30 Haziran'01
Sayı: 15


  Kızıl Bayrak'tan
  Konya Tatbikatı aynasından yansıyanlar
  ABD-İsrail-Türkiye ittifakı...
  Ek vergiler krizin yeni taksididir..
  Fazilet Partisi kapatıldı
  Sivasın katili sermaye devletidir
  Kamu emekçileri hareketi
  Sınıf hareketi
  Ölüm Orucu ile dayanışma etkinlikleri
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/9
  PKK-DÇS: Teslimiyet ve tasfiye süreci derinleştiriliyor
  Otadoğu
  Kapitalizmin kadın sağlığına genel etkileri
   Uluslararası hareket
  Ölüm Orucu direnişçilerinden mektup
  Müzik ve politik mücadele
  Politik çıkmaza doğru sürüklenen ÖDP
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Ölüm Orucu şehidi Hatice Yürekli’ye mektup...

“Büyüyor, büyüyecek kavga
seninle birlikte...”


Ertuğrul Kaya

(TKİP tutsağı/Ölüm Orucu direnişçisi)

Merhaba sevgili yoldaşım;
Yaşamım boyunca tarihleri hep karıştırmışımdır. Hem de öylesine ki, bir gün önceki tarihi bile kolay kolay akılda tutamam. Bugün 22 Nisan... Bu tarih ölümüme kadar hafızamdan silinmeyecek. Ne ben unutacağım, ne de unutturulmasına izin vereceğim. Bütün yoldaşların da böyle davranacağından kuşkun olmasın. Çünkü bu tarih, hayatın nasıl biraz daha aydınlandığını, yeni bir dünyanın nasıl kurulacağını, bir kez daha en net şekilde ortaya koydu.

Evet can yoldaşım; aramızdan “ayrılarak” güneşin ülkesine “mavi ve asi” yüreğinle gidiverdin. Yani bizden önce ulaşıverdin ölümsüzlüğe! Yüreğinin “mavi” yanı çıkarsız, sonsuz özgürlük düşümüzü; “asi” yanı ise, özgürlüğe ulaşmak için, hiç tükenmeyen isyancı yanını anlatıyor.

Biz dört Ölüm Orucu Direnişçisi aynı mekanı paylaşıyoruz. Yani senin gibi bedenlerimizi “ölüm”e yatırmıştık. Aslında buna ölüm demeye dilim varmıyor ya?!.. Bedenlerimizi ölüme yatırmıştık, ancak beynimizi, bilincimizi, yüreğimizi özgürlüğe nişanlamıştık! Günler uzayıp, aylara devirirken kendini, şehit haberleri peşi sıra gelmeye başlamıştı. Her ölümle kinimiz daha artıyor, inancımızın sarsılmazlığı daha da güçleniyordu. Sabrımızı sınamak isteyenleri birçok kez yanıltmıştık!.. Bedenlerimiz gün gün erirken sabrımız volkan oluyor, ölüm çaresizlik içinde çırpınıyordu. Bizse, ölüm karşısında yarınların daha iyi ve mutlu yaşamını savunanlar olarak; ıslık çalıp, türkü söyleyip, gülücükler savuruyorduk geleceğe. İşte böyle yaşıyorduk zamanı, sevgili yoldaşım. Düşenlerin sayısı he gelen günle birlikte daha da artıyordu. Düşenlerin içinde tanıdıklarımız da vardı, daha önce yüzünü hiç görmediklerimiz de. Oysa şu anda hepsi bizimle tanıdık olmuştu.

Ben ranzama uzanmış günlük gazetelerdeki köşe yazılarını okurken, bir taraftan da kulağım tek sesli iletişim kaynağımız olan küçük radyomuzdaydı. Bugün iki şehit haberi almıştık. Bu yüzden hücremiz daha sessizdi. İşte bu sessizlikte, tanıdık bir isim düştü içime. Bu kör, sağır, dili olmayan kirli-sarı duvarların içine. Yanımdaki siperdaşım yüzüme baktı. Daha önce seni anlatmıştım, az-çok o da tanıyordu. Benim yüzümde o da takılı kaldı. Kelimeler kendini yitirdi. Bu sessizliğin içinde öfkemin kabarışına bıraktı kendini. Spikerin alışılmış soğuk sesinden çıkan ismin, içimi bir mavzer kurşunu gibi deldi. Sanki o an, bütün sınıf savaşımlarında yer almışım da, vurdukça büyüyen umudumuzun tatlı yorgunluğu üzerime çökmüştü. Hüzün bir yanımda demlenirken, bir yandan da kazanaca&curen;ımıza olan inancın isyancı yanı büyüyordu. Çaresiz miydim? Elbette değil! Çünkü düşman güçlerini bedenlerimizle kurşun yağmuruna tutuyorduk. Bunun için, yani böyle kazanacağımızı bildiğim için dudaklarıma gülümseme bile düşmüştü. Ve bunu sen ölümünle göstermiştin. Bunu daha önceden en iyi bilenlerimizdendin. Bu yüzden ölümünde hiç zrlanmadın, hatta en kolay elveda diyenlerimizden oldun. Ölürken senin de yüzünün aydınlık bir gülümsemeyle dolu olduğunu biliyorum. Sevgili yoldaşım, üzerime çöken hüznün nedeni ise, seni çok yakından tanımanın getirdiği ve şimdiden başlayan özlemin, hasretindi. Önce dostun, arkadaşın, sonra yoldaşlığın yalın gerçekliği!

