Yeniyi yaratmak için, insanlığın kurtuluşu için!.. Sert olun!
250. gününü dolduran Ölüm Orucu Direnişi, bu sözleri ne kadar da anlamlı
kılıyor. Devrimci tutsaklar 250 günlük bu büyük maratonu, katliamlara,
işkencelere, hücrelere ve zorla tedavi işkencesine karşın sürdürüyorlar.
Bu öylesine büyük bir kararlılık ve öylesine kırılmaz bir iradedir ki,
kimilerinin karşısında nutku tutulan faşist rejim çaresizlik içerisinde
kıvranıyor. Acizliğiyle saldırganlaşıp, yalanlarıyla boğuluyor. Devrimci tutsaklar direniyor. Sessizliğe, suskunluğa rağmen direniyor.
Kimileri yenilgi vaazlarında bulunurken, herşey bitti! çığırtkanlığı
yaparken onlar direniyor. Her direnişçi sakınmaksızın ölümü kucaklıyor. Her gün yeni bir devrimci
ölümsüzlüğe uğurlanıyor. Ölüm hiçleşmiş. Çünkü yeniyi yaratmak eskiye
karşı sert olmayı gerektiriyor. Devrim için çarpan yürekler devrimin sertliğiyle vuruyorlar düzenin burçlarına.
Düşman her yerde aynı haykırışla sarsılıyor: Siz bizim hiç teslim olduğumuzu
gördünüz mü? Siz hiç devrim davasının teslim alınabildiğini gördünüz mü?
Devrim davası, uğrunda ölümü hiçe sayanlarca, işkencelerde, darağaçlarında,
faşist kuşatmalarda bayrak bayrak ölümsüzleşenlerce, barbarlığın önünde
bedenlerini barikatlaştıran milyonlarca emekçiyle yaşatıldı. Bugünlere
getirildi. Çünkü, ölüm düzeninde yaşamı varedebilmek ancak ve ancak bedel
ödeyerek mümkün. Gerektiğinde yaşamı hiçe sayarak mümkün. En az barbarlık
düzeni kadar sert ve acımasız olmakla mümkün. Nerede görülmüştür, güzel günlerin şarkı söyleyerek geldiği. Nerede görülmüştür,
yaşamlarımızı çalanların, onu gönüllüce teslim ettiği. Nerede görülmüştür,
özgürlüğün karanlık ellerce verildiği. Özgürlük için, insanca yaşam için, gelecek için sert olmalı insan. Devrimci
olmalı. Özgür ve insanca bir dünya ancak ve ancak bu ellerde yaratılacak,
geleceği ancak devrim bayrağını taşıyabilenler kazanacak. Sert olun kardeşlerim! Yaşamımızı çalanlara, bize mezar biçenlere sert
olun. Acımayın kardeşlerim! Bizi kıyıp biçenlere, kanımızı içenlere acımayın. Düşmesin bizimle yola, barbarlığın karşısında titrek ve soluksuz olanlar.
Düşmesin bizimle yola, zorla karşılaştığında kaçacak delik arayanlar.
Düşmesin bizimle yola, boynu yerden kalkmayanlar. Düşmesin bizimle yola
küllenmiş yürekler, eğilip bükülenler... Biz halaylar çekerek ölüme gideceğiz. Özgürlük ve sosyalizm için. İnsanlığın
kurtuluşu, çocuklarımızın geleceği için.
Ölüm Orucu eyleminde bir tutsak daha ölümsüzleşti! Aysun Yoldaş ölümsüzdür!
