7 Temmuz'01
Sayı: 16


  Kızıl Bayrak'tan
  Kamu emekçileri hareketinde yeni dönem
  "Sosyal patlama"lara karşı ehlileştirilmiş dinsel gericilik
  Belgelenen devletin katliamcı kimliğidir!
  "Faşist devlet, bir gün mutlaka bunun hesabını verecektir!"
  Ölüm Orucu Direnişi 261. günüde sürüyor
  Sınıf hareketi
  Satılmış sendika ağaları hesap verecek
  Sümerbank işçileriyle dayanışmayı yükseltelim!..
  Dönemsel durum ve partinin sorumlulukları
  2 Temmuz anma etkinlikleri
  Gençlik
  Yugoslavya'yı yöneten uşak takımı Milosevic'i kredi karşılığı sattı
   Uluslararası hareket
  Direnişçilerin kaleminden
  Açıklamalardan
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Aymasan direnişi sürüyor...

Kazanmak için birliğimizi
ve örgütlülüğümüzü pekiştirelim!..

Büyük bir coşku, moral ve kararlılıkla başlayan Aymasan işçilerinin direnişi 40’lı günlere yaklaşıyor. Ekonomik krizinin faturası, aylardan beri her bahaneyle işçi ve emekçilere ödettiriliyor. Yoksulluk, sefalet, işsizlik ve açlık büyüdükçe büyüyor.

Kriz bahanesiyle işçilerin örgütlülüğünü tasfiyeye yeltenen Aymasan patronu 246 işçiyi kapı önüne koyarak, bu saldırı kampanyasına katılmıştı. Ancak bu saldırıya ve Aymasan patronuna en iyi cevabı işçiler direnişleriyle verdiler. Patronun doğrudan örgütlü gücü dağıtmaya yönelik yaptığı bu saldırı ancak örgütlü güce dayalı bir direnişle püskürtülebilirdi. Öyle de oldu. Aymasan işçileri işin başında bu bilinçle hareket ettiler. Kazanana kadar da direnmekte kararlı görünüyorlar. Nasıl ki sınıfın hakları örgütlü güç ile kazanıldı ise, hakların gaspına karşı mücadele de örgütlü güçle verilecektir.

Direnişin geldiği evrede patron işçilerin arasındaki birliği bozmak, işçileri birbirine kırdırtmak amacıyla her türlü oyunu oynamaktadır. Görüşmeye yanaşmamakta, sürekli kaçmakta, çözüm üretecek hiçbir teklifi sunmamakta ve böylece işçileri sürekli bir beklenti içine sokmaktadır. Bu manevrayla umutları söndürmeyi, sabırları tüketmeyi, moralleri bozmayı, dayanma gücünü azaltmayı amaçladığı, direnişi zayıflatmak istediği açık. İşçilerin kendi aralarında ortak hareket etmelerini engellemek ve ayrımcılığı körüklemek amacıyla gerek işbirlikçileri gerekse de faklı güçler aracılığıyla işçileri birbirine karşı kışkırtmaktadır. İşçiler arasında patronun oyununa alet olanlar, ayrımları, bölünmeleri yaratanlar, şunu çok iyi bilmelidir ki, bu yol çıkmazdır. Bu davranşlarıyla patrona ve sermaye düzenine hizmet etmiş oluyorlar. Direnişin kazanımla sonuçlanması için çaba sarf etmeyenler, birlik ve beraberlikten kaçanlar, bu haklı kavganın başarısızlığa uğramasından birinci dereceden sorumlu olacaklardır.

