Yalan perdesi yıkıldı, 19 Aralık katliamı belgelendi!.. Belgelenen devletin katliamcı kimliğidir!
19 Aralık katliamı, tarihin en vahşi, en insanlık dışı katliamlarından
biridir. Tam bir gözüdönmüşlükle onlarca devrimci yakıldı, kurşunlandı,
katledildi. İnsanlık zindanlarda böylesine bir barbarlığa tanık olurken,
katiller tam bir arsızlıkla barbarlıklarını güzellemeye ve katliamcı yüzlerini
gizlemeye çabaladılar. Katil iktidarın yalan makinaları ise, zindanlardaki
katliam sürülerinden geri kalmayan bir vahşilikte katliama alkış tuttular. 19 Aralık ve sonrasında her açıdan Nazilere rahmet okutan bir vahşet
sergilendi. Devrimci tutsaklar diri diri yakıldı, üzerlerine kurşun ve
bombalar yağdırıldı. F tipi tabutluklara atılanlar işkenceden geçirildi,
tecavüz edildi, vücutları doğrandı. Zindanlarda tüm bunlar yaşanırken,
dışarıda da Hitlerin yalan makinası Göbelse taş çıkarılıyordu.
Tam bir arsızlıkla katliamın adı Hayata dönüş olarak tanımlanıyordu. Zindanlardaki vahşeti en ince ayrıntısına kadar planlayanlar, dışarı
ayağını da unutmamışlardı. Örgüt baskısı, arkadaşlarını
öldürüyorlar, silah kullanıyorlar, kendilerini
yaktılar yalanları tam bir utanmazlıkla kullanıldı. Daha önce hazırlanan
kasetler devreye sokuldu. Tüm bunları faşist terör tamamladı. Katliama
karşı çıkan her ses büyük bir acımasızlıkla bastırıldı. Gözaltılar, tutuklamalar,
baskınlar, sendika ve DKÖ kapatmaları birbirini izledi. Tüm topluma, düzenin
yalan makinasının kurduğu pencereden katliam izlettirildi. Katliam güzellendi,
cana kıyıcılık yüceltildi. Medya katliamın suç ortağı 19 Aralık katliamının üzerinin kapatılmasında en büyük rolü burjuva medya
oynadı. Bu katliam, medyanın nasıl da kirli ve kanlı bir kontr-gerilla
aygıtı haline geldiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Katliam operasyonunun
başlamasıyla beraber, kirli savaş medyası kendisine verilen rolün gereklerini
yerine getirdi. Katliam bir film gibi toplumsal hafızalara yerleştirildi.
Katliamcılar yüceltildi, katliam alkışlandı. İğrenç yalanlarla devrimci
tutsaklara bir linç havası oluştururcasına saldırıldı. İnsanlığın gördüğü nadir barbarlık örneklerinden biri olan 19 Aralık
katliamı işte böyle gerçekleştirildi, böyle üstü örtülmeye çalışıldı.
Yalan ve demagoji ile baskı ve terör uygulanarak, katliam uzun süre sessizlik
ve suskunlukla geçiştirildi. Ama böylesine vahşi bir katliam insanlık
tarihine geçmişti ve insanlığın vicdanında katliamcılar çoktan mahkum
olmuşlardı. Katliam sonrasındaki uzun ve kahredici sessizliğe karşın katliamcıların
maskesi er geç parçalanacaktı. Böylesine bir insanlık suçunun saklanması
mümkün değildi. Nitekim öyle oldu. Katliam sonrasında yalan ve demagojiyle, baskı ve terörle, F tiplerinde
süren direniş tam bir yalıtmaya tabi tutuldu. Direniş, kesintisiz bir
zor ile beraber, böyle bir yalıtma ile kırılmaya çalışıldı. Ama başarılamadı.
Direniş, düzenin ördüğü kahredici sessizlik ve suskunluğa karşın sürdü.
Yeni şehitlerle beraber bu sessizlik ve suskunluk duvarı da yıkıldı. Rejimi
ve onların eli kanlı uşaklarını acizleştirdi, zavallılaştırdı. Bugünse
artık katliamcıların yüzündeki maskeyi parçalayıp, kanlı ve kirli yüzlerini
apaçık ortaya seriyor. Öyle ki, katliamcıların 19 Aralık ve sonrasında
sözcülüğünü yapan, sergilenen barbarlığı kutsayan burjuva medyanın aynı
sayfaları bugün katliama ilişkin gerçeklerle doluyor. Katliamın doğrudan
suç ortaklığını yapanlar şimdi direnişe ilişkin gerçekleri tefrika halinde
yayınlıyorlar. Elbette katliam s¨recindeki kendi kirli ve kanlı rollerini
sorgulamak gibi bir sorunları yok. Katliama ilişkin gerçekleri bir yönüyle
ortaya koyan Adli Tıp raporlarını, sanki hiç sorumlulukları yokmuşcasına
sergiliyorlar. Barbarlık belgelenmiştir! Düzen cephesinden katliama ilişkin gerçeklerin üstünü kapatmak için sürdürülen
kirli ve kanlı demagojik yalan kampanyası iflas etmiştir. Katliam gerçeği
tüm çıplaklığı ile açığa çıkmıştır. Katillerin kanlı yüzlerini örttükleri
maske düşmüştür. Maskenin altındaki barbarlık tüm çirkinliğiyle artık
ortadadır. Katillerin yüzündeki maskeyi parçalayan sadece ve sadece direnişin gücüdür.