1976 Adana doğumlu olan Aysun yoldaş 12 Aralık 1999da tutsak
düştü. Tutsak düşmeden önce GESAM (Genç Ekin Sanat Merkezi) çalışanı
ve yöneticisi olan Aysun Bozdoğan, 19 Aralık katliamından sonra Ümraniye
zindanından Kartal zindanına getirildi ve getirilir getirilmez Süresiz
Açlık Grevi eylemine başladı. Ölüm Orucu gönüllüsü olan Aysun Bozdoğan, Süresiz Açlık Grevi eylemini
30. gününden sonra Ölüm Orucuna çevirdi. Eyleminin 100. günlerinde Bayrampaşa
Hastanesine kaldırılan Aysun yoldaş burada her türlü psikolojik baskıya
rağmen tedaviyi kabul etmdi. Bayrampaşa Hastanesinde günlük muayeneyi
dahi kabul etmeyen Aysun Bozdoğan, durumunun ağırlaşması üzerine 12
Haziran 2001 tarihinde Kartal Araştırma Hastanesine kaldırılmış,
burada da tedaviyi kabul etmeyerek, 26 Haziran 2001 tarihinde ölümsüzler
kervanına katılmıştır. Devrim savaşçıları ölümsüzdür! 26 Haziran 2001
Tahliye manevrası da boşa düşecek... Hiçbir güç bu direnişi kırmayı,
Devlet, tüm sıkışmışlığına rağmen, direnişi görmezden gelmeye, bu sarsılmaz
iradeyi tanımama tutumunu sürdürmeye devam ediyor. Direnişi kırmak adına
denenen sayısız yöntemin ardından, devlet, son manevra olarak tutsakları
serbest bırakma yolunu seçti. Ama bu kirli oyun da direnişi kırmayı
başaramayacaktır. Yaklaşık bir ay önce İzmir Yeşilyurt Hastanesinden gerçekleşen
tahliyelerin ardından (6 ay sonra geri dönmek şartı ile!), şimdi de
Bayrampaşa Devlet Hastanesi, Kartal Cezaevi, Kandıra Cezaevi ve Kocaeli
Devlet Hastanesinden toplam 46 civarında tutsağın tahliye edilmesine
karar verildi. Öğrenebildiğimiz kadarıyla tutsakların isimleri; Sait
Oral Uyan, Veysel Bulut, Kenan Taybora, Mehmet Zencir, İnan Ulaş Gezici,
Selçuk Ulu, Barış Albay, Serdar Salman, Fikret Kara, Bülent Aytunç Cömert,
Erkan Aygören, Osman Osmanağaoğlu, Ulaş Bütün, Orhan Ertürk, Ahmet Akyüz,
Celal Gezer, Ufuk Yeniocak, Çetin Can, Ömer Berber, Ali Rıza Demir,
Nabi Kimran (Tekirdağ F tipinden). Tutsakların büyük çoğunluğu Ümraniye
Cezaevinden sevkedildikleri için, Ümraniyede 19 Aralıkta
isyan çıkardıkları gerekçesiyle tümün çıkartılan gıyabi tutuklama kararı
kaldırılmadığı için, henüz tahliyeleri gerçekleşmedi. Birkaç günden bu yana aileler hastane ve cezaevinin kapısında bekliyorlar. Bugüne kadar devletin tüm oyunları boşa çıkarıldığı gibi, tahliye manevrası
da boşa düşürülecektir.
Zindan direnişine destek eylemleri...
23 Haziran günü Saat 14:00te Sultanahmet Adliyesi önünde Hikmet
Sami Türk hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Eylem oldukça coşkulu
başladı. 150ye yakın bir kitle katıldı. Atılan sloganlar İçerde,
dışarda hücreleri parçala!, Tecrit kaldırılsın görüşmeler
başlatılsın!, Anaların öfkesi katilleri boğacak!,
Susma haykır hücre ölümdür!, Anaların öfkesi katilleri
boğacak!, İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!. TUYAB ve TAYADın Taksim eylemi Mevsimleri devirerek devam eden Ölüm Orucu Direnişinin 250. günü
olmasından dolayı 24 Haziran günü Taksim Meydanında TUYAB ve TAYADın
düzenlediği eyleme devlet azgınca saldırdı. Başlama saati 12:00 olarak belirlenen eylemi engellemek için devlet,
aynı saatlerde Taksim Meydanına yüzlerce it-kopuk sürüsünü yığdı.
Eylem öncesi kimlik kontrolü yapan sivil polisler alakası olsun ya da
olmasın 5 kişiyi gözaltına aldı. Yoğun polis ablukası sonucu biraraya gelemeyen kitleden bir kısmı ellerinde
dövizlerle yürüyüşe geçti. Tutsak yakınlarını gözaltına almamak için
dağıtan polis gençlerin oluşturduğu gruba saldırarak 25 kişiyi gözaltına
aldı. Eylemde Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!, İçerde,
dışarda hücreleri parçala! sloganları atıldı. İzmir Hücre Karşıtı Platformun İzmir Hücre Karşıtı Platform 23 Haziran Cumartesi günü Konak Sümerbank
önünde süreklileşen eylemlerinden birini daha yaptı. Saygı duruşuyla
başlayan eylem oturma eylemi biçiminde devam etti. Eylemde Devrim
şehitleri ölümsüzdür!, Şehit namırın!, Tecriti
kaldırın ölümleri durdurun!, Yaşasın devrimci dayanışma!,
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz! sloganları
atıldı. Basın metninin okunmasının ardından eylem sona erdi.
