Sivasın katili sermaye devletidir! Katliamların hesabını soralım!
Sivas katliamının üzerinden 8 yıl geçti. 33 insanımızın göz göre göre
yakılmasının ardında, katliamın senaryosunu hazırlayan kontra devletin
kendisi vardır. 2 Temmuz 1993te gerçekleştirilen Sivas katliamının
perde arkasındaki güçler, Çorum ve Maraşta karşımıza çıkan CIA,
MİT ve kontr-gerilladır. Aynı kanlı eller Gazide de sahnedeydi.
Aynı kanlı eller Bucada, Ümraniyede, Ulucanlarda, Burdurda,
19 Aralıkta da sahnedeydi. Ve şu anda aynı kanlı eller hücrelerde
Ölüm Orucu direnişçilerini birer birer katlediyor. İşkencehane haline
getirilmiş hastanelerde bilinçli bir şekilde sakat bırakıyor. Aynı kanlı
eller Kürt halkının özgürlük mücadelesinin boğulmasında da işbaşındaydı. Sermaye iktidarı, işçi sınıfının ve emekçilerin azgın sömürüsü yanında,
onların ve çocuklarının dökülen kanlarından beslenmektedir. Ekonomik-sosyal
yıkım programlarını uygulayabilmenin, gelişecek mücadelenin önünü kesebilmenin
yolunu katliamlarda, kirli provokasyonlarda, baskı ve terörde görmektedir.
Düzene karşı gelişecek muhalefeti ezmek ve toplumun geniş kesimine gözdağı
vermek amacıyla buna başvurmaktadır. Hedef tahtasında başta devrimciler,
öncü işçi-emekçiler, ilerici, demokrat, aydın insanlar vardır. Öncüyü
ez, arkasındakileri vur mantığıyla, mücadeleyi teslim almaya çalışmaktadır. Sermaye sınıfı tüm işçi ve emekçilerin birleşik siyasal mücadelesinin
kendi iktidarının sonu demek olduğunu çok iyi bilmektedir. Birleşik mücadelenin
önüne geçebilmek amacıyla hep işçileri ve emekçileri başta mezhepsel olmak
üzere kendi içinde bölerek kışkırtmaya, birbirine kırdırtmaya çalışmıştır.
Alevi-Sünni, laik-şeriatçı, Kürt-Türk gibi yapay ayrımlar, temel sınıf
çelişkisini perdelemek içindir. Faşist rejim düzene karşı tepki ve hoşnutsuzluğun mücadele dinamiklerini
mayaladığı dönemlerde hep provokasyonlara, kanlı katliamlara başvurmuştur.
Çorum ve Maraş katliamları, 1980 öncesinde emekçilerin yükselen devrimci
mücadelesini engellemek için hayata geçirilmiştir. Mezhepsel kışkırtmalarla
yükselen birleşik mücadele boğulmaya çalışılmıştır. Katliamlar, provokasyonlar,
mücadele eden ilerici ve devrimci kesimlere gözdağı vermek için bizzat
devletin kontr-gerilla örgütü tarafından gerçekleştirilmişti. CIA, MİT
ve kontr-gerilla tarafından tezgahlanan katliamlara devletin hükümeti,
ordusu, emniyeti seyirci kalmıştır. Tıpkı 1993te Sivasta olduğu
gibi. Tıpkı 1995te Gazide olduğu gibi. Katliam ve provokasyonlar, kimi zaman ülkücü faşistler aracılığıyla,
kimi zaman kontr- gerilla örgütlenmesiyle, kimi zaman Hizbul- kontra çeteleri
ve kolluk güçleriyle yapılmaktadır. Kimin aracılığıyla yapılırsa yapılsın,
tüm kanlı katliamların arkasında katil devletin kendisi vardır. Katliamları
planlayan ve örgütleyen devletin kontra merkezidir. Şeriatçı-faşist güruhu Sivastaki etkinlik merkezine ve otele yönlendiren
de devletin gizli eli idi. Kontr-gerilla bir kez daha görevinin başındaydı.