Aymasan işçileri, her türlü yapay ve küçük ayrımları bir kenara bırakarak, ortak bir gelecek için birlik olmak, birlikteliklerini sürdürmek zorundadırlar. Onurlu bir direniş, onurlu bir hak alma mücadelesi en başta örgütlü ve kenetlenmiş olmayı zorunlu kılar. Tek yumruk, tek yürek ve tek ses olmayı gerektirir. İşte kapitalist patronlar sınıfı bundan korktukları içindir ki, direniş çadırı altındaki birlikteliği bozmaya çabalıyorlar. Bundan korktukları içindir ki, sağcı-solcu, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, dinci-dinsiz gibi yapay ayrımlarla örgütlülüğü, birlikteliği kırmaya çalışıyorlar. İşçileri kapı önüne koymanın amacı da bu değil miydi? Örgütsüzleştirmek ve böylelikle işyerini tam bir sömürü cehennemi haline getirmek değil miydi amaçlanan? Her türlü haktanyoksun, düşük ücretle, sendikasız, sigortasız, kölece çalışma koşullarını işyerine hakim kılmak için saldırdıklarını, tümümüzü bir anda bunun için kapının önüne koymak istediklerini bilmiyor muyuz?

Sendikasız, yani örgütsüz çalışma, kölece çalışma ve yaşama anlamına gelmektedir. Bu yüzden işimizi yeniden kazanmak için birliğimizi bozan tüm oyunları, kışkırtmaları boşa çıkarıp hep beraber direnişe dört elle sarılmamız gerekiyor. Yoksa dışarıda bekleyen ve sayısı milyonları bulan işsizler ordusuna ya Aymasan işçileri de katılacak ya da kölece çalışma koşullarına mahkum olacaktır. Direnişin başarısı, birliğin sağlamlığına ve kazanana kadar hep birlikte direnilmesine bağlıdır.

Bugüne kadar hep patron için fedakarlık yapıldı. Aylarca maaş alınmadı. Belki aylarca ocağımızda etli yemek pişmedi, eşimizin, çocuklarımızın ihtiyaçlarını aylarca karşılayamadık. İşimizdir, ekmeğimizdir diyerek yarım yamalak ücretler almaya razı olduk. Ancak gelinen süreçte tüm fedakarlığımıza rağmen kapı önüne konulan yine biz olduk. İşsizliğin ve açlığın bataklığına itilen yine biz olduk. Ne patron ne de devlet gördü aylarca yaptığımız fedakarlığı işimize, işyerimize sahip çıktığımızı. Bir çırpıda yok sayıldık.

Şimdi kendimiz için, çocuğumuzun geleceği için, tüm sınıf kardeşlerimiz için fedakarlık yapmak neden bu kadar zor olsun? Bugüne kadar patron ve devlet için çalıştık. Onlar ve onların çocukları lüks içinde yaşasın diye çalıştık. Bu zorumuza gitmiyordu da kendimiz, kendi sınıfımız ve çocuklarımız için daha çok çabalamamız ve özveride bulunmamız neden bu kadar zor oluyor?

Tüm zorluklara ve güçlüklere karşı direniyoruz. Sermayenin azgınca saldırdığı, haklarımızı birer birer gasp ettiği, işsizliğin her geçen gün büyüdüğü, soframızdaki ekmeğin her geçen gün azaldığı bir dönemde, birbirimize kenetlenmek, sapasağlam ayakta durmak, her türlü fedakarlığı yapmak bu kadar zor olmasa gerek. Tek silahımız örgütlü olmak, örgütlü gücümüzü kullanmak. Örgütlülüğümüzden aldığımız güçle, sonuna kadar birliği ve beraberliği en üst noktada tutarak, patronun ve sermaye sınıfının politikasını boşa çıkarmak zorundayız.

Sınıf kavgamız yani kendi kurtuluşumuz ve geleceğimiz için verdiğimiz kavga kimi zaman bedeller ödemeyi, kimi zaman büyük emekler harcamayı gerektirir. Ancak o zaman kazanılır. Biraz kafamızı kaldıralım. Dünyada neler oluyor, Türkiye nereye gidiyor, işçileri neler bekliyor, sorunlarımızın çözümleri nelerdir, insanlık nasıl kurtulur, çocuklarımızı nasıl bir gelecek bekliyor... Tüm bu sorular ve sorunlar üzerine biraz düşünelim, kafa yoralım. Kendi iç sorunlarımızla, arkadaşımızın kaşıyla gözüyle uğraşacağımıza, bize uzak gibi görünen ancak tam da bizi ilgilendiren bu konuları araştıralım, tartışalım. Direnişimizin başarısı için daha başka neler yapabiliriz gibi konulara kafa yoralım.