ÇHD İstanbul şubesi: F tipi hücrelerde günlük yaşamın her
anı bir işkence
Yüze aşkın insan "yaşayan ölü" İnsanların hücrelere kapatılması uğruna milyonlarca dolar harcanarak
inşa edilen F tipi cezaevlerinde tecrit ağırlaşarak sürüyor. Bu yolda
yapılan operasyon ile öldürülen 32 kişiden sonra aynı nedenle devam
eden ölüm oruçlarında yaşamını yitirenler 24 kişiye ulaştı. Toplam 56
genç insanımızın yaşamını yitirmesi ölümlerin kanıksandığı bir sürece
dönüştürüldü. Yüze aşkın insan geri dönüşü olmayacak derecede sakat kaldı. Bunlardan
tespit edebildiğimiz, Murat Acar, İsmet Ünver, Ufuk Yeniocak, Sait Oral
Uyan, Nuri Aydın Küçük, Yalçın Özbek, Savaş Kör, Ali Ekber Doğan, Havva
Doğan, Ahmet Akyüz, Gökhan Akyüz, Fikret Kara, Serdar Salman, Serkan
Aydoğan, Mehmet Zencir, Celal Gezer, Semra Askeri, Barış Kaya, Ramazan
Çiçek, Burhan Kardaş, Uğur Karademir, Deniz Yıldız, Ferhat Ertürk, İsmet
Sınağ, Yeliz Türkmen, Başak Otlu, Mahmut Mete, Yılmaz Karataş, Erdal
Doğan, Atilla Selçuk, Yaşar Demircan, Haydar Baran, Mehmet Şahin, Sinan
Gül, Kadir Kaya, Mustafa Karaağaç, Ulaş Bütün, Murat Acar, Atılcan Saday,
Taner Çadırcı, Ural Eroğlu, Erkan Erdem, Erdal Arıkan, Ayşe Baştimur,
Eyüp Kendir, Erdal Gökoğlu, Hakan Yıldırım, Ayhan Koç, İlhan Demirel,
Cengiz Karataş, İsme Ünver, Nil Pınar Arın, Ali Osman Çöpöl, Ömer Ünal,
İsmail Hakkı Sadiç, Özkan Güzel, Barış Albay, Yılmaz Baba Tümgöz, Nihat
Göktaş, Hamit Vahiç, Suzan Baran, Hatice Yazgan, Eylem Yeşilbaş, Ahmet
Candemir (eyleme dışardan katılan ailelerden) hafızalarını yitirmişlerdir.
Bu insanlarımız geçmişlerini hatırlayamıyor; çoğu nerede/niçin bulunduğunu
bilmiyor, ailelerini tanımıyor, adeta bir çocuk gibi temel ihtiyaçlarını
karşılayamıyor ve anlatamıyor, yeni bilgileri kaydedemiyorlar. Zaman
ve mekan kavramlarını yitirmişlerdir. Birçoğu aynı zamanda görme, duyma
ve yürüme yetilerini önemli ölçüde kaybetmişlerdir. Adeta birer "yaşayan
ölü" halindedirler. Bunların dışında ve bundan daha çok sayıda insan ağır hafıza, denge,
görme, duyma sorunlarıyla boğuşmaktadır. F tipi hücrelerde tecrit ağırlaşarak sürüyor F tipi cezaevlerinde çoğu kez günlük sayımlarda esas duruşa geçmeye,
İstiklal Marşı okumaya zorlamak, avukat ve aile görüşüne giderken ağızlarının
içini ve saçlarının arasını aramak gibi akıl almaz uygulamalara karşı
duran insanlar dövülüyorlar. F tipi hücrelerde neredeyse her hareket
disiplin suçu sayılıyor. Çözüm için adım atması gereken yetkililer kanıksadıkları ve hatta benimsedikleri
bu tabloyu olağan göstermek için tüm olanaklarını seferber ediyorlar.
Bu amaçla hukuk kuralları da sıkça ihlal ediliyor. Bu nedenle ne yazık
ki yaşanan acı tablonun ağırlaşarak devam edeceği anlaşılıyor. Cezaevlerinde tecrit katılaşarak devam ediyor. Terörle Mücadele Yasası'nın
16. maddesi değiştirilerek kalıcılaştırılan tecrit, bir çok yönü ile
ağırlaştı. Ortak mekan denen yerler idarenin tutuklular üzerinde etki
ve sindirme çabasının zorlayıcı unsuru olarak oluşturuldu, bir hak olarak
tanınmadı. Tek ya da üç kişilik hücrelerde tutulan insanlar en fazla
iki kişi ile doğrudan irtibat halinde ve her türlü insani temastan uzaklar.
