'a karşı yürütülüyordu. Yani medya silahı, kapsamı son derece geniş tutulan, esasta sistemin kendini tahkim ihtiyacına göre hedefleri belirlenen bir güçtür.

Sistemin elinde silaha dönüşen bu güce karşı, işçi sınıfı ve emekçilerin sesini, sorunlarını duyuracak, medya saldırılarının bir nebze de olsa püskürtülmesini sağlayacak tek güç devrimci basındır. Tüm devrimcilerin devrimci basının işlevine biraz da bu gözle bakması, son derece sınırlı imkanlarla ve çok zor koşullarda yayımı sürdürülebilen gazete ve dergilerimizi, tıpkı düzenin yaptığı gibi, işçi sınıfı ve emekçiler cephesinden düzene yöneltilmiş bir silah gibi kullanabilmeleri gerekiyor. Bu görev, "devrimci basın devrimci basın çalışanları tarafından çıkarılır" bakışını terketmeyi, yayına her türlü katkıyı temel bir devrimci sorumluluk olarak üstlenmeyi gerektiriyor. Bu görev, gazete ve dergilerin en yaygın dağıtımı için daha fazla güç ve emek harcamayı gerektiriyor...