Zira bugün burjuva medyaya konu olan tüm gerçekler zaten ortadaydı. Adli
raporlar sadece barbarlığın belgesi olmuştur. Yoksa düzenin katliamına
ilişkin her yalanı zaten bir diğerini çürütmüş, saklanmaya çalışılan her
gerçek bir diğerini gün yüzüne çıkarmıştır. Katliamın doğrudan suç ortağı
olmayanlar bu gerçekleri zaten biliyorlardı. Ama burjuva medya, uşaklığının
doğal bir sonucu olarak, tüm bunların üstünü örtmeye çalışmış, direnişi
bitirmeye dönük planlamalar neyse ona göre davranmıştır. Ama direniş her
türlü yalan ve demagojiye karşın bitirilememiş, faşist rejim acizleşip
zavallılaşmıştır. Devrimci tutsakların büyük bir inanç ve iradeyle sürdürdükleri
direniş, katliam cepesinde gedikler açmıştır. İşte bu irade ve inançtır,
katliamcı devletin yüzündeki maskeyi yere çalan, onun kirli ve kanlı yüzünü
ortaya seren. 19 Aralık katliamının sorumlusu MGKsıyla, hükümetiyle, askeriyle,
polisiyle, tüm paralı uşaklarıyla bir bütün olarak devlettir. Adli Tıp
raporlarıyla belgelenen devletin katliamcı kimliğidir. Bu katliam, devletin
iktidar organı MGKda kararlaştırılmış ve hayata geçirilmiştir. 19
Aralıkta devletin katliam çeteleri tam bir savaş düzeniyle harekete
geçirilmiştir. Cezaevleri yakılıp yıkılmış, tutsaklar kirli savaş talimatnamelerine
göre eğitilen timlerce katledilmişlerdir. Adalet ve İçişleri bakanları ile Ecevit, katliam timleri görevlerinin
henüz başındayken yaptıkları açıklamalarda, beklenenin altında ölüm olduğunu
söylüyorlardı. Yani bu katiller sürüsü daha katliam operasyonu başlamadan
kaç kişinin öldürüleceğini planlamışlardı. Buradan alınan güçledir ki,
katliam timleri vahşette sınır tanımamışlardır. Hücreler de parçalanacaktır! Katliamcı devletin yalan ve demagojiyle ördüğü maskesini parçalayan direnişin
kendisidir. İşkence, zorla tedavi, sessizlik ve suskunluğa karşın direnen
tutsakların büyük bir kazanımıdır bu. Seslerinin hücrelere hapsedildiği
en zor koşullarda dahi kazanacaklarına olan inancı asla yitirmemişlerdir.
Kimileri yenilgi edebiyatıyla direnişe cephe almış, kimileri sessizlik
ve suskunluk atmosferine boğulmuştur. Ama direnişçiler, asla konuldukları
hücrelere kendilerini hapsetmemiş, büyük bir davanın bayrağını taşıdıkları
bilinciyle direnişi bugünlere getirmişlerdir. Katliam sonrasında, sessizliğin boğucu bir biçimde hakim olduğu dönemde,
yalan ve demagojiyle örülen sessizlik duvarlarının parçalanacağını, zaferin
kaçınılmaz olduğunu yinelemiştik. Bunun hiç de zorlama bir iyimserlik
olmadığı bugün apaçık ortadadır. Devrim davası bayrağını yere düşürmeden
taşıyanlar, güçlerini buradan alırlar ve zaferi de kaçınılmaz kılarlar.
Bugün değilse yarın. Kimsenin şüphesi olmasın, katillerin maskesi gibi hücreler de parçalanacaktır.
