25 Ağustos '01
Sayı: 23


  Kızıl Bayrak'tan
 " Ulusal güvenlik" ve ordu yalakalığı

  Kapitalizm savaş demektir, barış sosyalizmle gelecek!

  Sermaye ve sendika ağalarının ortak saldırısı...

  İHD Raporu'ndan: "işkence ve keyfi uygulamalar yoğun şekilde devam ediyor"
  ESK ve sendikalar: "Toplumsal uzlaşma mı, suç ortaklığı mı?"
  Deprem gerçeği, devlet gerçeği
  Sınıf hareketi
  Küresel ısınma/2

  Türk dış politikası üzerine/3

  Hacıbektaş Şenliği'ne devrimci müdahale...
  Emperyalistlerin Balkanlar'daki kirli oyunları sürüyor...
  Uluslararası hareket
  Ölüm Orucu Direnişi ile dayanışma etkinlikleri
  PKK-DÇS: "Ulusal güvenlik" tartışmaları...
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye ve sendika ağalarının ortak saldırısı...

Yeni saldırı dalgası ancak
birleşik bir mücadeleyle püskürtülebilir!

Sermaye sınıfının 22 Şubat krizi sonrasında işçi ve emekçilere dönük yoğunlaştırdığı saldırı dalgası, sınıfın tarihsel kazanımlarını gaspetmeyi amaçlayan yeni adımlarla yayılıyor. Kasım krizinden bugüne iki milyon işçinin işten atılması, örgütlü-örgütsüz tüm işyerlerinde yaygınlaşan hak gaspları, kronikleşen ücretsiz izinler, zamlar vb. biçimler altında krizin tüm yükünü emekçilere ödeten sermaye sınıfı, bunlarla da yetinmiyor. Geçmiş toplusözleşmelerden doğan hakların gaspedilmesi, kıdem tazminatının kaldırılması ve esnek çalışmanın yaygınlaştırılması amaçlı yeni bir saldırı dalgası daha başlatmış bulunuyor.

Kuşkusuz, faturanın emekçi sınıflara ödetilmesinin gerisinde sermaye ve hükümetin becerikliliği değil, sendika ağalarının ihanetinin derinliği vardır. Bu ihanetçi çete şimdilerde yeni satışlara hazırlanıyor. 10 Temmuz'da işveren örgütü TİSK'le toplantı yapan Türk-İş, DİSK ve Hak-İş yöneticileri, 5 Eylül'de işveren örgütleri ile sendika başkan ve vekillerinin katılacağı bir toplantının yapılması kararı aldılar. Ev sahipliğini TİSK'in yapacağı toplantı Dedeman Oteli'nde gerçekleşecek.

Üç gündemli 5 Eylül toplantısının birinci gündemini işsizlik, istihdam ve işyeri sorunları oluşturuyor. Bu gündem uyarınca patronlar, "krizin kendilerini zor durumda bıraktığını, işçi atmak zorunda kaldıklarını" söyleyecekler. Elbette bu yakınmaları, "önceki toplusözleşmelerin rafa kaldırılması gerektiği, aksi halde işçi çıkarmaya devam edecekleri" tehditi ve kıdem tazminatının kaldırılması talebi takip edecek. Toplantının ikinci gündemini "krizden çıkış yolları ve sivil toplum kuruluşlarının katkıları", üçüncüsünü ise "Türkiye'de üretilen malların satın alınması" oluşturuyor. Kuşkusuz burada "sivil toplum kuruluşları"ndan sendikalar, "katkı"dan ise işçi sınıfı adına sendika ağalarınca yapılacak fedakarlık kastedilmektedir.

Bu gündemler üzerindeki konuşmalarından patronlar, işçilerin yeni fedakarlıklar yapmaları gerektiğini söyleyecek ve "aksi taktirde.." diye başlayan tehditleri tekrarlayacaklar. Krizden çıkmak için rekabet güçlerinin artırılması gerektiğini, bunun için de "esnek çalışma"nın zorunlu olduğunu ileri sürecekler. Bu toplantının son gündemi ise tümüyle emekçileri yanıltmayı amaçlıyor. Türkiye'de üretilen malların satın alınması kampanyası ile tüketimin yönlendirilmesi sayesinde krizin aşılacağı hayalleri yayılacak.

