Aymasan direnişi sürüyor... Kazanmak için birliğimizi Büyük bir coşku, moral ve kararlılıkla başlayan Aymasan işçilerinin direnişi
40lı günlere yaklaşıyor. Ekonomik krizinin faturası, aylardan beri
her bahaneyle işçi ve emekçilere ödettiriliyor. Yoksulluk, sefalet, işsizlik
ve açlık büyüdükçe büyüyor. Kriz bahanesiyle işçilerin örgütlülüğünü tasfiyeye yeltenen Aymasan patronu
246 işçiyi kapı önüne koyarak, bu saldırı kampanyasına katılmıştı. Ancak
bu saldırıya ve Aymasan patronuna en iyi cevabı işçiler direnişleriyle
verdiler. Patronun doğrudan örgütlü gücü dağıtmaya yönelik yaptığı bu
saldırı ancak örgütlü güce dayalı bir direnişle püskürtülebilirdi. Öyle
de oldu. Aymasan işçileri işin başında bu bilinçle hareket ettiler. Kazanana
kadar da direnmekte kararlı görünüyorlar. Nasıl ki sınıfın hakları örgütlü
güç ile kazanıldı ise, hakların gaspına karşı mücadele de örgütlü güçle
verilecektir. Direnişin geldiği evrede patron işçilerin arasındaki birliği bozmak,
işçileri birbirine kırdırtmak amacıyla her türlü oyunu oynamaktadır. Görüşmeye
yanaşmamakta, sürekli kaçmakta, çözüm üretecek hiçbir teklifi sunmamakta
ve böylece işçileri sürekli bir beklenti içine sokmaktadır. Bu manevrayla
umutları söndürmeyi, sabırları tüketmeyi, moralleri bozmayı, dayanma gücünü
azaltmayı amaçladığı, direnişi zayıflatmak istediği açık. İşçilerin kendi
aralarında ortak hareket etmelerini engellemek ve ayrımcılığı körüklemek
amacıyla gerek işbirlikçileri gerekse de faklı güçler aracılığıyla işçileri
birbirine karşı kışkırtmaktadır. İşçiler arasında patronun oyununa alet
olanlar, ayrımları, bölünmeleri yaratanlar, şunu çok iyi bilmelidir ki,
bu yol çıkmazdır. Bu davranşlarıyla patrona ve sermaye düzenine hizmet
etmiş oluyorlar. Direnişin kazanımla sonuçlanması için çaba sarf etmeyenler,
birlik ve beraberlikten kaçanlar, bu haklı kavganın başarısızlığa uğramasından
birinci dereceden sorumlu olacaklardır. Aymasan işçileri, her türlü yapay ve küçük ayrımları bir kenara bırakarak,
ortak bir gelecek için birlik olmak, birlikteliklerini sürdürmek zorundadırlar.
Onurlu bir direniş, onurlu bir hak alma mücadelesi en başta örgütlü ve
kenetlenmiş olmayı zorunlu kılar. Tek yumruk, tek yürek ve tek ses olmayı
gerektirir. İşte kapitalist patronlar sınıfı bundan korktukları içindir
ki, direniş çadırı altındaki birlikteliği bozmaya çabalıyorlar. Bundan
korktukları içindir ki, sağcı-solcu, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, dinci-dinsiz
gibi yapay ayrımlarla örgütlülüğü, birlikteliği kırmaya çalışıyorlar.
İşçileri kapı önüne koymanın amacı da bu değil miydi? Örgütsüzleştirmek
ve böylelikle işyerini tam bir sömürü cehennemi haline getirmek değil
miydi amaçlanan? Her türlü haktanyoksun, düşük ücretle, sendikasız, sigortasız,
kölece çalışma koşullarını işyerine hakim kılmak için saldırdıklarını,
tümümüzü bir anda bunun için kapının önüne koymak istediklerini bilmiyor
muyuz? Sendikasız, yani örgütsüz çalışma, kölece çalışma ve yaşama anlamına
gelmektedir. Bu yüzden işimizi yeniden kazanmak için birliğimizi bozan
tüm oyunları, kışkırtmaları boşa çıkarıp hep beraber direnişe dört elle
sarılmamız gerekiyor. Yoksa dışarıda bekleyen ve sayısı milyonları bulan
işsizler ordusuna ya Aymasan işçileri de katılacak ya da kölece çalışma
koşullarına mahkum olacaktır. Direnişin başarısı, birliğin sağlamlığına
ve kazanana kadar hep birlikte direnilmesine bağlıdır. Bugüne kadar hep patron için fedakarlık yapıldı. Aylarca maaş alınmadı.
