geride kalan yıla genel bir bakış
Son dönemde, sınıf hareketi belli bir gerilik içindeyken ve üstelik
üniversite kapıları emekçi çocuklarına kapatılırken, öğrenci hareketindeki
bu belirgin yükseliş nasıl açıklanmalıdır? 6 Kasım sonrasında bu çıkış, Ölüm Orucu Direnişinin yoğun biçimde
desteklenmesi ile güçlendirildi. Daha önceki değerlendirmelere de konu
edildiği üzere; bu sürecin motoru tutsak aileleri, ana gövdesi ise gençliktir.
Öğrenci gençlik, bu süreçte gerçekleştirilen eylemlere ilgisi ve desteği
ile, birçok yönden kampüs eylemliliklerinin kabuğunu kırmıştır. Bu dönemde
okulların içinde yapılan eylemleri rutin bularak katılmayan bazı öğrenciler
merkezi eylemlere taşınabilmiştir. 19 Aralık katliamının ardından görüldü ki; devrimci işçi sınıfı hareketine
yedeklenmemiş, onun önderliğinden yoksun bir gençlik kitlesi belli bir
düzeyde politikleşse bile kolayından yenilebiliyor, saman alevi gibi
gelip geçebiliyor. Bu durum, komünistlerin bu tür kesimlerin hareketlerinin
öne çıktığı dönemlerde işçi sınıfı içindeki çalışmaya daha da yüklenilmesi
noktasındaki görüşlerinin de bir kez daha doğrulanması oldu. Öte yandan; katliam sonrasında yaratılan sokak terörü, gençlik üzerinde
bir şekilde etkili oldu. Takvim üzerinden yapılan bazı mitingler dışında
güçlü eylemlilikler yaratılamadı. 8 Mart, 21 Mart ve özellikle 1 Mayısa
coşkulu ve kitlesel bir biçimde katılan gençlik, Ölüm Orucu Direnişni
destekleyen sloganlarıyla sağlam bir duruş gerçekleştirdiyse de, katliam
sonrasında maruz kaldığı yoğun terör nedeniyle kendisinden bekleneni
sergileyemedi. Bağımsız eylemlerle güçlü bir biçimde desteklenmesi gereken
Ölüm Orucu Direnişi ile gerekli bağ kurulamadı. Burada mevcut devrimci gençlik örgütlenmelerinin büyük bir sorumluluğu
olduğu açıktır. Birçok üniversitede sürece duyarlı insanlar üzerinden
para toplama, kart gönderme gibi dayanışma etkinlikleri yapıldı. Yine
buralarda destek eylemleri gerçekleştirildi. Ancak buralarda ulaşılan
diri güçlerle merkezi açık eylemliliklerin yapılması yoluna gidilmedi
ve bu güçler atıl kaldılar. Oysa ki; hem katliam öncesi duruşu, hem 1 Mayıstaki katılımı,
hem de kendi sorunlarını sahiplenişi, bu güçlerin yetersiz de kalsa
süreci belli bir süre sırtlayabileceklerini göstermiştir. Ama reformistlerin
geri tutumu ve terör dalgası sonucu kendine güveni kalmayan küçük burjuva
anlayışların tavrı bunu engelledi. Böylece direnişin sokak ayağı eksik
kalırken, öğrenci hareketi içindeki olanaklar da değerlendirilemedi.
Öğrenci gençlik bunların dışında, formasyon hakkının gaspına karşı
gösterdiği duyarlılık ve gerçekleştirdiği eylemlerle, İTÜde yemekhane
boykotu, Dokuz Eylül Üniversitesinde paralı eğitim karşıtı kampanya
vb. ile anlamlı çıkışlar gerçekleştirmiş, önümüzdeki dönemin mücadelesine
ilişkin olumlu sinyaller vermiştir. Bundan sonra gençlik hareketinin
çizeceği yolu belirleyecek olan, geliştirilecek örgütlenmelerin işlevli
olup olmayacağı ve bu alanda kendini yakıcı biçimde hissettiren devrimci
önderlik sorununun aşılıp aşılamaması olacaktır. (Ekim Gençliğinin Temmuz 01 tarihli
Eğitimde fırsat eşitsizliğine tutulan
ayna
Ancak burada asıl önemli olan eğitimin sermayenin elinde nasıl bir
sömürü aracına dönüştüğü ve gençlik kitlelerine bireysel kurtuluş
yolu düşüncesini aşıladığıdır. Özel okullara giriş sınavı öncesi
yapılan EDU 2001 Eğitim Zirvesi adlı fuar her yönüyle bunu
doğrulayan bir örnektir. Fuarda ziyaretçilere daha iyi bir gelecek için
daha kaliteli ve çağdaş bir eğitim fikri empoze
ediliyor. Bu çerçevede fuara katılan okulların bilimsellik ve
çağdaşlıklarına kanıt olması için standlarını çeşitli deneylerle
ve teknolojik aletlerle süslemesi, işin aslında diğer rakiplerine
üstünlük sağlaması çabasından öteye bir şey değildir. Zira onlar için
en kutsal amaç, pazardaki en fazla müşteiyi, diğer adıyla
veliyi ikna edip kazanabilmektir. Öyle ki, bunun için okullarda verdikleri
eğitimi ISO 9000 kalite ödülüyle güvence altına alıp bundan
da bir fayda umuyorlar. Bu ifadelerde de rahatlık ve açıklıkla dile getirildiği gibi, veliler
gerçekten onların gözünde bir müşteridir. Bilimin
öğretildiği, çağdaş eğitimin verildiği okullar da birer
işletme ve ticarethanedir. Bu yüzden olacak ki, bu işletmelerin
müşteri sürekliliğini sağlayabilmek için kalite güvencesi
alması gerektiğini düşünüyorlar ve harıl harıl çalışıyorlar. Mantığı ve amacı kâr etmeye dayalı bir hizmetin (eğitim-öğretim hizmetinin),
insanlığın hizmetindeki bir bilimle nasıl ters düşeceğini
ve bağdaşmayacağını, en basitinden bu hizmetten yararlanabilmenin önündeki
sosyal eşitsizlik engeli olgusundan da görebilmekteyiz.
