Kamu emekçilerinin sendikal haklarını gaspetmeyi hedefleyen sahte sendika
yasası da meclisten geçti. Bu 57. hükümetin çıkardığı onlarca saldırı
yasasından sadece biridir. Ancak bunun anlamı ve sonuçları kamu emekçileri
açısından özel bir önem taşımaktadır. Bu yasayla amaçlanan, öncelikle, 11 yılın mücadelesiyle kazanılmış sendikal
mevzilerin yıkılması, işlevsizleştirilip kötürümleştirilmesidir. Düzenin
efendileri çok iyi biliyorlar ki, kitleleri köleleştirmenin en etkin yolu
onları örgütsüzleştirmekten geçiyor. Bu yüzdendir ki yıllardır işçi ve
emekçilerin örgütsüzleştirilmesi için çok yönlü ve kapsamlı bir saldırı
yürütülüyor. Sanayide saldırı yasalarına toplu işten çıkarmalar eşlik ediyor. Kamu
hizmetlerinde sahte sendika yasasına tasfiye kararnamesi eklenmek üzere.
Tüm bu örgütsüzleştirme saldırılarının odak noktasında ise, sınıf ve emekçi
hareketinin kaderiyle yakınen bağlantılı bulunan, devrimci örgütleri tasfiye
saldırıları yer alıyor. Hücre saldırısı ve zindanlarda ardardına gerçekleştirilen
vahşet örneği katliamlar, devrimci kimliğin ve onun güvencesi olarak devrimci
örgütlerin tasfiyesini amaçlıyor. Böylece, işçi sınıfı ve emekçilerin
devrimci örgütlenme-devrimci sınıf savaşımı seçeneğinin tümden ortadan
kaldırılması hedefleniyor. Devletin milli siyaset belgesi
üzerinden bunun temel bir hedefi olduğunu ise biliyoruz. Meclisin saldırı yasalarını bu derece hızlı çıkarıyor olması, elbette
sistemin gücünü kanıtlamıyor. Her saldırıyı mutlaka özenle kamufle etmeye
çalışmaları, bir reform ya da ilerleme-demokratikleşme
adımı olarak sunmaları boşuna değil. Kuşkusuz burada kaba bir arsızlık
da var. Nasıl ki eşine az rastlanır bir faşist vahşet sergiledikleri zindan
katliamını tutup hayat kurtarma operasyonu diye reklam etmeye
kalktılarsa, bugün de sahte sendika yasasını kamu çalışanlarına
sendika hakkı tanıyan yasa olarak sunmaya çalışıyorlar. Nasıl ki, beton ve demir bloklar içinde hapis tuttukları birkaç bin devrimciyi
hücrelere kapatabilmek için, helikopterinden panzerine, makinelisinden
bombasına ve kimyasal silahına kadar tam teçhizat donatılmış bir katliam
ordusuyla saldırıya geçtilerse, sahte sendika yasasını geçirebilmek için
kamu emekçilerinin üzerine de panzerleri ve bombalarıyla yürüdüler. Peki yürüdüler de ne oldu, yasayı geçirdiler de ne olacak? Bir kararın
yasal olması ona meşruiyet kazandırmaya yetecek mi? Sahte sendika yasası,
kamu emekçilerinin 11 yıllık zorlu ve onurlu mücadeleyle kazandığı meşru
mevzileri yıkmaya muktedir olacak mı? Düzen devrimci tutsaklardan hakettiği yanıtı almıştır. Tüm katliamlara,
işkencelere, hücrelerin tecrit koşullarına rağmen, devrimci tutsakların
Hayır, asla teslim olmayacağız!.. yanıtı rejimin suratına
bir kamçı gibi patlamıştır. Hiçbir çaba direnişi sürdürme iradesini ve
tecriti parçalama kesin kararlılığını kıramamıştır. Kimsenin kuşkusu olmasın ki, kamu emekçilerinin de kendilerine yönelik
saldırılara yanıtı benzer yönde olacak. Bu olmak zorundadır. Kamu emekçi
mücadelesinin sadece son 11 yılda biriktirdiği güç ve deneyim bile, bu
zoru yenmelerine, bu saldırıyı püskürtmelerine yetecektir. Kamu emekçilerinin de çok iyi bildiği gibi, bu hükümetin son iki yılda
çıkardığı yasalar salt kimi hakların gaspıyla sınırlı değildir. İşçi ve
emekçi haklarının gaspı, ülkenin emperyalizme peşkeş çekilmesini kolaylaştırmak
kirli amacına hizmet etmektedir. Zira işçi sınıfı ve emekçiler ülkenin
işbirlikçi uşak takımı tarafından böylesine rezilce emperyalist efendilerine
peşkeş çekilmesine karşı durabilecek gerçek toplumsal güçtürler. Aşağılık
satış planlarını bozabilecek biricik kuvvet, işçi sınıfı ve emekçilerin
devrimci mücadelesidir. Bunu sadece düzen sahiplerinin değil, işçi ve
emekçi kitlelerin de içten içe hissettikleri açıktır. En basit gündelik
haklar için gerçekleştirilen eylemlere dahi anti-emperyalist şiarların
damga vurması bunu göstermektedir. Kamu emekçileri sahte sendika yasasıyla ve onu tamamlayan tasfiye kararnamesiyle
kendilerine yöneltilen saldırıların anlamını ve hedeflerini iyi bilmektedirler.