Belki aylarca ocağımızda etli yemek pişmedi, eşimizin, çocuklarımızın
ihtiyaçlarını aylarca karşılayamadık. İşimizdir, ekmeğimizdir diyerek
yarım yamalak ücretler almaya razı olduk. Ancak gelinen süreçte tüm fedakarlığımıza
rağmen kapı önüne konulan yine biz olduk. İşsizliğin ve açlığın bataklığına
itilen yine biz olduk. Ne patron ne de devlet gördü aylarca yaptığımız
fedakarlığı işimize, işyerimize sahip çıktığımızı. Bir çırpıda yok sayıldık.
Şimdi kendimiz için, çocuğumuzun geleceği için, tüm sınıf kardeşlerimiz
için fedakarlık yapmak neden bu kadar zor olsun? Bugüne kadar patron ve
devlet için çalıştık. Onlar ve onların çocukları lüks içinde yaşasın diye
çalıştık. Bu zorumuza gitmiyordu da kendimiz, kendi sınıfımız ve çocuklarımız
için daha çok çabalamamız ve özveride bulunmamız neden bu kadar zor oluyor?
Tüm zorluklara ve güçlüklere karşı direniyoruz. Sermayenin azgınca saldırdığı,
haklarımızı birer birer gasp ettiği, işsizliğin her geçen gün büyüdüğü,
soframızdaki ekmeğin her geçen gün azaldığı bir dönemde, birbirimize kenetlenmek,
sapasağlam ayakta durmak, her türlü fedakarlığı yapmak bu kadar zor olmasa
gerek. Tek silahımız örgütlü olmak, örgütlü gücümüzü kullanmak. Örgütlülüğümüzden
aldığımız güçle, sonuna kadar birliği ve beraberliği en üst noktada tutarak,
patronun ve sermaye sınıfının politikasını boşa çıkarmak zorundayız. Sınıf kavgamız yani kendi kurtuluşumuz ve geleceğimiz için verdiğimiz
kavga kimi zaman bedeller ödemeyi, kimi zaman büyük emekler harcamayı
gerektirir. Ancak o zaman kazanılır. Biraz kafamızı kaldıralım. Dünyada
neler oluyor, Türkiye nereye gidiyor, işçileri neler bekliyor, sorunlarımızın
çözümleri nelerdir, insanlık nasıl kurtulur, çocuklarımızı nasıl bir gelecek
bekliyor... Tüm bu sorular ve sorunlar üzerine biraz düşünelim, kafa yoralım.
Kendi iç sorunlarımızla, arkadaşımızın kaşıyla gözüyle uğraşacağımıza,
bize uzak gibi görünen ancak tam da bizi ilgilendiren bu konuları araştıralım,
tartışalım. Direnişimizin başarısı için daha başka neler yapabiliriz gibi
konulara kafa yoralım. İşçiyiz, tüm güzellikleri alınterimizle üretiyoruz. Ama ürettiklerimizin
sahibi olamayıp açlıktan kıvranan, hep ezilen hep sömürülen, kapı dışına
konulan biz oluyoruz. Alınterimizle, sermaye ve uşakları lüks içinde yaşıyor.
Sermaye sınıfı bilinçlerimizi bulandırmak, beynimizi köleleştirmek ve
uyuşturmak için her yoldan bizleri kuşatmış durumda. Dünyamız; kahve köşelerinde,
okey masalarında, birahanelerdeki içki şişelerinde ya da evimizin bir
köşesinde sanatçı bozuntularının soytarılıklarına ve ahlaksızlıklarına,
pembe-beyaz dizilerine hapsolmuş durumda. Kuşatmaları yarmak için, hapsolduğumuz hücre duvarlarını yıkmak için,
bir sınıf olduğumuzun bilincine varıp mücadeleyi her alanda vermeliyiz.
Bu amaçla direniş çadırını bir okul gibi kullanmakta tereddüt etmemeliyiz.
Bu direniş okulunda bilincimizi daha ileriye sıçratıp kazanmalıyız. Aymasan direnişine, direnişin ilk gününden beri bölgedeki işçilerden,
emekçilerden, devrimcilerden ve tüm sınıf dostlarından azımsanmayacak
ölçüde maddi manevi destek gelmiştir ve gelmeye devam ediyor. Ancak bu
desteği kalıcılaştırmak ve çoğaltabilmek Aymasan direnişçilerinin görevidir.
Sınıf dayanışmasının zayıflaması direnişin zayıflaması anlamına gelir.
