30 Haziran'01
Sayı: 15


  Kızıl Bayrak'tan
  Konya Tatbikatı aynasından yansıyanlar
  ABD-İsrail-Türkiye ittifakı...
  Ek vergiler krizin yeni taksididir..
  Fazilet Partisi kapatıldı
  Sivasın katili sermaye devletidir
  Kamu emekçileri hareketi
  Sınıf hareketi
  Ölüm Orucu ile dayanışma etkinlikleri
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/9
  PKK-DÇS: Teslimiyet ve tasfiye süreci derinleştiriliyor
  Otadoğu
  Kapitalizmin kadın sağlığına genel etkileri
   Uluslararası hareket
  Ölüm Orucu direnişçilerinden mektup
  Müzik ve politik mücadele
  Politik çıkmaza doğru sürüklenen ÖDP
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeniyi yaratmak için, insanlığın kurtuluşu için!..

“Sert olun!”


“... ‘Neden böylesine sertsin!’ - dedi bir keresinde mangal kömürü elmasa: ‘Biz seninle yakın akraba değil miyiz?’
Neden böylesine yumuşaksınız? Ey kardeşlerim, işte sorarım size: Siz-siz benim kardeşlerim değil misiniz?
Neden böylesine yumuşaksınız, kaçkınsınız, dayanıksızsınız? Neden yüreklerinizde öylesine çok inkar ve yadsıma var? Bakışlarınızda neden öylesine az yazgı? Ve yazgıları ve acımasızlığı istemiyorsanız: Benimle nasıl zafer kazanabilirsiniz?
Ve sertliğiniz çakmak çakmak parıldamak ve kesmek ve paramparça etmek istemiyorsa: Benimle nasıl-nasıl yaratabilirsiniz?
Çünkü bütün yaratıcılar serttir. Yazgınızdır, bin yıllara elinizi koyarken balmumuna dokunuyorsunuz gibi geliyor size.
- Yazgıdır, tunç üstüne yazar gibi yılların istenci üstüne yazmak, -daha sert tunçtan daha soylu. Yalnızca en soylu olanıdır çok sert.
Bu yeni yasaların levhasını, ey kardeşlerim, üzerinize koyuyorum: Sert olun!”
(Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, Tümzamanlar Yay., s. 111)

250. gününü dolduran Ölüm Orucu Direnişi, bu sözleri ne kadar da anlamlı kılıyor. Devrimci tutsaklar 250 günlük bu büyük maratonu, katliamlara, işkencelere, hücrelere ve zorla tedavi işkencesine karşın sürdürüyorlar. Bu öylesine büyük bir kararlılık ve öylesine kırılmaz bir iradedir ki, kimilerinin karşısında nutku tutulan faşist rejim çaresizlik içerisinde kıvranıyor. Acizliğiyle saldırganlaşıp, yalanlarıyla boğuluyor.

Devrimci tutsaklar direniyor. Sessizliğe, suskunluğa rağmen direniyor. Kimileri yenilgi vaazlarında bulunurken, “herşey bitti!” çığırtkanlığı yaparken onlar direniyor.

Her direnişçi sakınmaksızın ölümü kucaklıyor. Her gün yeni bir devrimci ölümsüzlüğe uğurlanıyor. Ölüm hiçleşmiş. Çünkü yeniyi yaratmak eskiye karşı sert olmayı gerektiriyor.

Devrim için çarpan yürekler devrimin sertliğiyle vuruyorlar düzenin burçlarına. Düşman her yerde aynı haykırışla sarsılıyor: Siz bizim hiç teslim olduğumuzu gördünüz mü? Siz hiç devrim davasının teslim alınabildiğini gördünüz mü?

Devrim davası, uğrunda ölümü hiçe sayanlarca, işkencelerde, darağaçlarında, faşist kuşatmalarda bayrak bayrak ölümsüzleşenlerce, barbarlığın önünde bedenlerini barikatlaştıran milyonlarca emekçiyle yaşatıldı. Bugünlere getirildi. Çünkü, ölüm düzeninde yaşamı varedebilmek ancak ve ancak bedel ödeyerek mümkün. Gerektiğinde yaşamı hiçe sayarak mümkün. En az barbarlık düzeni kadar sert ve acımasız olmakla mümkün.