Bu saldırıyla kendilerinin örgütlülükten mahrum bırakılmak, böylece sınıf
mücadelesinin dışına düşürülmek istendiğinin farkındadırlar. Aynı şekilde,
bu ve benzer saldırılarla ülkenin -aynı anlama gelmek üzere işçi sınıfı
ve emekçilerin- köleleştirilmek istendiğinin de farkındadırlar. En azından,
azımsanmayacak öncü bir kesimin bu gidişatın farkında olduğuna kuşku yoktur.
Kitlelerde emperyalizme ve ona uşakça teslimiyete karşı biriken öfke
ile birlikte ele alındığında, öncü kesimin bilinci, sabırlı-planlı-özverili
bir çabaya konu edildiği takdirde, mücadelenin önündeki barikatları yıkmak,
örgütsüzleştirme-köleleştirme saldırılarını püskürtmek mümkün olacaktır.
Yeter ki devrimci kamu emekçileri üzerlerine düşen sorumluluğun hakkını
verebilsinler. Mücadelenin önündeki en güçlü barikat hareketin kendi içinden, örgütün
en tepesindekiler eliyle örülmüş durumdadır. Sahte sendika yasasının geçiş
süreci bu kaba gerçeği tüm açıklığı ile gözler önüne sermiştir. Bu durumda
ve bu nedenle, saldırıların karşısına güçlü bir biçimde dikilebilmek için
öncelikle bu barikatın aşılması gerekir. Bu süreçte, sendikal ihanet cephesinden gizli-saklı hiçbir şey kalmamıştır.
Kamu emekçi mücadelesinin bütün bir tarihi, güçlü bir direnişle püskürtülemeyecek
hiçbir saldırı olmadığını gösterdiği ve kamu emekçileri kendi mücadele
süreçlerinden edindikleri bu bilinçle yüklenmeye hazır oldukları halde,
KESK bürokratları kitlenin direnme istek ve imkanlarını tahrip etmek için
ellerinden geleni arkalarına bırakmamışlardır. Öncelikle, meclis takvimine endeksli bir eylem takvimiyle yapmışlardır
bunu. Bunu, bir gecede alınıp işyerlerine (çoğunlukla sendika şubelerine
bile) duyurulmayan eylem kararlarıyla, bir gün alınıp ertesi gün ertelenen
eylem kararlarıyla, hedefsiz Ankara yürüyüşleriyle ve tüm bu tutumlarının
kitlede yarattığı örgüte güvensizlikle yapmışlardır. Bu tutumlarıyla da,
işçi hareketinin başındaki hainlerle bir ve aynı konumda değerlendirilmeyi
fazlasıyla haketmiş durumdadırlar. Bu adamlar daha şimdiden -yasa henüz onaylanıp yürürlüğe bile girmeden-
yeni yasanın gereklerini yerine getirmeye soyundular. Bir yandan Sezere
yakarı telgrafları çekerken (böylesine geri ve utanç verici bir etkinliği
dahi salt tabanın gözünü boyama amaçlı yapıyorlar), öte yandan kitleden
gizli görüşme masalarına oturmaya başladılar bile. Alelacele çıkarılan
yasanın muğlak bıraktığı işkolu vd. tanımlamalarında işverene
canı gönülden yardıma koşuyorlar. Onlar açısından saldırının
püskürtülmesi, sendikal mevzilerin korunması, tüm bunlar için dişe diş
bir mücadelenin örgütlenmesi diye bir sorun kalmamıştır artık. Onların
sorunu global köleliğe boyun eğmek, teslim olmak, uşaklaşmaktır. Bu böyle
bilinmeli ve en geniş kamu emekçi kitle nezdinde de yaygın bir teşhire
konu edilmelidir. Kamu emekçi kitleleri bir yandan sendikal ihanet barikatı konusunda bilinçlendirilirken,
diğer yandan kendi birikimleri, kazanımları, güç ve potansiyelleri konusunda
da uyarılmak, yaşanan sürecin, kayıpların ve ihanetin tahribatı giderilmek
zorundadır. Kitlelerde direniş ruhunu yükseltecek temel etken, özgücüne
güven ve bu güveni sağlayacak bir örgütlülüktür. Demek ki, bilinçlendirme faaliyetiyle paralel ve yoğun bir örgütlenme
çalışması zorunludur. Gerek sözkonusu saldırı yasalarına karşı, gerekse
günlük ekonomik-demokratik hak talepleri için yürütülecek fiili-meşru
mücadele, saldırıların püskürtülebilmesi için ihtiyaç duyulan birleşik-militan
mücadelenin zeminini döşeyecektir. Yerellerde, işyeri ve iller bazında
örgütlenen hak eylemleri kitleleri diri tutmanın da bir aracı olarak görülmelidir
aynı zamanda. Devrimci kamu emekçilerinin, hareketin bu yeni aşamasında düşebileceği
en büyük yanılgı, reformistlerin peşinden yasal dayatmalara boyun eğmek,
duruma ve zemine uyum sağlamak olacaktır. Bu salt kendi devrimci kimliklerini
aşındırmakla kalmayacak, kamu emekçi kitlesinin biricik gerçek imkan ve
umudunu da zedeleyerek, mücadelenin yıllarca geriye düşmesine sebep olacaktır.
Devrimci kamu emekçileri, bunun bilincinde olarak ve bu bilinçle davranarak,
kendi görev ve sorumluluklarına kitlelerin bu gerçek ve yakıcı ihtiyacı
üzerinden yaklaşmalıdırlar. |
|||||