Sınıf dostlarının da bu direnişe bu gözle bakması, desteğini sürekli kılması
gerekiyor. Direnişin başarıyla sonuçlanması için, işçilerin tekrar işlerini
kazanması için her türlü çabayı harcaması gerekiyor. Tüm işçilerin kenetlenmesi, tek vücut ve tek yumruk olması ve dışarıdan
sürekli desteğin, dayanışmanın örgütlenmesiyle bu onurlu direniş örgütlülükten
aldığı güçle kazanacak ve sermayeye hak ettiği cevabı verecektir. Yaşasın örgütlü mücadelemiz!
BES 3 Nolu Şube Örgütlenme Sekreteri Kazım Doğanla sahte sendika yasası üzerine röportaj... Belediye işçileri yeni vergi ve -Belediye-İş İstanbul şubelerine üye işçiler, Saraçhanede yaptıkları
bir basın açıklamasıyla, zamları ve hükümetin politikalarını protesto
ettiler. 29 Haziranda Belediye-İş İstanbul şubeleri adına açıklama
yapan 3 Nolu Şube Başkanı Hüseyin Ayrılmaz, yeni vergi ve zamları,
krizin faturasını ödemeyi kabul etmeyeceklerini belirtti. Yeni vergilerin
bir soygun aracı olduğunu, işçileri ve emekçileri açlık ve yoksulluğa
sürüklediğini söyleyerek, emekten yana güçleri güçlü karşı koyuşlar
örgütlemeye çağırdı. Eyleme 31 Mayıstan beri direnişte olan Aymasan işçileri damgasını
vurdu. Pankartları, dövizleri, sloganları ve coşkularıyla havayı değiştiren
direnişçi işçiler, bir kez daha sınıf dayanışmasının güzel bir örneğini
sergilediler. "Zafer direnen emekçinin olacak!" yazılı pankartları
ve direniş önlükleriyle eyleme katılan Aymasan işçileri, yapılan konuşmaları
sık sık sloganlarla kestiler. Deri-İş Başkan Yardımcısı Musa Servi de
yaptığı konuşmada Aymasanda yaşanan süreçten, İMFnin ve
sermayenin saldırı politikalarından bahsetti. Direnişe her türlü maddi
ve manevi desteğin sunulması çağrısı yaptı. Deri-İş, Basın-İş, Yol-İş, Tüm-Bel-Sen, KESK yöneticileri ile Türk-İş
1. Bölge Başkanı da eyleme katıldı. Eylemde kamu emekçilerine dayatılan
sahte sendika yasasına vurgu yapılarak yasanın kabul edilemeyeceği söylendi.
Eylem Aymasan işçilerinin hep bir ağızdan söyledikleri marşlarla sona
erdi. SY Kızıl Bayrak/İstanbul
Aymasan işçisinden kararlılık örneği
eylem!.. İşten atıldıkları için topluca direnişe başlayan Aymasan işçileri seslerini
çeşitli eylemliliklerle duyurmaya çalışıyor. Direnişin sesini haykırabilmek,
maddi ve manevi desteği örgütleyebilmek amacıyla her eylemliliğe katılan,
fabrika fabrika, mahalle mahalle gezen, kalem bastırarak geniş bir şekilde
dağıtımını yapan direnişçi işçiler, son olarak 5 Temmuzda seslerini
patron Duran Akbuluta duyurmaya çalıştı. Duran Akbulut, bu zamana kadar işçilerle görüşmekten kaçtı. Çözüm getirecek
hiçbir teklifte bulunmadığı gibi, sürekli belirsizlik yaratarak işçileri
yıldırmaya, direnişi kırmaya çalışmıştır. 3 Temmuzda yapılan görüşmeden
de sonuç çıkmayınca işçiler önlerine yeni eylemlilikler koydu. Bunlardan
ilki 5 Temmuzda Büyük Klüb önüne topluca giderek Duran Akbulutu
protesto etmekti. Fabrika önünden dövizleri ile birlikte 4 otobüsle hareket eden Aymasan
işçilerinin moralleri ve coşkuları her zamanki gibi yüksekti. Otobüslerin
içerisinde sloganlarla, marşlarla, türkülerle etrafı inleten direnişçi
işçiler, Bağdat Caddesinden geçerken sermayeye olan kinlerini göstermekten
de geri durmadılar. Büyük Klübe gelindiğinde topluca otobüslerden inen direnişçiler,
kolkola girerek, dövizlerini kaldırdılar ve sloganlarını atmaya başladılar.