İşçiyiz, tüm güzellikleri alınterimizle üretiyoruz. Ama ürettiklerimizin sahibi olamayıp açlıktan kıvranan, hep ezilen hep sömürülen, kapı dışına konulan biz oluyoruz. Alınterimizle, sermaye ve uşakları lüks içinde yaşıyor. Sermaye sınıfı bilinçlerimizi bulandırmak, beynimizi köleleştirmek ve uyuşturmak için her yoldan bizleri kuşatmış durumda. Dünyamız; kahve köşelerinde, okey masalarında, birahanelerdeki içki şişelerinde ya da evimizin bir köşesinde sanatçı bozuntularının soytarılıklarına ve ahlaksızlıklarına, pembe-beyaz dizilerine hapsolmuş durumda.

Kuşatmaları yarmak için, hapsolduğumuz hücre duvarlarını yıkmak için, bir sınıf olduğumuzun bilincine varıp mücadeleyi her alanda vermeliyiz. Bu amaçla direniş çadırını bir okul gibi kullanmakta tereddüt etmemeliyiz. Bu direniş okulunda bilincimizi daha ileriye sıçratıp kazanmalıyız.

Aymasan direnişine, direnişin ilk gününden beri bölgedeki işçilerden, emekçilerden, devrimcilerden ve tüm sınıf dostlarından azımsanmayacak ölçüde maddi manevi destek gelmiştir ve gelmeye devam ediyor. Ancak bu desteği kalıcılaştırmak ve çoğaltabilmek Aymasan direnişçilerinin görevidir. Sınıf dayanışmasının zayıflaması direnişin zayıflaması anlamına gelir. Sınıf dostlarının da bu direnişe bu gözle bakması, desteğini sürekli kılması gerekiyor. Direnişin başarıyla sonuçlanması için, işçilerin tekrar işlerini kazanması için her türlü çabayı harcaması gerekiyor.

Tüm işçilerin kenetlenmesi, tek vücut ve tek yumruk olması ve dışarıdan sürekli desteğin, dayanışmanın örgütlenmesiyle bu onurlu direniş örgütlülükten aldığı güçle kazanacak ve sermayeye hak ettiği cevabı verecektir.

Yaşasın örgütlü mücadelemiz!
Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!
Krizin faturası kapitalistlere!



BES 3 No’lu Şube Örgütlenme Sekreteri Kazım Doğan’la
sahte sendika yasası üzerine röportaj...

Belediye işçileri yeni vergi ve
zamları protesto etti

-Belediye-İş İstanbul şubelerine üye işçiler, Saraçhane’de yaptıkları bir basın açıklamasıyla, zamları ve hükümetin politikalarını protesto ettiler. 29 Haziran’da Belediye-İş İstanbul şubeleri adına açıklama yapan 3 No’lu Şube Başkanı Hüseyin Ayrılmaz, yeni vergi ve zamları, krizin faturasını ödemeyi kabul etmeyeceklerini belirtti. Yeni vergilerin bir soygun aracı olduğunu, işçileri ve emekçileri açlık ve yoksulluğa sürüklediğini söyleyerek, emekten yana güçleri güçlü karşı koyuşlar örgütlemeye çağırdı.

Eyleme 31 Mayıs’tan beri direnişte olan Aymasan işçileri damgasını vurdu. Pankartları, dövizleri, sloganları ve coşkularıyla havayı değiştiren direnişçi işçiler, bir kez daha sınıf dayanışmasının güzel bir örneğini sergilediler. "Zafer direnen emekçinin olacak!" yazılı pankartları ve direniş önlükleriyle eyleme katılan Aymasan işçileri, yapılan konuşmaları sık sık sloganlarla kestiler. Deri-İş Başkan Yardımcısı Musa Servi de yaptığı konuşmada Aymasan’da yaşanan süreçten, İMF’nin ve sermayenin saldırı politikalarından bahsetti. Direnişe her türlü maddi ve manevi desteğin sunulması çağrısı yaptı.

