Burjuvazi her alanda olduğu gibi kültürel alanda
da emekçilere bir dizi saldırı yöneltmekte, kitlelerin uyuşturulması,
beyinlerinin yıkanması için sanatı afyon gibi kullanmaktadır. Buna karşı
işçi sınıfı, sanatı da bir silah olarak kullanmak ve onu burjuvaziye yöneltmek
zorundadır. Burjuva sanatçılar ve bazı liberal aydınlar, ilerici
devrimci sanatı etkisizleştirmek için, sanatın siyasetten bağımsız olduğunu/olması
gerektiğini, güzel olanın bu olduğunu söylemektedirler. Bayatlamış bir
burjuva görüşü olan sanat sanat içindir anlayışını sanat
toplum içindir anlayışının yerine geçirmeye çalışmaktadırlar. Peki sanat sanat için mi olmalıdır? Bu görüş doğru
mudur? Elbette hayır! Tarihe baktığımızda, örneğin kendini evrensel düzeyde
kanıtlamış en büyük müzisyenlerin esasında hiç de politikadan bağımsız
olmadığını görürüz. Eğer tarih sınıf savaşımlarının tarihi ise ve müzisyen
de toplumun bir parçası ise, bu durum ve tutum son derece doğal sonuçtur.
Müzik ve politika hiçbir zaman Tarihin gelmiş geçmiş en büyük bestecilerinden sayılan
Mozart, katolik kilisesine ve ruhban sınıfa karşı tavır almış, aldığı
bu tavırdan dolayı açlık ve yoksulluk içinde genç yaşta ölmüştür. Beethoven
ise coşkulu bir cumhuriyet taraftarıdır. Napolyon imparatorluğunu ilan
ettiğinde, ona öfkesini kusmaktan geri durmamıştır. Verdinin adı
ise İtalyada feodal sınıfa karşı verilen demokrasi mücadelesi ile
bütünleşmiştir. Wagner anarşist yapısı, yahudi karşıtı düşünceleri ile
ün salmıştır; Bakunin ile dostluğu da bilinmektedir. Hitler Almanyası da, Nasyonel Sosyalist düşüncenin
propagandasının yapılması için birçok besteciyi görevlendirmiş, bu amaçla
Reich Müzik Odasını kurmuştur. Aynı zamanda muhalif müzisyenleri
de yok etmeye çalışmıştır. Komünist Manifestoyu kantat yapan Erwin
Schulhoff, Nazi Almanyası tarafından esir edildikten sonra Wülzberg
kampında öldürülmüştür. Tüm bu örnekler, müziğin politikadan bağımsız olmadığını
ve sınıfların bu alanda da mücadele içerisinde olduklarını göstermektedir. Partili sanatın önemi Lenin, kültür sorunu üzerine makalelerinde, partili
olmayan sanatı mahkum etmiştir. Müzik de devrimci ideolojinin kitlelere
anlatılmasına ve benimsetilmesine aracı olabilmelidir. Sanat, burjuvazinin
güdümünden ve burjuva bireyciliğinin ekseninden çıkarılmalıdır. Sanat
bağımsızdır nutuklarını mahkum etmek, bunu savunanların işin aslında burjuvazinin
hizmetinde olduğunu bilmek ve proletaryanın sanatını yaratmak zorundayız.
Bu da elbette proletaryanın devrimci önderliğinin somutlaşmış ifadesi
olan partili mücadelede gerçek anlamını ve işlevini bulur. Her sınıf kendi sanatını yaratır ve isteklerini bu
şekilde topluma anlatır. Burjuvazi içi boş sözlerle dolu şarkılar yaratarak
kitleleri uyuşturmaya çalışır. Muhalif müzik de belli bir sınıfa aittir.
Mesela Grup Yorum, küçük-burjuvazinin devrimci taleplerini en net ve en
güzel ifade eden bir müzik grubudur. Bugün birçok öğrenci ve varoş gençliği,
bu müziği dinleyerek etkilenebilmekte ve belli bir ideolojiye sempati
duyabilmektedir. Ama proletaryanın devrimci özlemlerini ve devrimci sosyalist
hedeflerini ifade eden bir müzik denilince, büyük bir boşluğun var olduğunu
görmemiz gerekiyor. Saldırmanın vakti gelmiştir Bu boşluğu tabii ki komünistler doldurmak zorundadır.
Etkinliklerde, grev çadırlarında, sokak eylemlerinde sazıyla sözüyle ortama
renk katacak, coşturacak, politik mesajını taşıyacak bir müziği yaratma
zorunluluğu vardır. Burjuva sanat anlayışına işçi sınıfının bağrından
köklü bir darbe indirmek zorunludur. Yaşanan deneyimlerin ışığında, müziğin politik faaliyete
getirdiği canlılık, kitlelere seslenmede taşıdığı kolaylıklar göz önüne
alınmak zorundadır. Bir etkinlikte yapılan konuşmalardan sonra, o konuşmaların
içeriği doğrultusunda üretilmiş bir şarkı, mesajın çok daha rahat anlaşılmasını
sağlamaktadır. Grup Yorum, konserlerinde ölüm orucu ile ilgili konuşmalar
yaptıktan sonra, konuya dair söylediği bir şarkıyla tüm kitleyi yumruklar
havada şarkıya katılır bir hale getirebilmektedir. Bu ciddi bir etkidir,
müziğin rolünü kavramamıza yardımcı olmalıdır. Veya bir piknikte yalnızca
düzene muhalif yönü bilinen insanlara, müzik grubu aracılığıyla, hem devrim
ve sosyalizm mesajını, hem de ölüm orucu direnişine sahip çıkılması gerektiği
mesajının verilebildiğini görüyoruz. Buna benzer örneklerin yaygın biçmde
yaşandığı ve yaşanacağı açıktır. Yeter ki bu konuda bir bilinç açıklığına
sahip olabilelim. Üretim zorunludur! Partili müzikten bahsediyorsak, bu alanda büyük bir
emek harcamak gerektiği açıktır. Mevcut müzik çalışmalarımız güçlendirilmeli,
bu alandaki imkanlar zorlanmalı, bir üretim faaliyeti örgütlenebilmelidir.