Nerede görülmüştür, güzel günlerin şarkı söyleyerek geldiği. Nerede görülmüştür, yaşamlarımızı çalanların, onu gönüllüce teslim ettiği. Nerede görülmüştür, özgürlüğün karanlık ellerce verildiği.

Özgürlük için, insanca yaşam için, gelecek için sert olmalı insan. Devrimci olmalı. Özgür ve insanca bir dünya ancak ve ancak bu ellerde yaratılacak, geleceği ancak devrim bayrağını taşıyabilenler kazanacak.

Sert olun kardeşlerim! Yaşamımızı çalanlara, bize mezar biçenlere sert olun. Acımayın kardeşlerim! Bizi kıyıp biçenlere, kanımızı içenlere acımayın.

Düşmesin bizimle yola, barbarlığın karşısında titrek ve soluksuz olanlar. Düşmesin bizimle yola, zorla karşılaştığında kaçacak delik arayanlar. Düşmesin bizimle yola, boynu yerden kalkmayanlar. Düşmesin bizimle yola küllenmiş yürekler, eğilip bükülenler...

Biz halaylar çekerek ölüme gideceğiz. Özgürlük ve sosyalizm için. İnsanlığın kurtuluşu, çocuklarımızın geleceği için.




Ölüm Orucu eyleminde bir tutsak daha ölümsüzleşti!

Aysun Yoldaş ölümsüzdür!


TKEP/LENİNİST davası tutsaklarında Aysun BOZDOĞAN Ölüm Orucu eyleminin 183. günü olan 26 Haziran 2001’de ölümsüzleşmiştir.

1976 Adana doğumlu olan Aysun yoldaş 12 Aralık 1999’da tutsak düştü. Tutsak düşmeden önce GESAM (Genç Ekin Sanat Merkezi) çalışanı ve yöneticisi olan Aysun Bozdoğan, 19 Aralık katliamından sonra Ümraniye zindanından Kartal zindanına getirildi ve getirilir getirilmez Süresiz Açlık Grevi eylemine başladı.

Ölüm Orucu gönüllüsü olan Aysun Bozdoğan, Süresiz Açlık Grevi eylemini 30. gününden sonra Ölüm Orucuna çevirdi. Eyleminin 100. günlerinde Bayrampaşa Hastanesine kaldırılan Aysun yoldaş burada her türlü psikolojik baskıya rağmen tedaviyi kabul etmdi. Bayrampaşa Hastanesi’nde günlük muayeneyi dahi kabul etmeyen Aysun Bozdoğan, durumunun ağırlaşması üzerine 12 Haziran 2001 tarihinde Kartal Araştırma Hastanesi’ne kaldırılmış, burada da tedaviyi kabul etmeyerek, 26 Haziran 2001 tarihinde ölümsüzler kervanına katılmıştır.

Devrim savaşçıları ölümsüzdür!
Yaşasın Ölüm Orucu eylemimiz!
Bedel ödedik, bedel ödeteceğiz!

26 Haziran 2001
DETAK (Devrimci Tutsak Aileleri Komiteleri)



Tahliye manevrası da boşa düşecek...

Hiçbir güç bu direnişi kırmayı,
bu iradeyi teslim almayı başaramayacak!


250 günü aşkındır süren Ölüm Orucu Direnişi, devletin katliamlarına, yalanlarına, karalamalarına, en acımasız işkencelerine ve tüm bunların bedeli verilen onlarca şehide rağmen, yeni ekiplerin katılımıyla güçlenerek sürüyor.

Devlet, tüm sıkışmışlığına rağmen, direnişi görmezden gelmeye, bu sarsılmaz iradeyi tanımama tutumunu sürdürmeye devam ediyor. Direnişi kırmak adına denenen sayısız yöntemin ardından, devlet, son manevra olarak tutsakları serbest bırakma yolunu seçti. Ama bu kirli oyun da direnişi kırmayı başaramayacaktır.