Karşıya geçerken trafiği durduran işçiler gür bir şekilde haykırdıkları
sloganlarla, patrona ve işsizliğe olan tepkilerini dile getirdiler. Büyük
Klübün önüne gelindiğinde; İşçiler burada, Akbulut nerede?,
Kapılar açılsın üretim başlasın!, Akbulut şaşırma sabrımızı
taşırma!, İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!, Atılan
işçiler geri alınsın!, Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber
ya hiçbirimiz!, Direne direne kazanacağız!, Zafer
direnen emekçinin olacak! gibi sloganlarla Duran Akbuluta
seslerini duyurmaya çalıştılar. Uzun bir süre sloganlar atıldıktan sonra megafonu alarak işçiler adına
konuşma yapan Deri-İş Sendikası Genel Sekreteri, patronun tutumunu kınayarak;
işçilerin 7 aydan beri aç olduğunu, güneşin altında işsizliğe ve açlığa
karşı yılmadan direndiklerini, patronun ise burada keyif çattığını, işçileri
muhatap alması gerektiğini söyledi. Polisin dağılın uyarısına
karşı kapı önünde oturma eylemi gerçekleştiren işçilerin sloganları yine
susmadı. Polisin kuşatmasına ve dağılın uyarısana daha fazla öfkelenen işçiler,
Büyük Klübün önünden otobüslere doğru sloganlarla, alkışlarla yürüyüşe
başladı. Sloganları kesin diyen polisin inadına sloganlar
daha bir gür, daha bir kararlılıkla ve sıklıkla atıldı. Yürüyüş sırasında
polisin bir işçinin elindeki dövizi almak istemesine, işçiler topluca
karşı koyarak dövizi vermediler. Polisin sendika genel sekreterini göstererek
alın bunu demesi üzerine işçiler topluca, ya hepimizi
alırsınız ya da hiçbirimizi! diyerek sekreterin etrafını sardılar.
Toplu karşı duruşun karşısında geri adım atan polis ne sloganları susturabildi,
ne de işçilerin moralini ve direnme gücünü kırabildi. Eylem bitiminde
yürüyüş yapan işçileri Sümerbank çalışanları dışarı çıkarak alkışlarla
destekledi. Zafer direnen emekçinin olacak!
BES 3 Nolu Şube Örgütlenme Sekreteri Kazım Doğanla sahte sendika yasası üzerine röportaj... Fiili-meşru mücadeleyi sürdürmeliyiz
- Devletin azgın bir terör ve şiddet eşliğinde geçirdiği sahte
sendika yasasının sizce bir meşruluğu var mı? - Sistem açısından baktığımızda bir meşruluğu vardır. Bizim mücadelemiz
açısından ise hiçbir meşruluğu yoktur. Mücadele kaldığı yerden devam
etmeli, bunu zorlamak gerekiyor. Biz bu zamana kadarki mücadelemizi yasal çerçeveye sokmak için yapmadık.
Ama KESK açısından baktığımızda sendikal hareketin kazanmış olduğu bir
takım haklar var. Bizim cephemizden, fiili ve meşru mücadeleyi savunanlar
cephesinden herhangi bir şey değişmiş değil. Devlet terörü kitle militanlığını gerçekleştirmiştir. Gaz maskelerinin
takılması, kitlenin gaz maskeleriyle dolaşması, aynı zamanda kitledeki
kararlılığı da göstermiştir. Ve bu diğer çevreler için bir sempati de
kazandırdı. Aslında bundan sonraki süreçte izlenmesi gereken yolu da
bu eylemler göstermiştir. Yasanın devlet terörüyle geçmesine rağmen
orada devletin tutumu karşısında kamu emekçilerinin kararlı duruşu beraberinde
birçok yasallığı da fiili olarak kırdı. Yasallığın dışına çıkmayı da
beraberinde getirmiş oldu. - Kamu sendikalarının, özelde de KESKin sahte sendika yasasının
çıkmasındaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? - KESKin en başta izlediği eylem takvimine baktığımızda çok da
kararlı bir duruş sergilemedi. 26 Mayısta 20 bin kişinin toplandığı,
7 Haziranda çatışmaların yaşandığı, 12 Haziranda 5 bin kişinin
toplandığı dönemde KESK yönetimi kitleyi ve kitlenin nabzını tutamadı.