Bu üretim partimizin temel perspektiflerini yansıtan bir tarzda olmak
zorundadır. İnsanlara yabancı bir müzik tarzında üretim yapmayı tercih
etmemeliyiz. Ayrıca kullandığımız müzik aletleri de mümkün mertebe insanların
kolayca edinip çalabileceği tarzda olmalıdır. Mesela bir yan flütün sesi
çok güzeldir, ama çok pahalı bir alettir. Onun yerine kavalı tercih etmek,
üretimi o yönde yapmak gerekir. Bu şekilde insanların kolayca öğrenip
kolayca çalıp söyleyebileceği, daha rahat benimseyeceği bir üretim tarzına
girmiş oluruz. M. Theodorakis, müziğe başladığında, eğitim görmüş
bir komünist müzisyen olarak halkın varolan müziğini incelediğini, onun
kullandığı enstrümanlarla beraber söz ve müzik olarak daha kaliteli şarkılar
üretmeye çalıştığını, bu şekilde halkın müzik beğenisini geliştirerek
burjuvazinin onlara vermeye çalıştığı bayağı estetik anlayışını kırmak
istediğini anlatıyor. Bizim hedefimiz de bu olmalıdır. Ayrıca sınıf çalışmasının yürütüldüğü bölgelerde,
müzik deneyimlerimizi emekçi kitlelerle paylaşmak açısından işçi koroları
kurabilmeliyiz. Bu tür bir faaliyetin örgütlenme anlamında da çok büyük
yararları olduğu açıktır. Hiçbir alanda boşluğa tahammülümüz olamaz, olmamalıdır.
Müzik alanında da bizim dolduramadığımız boşluğu düzen dolduracaktır,
bunu asla unutmamalıyız. Öyleyse partili sanata omuz vermeli, onu daha
ileri düzeylere taşımanın her türlü olanağını kullanmalıyız. Yaşasın Partili sanat! H. Akar
Bir film ve emperyalist kültür saldırısı Emperyalizmin yeni sömürgecilik yöntemleri, az gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkeleri kültürel egemenlik altına almayı gerektirmektedir.
Emperyalistler maddi güçleriyle kaleleri fethederken, manevi değerlerini
de pompalama çabasındadır. İkinci Dünya Savaşından bu yana yoğun
bir kültür emperyalizmi uygulanmaktadır. Türkiyedeki emekçiler de, Rambolar, Rockyler,
çizgi filmler vb. ile, tarihin çarpıtılmasından oluşan, toplumsallıktan
ve paylaşımcılıktan uzak, bireysel kahramanlığı ve bencilliği öne çıkaran
emperyalist kültürün yıllardır bombardımanı altındadır. Burada değinmek istediğim konu sinema. Geçtiğimiz
aylarda gösterilen Kapıdaki Düşman filmi, emperyalist kültür
bombardımanının çarpıcı bir örneği. Filmde açıkça yansıtılan nefret, sosyalizmden
duyulan korkuyu ortaya koyuyor. Film, güya İkinci Dünya Savaşında Alman faşistlerinin
Stalingrada dayanması karşısında dünyada eşine az rastlanır bir
direniş örneği olarak insanlık tarihine geçen Stalingrad savunmasını anlatıyor
fakat baştan sona, tarihin çarpıtılmasının, tersyüz edilmesinin bayağı
bir örneği sergileniyor. Bu savunmada şehit düşen milyonlarca insan yok
sayılarak, sonuç iki keskin nişancının savaşına dökülüyor. Filmde Kızıl Ordu askerlerinin savaştan kaçmak için
çeşitli yollar denediği, kaçanların ise kendi yoldaşları tarafından vurulduğu
anlatılıyor. Sanki insanlığı faşizmin barbarlığından kurtaranlar, bu uğurda
en büyük bedelleri ödeyenler onlar değillermiş gibi. Komutanların farklı
bir yaşam sürdürdüğü, askerler açlıktan ölürken onların her gece yiyip-içip
eğlendikleri vurgulanıyor. Kısacası, baştan sona sosyalizme nefret kusan
bir film. Kapitalist barbarlığın sahipleri giderek daha fazla
yalan, çarpıtma ve demagojiye ihtiyaç duyuyorlar. Son yıllarda sosyalizmi
karalayan birçok kitabın çıkarılması boşuna değil. Emperyalist kapitalizm
içinde debelendiği krizin faturasını işçi ve emekçilere yüklemek için
kapsamlı bir saldırı yürütüyor. Bu saldırılar karşısında sosyalizm işçi
ve emekçiler işin yeniden bir umut ve özlem haline geliyor. Bu nedenle onlar, sonunun yaklaştığını hisseden akrepler
gibi, etrafa saldırıyorlar. Ama, bu saldırıların sonuç vermediğini gördükleri
zaman, akrep kadar asil davranıp kendilerini imha etme fırsatını onlara
vermeyeceğiz. Onları kendi ellerimizle tarihin çöplüğüne göndereceğiz. Yaşasın sosyalizm! T. Yıldız |
|||||