Yaklaşık bir ay önce İzmir Yeşilyurt Hastanesi’nden gerçekleşen tahliyelerin ardından (6 ay sonra geri dönmek şartı ile!), şimdi de Bayrampaşa Devlet Hastanesi, Kartal Cezaevi, Kandıra Cezaevi ve Kocaeli Devlet Hastanesi’nden toplam 46 civarında tutsağın tahliye edilmesine karar verildi. Öğrenebildiğimiz kadarıyla tutsakların isimleri; Sait Oral Uyan, Veysel Bulut, Kenan Taybora, Mehmet Zencir, İnan Ulaş Gezici, Selçuk Ulu, Barış Albay, Serdar Salman, Fikret Kara, Bülent Aytunç Cömert, Erkan Aygören, Osman Osmanağaoğlu, Ulaş Bütün, Orhan Ertürk, Ahmet Akyüz, Celal Gezer, Ufuk Yeniocak, Çetin Can, Ömer Berber, Ali Rıza Demir, Nabi Kimran (Tekirdağ F tipinden). Tutsakların büyük çoğunluğu Ümraniye Cezaevi’nden sevkedildikleri için, Ümraniye’de 19 Aralık’ta isyan çıkardıkları gerekçesiyle tümün çıkartılan gıyabi tutuklama kararı kaldırılmadığı için, henüz tahliyeleri gerçekleşmedi.

Birkaç günden bu yana aileler hastane ve cezaevinin kapısında bekliyorlar.

Bugüne kadar devletin tüm oyunları boşa çıkarıldığı gibi, tahliye manevrası da boşa düşürülecektir.
Hiçbir güç, bu direnişi kırmayı, bu iradeyi teslim almayı başaramayacaktır!




Zindan direnişine destek eylemleri...


İHD’nin Sultanahmet suç duyurusu

23 Haziran günü Saat 14:00’te Sultanahmet Adliyesi önünde Hikmet Sami Türk hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Eylem oldukça coşkulu başladı. 150’ye yakın bir kitle katıldı. Atılan sloganlar “İçerde, dışarda hücreleri parçala!”, “Tecrit kaldırılsın görüşmeler başlatılsın!”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak!”, “Susma haykır hücre ölümdür!”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak!”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!”.
Basın açıklamasını İHD İstanbul Şubesi Başkanı Eren Keskin yaptı. Açıklamada hücrelerde yoğun bir tecrit yaşandığı, zorla müdahale ile tutukluların ve hükümlülerin sakat bırakıldığı dile getirildi. Bir an önce görüşmelerin başlatılıp ölümlerin durdurulması istendi. Saat 14:30’a doğru eylem sona erdirildi.

TUYAB ve TAYAD’ın Taksim eylemi

Mevsimleri devirerek devam eden Ölüm Orucu Direnişi’nin 250. günü olmasından dolayı 24 Haziran günü Taksim Meydanı’nda TUYAB ve TAYAD’ın düzenlediği eyleme devlet azgınca saldırdı.

Başlama saati 12:00 olarak belirlenen eylemi engellemek için devlet, aynı saatlerde Taksim Meydanı’na yüzlerce it-kopuk sürüsünü yığdı. Eylem öncesi kimlik kontrolü yapan sivil polisler alakası olsun ya da olmasın 5 kişiyi gözaltına aldı.

Yoğun polis ablukası sonucu biraraya gelemeyen kitleden bir kısmı ellerinde dövizlerle yürüyüşe geçti. Tutsak yakınlarını gözaltına almamak için dağıtan polis gençlerin oluşturduğu gruba saldırarak 25 kişiyi gözaltına aldı. Eylemde “Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!”, “İçerde, dışarda hücreleri parçala!” sloganları atıldı.

İzmir Hücre Karşıtı Platform’un
Cumartesi eylemi

İzmir Hücre Karşıtı Platform 23 Haziran Cumartesi günü Konak Sümerbank önünde süreklileşen eylemlerinden birini daha yaptı. Saygı duruşuyla başlayan eylem oturma eylemi biçiminde devam etti. Eylemde “Devrim şehitleri ölümsüzdür!”, “Şehit namırın!”, “Tecriti kaldırın ölümleri durdurun!”, “Yaşasın devrimci dayanışma!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganları atıldı. Basın metninin okunmasının ardından eylem sona erdi.




ÇHD İstanbul şubesi:

F tipi hücrelerde günlük yaşamın her anı bir işkence


Bugün Birleşmiş Milletler işkence mağdurları ile dayanışma günü. İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi'nin yürürlüğe girmesinin 14.yılı. Bizler bir kez daha işkence uygulamaları nedeniyle açıklama yapmak zorunluluğu ile karşıyayız. Cezaevleri, ölümler, sakatlanmalar, zorla tıbbi müdahaleler ve insan onuru ile bağdaşmayan uygulamaların rutinleştiği alanlar oldu. Özellikle F tipi cezaevlerinde, siyasi tutuklu ve hükümlülerin günlük yaşamlarının her anı adeta bir işkencedir.

