PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları: Teslimiyet ve tasfiye süreci derinleştiriliyor...
Bir süredir uyguladıkları "Kimlik bildirimi" kampanyası,
özünde bastırılamayan ve bastırılması da mümkün olmayan ulusal bilinç
ve ulusal istemleri saptırmaya, halkımızın birikmiş enerjisini ve özünü
boşaltmaya dönük bir çabadan başka bir şey değildir. Yüzeyden bir gözlemle
bakıldığında, "Kimlik bildirimi" kampanyasının Kürtleri yeni
bir mevziiye taşıyacağı varsayılabilir. Ama gerçeklik böyle değildir.
Bir kez, bu kampanyayı yürütenlerin azami hedeflerine bakmak gerekir.
Bunun için "21. Yüzyıl Manifestosu" olarak kabul edilen İmralı
savunmalarına ve 7. Kongrede kabul edilen programa bakılabilir.
Bu programatik ve stratejik doğrultuda, Kürtleri birkaç kültürel kırıntıyla
uyutup ulusal imha sürecini meşrulaştırmaktan, Kürtlerin defterini nihai
olarak dürmekten başka bir hedefin olmadığı rhatlıkla anlaşılacaktır.
Daha da önemlisi, bu kampanyayı yönetenlerin gerçekten özgür ve bağımsız,
kendilerine ait bir iradeleri var mı? Soruları uzatmak mümkün, ama bu
kadarı yeterlidir. Halkımız, gerçek yurtseverler ve devrimciler izlenen taktiklerin, uygulanan
kampanyaların öncelikle hangi hedeflere bağlandığını sorgulamak durumundadırlar.
"Kimlik bildirimi" Kürtlerin özgürlük ve bağımsızlık hedeflerine,
Kürtlerin kendi kaderlerini kendisi belirleme perspektifine otursaydı,
taktik bir anlam kazanabilirdi. Ama teslimiyet ve tasfiye çizgisine
oturan ve ne kadar cilalı adlar altında gizlenirse gizlensin atılan
adım ve yapılan kampanyaların, teslimiyet ve tasfiyeciliği gizleyip
meşrulaştırmaktan ve derinleştirmekten başka bir anlamının olmayacağını
bilmek durumundayız. Unutulmasın ki düşüncede, iradede, siyasal duruşunda amacını, bağımsızlığını
ve özgürlüğünü yitiren halkları ve onların temsilcilerini hiç kimse
ciddiye almaz, politik bir özne olarak değerlendirmez. Güç ve saygınlık,
politik bir ağırlık olmak, her şeyden önce bağlanan amaç ve hedeften
kaynaklanır. Özgürlük ve bağımsızlık hedeflerini, iradelerini İmralı
sularında boğduranların herhangi bir itibarları, ciddiyetleri ve ağırlıkları
olabilir mi? Düşmanın karşısında diz çökenlerin, bütün değerleri pişmanlık
yasası ya da ceza indirimi yasasına trampa etmeye hazır olanların dost
ve düşman nezdinde herhangi ağırlıkları olabilir mi? Son iki yılı aşkın
bir süredir yaşananlara bir bakılsın. Ama yaratılan sanal dünyadan,
yalan ve demagojiyle karartılan dünyadan çıkılarak bakılırsa, görülecektir
ki,30 yıllık birikime, bunca mücadele ve savaşın ortaya çıkardığı değerlere,
teslimiyet ve tasfiyeciliğe rağmen saptırılan, ama bastırılamayan milyonların
istem ve duyarlılıklarına rağmen İmralı çizgisine bağlanan ulusal kurtuluş
hareketinin hiçbir politik ağırlığı ve etkisi yok. Dost ve düşman nezdinde
utanç verici bir teslimiyet ve tasfiyeciliğe bağlanmış, içi boşalmış,
enkaza dönüşt¨rülmüş, iç çürüme sürecinde hızla ilerleyen bir hareket
niteliğindedir. Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu politikasında İmralı
Partisinin etkilediği, olumlu anlamda önayak olduğu, ağırlığını
hissettirdiği tek bir siyasal gelişme var mı? Hayır, yok! Ama tersi gelişmelerde İmralı tasfiyeciliğinin etken olduğu
sayısız gelişme sayılabilir. İşte zindan katliamı, TCnin özel
savaş faşizmini her cephede derinleştirme, güçlendirme, bunu yasal dayanaklara
kavuşturma çabaları, bir tür darbe niteliğinde olan Kemal Derviş operasyonu
ve ardından geliştirilen 12 Eylül günlerini aratır hale getiren, onu
çok çok aşan politikalar, uygulamalar... Bütün bunların bu kadar rahat
ve engelsiz, pervasızlık düzeyinde yol almasında, gerçekleştirilmesinde
partimizin, devrimimizin tasfiye edilmesinin çok önemli bir rolü vardır.