Deri-İş, Basın-İş, Yol-İş, Tüm-Bel-Sen, KESK yöneticileri ile Türk-İş 1. Bölge Başkanı da eyleme katıldı. Eylemde kamu emekçilerine dayatılan sahte sendika yasasına vurgu yapılarak yasanın kabul edilemeyeceği söylendi. Eylem Aymasan işçilerinin hep bir ağızdan söyledikleri marşlarla sona erdi.

SY Kızıl Bayrak/İstanbul




Aymasan işçileri direndikleri müddetçe er ya da geç kazanacaklardır!..

Aymasan işçisinden kararlılık örneği eylem!..

İşten atıldıkları için topluca direnişe başlayan Aymasan işçileri seslerini çeşitli eylemliliklerle duyurmaya çalışıyor. Direnişin sesini haykırabilmek, maddi ve manevi desteği örgütleyebilmek amacıyla her eylemliliğe katılan, fabrika fabrika, mahalle mahalle gezen, kalem bastırarak geniş bir şekilde dağıtımını yapan direnişçi işçiler, son olarak 5 Temmuz’da seslerini patron Duran Akbulut’a duyurmaya çalıştı.

Duran Akbulut, bu zamana kadar işçilerle görüşmekten kaçtı. Çözüm getirecek hiçbir teklifte bulunmadığı gibi, sürekli belirsizlik yaratarak işçileri yıldırmaya, direnişi kırmaya çalışmıştır. 3 Temmuz’da yapılan görüşmeden de sonuç çıkmayınca işçiler önlerine yeni eylemlilikler koydu. Bunlardan ilki 5 Temmuz’da Büyük Klüb önüne topluca giderek Duran Akbulut’u protesto etmekti.

Fabrika önünden dövizleri ile birlikte 4 otobüsle hareket eden Aymasan işçilerinin moralleri ve coşkuları her zamanki gibi yüksekti. Otobüslerin içerisinde sloganlarla, marşlarla, türkülerle etrafı inleten direnişçi işçiler, Bağdat Caddesi’nden geçerken sermayeye olan kinlerini göstermekten de geri durmadılar.

Büyük Klüb’e gelindiğinde topluca otobüslerden inen direnişçiler, kolkola girerek, dövizlerini kaldırdılar ve sloganlarını atmaya başladılar. Karşıya geçerken trafiği durduran işçiler gür bir şekilde haykırdıkları sloganlarla, patrona ve işsizliğe olan tepkilerini dile getirdiler. Büyük Klüb’ün önüne gelindiğinde; “İşçiler burada, Akbulut nerede?”, “Kapılar açılsın üretim başlasın!”, “Akbulut şaşırma sabrımızı taşırma!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “Atılan işçiler geri alınsın!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!” gibi sloganlarla Duran Akbulut’a seslerini duyurmaya çalıştılar.

Uzun bir süre sloganlar atıldıktan sonra megafonu alarak işçiler adına konuşma yapan Deri-İş Sendikası Genel Sekreteri, patronun tutumunu kınayarak; işçilerin 7 aydan beri aç olduğunu, güneşin altında işsizliğe ve açlığa karşı yılmadan direndiklerini, patronun ise burada keyif çattığını, işçileri muhatap alması gerektiğini söyledi. Polisin “dağılın” uyarısına karşı kapı önünde oturma eylemi gerçekleştiren işçilerin sloganları yine susmadı.