Yüze aşkın insan "yaşayan ölü"

İnsanların hücrelere kapatılması uğruna milyonlarca dolar harcanarak inşa edilen F tipi cezaevlerinde tecrit ağırlaşarak sürüyor. Bu yolda yapılan operasyon ile öldürülen 32 kişiden sonra aynı nedenle devam eden ölüm oruçlarında yaşamını yitirenler 24 kişiye ulaştı. Toplam 56 genç insanımızın yaşamını yitirmesi ölümlerin kanıksandığı bir sürece dönüştürüldü.

Yüze aşkın insan geri dönüşü olmayacak derecede sakat kaldı. Bunlardan tespit edebildiğimiz, Murat Acar, İsmet Ünver, Ufuk Yeniocak, Sait Oral Uyan, Nuri Aydın Küçük, Yalçın Özbek, Savaş Kör, Ali Ekber Doğan, Havva Doğan, Ahmet Akyüz, Gökhan Akyüz, Fikret Kara, Serdar Salman, Serkan Aydoğan, Mehmet Zencir, Celal Gezer, Semra Askeri, Barış Kaya, Ramazan Çiçek, Burhan Kardaş, Uğur Karademir, Deniz Yıldız, Ferhat Ertürk, İsmet Sınağ, Yeliz Türkmen, Başak Otlu, Mahmut Mete, Yılmaz Karataş, Erdal Doğan, Atilla Selçuk, Yaşar Demircan, Haydar Baran, Mehmet Şahin, Sinan Gül, Kadir Kaya, Mustafa Karaağaç, Ulaş Bütün, Murat Acar, Atılcan Saday, Taner Çadırcı, Ural Eroğlu, Erkan Erdem, Erdal Arıkan, Ayşe Baştimur, Eyüp Kendir, Erdal Gökoğlu, Hakan Yıldırım, Ayhan Koç, İlhan Demirel, Cengiz Karataş, İsme Ünver, Nil Pınar Arın, Ali Osman Çöpöl, Ömer Ünal, İsmail Hakkı Sadiç, Özkan Güzel, Barış Albay, Yılmaz Baba Tümgöz, Nihat Göktaş, Hamit Vahiç, Suzan Baran, Hatice Yazgan, Eylem Yeşilbaş, Ahmet Candemir (eyleme dışardan katılan ailelerden) hafızalarını yitirmişlerdir.

Bu insanlarımız geçmişlerini hatırlayamıyor; çoğu nerede/niçin bulunduğunu bilmiyor, ailelerini tanımıyor, adeta bir çocuk gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor ve anlatamıyor, yeni bilgileri kaydedemiyorlar. Zaman ve mekan kavramlarını yitirmişlerdir. Birçoğu aynı zamanda görme, duyma ve yürüme yetilerini önemli ölçüde kaybetmişlerdir. Adeta birer "yaşayan ölü" halindedirler.

Bunların dışında ve bundan daha çok sayıda insan ağır hafıza, denge, görme, duyma sorunlarıyla boğuşmaktadır.

F tipi hücrelerde tecrit ağırlaşarak sürüyor

F tipi cezaevlerinde çoğu kez günlük sayımlarda esas duruşa geçmeye, İstiklal Marşı okumaya zorlamak, avukat ve aile görüşüne giderken ağızlarının içini ve saçlarının arasını aramak gibi akıl almaz uygulamalara karşı duran insanlar dövülüyorlar. F tipi hücrelerde neredeyse her hareket disiplin suçu sayılıyor.

Çözüm için adım atması gereken yetkililer kanıksadıkları ve hatta benimsedikleri bu tabloyu olağan göstermek için tüm olanaklarını seferber ediyorlar. Bu amaçla hukuk kuralları da sıkça ihlal ediliyor. Bu nedenle ne yazık ki yaşanan acı tablonun ağırlaşarak devam edeceği anlaşılıyor.

Cezaevlerinde tecrit katılaşarak devam ediyor. Terörle Mücadele Yasası'nın 16. maddesi değiştirilerek kalıcılaştırılan tecrit, bir çok yönü ile ağırlaştı. Ortak mekan denen yerler idarenin tutuklular üzerinde etki ve sindirme çabasının zorlayıcı unsuru olarak oluşturuldu, bir hak olarak tanınmadı. Tek ya da üç kişilik hücrelerde tutulan insanlar en fazla iki kişi ile doğrudan irtibat halinde ve her türlü insani temastan uzaklar. Açık görüş hakkı sadece 10 yaşından küçük çocuklar ve eşlerle sınırlandırıldı.