Bunun sonucunda birbirini tekrar eden eylemler kitledeki güvensizliği
derinleştirdi. Yakalanmış bir pratik vardı. 26 Mayısta yakalanan
20 bin kişi ve yasa görüşmelerinin kısmi anlamda da olsa durdurulması
aslında kitlede ve işyerlerinde olumlu bir hava yaratmıştı. KESKin
örgütlü bir güç olduğunu gösterdi, ama sonraki tutumlarla bu güç tamamen
güvensizliğe dönüştü. Sürekli Ankaraya gidip gelmeler kitlede
şunu sordurtmaya başladı; gidiyorsunuz geliyorsunuz, bir şey alamıyorsunuz,
tekrar yasa geliyor gibi sorularla çok karşılaştık. KESK y&oum;netiminin
bu yönlü olumsuz bir tutumu var. İkincisi de sendikal mücadeleye bakışaçısı.
11 yıllık fiili-meşru mücadelenin yavaş yavaş yasaya ve meclise endekslenmesi,
KESK yönetiminin bu yasayı üstün körü kabul ettiği düşüncesini de beraberinde
getirdi. - Sizce bundan sonra nasıl bir mücadele hattı izlenmeli? Kamu
emekçilerinin yasa karşısındaki tavrı ne olmalıdır? - KESKin fiili ve meşru mücadele hattını devam ettirmek gerekiyor.
İkincisi, devrimci sendikacıların birlikteliklerini oluşturmak gerekiyor.
KESKe yön verecek, KESKi fiili ve meşru mücadeleye zorlayacak
bir güç olmak gerekiyor. Bunu için de ortak hareket edebilecek unsurların
birarada olması gerekiyor. Birleşik bir mücadelenin yürütülmesi gerekiyor.
Ve bizim bu yasayı hala istemediğimizi göstermemiz gerekiyor. Bu yasanın
bize rağmen geçmesi karşısında biz taleplerimizi net olarak ifade edip,
bu talepleri alma yönünde fiili ve meşru mücadeleyi sürdürmeliyiz. Grevli-toplusözleşmeli
sendika mücadelemiz hala geçerli, ama bunun yanında diğer taleplerimiz
de... Halkın içinde yaşadığı zorluklar, yoksullaşmanın getirdiği talepler,
özgürlük yoksunluğunun getirdiği talepleri birlikte örmek gerekiyor.
Tek talebe ba¤lı kalmak gerekmiyor. Sonuç alıcı eylemleri zorlamak
ve alanlara çıkmak gerekiyor. Yasada grev yapamaz diye bir madde yok. Toplusözleşme yapamaz diye
bir madde yok. Tıpkı 657deki gibi. Bunun için fiili olarak grevlere
devam etmek gerekiyor. İş bırakarak alanlara çıkmak ve alanları terketmemek
gerekiyor. Her ne kadar KESK yöneticileri bürokratik işleyişe girseler
de, tabandan bir çalışmayla tekrar fiili-meşru mücadeleyle alanları
zorlamak gerekiyor. 11 yıllık mücadeleyi devam ettirmek gerekiyor. Ancak
bu şekilde bir takım kazanımların elde edilebileceğini göstermek gerekiyor. Aslında bu yasanın geçmesindeki zaafiyet biraz da kitlenin militanlaştığı
dönemlerde kitleyi harekete geçirememekten de kaynaklı. 26 Mayısta
onbin kişi harekete geçirilmiş olsaydı, bu yasa geçmeyebilirdi. Ama
7 Hazirana bakıyoruz 200 kişi çatışıyor, en son 25 Haziranda
bin kişi çatışıyor. Bunlar daha çok yöneticilerin yaptığı günü kurtamaya
yönelik eylemlerdi. Bakın biz çatıştık, ama yasa geçti diyebilmek içindi.
Bunun tam tersini yapmak gerekiyor. Evet çatıştık. Çatışınca yasayı
geri çektirdiğimiz zamanlar da oldu. Ama kitesel olarak bir çatışma
yaşandığında, kitlesel olarak devletle karşı karşıya gelindiğinde, saldırıların
çok daha kolay püskürtülebildiğini görebilmekteyiz. Bundan sonra bu
yöntem denenmeli. Kitlesel şekilde çalışanlar sokağa çıkartılarak o
talepleri sahiplendici bir yol ve hat izlenerek mücadele edilmeli. Bu
gerçekten militanlaşan bir süreç. Çünkü bu son süreçte yeni arkadaşlarımız
da vardı. Her ne kadar kadro eylemi dense de diğer illerden gelen ve
Ankaradan eylemlere katılan yeni unsurlar da vardı. Bunları değerlendirdiğimizde,
önümüzdeki süreçte devrimci memurların önüne ciddi görevler düşüyor.
Bir tabanı örgütleme, iigerçekten kitleyi harekete geçirme. Ve taleplerin
net olarak belirlenip, hedefe varıcı eylem tarzını hayata geçirmek gerekiyor. |
|||||