Ancak Sivas katliamında devlet hep aklanmaya, ayrı yerde tutulmaya çalışıldı.
Kontr-gerillanın kullandığı şeriatçı-yobaz-faşist güruhla devlet karşı
karşıya konuldu. Katliam laik düzenin kendisinedir denilerek, asıl yönlendirenler
örtbas edilmeye çalışıldı. Ancak devletin katliamcı geleneği çok iyi bilindiği
içindir ki, tüm protesto gösterilerinde katliam, Sivasın katili
sermaye devletidir!, Katil devlet hesap verecek! sloganlarıyla
lanetlendi. Bu katliamlar ne ilk ne de son olacaktır. Kölece yaşam ve çalışma koşullarının
büyük bir pervasızlıkla dayatıldığı, işçi ve emekçilerin işsizliğin, açlığın
ve sefaletin dipsiz kuyusuna itildiği bir düzen, ömrünü uzatabilmek için,
katliamlara, provokasyonlara başvurmayı sürdürecektir. Böyle bir vahşet
düzenine karşı yükselecek birleşik mücadeleyi ezebilmek için bu yola hep
başvuracaktır. Bu baskı ve kölelik düzenini yaşatabilmek için ölüm kusan faşist rejimin
hesaplarını ve oyunlarını boşa çıkarmalıyız. Sivas katliamı ve diğer tüm
katliamların hesabını sormak için birleşik devrimci mücadeleyi yükseltmeliyiz.
Kriz yönetme programı mı,
Sermayenin kriz yönetme programı, İMF direktiflerinin de kamçısıyla -şimdilik-
doludizgin gidiyor. Son olarak Telekom meselesinin de çözülmesiyle, 15
İMF yasası tamamlanmış durumda. Bu kadar da değil. 15 saldırı yasasının
işletilebilmesi için gerekli olan muhalefeti bastırma yasaları
da araya sıkıştırıldı. Kamuda tasfiyeyi kolaylaştıran yasa ile kamu emekçilerinin
sendikal haklarının gaspını resmileştiren sahte sendika yasası bunlardan
sadece ikisi. Adalet reformu olarak sunulan hücre ve tecriti meşrulaştırma
yasaları ise tuzu biberi. Bir yandan yakın ve uzak geleceğe yatırım anlamına gelen yasalar, diğer
yandan günü kurtarmaya yönelik ekonomik-sosyal-militer saldırılar. Üstüste
gelen zamlar, vergiler... Kamu emekçilerine yağdırılan gaz bombaları...
Ölüm Orucu direnişçilerine yönelik kaba şiddet, zorla besleme gibi işkence
çeşitleri... Sistem krizini bunlarla yönetmeye çalşıyor işte. Bugüne dek
ciddi bir sorun, bir engelle karşılaşmamasına bakıp, yönetiyor ama
diye düşünülebilir. Ancak bu, bütün bu saman yığınının altında usul usul
akanı-birikeni görmemek/bilmemek demektir. işsizleştirmenin, zamların,
vergilerin, düşük ücretlerin büyüttüğü açlığın ve sefaletin biriktirdiği
öfkeyi anlamamak demektir. Sistemin krizini yönetmek adına giriştiği tüm uygulamaların, aslında,
yeni krizleri koşullamaktan başka bir işleve sahip olamayacağını, burjuva
iktisatçıları da görüyor. Zaman zaman dile getirenler kuşkusuz kendi dilleriyle-
de oluyor. Ancak siyasi bir krize yolaçmamak kaygısıyla, acı
gerçekler yerine, krizi aşma üzerine kurulu pembe hayallerden sözetmeyi
tercih ediyorlar. Bir haber programında, İMFden gelecek kredilerin
piyasayı rahatlatacağını söylüyorlar örneğin. Bu, işin popüler propaganda
kısmını oluşturuyor. Aynı iktisatçılar, iktisat diliyle yürütülen bir
tartışma programında ise, gelecek kredilerin borç ödemelerini bile karşılamaktan