Kuşkusuz bu toplantıda işçi sınıfı açısından, patronların ne dediği değil, sendika ağalarının ne dediği ve neyi amaçladığı önemlidir. Düşününüz ki, sendika ağaları işçilerin istemlerini dile getirmek üzere değil, patronların istemlerini dinlemek üzere bir toplantıya katılıyorlar. Üstelik toplantının tarihi ve gündemleri işverenlerle birlikte sendika ağalarınca belirleniyor.
Sendika bürokratlarının bu toplantıyla neyi amaçladıklarını anlamak için bu davranışın kendisine bakmak bile yeterlidir. Bu toplantı boyunca birkaç istisna dışında sendika bürokratları sermayenin kriz yaygarasına katılacaklar ve toplantı sonrasında "ülke sanayisinin ayakta kalması için fedakarlık yapmaya hazırız" açıklaması yapacaklar. Bu fedakarlıkların ne olacağını ise biliyoruz: Toplusözleşmelerin rafa kaldırılması, kıdem tazminatlarının gaspı ve esnek çalışma!

MESS dayatmaları 5 Eylül'ün aynasıdır

Türkiye Metal İşverenleri Sendikası (MESS), Eylül ayında yapılması gereken %32'lik ücret artışlarının verilmeyeceğini açıkladı. Bu açıklamanın hemen ardından işkolunda örgütlü üç sendikayla da görüşme yapan MESS, teklifleri kabul edilmezse işçi çıkarma yoluna gidecekleri tehditini savurdu.

İşkolu nezdinde sendikal ihanetin başını çeken işçi düşmanı Türk Metal Sendikası derhal toplusözleşme gaspına imza atarak fabrikalarda toplantılar düzenlemeye başladı. "İşçi çıkarmalar yaşanmaması için bu teklifi kabul ettiklerini" ileri süren Türk Metal patronları, toplantı düzenledikleri her işletmede aynı yönde açıklamalar yaparak, işçilerin önüne "ya işten atılma ya zamsız çalışma!" dayatması ile çıktılar. Fakat Türk Metal'in toplantı yaptığı ve işçileri "ikna!" ettiği tüm işletmelerde, daha sendika yöneticileri dış kapıya yanaşmadan kıyımlar başladı ve listeler hazırlandı. Türk Metal'in düzenlediği işçi toplantılarının ardından Mercedes'te 350 işçi atılırken, Wolkswagen patronları 150 kişilik istihdam fazlalarının olduğunu açıkladılar. Profilo Tetra'da ise 250 kişilik bir liste hazırlandı.

Buradan da görülüyor ki, "sendika-patron" işbirliği ile metal işçilerine büyük bir oyun oynanmaktadır. Türk Metal'in bu oyundaki rolü işçileri "ikna" etmek için ilk adımı atmak iken, metal patronlarının rolü işçi kıyımına giderek "ikna!"nın öldürücü darbesini vurmaktır. Bir yandan Türk Metal işçilerin önüne "ya işten atılma ya sıfır zam" dayatmasını getiriyor, diğer yandan işverenler işçi kıyımına giderek yaratılan korku eşliğinde sıfır zam dayatmasını hayata geçiriyorlar. Böylece MESS patronları hem işçi çıkarmış, hem de zam vermemiş oluyorlar.

Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı gibi, toplusözleşme zammından fergat etmek, işten atmaların önüne geçmeyecek. Aksine, patronlar her ikisini bir arada yürütecekler. Yaşanan deneyimlerin açıkça kanıtladığı bu gerçeğe rağmen, her kim "işten atılmak için sıfır zammı kabul etmek gerektiğini" ileri sürerse, Türk Metal'in konumuna düşecek ve "ihanetçi" yaftasıyla dolaşmak durumunda kalacaktır.

Şimdilik ağız ucuyla da olsa, işkolunda örgütlü diğer iki sendika, Öz Çelik-İş ve Birleşik Metal-İş, MESS'in dayatmalarını "kabul etmeyeceklerini" ileri sürüyorlar. Fakat bu tutum, her iki sendikanın toplusözleşme dönemlerinde sergiledikleri klasik tutumdur. Kabul etmeyeceklerdi de neden patronların tekliflerini dinlemek üzere MESS'le görüşme yaptılar? Anlaşılan eski oyun yine sahneleniyor. Önce Türk Metal satacak, sonra bunlar "ne yapalım, Türk Metal imzaladı, gücümüz yok" diyerek dayatmaya boyun eğecekler. Kriz sonrası yaşanan işçi kıyımlarına karşı bu üç sendikanın gösterdiği tutum, önümüzdeki günlerde sergileyecekleri tutumun aynasıdır. İşçi kıyımlarına karşı sessiz kalmayı bir davranış biçimi haline getiren sendika bürokratlarının, "işçi çıkarılmasın" diye MESS dayatmalarını kabul etmeleri hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Böylece hem işçi çıkarmalar devam edecek, hem de sıfır zam kabul edilmiş olacaktır.

