Direnişçiden bir öykü... Hiçbir zaman geç değil...
Merhaba merhaba... Bugün çok iyiyim. Dünden beri çok iyiyim...
Asıl seni sormalı. Fazla yüklendiler mi? Gülerek yanıtladı Faruk. Yaşama dönmüş gibiydi. Yüklenmediler... Hele bir de sizden duyduğum gibi bağırmaya başlayınca,
kavatların hepsi tırstı! İnsanlık işkencecilerin anasını s...! Nevzat bir kahkaha patlattı. Faruk da ona eşlik etti. Hay sen çok yaşa emi!... Kimden duydun da böyle bağırdın? Sizden... Sizde öyle bağırmıyor muydunuz! Biz öyle... Gülmekten kesik kesik konuşuyordu Nevzat. Öyle
bağırmıyorduk. Biz, İnsanlık onuru işkenceyi yenecek! diye
bağırıyorduk... Hay sen çok yaşayasın emi, Faruk arkadaş... Faruk
bozulur gibi oldu. Savunmaya geçti. Ben ne bileyim. Öyle anladım, öyle söyledim. Hem benimkisi daha
iyi. Olur mu hiç!.. Bizim ne işimiz olabilir işkencecilerin analarıyla.
Hem böyle yaparsak onlardan ne farkımız kalır. Yine de iyi yapmışsın.
Bir daha olursa sen de bizim gibi slogan atarsın, tamam mı? Tamam Nevzat kardaş... Dün var ya, söylediklerine çok bozulmuştum. Haklısın. Ben de çok ileriye gittim. Son zamanlarda sinirlerime
hakim olamıyorum. Dün söylediklerim için kusura bakma, Faruk. Ne kusuru Nevzat kardaş. Başka türlü söylesen anlamazdım ki.
İyi yaptın. Faruk bir süre sustu. Konuşmaya başladığında sesinde heyacan vardı. Bak ne soracam... Ben de sizler gibi olabilir miyim? Ben de dediğin
vadiye inebilir miyim? Niye inemeyesin ki? Dün ilk adımı attın zaten. Attım di mi. Sizden farklı da olsa bağırdıkça rahatladım. Hele
ben de bir iki tane vurunca iyicene rahatladım. Copun acısını bile duymadım,
dinime imanıma. Bir de senin ve diğerlerinin bağırıp, benim için kapılara
vurmaları... Ne yalan söyleyeyim ilk kez böyle bir şey yaşıyorum. Benim
için birileri dayak yemeyi göze alıyor. Böyle olması gerekiyor... Onlar bizi yalnızlaştırmak için hücrelere
attılar. Biz daha çok kenetleniyoruz birbirimize. Birlikte ölümü kucaklıyoruz. Ben de sizlerin dostu olmak istiyorum. Ama artık çok geç. Bu
saatten sonra ne köy olur benden ne kasaba... Hiçbir zaman geç değildir Faruk arkadaş. Korkularını yenmeyi
başardıktan sonra, hiçbir zaman geç değildir. O gece Faruk Nevzatın söylediklerini düşündü durdu. Bir umut
ışığı beliriyordu yüreğinde. Ama yine de artık çok geç, diyordu. Bu,
aslında, korkularına çektiği bir perdeydi. *** Nevzat kardaş, hasta gibi bir halin var senin. Ertesi gün merhabalaştıktan sonra kaç gündür sormayı düşündüğü şeyi
sordu Faruk. Üstelik yemek de almıyorsun. Halbuki kendine bakman
gerek. Sahi kardaş, sen neden yemek almıyorsun? Ölüm orucundayım... Ölüm orucu mu? O da ne ki? Bizi teslim alabilmek için hücrelere attılar. Bizi asla teslim
alamayacaklar. Burada yapacak fazla bir şeyimiz yok. Ancak bedenlerimizden
bir barikat örebiliyoruz. Ölümüne de olsa direneceğiz. Hücreleri yıkana kadar. Yani hepimizi hücrelerden çıkarana kadar. Çıkarmazlarsa. Gerekirse hepimiz ölürüz. Farukun sesi soluğu kesilmişti. Ölümden bu kadar kolay sözedilmesini
aklı almıyordu. Kimseleri olmadığı için bu kadar rahat konuşuyorlar
diye düşünüyordu. Nevzat kardaş, o nasıl kelam öyle... Yaşamak herşeye rağmen güzel. Biz zaten yaşamak için mücadele veriyoruz. Farukun kafası karıştı. Yaşamak için ölünür mü hiç? Yaşamdan ne anladığına bağlı. Bir insan gibi yaşamak var, bir
de hayvan gibi horlanarak aşağılanarak yaşamak var. Sen hangisini tercih
edersin? Bu da soru mu? Tabii ki insan gibi yaşamayı... O halde onun için mücadele edeceksin. Bak sadece ücretine zam
yaplmasını istedin, bunun için mücadele ettin diye buraya atıldın. İnsan
gibi yaşamak için zam istedin değil mi? Öyle... Demek ki insan gibi yaşayabilmen için bedel ödemen gerek. Bazen
bu bedel işten atılmak oluyor, bazen de ölmek... Nevzatın söyledikleri mantıklı geliyordu gelmesine de, ama yine
de yaşamakla ölmeyi bağdaştıramıyordu. Çok ağır bir bedeldi bu. Kendisinin
ödemeyi göze alamayacağı kadar ağır bir bedel. Ben yoruldum Faruk. Biraz sen konuş. Kaç gün oldu yemek yemeyeli.. Bugün 61. gün. 61 gündür yemek yemiyorsun ha! Hiç mi bir şey yemiyorsun? Sadece şekerli su ve tuz. Ölürsün böyle giderse. Kimin kimsen yok herhalde arkandan ağlayacak? Anam vardı, geçen gün söylemiştim, bir ay önce öldü. Şimdi eşim,
dostum, sevgilim, yoldaşım, yani herşeyim olan dünyalar güzeli bir yarim
var. Onca koşuşturmanın, güçlüğün içinde her hafta görüşüme geliyor,
mavi gözlerinden bir demet menekşe sunuyor her hafta açlığıma. O da
anam gibi için için ağlıyor ama, hiçbir zaman gözyaşlarını bana göstermiyor,
mavi gökyüzüne yeşil bulutları hiç yanaştırmıyor yanımdayken. Gülüşüne
verdiğim değeri bildiği için hiç esirgemiyor benden. İşte Faruk arkadaş,
teslim olmak bu gülüşü kirletmektir, bir daha hiç görememektir. Bundan
daha kötü ölüm olur mu? Daha da önemlisi yoldaşlarım var, partim var. Nasıl ki benden
öncekiler partimize halel getirmedilerse ben de getirmemeliyim. Anlayacağın,
kimim kimsem yok değil. Herkesten daha fazlalar. Ölecek olursam da ağlayacaklar,
ama asıl olarak teslim olduğumda ağlayacaklar. Ağlatır mıyım hiç onları.