Cezaevi savcısının ağzından katliam
gerçeği
Öyle bir savcı düşünün ki, kendi sorumluluğunda bulunan bir cezaevinde
operasyon yapılıyor, ama o müdür odasından katliamı izliyor. Çünkü bu
devletin müdahalesidir. Katliam timleri, ordu ve devletin
üst zirvelerinin bizzat yönetiminde görevlerini icra ediyorlar. Savcı
da buna göre davranıyor. Ama böylesine büyük bir katliamın gizlenemeyeceğini,
gün gelip kendisine fatura edileceğini bildiği içindir ki imzadan imtina
ediyor. Savcı katliamı izlemekle kalmıyor, katliama ilişkin raporları incelemekten
de uzak duruyor. ...ben 'Bu adam niye dosyayla bu kadar ilgili?'
demesinler diye raporların fotokopisini bile aldırtmadım. diyor.
Katliamcı devletin savcısı da böyle olur. Katliamı izler, imzadan imtina
eder ve sorgulamaktan uzak durur. İşte katliam gerçeği bir savcının ağzından böyle dile geliyor.
Adli Tıp raporlarıyla yalanlar bir bir çöküyor... Diri diri yaktılar!
Katliamın yaşandığı günlerde, katliamcı devlet burjuva medya aracılığıyla
yakma talimatı olarak lanse edilen bir kasedi piyasaya sürmüştü. Bununla
tutsakların kendilerini örgüt talimatıyla yaktıkları propagandası yapılıyordu.
Bu kaset yalanı hemen çöktü. Kaset sahteydi ve tutsakların diri diri yakılmasının
üzerini örtmek için kullanılıyordu. Nitekim, Bayrampaşa Cezaevinden hastaneye götürülen bir bayan tutsağın
haykırışları bu gerçeği ilan etti: Diri diri yaktılar!
Burjuva medya ekranlara yansıyan bu haykırışı duymazdan geldi. Bu barbarlık
yeni yalanlarla gizlendi. Adli Tıp raporları şimdi üstü örtülen bu gerçekleri günyüzüne çıkarıyor,
belgeliyor. Rapora göre; Bayrampaşa Cezaevi bayanlar koğuşuna ölümcül dozajın çok
çok üzerinde gaz bombası atılmış, arkasından yanıcı bir cisimle biriken
gaz tutuşturulmuş, çıkan yangında bayan tutsakların bedenleri tutuşmuştur.
Rapor bu konuda şunları söylüyor: * 30 metreküplük bir kapalı alanda 20 gram C-S (göz yaşartıcı
gaz bombası) maddesi kullanıldığında öldürücü dozaj süresi 38.1 dakika
olduğu, olay yerinde 35 gram C-S ve 0.21 gram patlayıcı madde bulunduğu,
12 saniyelik gaz çıkarma süresi boyunca yuvarlanarak hareket ettiği için
ortamdaki kişiler tarafından geriye atılma olasılığının yok denecek kadar
az olduğu, * Göz yaşartıcı gaz bombasına maruz kalmış kişilerde gözlerde ve deride
yanma hissi, tahriş, solunum yollarına etkisiyle yanma, boğulma hissi
neticesinde panik, mide bulantısı, baş dönmesi ve ağrısı, halsizlik ve
hareket kısıtlanmasına yol açtığı bilindiğine, * C-1 koğuşunun hacminin hesaplanandan daha az olduğu, * C-1 koğuşunda patlayanların dışında 45 adet farklı tipte patlamamış
göz yaşartıcı gaz bombası bulunduğu tespit edildiğine göre, C-1'de öldürücü
dozun çok üzerinde göz yaşartıcı gaz etkisi açığa çıkmış olduğu belirlenmiştir.
* Koğuşta bulunan ve üzerinde Kapalı yerde kullanmayın, yeterli
hava akımı olması gereklidir. Bombayı insan veya yanacak malzeme olmayan
sahaya fırlat yazılı göz yaşartıcı gaz bomba ve roketlerinin bazı
tiplerinin yangın çıkabilecek sahaya atılmaması gerektiği bilindiğine,
* Yangının çok miktarda kolayca tutuşabilecek materyalin bulunduğu
koğuşa çok sayıda göz yaşartıcı gaz bombası atılması sonucu olabileceği
gibi koğuştaki kişilerce de meydana getirilmiş olabileceği tespit edilmiştir. Adli Tıp tarafından ifade edilen gerçekleri biz tamamlayalım. Sözkonusu
koğuşta kalan 6 bayan tutsak dışındakiler havalandırmaya çıkmıştır. Bu
arada timler havalandırmaya sürekli su sıkmaktadırlar. Havalandırmadaki
tutsaklar suyun yanan koğuşa tutulmasını isterler, ama bu istek karşılanmaz.