Polisin kuşatmasına ve dağılın uyarısana daha fazla öfkelenen işçiler, Büyük Klüb’ün önünden otobüslere doğru sloganlarla, alkışlarla yürüyüşe başladı. “Sloganları kesin” diyen polisin inadına sloganlar daha bir gür, daha bir kararlılıkla ve sıklıkla atıldı. Yürüyüş sırasında polisin bir işçinin elindeki dövizi almak istemesine, işçiler topluca karşı koyarak dövizi vermediler. Polisin sendika genel sekreterini göstererek “alın bunu” demesi üzerine işçiler topluca, “ya hepimizi alırsınız ya da hiçbirimizi!” diyerek sekreterin etrafını sardılar. Toplu karşı duruşun karşısında geri adım atan polis ne sloganları susturabildi, ne de işçilerin moralini ve direnme gücünü kırabildi. Eylem bitiminde yürüyüş yapan işçileri Sümerbank çalışanları dışarı çıkarak alkışlarla destekledi.
Aymasan işçileri direnişçi kimliğe sahip olduklarını bir kez daha dosta düşmana kanıtladılar. Sınıf düşmanlarımız şunu çok iyi bilmeli ki, zulmün ve zorbalığın kâr etmediği düzende her zaman direnenler kazanacaktır. Aymasan işçileri de direndikleri müddetçe er ya da geç kazanacak, sermayeye hakettiği cevabı verecektir.

Zafer direnen emekçinin olacak!
Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!




BES 3 No’lu Şube Örgütlenme Sekreteri Kazım Doğan’la
sahte sendika yasası üzerine röportaj...

“Fiili-meşru mücadeleyi sürdürmeliyiz”

 

- Devletin azgın bir terör ve şiddet eşliğinde geçirdiği sahte sendika yasasının sizce bir meşruluğu var mı?

- Sistem açısından baktığımızda bir meşruluğu vardır. Bizim mücadelemiz açısından ise hiçbir meşruluğu yoktur. Mücadele kaldığı yerden devam etmeli, bunu zorlamak gerekiyor.

Biz bu zamana kadarki mücadelemizi yasal çerçeveye sokmak için yapmadık. Ama KESK açısından baktığımızda sendikal hareketin kazanmış olduğu bir takım haklar var. Bizim cephemizden, fiili ve meşru mücadeleyi savunanlar cephesinden herhangi bir şey değişmiş değil.

Devlet terörü kitle militanlığını gerçekleştirmiştir. Gaz maskelerinin takılması, kitlenin gaz maskeleriyle dolaşması, aynı zamanda kitledeki kararlılığı da göstermiştir. Ve bu diğer çevreler için bir sempati de kazandırdı. Aslında bundan sonraki süreçte izlenmesi gereken yolu da bu eylemler göstermiştir. Yasanın devlet terörüyle geçmesine rağmen orada devletin tutumu karşısında kamu emekçilerinin kararlı duruşu beraberinde birçok yasallığı da fiili olarak kırdı. Yasallığın dışına çıkmayı da beraberinde getirmiş oldu.

- Kamu sendikalarının, özelde de KESK’in sahte sendika yasasının çıkmasındaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

- KESK’in en başta izlediği eylem takvimine baktığımızda çok da kararlı bir duruş sergilemedi. 26 Mayıs’ta 20 bin kişinin toplandığı, 7 Haziran’da çatışmaların yaşandığı, 12 Haziran’da 5 bin kişinin toplandığı dönemde KESK yönetimi kitleyi ve kitlenin nabzını tutamadı. Bunun sonucunda birbirini tekrar eden eylemler kitledeki güvensizliği derinleştirdi. Yakalanmış bir pratik vardı. 26 Mayıs’ta yakalanan 20 bin kişi ve yasa görüşmelerinin kısmi anlamda da olsa durdurulması aslında kitlede ve işyerlerinde olumlu bir hava yaratmıştı. KESK’in örgütlü bir güç olduğunu gösterdi, ama sonraki tutumlarla bu güç tamamen güvensizliğe dönüştü. Sürekli Ankara’ya gidip gelmeler kitlede şunu sordurtmaya başladı; gidiyorsunuz geliyorsunuz, bir şey alamıyorsunuz, tekrar yasa geliyor gibi sorularla çok karşılaştık. KESK y&oum;netiminin bu yönlü olumsuz bir tutumu var. İkincisi de sendikal mücadeleye bakışaçısı. 11 yıllık fiili-meşru mücadelenin yavaş yavaş yasaya ve meclise endekslenmesi, KESK yönetiminin bu yasayı üstün körü kabul ettiği düşüncesini de beraberinde getirdi.