Açık görüş hakkı sadece 10 yaşından küçük çocuklar ve eşlerle sınırlandırıldı. F tipi cezaevlerinde savunmaya da yer yok. Avukatlar müvekkilleri ile
ancak birkaç dakika görüşebiliyorlar. Savunma belge ve dosyaları ancak
idarenin eliyle ve idarece okunduktan sonra tutuklulara verilebiliyor.
Ne savunma hazırlamanın, ne de savunmanın gizliliğinin koşulları var.
Avukatlık Yasası'nın değişen 58. maddesinde avukatların üzerlerinin
ağır cezalık suçüstü hali dışında aranamayacağı belirtildiği halde avukatlar
elle aranıyor, dedektör aramasında kemerlerine ve ayakkabılarına varana
kadar soyuluyor, tüm evrakları tek tek inceleniyor. Tutuklular avukat
görüşü sırasında not alma imkanına bile sahip değiller. Saymakla bitmesi
mümkün olmayan bu türden uygulamalar, yasa ve hukuk kuralı tanımıyor.
Cezaevlerinde süren ölüm oruçlarının 250. günlerindeyiz. Tam 9 ay süren
açlık ve duyarsızlık tablosu ile karşı karşıyayız. Yüzlerce tutuklu
ve hükümlü, son derece insani talepleri için ölümle burun burunadırlar.
Temel talepleri olan tecritin kaldırılmasının yanında, sağlık sorunu
olanların tedavilerinin yapılması, cezaevi koşullarında sağlıklı yaşaması
mümkün olmayanların serbest bırakılması, yayınlardan yararlanma, haberleşme
ve uygun koşullarda aile ve avukat ziyareti yapma gibi zaten sağlanması
gereken iyileştirmeleri yapmamakta direnildiği için insanlar ölüyor,
sakat kalıyor. Devlet "çözümü" zorla "tıbbi" müdahale yaparak,
tecriti daha da katılaştırarak, kamuoyunu ve duyarlı demokratik kitle
örgütlerini baskı altında tutarak arıyor. Baskılar ölümleri haber yapan
gazetelerin ilan gelirlerini kesmeye varan hukuk dışı yolları da kullanarak
susturmaya kadar vardı. F tipi cezaevlerine karşı olduğu için çok sayıda
insanımız da şimdi F tipi cezaevine konuldular. Bakanlığın yalan ve çarpıtmaları Sorunun çözümünün ilk adımı olarak tutuklularla görüşmemekte ısrar
eden bakanlık tutukluların kamuoyuna açıkladığı taleplerin yerine kendince
karşılanamaz olarak gördüğü bazı istekleri sorunun temeli gibi göstererek
kamuoyunu da yanıltmaktadır. Israrla örgüt baskısından söz ediliyor.
32 kişinin öldürüldüğü operasyondan sonra koğuş sistemini yok ederek
örgüt baskısını sona erdirdik diye açıklama yapanlar, ölüm oruçları
sona ermediği için bu kez F tipi tecritte de örgüt baskısından söz ediyorlar.
Hatta hastanede avukatları da dahil herkes ile irtibatı kesilen koma
halindeki insanların bile örgüt baskısı ile eylem yaptıkları açıklanabiliyor.
Kısaca bakanlık düşünsel ve fiziksel yok etmeyi hedefleyen tutumunu
sürdürmek ve meşru göstermek için kendi açıklamalarını ve ddialarını
bile ters yüz edebiliyor. Bolu ve İzmir F tipi cezaevlerinin de tamamlandığı
bir müjdeli haber gibi açıklandı. Çözüm diye gösterilen tek yol, tecritte
ısrar etmek ve baskıları artırmaktan ibaret. Yasal bir hak olan sağlık sebebi ile cezanın infazının ertelenmesi
yolu ile tahliye edilen 50 kadar insanın bu haklarının verilmesi bile
sorunun çözümü için bir adımmış gibi yansıtılmakta, ölüm oruçlarının
etkisini yitirmesi ve gündeme girmesini önlemek amacıyla kullanılmaktadır.