Devrimin ve partimizin tasfiye edilmesi, dahası devlet ve politikalarına
yedeklenmesi TCnin işini son derece kolaylaştırmış, bu onulmaz
kriz ortamında onu soluklandırmış, önünü açmıştır. Yoksa bu kadar rahat
zindan katliamını gerçekleştirebilirler miydi, ekonomik ve siyasal politikalarda
bu kada pervasız olabilirler miydi? Bütün bu soruları sormak ve yanıtlarının içinde bulunulan sanal dünyadan
çıkarak yanıtlamak gerekir. Elbette sözümüz, yüreği Kürdistan için,
yüreği, özgürlük ve bağımsızlık için atan gerçek devrimci ve yurtseverleredir,
sözümüz Kürdistan emekçilerinedir, devrimimizin gerçek yükünü omuzlayan
ve bütün değerlerimizin gerçek yaratıcısı işçi ve emekçileredir. Yoksa
sırtımızda habis bir ura dönüşen, hiçbir emek ve çabanın sahibi olmayan
Kürt orta ve egemen siyaset esnafına değildir! İmralı Partisi yönetenleri, "İkinci Barış Hamlesi"ni başlattıklarını
ilan ettiler ve bu çerçevede bir dizi etkinlik örgütlediler. Peki "Birinci
Barış Hamlesi"nin muhasebesini yaptılar mı, bunun sonuçlarını halkımıza
açıkladılar mı? Hangi başarılar elde ettiler, hangi gelişmelere önayak
oldular, sözü edilen bu "İkinci"si hangi başarıların üzerinde
yürütülüyor? Daha da önemlisi bütün bu etkinlikler Kürtleri nereye taşımayı
hedefliyor, bu adımlar hangi stratejik hedefe oturuyor? Bu soruların
nesnel bir yanıtı verilmeden söylenecek ve yapılacak hiçbir şeyin hiçbir
anlamı ve değeri olmayacaktır. Tek bir anlamı olabilir: Üstü cilalı
laflar altında gizlenilen kampanyalar halkımızın bilincini çarpıtmak,
daha doğrusu bilinç, bellek ve ruh katliamı sürecini derinleştirmek,
enerjisini boşa akıtmak, oyalamak, böylece teslimiet ve tasfiye sürecini
nihai sonucuna götürmek! Şimdi yapılan budur... "Birinci Barış Hamlesi"nde ne yaptılar, hangi adımları attılar?
Kısacası hatırlayalım: İki teslimiyet grubunu TCye güven vermek
için teslim ettiler. Devlet, eğer bu teslimiyetçi adıma pişmanlık ya
da ceza indirimi ile karşılık verseydi, bütün partililer ve gerillanın
izleyeceği yol bu olurdu; Öcalan, bunu sayısız kez tekrarladı, bugün
de aynı şeyleri tekrarlayıp duruyor... 7. Kongre, teslimiyet ve tasfiyeciliğin
resmileştirilmesi, devrimci çizgide ısrar eden gerçek partililere karşı
akıl almaz saldırı kampanyalarının gerçekleştirilmesi, sürekli tekrarlanan
af dilenciliği... İşte İmralı Partisi yönetenlerinin ilk "Barış
hamlesi"nin çok genel bir özeti... "İkincisi" olarak tanımlanan "hamle" ile de, daha
çok yurtsever kitlenin enerjisini boşaltmaya, yatıştırmaya ve bunun
üzerinden devlete mesaj vermeye çalışmaktadırlar. Düşmanlarına şunu
demeye getirmeye çalışıyorlar: "Biz, bize denilen her şeyi yaptık,
yapmaya da hazırız, istediğimiz bu sistem içinde bazı kırıntılarla kabul
edilmek!" Evet, koparılan bu kadar gürültünün altında yatan yalın
gerçekliğin en özlü ifadesi bundan başka bir şey değildir! İmralı Partisinin
kendisini bu sisteme kabul ettirmek için bugüne dek vermediği bir şey
kalmadı. Ama bu emperyalist ve sömürgeci sistem buna rağmen onlara değer
verip kabul etmek yerine, içten içe çürütme politikasını esas alıyor.