uzak olduğunu aynı rahatlıkla dile getirebiliyorlar. Gerçi, krizi aşamayacaklarını görmek için burjuva iktisatçıların yorumlarına
da ihtiyaç yok. İkinci krizin patlamasından bu yana geçen 4 ay boyunca
defalarca uygulanan zamlar, düşürülen ücretler, satılan kurumlar, Amerikadan
ithal sömürge valisi, doların fiyatını beş kuruş ucuzlatmadığına göre,
bu krizden çıkmak diye bir olay yok. Sermaye bunun bilincinde ve krizden
çıkmaya değil, yararlanmaya bakıyor. Fırsattan istifade işçi çıkarıyor,
ücret düşürüyor, fiyat artırıyorlar. işçi sınıfının kazanılmış tüm haklarını,
yasal ve yasadışı gaspetmeye bakıyorlar. Sistemin yaşadığı krizden kurtulması, sadece iktisadi açıdan imkansız
olmakla kalmıyor, ama krizi yönetme adına uyguladıklarıyla, siyasi açıdan
da yeni krizleri kendi elleriyle koşullamış oluyorlar. İşte Sümerbank işçileri... 3 aydır ücret ödenmeyen Sümerbank fabrikalarında,
önce Bakırköy tekstil fabrikası işçileri eylem başlatmıştı. Çok geçmedi
diğerleri de hareketlenmeye başladı. Gelinen yerde Beykoz Kundura işçileri
fabrikaya el koyduklarını ilan ettiler. Kundura işçilerinin Beykozdaki
eylemine bölgede kurulu Paşabahçe Cam ve Tekel Rakı gibi fabrikaların
işçileri de destek verdi. Bu, Beykoz havzasının işçi hareketinde zaten
gelenekselleşmiş bulunuyor. İşte kamu emekçileri... Sahte sendika yasasını çıkarabilmek için tazyikli
suyla, gaz bombasıyla, panzerlerle, coplarla gösteri bastırdılar da ne
oldu?.. Ortadoğunun en güçlü devleti(!), 1000 kadar emekçinin üzerine
binlerce polisi, panzeri silahıyla yürümesine rağmen direniş saatlerce
sürdü. Ama yasayı bu şekilde geçirmek ne kamu emekçisinin sendikal hak
mücadelesini sekteye uğratabilecek, ne de devletin gücüne güç katacaktır.
Tersine, tablo devlet açısından tam bir fiyasko olmuştur. Ve nihayet, işte devrimci tutsakların direnişi... Aylar süren direniş
boyunca, faşist devletin hiçbir şiddeti, terörü, katliamı, işkencesi direnişi
bitirmeye yetmemiş, devrimcileri teslim almalarını sağlayamamıştır. Her
kapsamlı saldırıdan sonra direniş yeni ekiplerin katılımıyla büyütülerek
sürdürülmüştür ve sürdürülmeye de devam etmektedir. Bütün bunlar, Türkiyedeki sermaye düzeninin sırtını hangi dış güce
dayarsa dayasın- fazla bir şansı bulunmadığını gösterir. Aynı zamanda,
ülkemizin bir devrim toprağı olmaya devam ettiğini. Ücret sorunuyla sokağa
çıkan Sümerbank işçisinin dilinde ifadesini bulan anti-emperyalist bilinçse,
işçi sınıfımızın bu devrimdeki yeri ve rolünü göstermeye yeter. Sömürge valilerini ülkelerine postalayacağımız günleri yakınlaştırmak
için, bağımsız-sosyalist bir Türkiyede baskısız-sömürüsüz yaşayacağımız
günleri ellerimizle kurmak için, bu direnişleri beslemek, büyütmek, yaymak
gerektiği açık, içeride, dışarda hücreleri parçalamak için dayanışmaya!..
Bugün görev, sınıf ve emekçi kitleleri içinde bu şiarı yaygınlaştırmak,
yerleştirmek ve işaret ettiği dayanışmayı fiilen örmektir. |
|||||