F tipi cezaevlerinde savunmaya da yer yok. Avukatlar müvekkilleri ile ancak birkaç dakika görüşebiliyorlar. Savunma belge ve dosyaları ancak idarenin eliyle ve idarece okunduktan sonra tutuklulara verilebiliyor. Ne savunma hazırlamanın, ne de savunmanın gizliliğinin koşulları var. Avukatlık Yasası'nın değişen 58. maddesinde avukatların üzerlerinin ağır cezalık suçüstü hali dışında aranamayacağı belirtildiği halde avukatlar elle aranıyor, dedektör aramasında kemerlerine ve ayakkabılarına varana kadar soyuluyor, tüm evrakları tek tek inceleniyor. Tutuklular avukat görüşü sırasında not alma imkanına bile sahip değiller. Saymakla bitmesi mümkün olmayan bu türden uygulamalar, yasa ve hukuk kuralı tanımıyor.

Cezaevlerinde süren ölüm oruçlarının 250. günlerindeyiz. Tam 9 ay süren açlık ve duyarsızlık tablosu ile karşı karşıyayız. Yüzlerce tutuklu ve hükümlü, son derece insani talepleri için ölümle burun burunadırlar. Temel talepleri olan tecritin kaldırılmasının yanında, sağlık sorunu olanların tedavilerinin yapılması, cezaevi koşullarında sağlıklı yaşaması mümkün olmayanların serbest bırakılması, yayınlardan yararlanma, haberleşme ve uygun koşullarda aile ve avukat ziyareti yapma gibi zaten sağlanması gereken iyileştirmeleri yapmamakta direnildiği için insanlar ölüyor, sakat kalıyor.

Devlet "çözümü" zorla "tıbbi" müdahale yaparak, tecriti daha da katılaştırarak, kamuoyunu ve duyarlı demokratik kitle örgütlerini baskı altında tutarak arıyor. Baskılar ölümleri haber yapan gazetelerin ilan gelirlerini kesmeye varan hukuk dışı yolları da kullanarak susturmaya kadar vardı. F tipi cezaevlerine karşı olduğu için çok sayıda insanımız da şimdi F tipi cezaevine konuldular.

Bakanlığın yalan ve çarpıtmaları

Sorunun çözümünün ilk adımı olarak tutuklularla görüşmemekte ısrar eden bakanlık tutukluların kamuoyuna açıkladığı taleplerin yerine kendince karşılanamaz olarak gördüğü bazı istekleri sorunun temeli gibi göstererek kamuoyunu da yanıltmaktadır. Israrla örgüt baskısından söz ediliyor. 32 kişinin öldürüldüğü operasyondan sonra koğuş sistemini yok ederek örgüt baskısını sona erdirdik diye açıklama yapanlar, ölüm oruçları sona ermediği için bu kez F tipi tecritte de örgüt baskısından söz ediyorlar. Hatta hastanede avukatları da dahil herkes ile irtibatı kesilen koma halindeki insanların bile örgüt baskısı ile eylem yaptıkları açıklanabiliyor. Kısaca bakanlık düşünsel ve fiziksel yok etmeyi hedefleyen tutumunu sürdürmek ve meşru göstermek için kendi açıklamalarını ve ddialarını bile ters yüz edebiliyor. Bolu ve İzmir F tipi cezaevlerinin de tamamlandığı bir müjdeli haber gibi açıklandı. Çözüm diye gösterilen tek yol, tecritte ısrar etmek ve baskıları artırmaktan ibaret.

Yasal bir hak olan sağlık sebebi ile cezanın infazının ertelenmesi yolu ile tahliye edilen 50 kadar insanın bu haklarının verilmesi bile sorunun çözümü için bir adımmış gibi yansıtılmakta, ölüm oruçlarının etkisini yitirmesi ve gündeme girmesini önlemek amacıyla kullanılmaktadır. Oysa bu zaten yapılması gereken bir işlem olup, sorunun çözümünde bir adım değildir. Kaldı ki, bu insanların çoğu tedavileri imkansız hale geldikten sonra serbest bırakılmışlardır. Bu yolla devlet, tutuklu ve hükümlüleri tedavi etme sorumluluğundan da kurtulmaya çalışmaktadır. Öte yandan bu tahliyeler hükümlüler açısından 6 aylık süre için yapılan geçici bir işlem olduğu halde sanki sürekli olarak serbest bırakılmış oldukları izlenimi verilmektedir. Oysa bu süre sonunda yeniden bir değerlendirme ve işlem yapılması zorunludur. Hepsinn kısa sürede yeniden hücrelere konması büyük olasılıktır.