Hiç yarimin gözlerine yeşil bulutlar getirir miyim? Bakamam gözlerine
o zaman. O da bakmaz zaten bana... Nevzat sustu... Belli ki yoldaşlarını,
anasını ve yarini düşünüyordu. *** Faruk bütün gece gözlerini kırpmamıştı. Bir insanın ölümü böyle karşılaması
onu çok etkilemiş, sarsmıştı. Kendinden utandığını duyumsuyordu. Sadece
dayak yememek için onca hakarete katlanmış, üstelik yine de dayak yemişti.
Bir şeyler yapmak istiyordu ya, öte yandan da hala korkuyordu. Benim
için çok geç diyordu sürekli. Fakat korkunun eşiğine gelmişti. Havalandırmaya koşarcasına çıktı bu kez. Nevzata seslendi. Ses
gelmedi Nevzattan. Daha yüksek sesle seslendi. Cılız bir ses geldi.
Faruk ben buradayım. Ses içeriden geliyordu. Niye çıkmıyorsun havalandırmaya? Çıkamıyorum. Bacaklarım taşımıyor artık beni. Farukun yüreği burkuldu. Hücrenin yanına iyice sokuldu. Pencere
pervazına basıp yukarı tırmandı, sesi daha kolay duymak için. Bugün 62. gün oldu değil mi? Evet. Ben ne yapabilirim? Bir şeyler de, Nevzat kardaş... Artık benim
için çok geç değil mi? Hiçbir zaman geç değil... Kesik kesikti Nevzatın
konuşması. Evet, daha biz hücrelere girmeyeceğiz, topyekûn saldırıyı
birlikte püskürtelim derken harekete geçmeliydin. Hiç değilse bize saldırıldığında,
o da olmasa buraya getirildiğimizde direnişe geçmeliydin. Ama yine de
hiçbir zaman geç değildir... Geç değil mi?... Faruk korku eşiğinin tam üzerindeydi.
Ya aşacak, ya da bir daha o eşiğe yanaşmayacaktı bile. O akşam bir iki lokma ancak yiyebildi yemeğinden. Acaba gerçekten geç
değil mi, demeye başlamıştı. Sonraki gün Nevzat neredeyse hiç konuşmadı. Hep Faruk konuştu. Nevzat
sadece bir ara güçlükle bir şeyler söyleyebildi. Eğer bana bir şey olursa, yoldaşlarımı görürsen, onları çok sevdiğimi
söyle... Çıkınca yarimin yanına git... Ona da, onu çok sevdiğimi söyle...
Berrak suyun berraklığına leke düşürmediğimi, ne anılarımıza, ne de
bayrağımıza leke düşürmediğimi söyle... Veda konuşmasını andırıyordu Nevzatın sözleri. Farukun
yüreği yandı. Sözcüklerin her biri ok olmuş yüreğine saplanmıştı. Söylerim...
diyebildi sadece, onu da güçlükle... Akşam Nevzatın kapısının açılmasıyla irkildi. Kalabalık bir gardiyan
grubu girmişti içeriye. Onu döveceklerini düşündü. Kapıya vurmaya, slogan
atmaya başladı. Kapı vuruşları çoğaldı, sesler birleşti. Gardiyanlar çok geçmeden Nevzatın hücresinden ayrıldılar. Duvarı
tıklattı Faruk. Ses gelmedi. Sabaha dek duvarı tıklatıp ses bekledi.
Ses gelmedi. Sabah o da bir şeyler yememişti. Telaşla havalandırma saatini bekliyordu.
Havalandırma saati geldiğinde koşarak çıktı havalandırmaya. Faruk ortalığı
çınlatırcasına bağırıyordu. Ses vermedi Nevzat. Az ilerden bir ses yükseldi. Nevzat yoldaş ölümsüzdür! Sesler çoğaldı. Tüm cezaevini sardı. Gök gürlemesiydi sesler... Karanlığı
yırtan çığlıktı. Seslerin içine Farukun hıçkırıklarla kesilen
sesi de eklendi. Nevzat yoldaş ölümsüzdür! O akşam yemeğe elini sürmedi. Kendisi de Nevzat gibi, hiçbir
zaman geç değil, demeye başladı. Korku eşiğini aşmıştı Faruk. *** Sabah kahvaltısını getirmişti gardiyan. Alt mazgalı açtı. Faruk kahvaltını al. Farukun sesinde hissedilebilir bir sevinç pırıltısı vardı. İstemiyorum. Bana sadece şekerle tuz getirin... |
|||||