Düşman tarihsel rövanşını böyle almak istiyor. Kürt halkı, gerçek yurtseverler ve devrimciler kendi kendilerini kandırmayı,
avutmayı bir kenara bırakıp içinde bulundukları gerçeklikle yüzleşmelidirler!
Herkes çok iyi biliyor ki, ortada "barış süreci" diye bir
şey yok. Halkımızın mahkum edildiği süreç, tarihte eşi benzeri olmayan
utanç verici bir teslimiyet ve tasfiye sürecidir. "Birlik"
adına bu utanç verici teslimiyet ve tasfiyeciliğe boyun eğmek, aslında
salt devrim ve yurtseverlik değerlerini değil, insanın kendi özsaygısını
yitirmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, "Kimlik bildirimi"
adı altında ulusal ve toplumsal enerji boşa akıtılacağına, bilinç ve
ruh katliamına güç verileceğine, öncelikle kendine ve kaderine gerçek
anlamda sahip çıkmanın çabası içinde olmak gerekiyor. Unutulmasın ki
Kürt halkı bu sisteme sığmaz, İmralı teslimyet ve tasfiyeciliğinin de
bunu tam anlamıyla gerçekleştirmesi mümkün değildir. Öcalan, İmralıda dövünüyor: "Benim çizgimi tam anlayamıyorsunuz,
uygulamıyorsunuz." Bu çırpınışların, yılların birikimi ve bilinciyle
sokaklara dökülen yüzbinlerin içinde bulundukları ikili, paradoksal
durumla var olan bağlantısını görmek durumundayız. Her şeye rağmen,
tüm saptırma ve içini boşaltma çabalarına rağmen halkımız ulusal istemlerinden
vazgeçmiyor, vazgeçmesi de mümkün değildir. Teslimiyetçi ve tasfiyeci
bir program doğrultusunda da olsa yüzbinlerin ulusal istemlerini dile
getirmesi, TCyi ürkütüyor, Kürt halkının taşıdığı devrimci potansiyeli
anlatıyor, bu potansiyelin denetlenemez nitelikte olduğunu gösteriyor...
Öcalanın "beni anlamıyor ve uygulamıyorsunuz" derken
anlatmak istedikleri bunlardır. Teslimiyet ve tasfiyeci çizgiyi gizleme, "barış süreci" olarak
yutturma olanakları da giderek daralıyor. Bu nedenle "yeniden savaşma
olasılığını tartışıyoruz" demagojisine sarılmak durumunda kaldılar.
Katledilen gerillalar, parçalanan gerilla cesetleri, en sıradan yasal
çalışmanın bile boğdurulması, teslimiyet ve tasfiyeci çizgiyi deşifre
ediyor, yalanlarını açığa çıkarıyor. Katledilen ve cesetleri paramparça
edilen gerillanın kanında elbette İmralı çizgisinin sorumluluğu belirleyicidir.
Bu sorumluluk alttan alta sorgulanıyor. İşte İmralı Partisi yönetenleri
bu sorgulamayı ve yaygınlaşmasını önlemek için yeniden "Savaşırız
ha!.." demagojisine ve içi boş blöfüne sarılmak durumunda kalıyorlar.
Bu ayrı bir değerlendirme konusudur, ayrı bir açıklamada değerlendireceğiz. Evet, teslimiyet ve tasfiye süreci sahte kampanyalarla derinleştirilmeye
çalışılıyor, tarihsel birikim ve değerlerimiz her gün daha da yok ediliyor.
Gerçek PKKlilerin, devrimci ve yurtseverlerin bu gerçekliği görmesi,
her türlü bireysel kaygı ve endişeyi bir yana bırakarak davalarına,
kendilerine, onurlarına sahip çıkmaları gerekiyor. Beklemek, ölümdür,
ölüme seyirci kalmaktır. Buna hangi insani vicdan seyirci kalabilir
ki? Kahrolsun teslimiyet ve tasfiyecilik! 26 Haziran 2001 |
|||||