- Sizce bundan sonra nasıl bir mücadele hattı izlenmeli? Kamu emekçilerinin yasa karşısındaki tavrı ne olmalıdır?

- KESK’in fiili ve meşru mücadele hattını devam ettirmek gerekiyor. İkincisi, devrimci sendikacıların birlikteliklerini oluşturmak gerekiyor. KESK’e yön verecek, KESK’i fiili ve meşru mücadeleye zorlayacak bir güç olmak gerekiyor. Bunu için de ortak hareket edebilecek unsurların birarada olması gerekiyor. Birleşik bir mücadelenin yürütülmesi gerekiyor. Ve bizim bu yasayı hala istemediğimizi göstermemiz gerekiyor. Bu yasanın bize rağmen geçmesi karşısında biz taleplerimizi net olarak ifade edip, bu talepleri alma yönünde fiili ve meşru mücadeleyi sürdürmeliyiz. Grevli-toplusözleşmeli sendika mücadelemiz hala geçerli, ama bunun yanında diğer taleplerimiz de... Halkın içinde yaşadığı zorluklar, yoksullaşmanın getirdiği talepler, özgürlük yoksunluğunun getirdiği talepleri birlikte örmek gerekiyor. Tek talebe ba¤lı kalmak gerekmiyor. Sonuç alıcı eylemleri zorlamak ve alanlara çıkmak gerekiyor.

Yasada grev yapamaz diye bir madde yok. Toplusözleşme yapamaz diye bir madde yok. Tıpkı 657’deki gibi. Bunun için fiili olarak grevlere devam etmek gerekiyor. İş bırakarak alanlara çıkmak ve alanları terketmemek gerekiyor. Her ne kadar KESK yöneticileri bürokratik işleyişe girseler de, tabandan bir çalışmayla tekrar fiili-meşru mücadeleyle alanları zorlamak gerekiyor. 11 yıllık mücadeleyi devam ettirmek gerekiyor. Ancak bu şekilde bir takım kazanımların elde edilebileceğini göstermek gerekiyor.

Aslında bu yasanın geçmesindeki zaafiyet biraz da kitlenin militanlaştığı dönemlerde kitleyi harekete geçirememekten de kaynaklı. 26 Mayıs’ta onbin kişi harekete geçirilmiş olsaydı, bu yasa geçmeyebilirdi. Ama 7 Haziran’a bakıyoruz 200 kişi çatışıyor, en son 25 Haziran’da bin kişi çatışıyor. Bunlar daha çok yöneticilerin yaptığı günü kurtamaya yönelik eylemlerdi. Bakın biz çatıştık, ama yasa geçti diyebilmek içindi. Bunun tam tersini yapmak gerekiyor. Evet çatıştık. Çatışınca yasayı geri çektirdiğimiz zamanlar da oldu. Ama kitesel olarak bir çatışma yaşandığında, kitlesel olarak devletle karşı karşıya gelindiğinde, saldırıların çok daha kolay püskürtülebildiğini görebilmekteyiz. Bundan sonra bu yöntem denenmeli. Kitlesel şekilde çalışanlar sokağa çıkartılarak o talepleri sahiplendici bir yol ve hat izlenerek mücadele edilmeli. Bu gerçekten militanlaşan bir süreç. Çünkü bu son süreçte yeni arkadaşlarımız da vardı. Her ne kadar kadro eylemi dense de diğer illerden gelen ve Ankara’dan eylemlere katılan yeni unsurlar da vardı. Bunları değerlendirdiğimizde, önümüzdeki süreçte devrimci memurların önüne ciddi görevler düşüyor. Bir tabanı örgütleme, iigerçekten kitleyi harekete geçirme. Ve taleplerin net olarak belirlenip, hedefe varıcı eylem tarzını hayata geçirmek gerekiyor.