Yani katiller tutsakları yakmakla kalmamış, diri diri yanarken de izlemişlerdir. Tutsakların çoğu kurşunlanarak katledildi Katliam sürerken, bakanlar ve başbakanlık tutsakların silahla yanıt verdiklerini
söylüyorlardı. Böylece tam bir savaş düzeninde saldıran katliam sürülerinin
her türlü silahı kullanmalarının önü açılıyordu. Nitekim birçok tutsak
uzun menzilli silahlardan çıkan kurşunlarla yaşamını yitirdi. Adli Tıp
raporları bu gerçekleri belgeliyor. Silahların en çok kullanıldığı yer
olarak gösterilen Bayrampaşada yapılan incelemede, silah atışlarının
tek yönlü olarak idari kısımdan yapıldığı, koğuşlar yönünden tek bir mermiye
rastlanmadığı ifade ediliyor. Adli Tıp raporunda bu gerçek şu şekilde yeralıyor: C blok maltası boyunca tüm mermi çekirdeği deliklerini oluşturan
atışların, idari kısım tarafından maltanın sonu olan 19. koğuş yönüne
doğru yapılmış olduğu, ters yöne doğru yapılmış atış veya atışlara ait
herhangi bir bulgu saptanmadığı, koğuşlar arasındaki avlularda yapılan
incelemelerde duvarlarla pencerelerde ve koğuş içlerinde mermi çekirdeği
deliklerini oluşturan atışların, karşı koğuş çatıları ile avlu iç
cephe duvarlarındaki mazgal deliklerinden yapılmış olduğu tespit
edilmiştir. Kendilerini yakan bazı tutsaklar da Katliamı önlemek için bazı tutsaklar kendilerini yakmışlardı. Düzen cephesi
bu yakmaları, hem tutsakların diri diri yakıldık haykırışlarını boğmak,
hem de örgüt baskısı demagojilerine dayanak yapmak için kullanmışlardı.
Ama Adli Tıp raporlarının da belgelediği gibi, kendilerini yakan tutsakların
bazıları bizzat katliam timlerinin kurşunlarıyla hayatlarını kaybetmişlerdir. Rapor, Ahmet İbili ve Fırat Tavukun ölüm nedenine ilişkin şunları
söylüyor: Fırat Tavuk: Kendini yaktı. Ölüm nedeni ateşli silah mermi çekirdeği
yaralanmasına bağlı iç organ delinmesinden gelişen iç kanama. Ahmet İbili: Kendini yaktı. Ateşli silah mermi yaralanmasına bağlı
kafatası, yüz kemikleri, omur ve kaburga kırıkları ile mütefarık beyin
kanaması sonucu öldü. Vücudunda dördü öldürücü bölgede olmak üzere sekiz
mermi bulundu. Askerleri de kendileri öldürdüler! Katliamı gerekçelendirmek için kullanılan en işlevli demagoji malzemelerinden
biri de Ümraniye ve Çanakkalede öldürülen iki askerdi. Bu iki askerin
ölümü, tutsakların silah kullandığına kanıt olarak gösteriliyor, katliam
meşrulaştırılıyordu. Rapor bunun da koca bir yalan olduğunu belgeliyor.
Ölen askerler bizzat katliam ekiplerinin elindeki silahlarla vurulmuştur.
Ümraniyedeki ölüm, kendini yakarak koşan Ahmet İbiliyi çapraz
ateşe tutan askerlerden birinin diğerini vurması sonucu gerçekleşmiştir.
Çanakkalede öldürülen asker ise, tutsaklara dönük kurşun sağanağının
önünde kalarak yaşamını yitirmiştir. Rapora göre askerlerin ölümüne yolaçan
yüksek enerjili silahlardır ve bunlar sadece katliam timlerinde bulunmaktadır.
Nitekim operasyon sonrasında bulunduğu ileri sürülen ilahlar arasında
bu türden silahlar çıkmamıştır. Rapora bu konuda yansıyan bilgileri Radikal gazetesi kendi yorumuyla
şöyle aktarıyor: Jandarma eri Nurettin Kurt: Ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına
bağlı beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu ölüm. Kurtun
yüksek kinetik enerjili bir silahla vurulduğu, ancak tutuklulardan
ele geçirildiği ileri sürülen beş tabancanın bu tür silahlar kapsamına
girmediği belirlendi. Jandarma eri Mustafa Mutlu: Ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına
bağlı olarak gelişen dolaşım ve solunum yetmezliği ve kan kaybı sonucu
öldü. Vücudunun sağ ve sol koltuk altlarına iki mermi isabet eden Mutlu'nun
ölümüne neden olan mermi çekirdeğinin vücudu delip çıktığı belirlendi.
Mutlunun vücudunda bulunan merminin tutuklulara ait tabancalardan
birine ait olduğu belirlenirken, Adli Tıp uzmanları ise mermilerin giriş
yönüne doğru iki ateş arasında kaldığı düşünülen Mutlunun ölüme
neden olan merminin 'yüksek kinetik enerji'li bir silahla atılmış olabileceğini
söyledi. |
|||||