Onlar için bilim kâra kâr kattığında ve sermayenin çıkarlarına
ters düşmediği oranda bilimdir. Bu yüzden bu ilişkiler dışına çıkan
veya onu zedeleyen bilimsel her gelişme ve ilerleme çoğu zaman sınırlanır
ve engellenir. Onlar için bilimsel eğitimle de hedeflenen
budur. Sistemin devamını sağlamak ve onun ihtiyaç duyduğu nitelikte
eleman yetiştirmek. Eğitimdeki eşitsizliğin göstergeleri fuara katılan okullar tarafından
en iyi şekilde yansıtıldı. Aslında özel okulların çokluğu düşünüldüğünde
katılan okul sayısı çok azdı. Bazı liseler, üniversiteler, dershane
ve yurtdışı eğitim imkanı sağlayan kurumlar vardı. Özel okulların tanıtım
broşürlerinde velilere/müşterilere öz olarak söylenen şey
; çocuğunuz bizim okulda okursa hem kaliteli bilimsel bir eğitim alarak
üniversite sınavlarında bir adım önde olacak (ne de olsa bu okulların
AOBP derece puanları diğerlerine nazaran daha yüksektir), hem de birçok
sosyal-kültürel aktivitelerden yararlanarak uzman doktorların, psikologların
gözetiminde sağlıklı bir büyüme, gelişme süreci yaşayacaktır.
En basitinden AOBP ile üniversite sınavındaki eşitliğin
nasıl parası olaın lehine bozulabileceğinin özel okul sahipleri tarafından
bile ima edilmesi eğitimdeki eşitsizliğin en canlı örneğidir. Bununla
birlikte bu sağlıklı gelişme iddiasına değinecek olursak,
bu iddiaların aksine çeşitli intihar olayları, uyuşturucu kullanımı,
alkolizm, fuhuş, bireyci, bencil kişilikler vb., bu okullarda okuyan
sağlıklı bir gelişme süreci içerisinde olan gençlerde daha
sıklıkla göz¨kmektedir. En kutsal değerin kâr etmek olduğu, herşeyin
metalaştığı kapitalist toplumlarda bu türden ilişkilerin yaşanılması
kaçılmazdır. Zira üretimin niteliği bu tür toplumsal-kültürel ilişkilerin
ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kaldı ki onların anladığı anlamda
sağlıklı bireylerin yetiştirildiğini varsaysak bile, bu
da bu tür bir eğitimden yoksun olan devlet okullarında okuyan iş&ccdil;i,
emekçi çocuklarının peşinen sağlıksız, kültürsüz
bireyler olarak kabul edilmesi anlamına gelir. Fuarda, gençliğe geleceğini güvence altına almanın yollarından
biri olarak da yurtdışı eğitim öneriliyor. Tabii ufak bir ayrıntıyı
da unutmamak kaydıyla; en ucuz maliyetin 10 bin dolardan başlıyor olması.
Bu ufak ayrıntıyı ufak görüp karşılayabilen arkadaşlara
da önerilen şu oluyor; yurtdışında okuyacağınız üniversitenin
YÖK tarafında tanınmasına, yine aldığınız eğitimin YÖK tarafından onaylanmasına,
diplomanızın da YÖK tarafından kabul edilmesi gerektiğine dikkat edilmesi
gerektiğidir. Fuar tüm bu boyutuyla farklı bir kitleye hitap ederken,
birçok noktada kapitalizmde eğitimin işlevinin ne olduğunu ve nasıl
gerçekleştiğini teşhir etmektedir. Özel okullar her zaman bu sürecin
en dolaysız göstergeleri olmuşlardır. İşçi-emekçi çocuklarının gittiği
devlet okulları ise aynı yoldan daha ağır bir şekilde ilerleyerek bu
düzeye ulaşmaktadır. Bunu daha iyi anlayabilmek için eğitim sisteminin
son yirmi yılına bakmak yeterlidir. Son olarak müşteri sürekliliği
sağlama adına Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gönderilen bir genelgeyle
Toplam Kalite Yöntemi projesi bunun yeni bir örneğidir. (Ekim Gençliğinin Temmuz 01 tarihli |
|||||