Oysa bu zaten yapılması gereken bir işlem olup, sorunun çözümünde bir
adım değildir. Kaldı ki, bu insanların çoğu tedavileri imkansız hale
geldikten sonra serbest bırakılmışlardır. Bu yolla devlet, tutuklu ve
hükümlüleri tedavi etme sorumluluğundan da kurtulmaya çalışmaktadır.
Öte yandan bu tahliyeler hükümlüler açısından 6 aylık süre için yapılan
geçici bir işlem olduğu halde sanki sürekli olarak serbest bırakılmış
oldukları izlenimi verilmektedir. Oysa bu süre sonunda yeniden bir değerlendirme
ve işlem yapılması zorunludur. Hepsinn kısa sürede yeniden hücrelere
konması büyük olasılıktır. Görülmektedir ki yapılmak istenen kişilerin özgürlüğüne kavuşmaları
değil, ölüm oruçlarının etkisini azaltmak ve sakat kalan insanların
aileleri tarafından tedavi edilmesini sağlayarak tedavi yükümlülüğünden
kaçınmaktan ibarettir. Saldırı salt tutsaklara değil herkesedir Bir kez daha vurguluyoruz; bu tecrit uygulaması sadece cezaevlerinde
bulunan siyasi tutuklu ve hükümlüleri hedeflemiyor. Hakkını arayan işçinin,
memurun, esnafın, öğrencinin sindirilmesi, susturulması; ve bu çevrelere
yönelik bir gözdağı verilmesi amaçlanmaktadır. Gerçekten de bugün neredeyse
toplumun insani duyarlılığının yok edilmesine kadar varan süreçte "cezaevlerinde
bu kadar genç insanının öldürülmesine ve ölümüne" doğal bir görünüm
vermeye çalışan bir yönetim anlayışının, hakları için mücadele yürüten
kesimlere karşı her şeyi göze aldığı kanısı yaygınlaşmakta/yaygınlaştırılmaktadır.
Bizler, sözü geçen uygulamaları birer işkence olarak gördüğümüzü vurgulamak
istiyoruz. İşkenceye karşı uluslararası sözleşmenin yürürlüğe girdiği
bugünde uygulamalara derhal son verilmesini ve ölümlerin durdurulmasını
yeniden talep ediyoruz. Hekimlere çağrımızı yineliyoruz. Hekimlik mesleği kişileri kendi iradelerine
rağmen bazı tıbbi işlemlere tabi tutma hakkını tanımaz. Hekimin yaptığı
tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğunun temel şartı, hastanın rızasının
alınmış olmasıdır. Kişinin kendi vücudu üzerinde mutlak bir hakkı vardır.
İnsan vücudunun dokunulmazlığı bireyin başlıca imtiyazlarından biridir.
Bu sebeple kişinin vücuduna karşı girişilmiş her türlü tecavüze, bu
arada da tıbbi müdahalelere karşı durma hakkı vardır. Ve herkes, bu
kişilik hakkına saygı duymak, iyi niyetle de olsa ona tecavüz ederek
ihlale uğratmamak zorundadır. Özellikle İzmit Devlet Hastanesi ve Kandıra F Tipi Cezaevindeki
gibi insanları bağlayarak ya da zor kullanarak, iradelerine rağmen "tedavi"
etmenin işkence olduğu unutulmamalıdır. Bir kez daha hatırlatıyor ve uyarıyoruz. Ölüm oruçlarının da, cezaevlerinde
yaşanan diğer sorunların da çözümü var. Yeter ki istensin ve inattan
vazgeçilsin. Ölümlerin durdurulması için derhal görüşmeler başlatılmalıdır. Tutuklu ve hükümlülerin gün boyunca, tecrite yol açmayacak biçimde
bir arada yaşamaları, hiçbir koşula tabi tutmadan gün boyunca ortak
mekanlardan yararlanmaları sağlanmalı, dış dünya ile iletişim kurmalarının
önü açılmalı, savunma haklarını ortadan kaldıran engeller sona erdirilmelidir. Bugün yapılan şekilde kamuoyunun ilgisini azaltmaya dönük, özünde sorunları
çözmeyen girişimlerle cezaevi sorunu da ölüm oruçları sorunu da giderilemez.
Cezaevleri oldukça, bu tecrit ve uygulamalar devam ettikçe benzer sorunlar
her zaman belki de daha ağır bir şekilde devam edecektir. Herkesi bu gerçeği görmeye ve buna göre tutum almaya çağırıyoruz. Çağdaş Hukukçular Derneği |
|||||