Görülmektedir ki yapılmak istenen kişilerin özgürlüğüne kavuşmaları değil, ölüm oruçlarının etkisini azaltmak ve sakat kalan insanların aileleri tarafından tedavi edilmesini sağlayarak tedavi yükümlülüğünden kaçınmaktan ibarettir.

Saldırı salt tutsaklara değil herkesedir

Bir kez daha vurguluyoruz; bu tecrit uygulaması sadece cezaevlerinde bulunan siyasi tutuklu ve hükümlüleri hedeflemiyor. Hakkını arayan işçinin, memurun, esnafın, öğrencinin sindirilmesi, susturulması; ve bu çevrelere yönelik bir gözdağı verilmesi amaçlanmaktadır. Gerçekten de bugün neredeyse toplumun insani duyarlılığının yok edilmesine kadar varan süreçte "cezaevlerinde bu kadar genç insanının öldürülmesine ve ölümüne" doğal bir görünüm vermeye çalışan bir yönetim anlayışının, hakları için mücadele yürüten kesimlere karşı her şeyi göze aldığı kanısı yaygınlaşmakta/yaygınlaştırılmaktadır.

Bizler, sözü geçen uygulamaları birer işkence olarak gördüğümüzü vurgulamak istiyoruz. İşkenceye karşı uluslararası sözleşmenin yürürlüğe girdiği bugünde uygulamalara derhal son verilmesini ve ölümlerin durdurulmasını yeniden talep ediyoruz.

Hekimlere çağrımızı yineliyoruz. Hekimlik mesleği kişileri kendi iradelerine rağmen bazı tıbbi işlemlere tabi tutma hakkını tanımaz. Hekimin yaptığı tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğunun temel şartı, hastanın rızasının alınmış olmasıdır. Kişinin kendi vücudu üzerinde mutlak bir hakkı vardır. İnsan vücudunun dokunulmazlığı bireyin başlıca imtiyazlarından biridir. Bu sebeple kişinin vücuduna karşı girişilmiş her türlü tecavüze, bu arada da tıbbi müdahalelere karşı durma hakkı vardır. Ve herkes, bu kişilik hakkına saygı duymak, iyi niyetle de olsa ona tecavüz ederek ihlale uğratmamak zorundadır.

Özellikle İzmit Devlet Hastanesi ve Kandıra F Tipi Cezaevi’ndeki gibi insanları bağlayarak ya da zor kullanarak, iradelerine rağmen "tedavi" etmenin işkence olduğu unutulmamalıdır.

Bir kez daha hatırlatıyor ve uyarıyoruz. Ölüm oruçlarının da, cezaevlerinde yaşanan diğer sorunların da çözümü var. Yeter ki istensin ve inattan vazgeçilsin.

Ölümlerin durdurulması için derhal görüşmeler başlatılmalıdır.

Tutuklu ve hükümlülerin gün boyunca, tecrite yol açmayacak biçimde bir arada yaşamaları, hiçbir koşula tabi tutmadan gün boyunca ortak mekanlardan yararlanmaları sağlanmalı, dış dünya ile iletişim kurmalarının önü açılmalı, savunma haklarını ortadan kaldıran engeller sona erdirilmelidir.

Bugün yapılan şekilde kamuoyunun ilgisini azaltmaya dönük, özünde sorunları çözmeyen girişimlerle cezaevi sorunu da ölüm oruçları sorunu da giderilemez. Cezaevleri oldukça, bu tecrit ve uygulamalar devam ettikçe benzer sorunlar her zaman belki de daha ağır bir şekilde devam edecektir.

Herkesi bu gerçeği görmeye ve buna göre tutum almaya çağırıyoruz.

Çağdaş Hukukçular Derneği
İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu
26 Haziran 2001
(Başlık ve arabaşlıklar SY Kızıl Bayrak tarafından konulmuştur...)