MESS dayatmaları ile 5 Eylül toplantısı arasındaki ilişkiye gelince. 5 Eylül yeni bir saldırı dalgasının başlatıldığı bir gün olacak. Daha önce lastik işkolunda yaşanan toplusözleşme gaspları nasıl ki MESS dayatmalarının adımı olduysa, MESS dayatmaları da işçi sınıfına dönük topyekûn bir saldırı dalgasının başlangıcı durumundadır. Bu saldırı dalgası yalnızca sendikalı işçileri kapsamıyor. Kriz sonrası örgütsüz işyerlerinde işçi kıyımlarının yanısıra Temmuz zamlarının yapılmaması, mesai ücretlerinin düşürülmesi ve yakacak yardımı, ikramiye gibi sosyal hakların gaspedilmesi gibi çok yönlü bir saldırı başlatılmıştı zaten. 5 Eylül'de ise, sendikalı işçilere dönük toplusözleşmeden doğan hakların gaspedilmesini amaçlayan, kıdem tazminatının kaldırılması, esnek çalışmanın yaygınlaştırılması gibi adımlarla örgütlü-örgütsüz tüm işçilere yönelen bir saldırı dalgası başlatılarak, MESS'in teklifi de bu toplantıda değerlendirilerek onaylanacak.

5 Eylül cephesi dağıtılmalıdır!

"Sendikacı-işveren" ittifakı biçiminde örgütlenen işçi düşmanı cephe dağıtılmadan sermayenin saldırıları püskürtülemeyeceği gibi, başlatılacak saldırının önü de alınamaz. Sermayenin saldırılarını püskürtmenin yolu, sendikal bürokrasinin yeni ihanetlerine izin vermemekten ve 5 Eylül cephesini dağıtmaktan geçmektedir. "İhanet çetesi" ve "sermaye saldırısı" olarak iki farklı biçimde telaffuz ettiğimiz sözcükler, aslında aynı gerçeğin iki farklı biçimde dillendirilmesinden başka bir şey değildir. Bunlardan birisi sermaye sınıfının kendisini, diğeri ise onun işçi sınıfı içindeki işbirlikçilerini ifade etmektedir. Bu nedenle sendikal çetenin her ihaneti sermaye sınıfının saldırılarının önünü açarken, sermaye sınıfının her saldırısı da sendikal ihanetin belgesi olmaktadır.

Saldırılara karşı mücadelede, bu iki kesimden biri boşta bırakılırsa herhangi bir başarı sağlanamaz. 5 Eylül, tam da bu iki kesimin tek bir düşman cephe olarak sınıfın karşısına çıkacağı bir gündür. Ama 5 Eylül aynı zamanda bu cepheye karşı bayrak açıldığı bir gün olmalıdır.

5 Eylül'de Dedeman kapısına dayanalım!

5 Eylül cephesi püskürtülemezse, bu toplantı ile sermaye sınıfı ve uşakları, işçi sınıfının kazanımlarına karşı topyekûn bir saldırı başlatacaklar. Bu saldırı dalgasına dur demek için, binler halinde Dedeman kapısına dayanılmalıdır. Toplusözleşme haklarının gaspından kıdem tazminatlarının kaldırılmasına kadar bir dizi saldırı kararı bu toplantıda alınacaktır. Başta metal işçileri olmak üzere, tüm işçi ve emekçiler toplantı gününde sahnedeki yerini almalıdırlar.

Yeni saldırı dalgası ancak birleşik örgütlü bir mücadeleyle püskürtülebilir. Burada en büyük görev sınıf bilinçli işçilere, işyeri temsilcilerine ve ilerici sendika yöneticilerine düşmektedir.

Hiç beklenmeksizin yerelliklerde yanyana gelinmeli, yerel işçi platformları örgütlenerek 5 Eylül'e hazırlanılmalıdır.

5 Eylül'de Dedeman kapısına!