Burada seni kelimelerle anlatmak çok zor. Belki de anlatmak gereksiz. Çünkü ölümün şekli, seni fazlasıyla anlatmaya yeter. Hani mektubunun birinde belirtmiştin; “Artık söz eylemini yitirdi; bedenlerimizi namluya sürdük. Hem de dünyada daha icat edilmemiş en güçlü mermi olarak. Hazır bekliyoruz! O gün çok uzak değil. Milyonlarca proleterle halay çekme günü de gelecek.” İşte bu kadar yalın, bu kadar inançlı. O gün, yani bu tarihsel eyleme başlarken kazanacağımızı ikimiz de biliyorduk. Bu işçi sınıfının tarihsel bilimsel teorisine inancından geliyordu. Sırtını dayadığın partinin doğru politikalarına olan güveninden geliyordu. Damarlarından akan, bütün hücrelerine sökün etmiş devrimci kanın bunu söylüyordu. Yukarıda belirtmiştim ya! Seni anlatmak çok zor. Hele sıcaklığın içindeyken!.. Radyoda duyduğum andan itibaren, ismin beynimde salınıp dururken... Burada sana büyük laflar etmeyeceğim. Böyle yaparsam sana haksızlık etmiş olurum. Söyleyeceğim, yazacağım her söz, küçük kalır, anlamsızlaşır. Bundan korkarım. Yüreğini, beynini devrime nişanlamış “birisine” böyle bir haksızlık yapmayı kaldıramam.

Sevgili yoldaşım; şu an gözlerimi kapadığımda, bilincim birçok yaşanmış güzelliğin ortasına düşüyor. İzmir’in yoksul mahalleleri, sokakları, zincirler oluşturup yürüdüğümüz emekçi mitingleri... Bazen sertleşen, ancak hep dostça biten tartışmalar... Ulucanlar’a ilk geldiğin günkü karşılaşmamız, hani sen Habip yoldaşla volta atarken, ansızın karşılaşmamız var ya. Senin o an tanıdık bir yüzü görmekle yüzüne düşen ışıltı, benim şaşkınlığım... Sonra sımsıcak bir kucaklaşma!..
Sevgili yoldaşım, bu sana aramızdan ayrılışının ilk saatlerindeki mektubum. Daha önce de mektuplar yazmıştım sana. Sen de karşılığını vermiştin. Hem de hiç bekletmeden. En son mektubun, Ulucanlar’daki parti kutlamasını anlattığın mektubundu. Ayrıca mektubunun içinde bir de kart vardı. Hani, Ümit ve Habip yoldaşın resimleri arasına yerleştirdiğin kızıl bayrağın olduğu... Bugün düşününce, bunlar geleceğimizi simgeliyordu. İşçi sınıfının kurtuluşunun resmiydi! Şimdi sen de katıldın devrim tarihimizin albümüne. Sizleri kıskanmamak mümkün mü? Kim olmak istemez tarihimizin ilklerinden?

Hatırlarsan, ilk mektubu ben yazmıştım. Bu mektubum komünist saflara yönelişimin ilklerindendi. Ve bunu ilk öğrenen sen olasın istemiştim. Mektubumun karşılığını verdiğinde, kurduğun cümlelerden nasıl da sevindiğini anlamıştım. Açıkça yazmasan da şöyle dediğini hissediyordum; “daha önce ben sana dememiş miydim”! Ulucanlar’da görüş kabinindeki tartışmamızda bunu gülerek de ifade etmiştin; “çareniz yok, eninde-sonunda komünist saflara katılacaksınız.” Ben o zaman gülümsemiştim. Elbette bu bilimsel bir kanun; hayatta “mutlak diye bir şey yoktur”. Oysa o zaman ben bunu yadsıyordum. Kendime ne kadar güveniyordum. Yani düşüncelerimin tek doğru olduğuna. Hayat bu, nehirlerin denizle buluşması gibi, insan da gerçeği sonunda buluyor!..

Sevgili yoldaşım, bundan sonra sürekli yazacağım. Aramızdaymışsın gibi. Birlikte yapacağımız işleri düşünerek. Birlikte sınıfsız bir dünya için, iyi bir şeyler yapmanın sevincini içimde taşıyarak yazacağım. Sanki birlikte bir işçi mitingindeyiz. Sen sınıfa devrimi, sosyalizmi anlatıyorsun. Fabrika önlerinde birlikte bildiri tutuşturuyoruz yaşamı üretenlerin ellerine ya da bir grevde halay çekiyoruz omuz omuza. Mektuplarımda anlatacağım daha çok şey olacak. Onlarca yoldaşın var seni anlatacak, yazacak. Bu mektuplarımı yazarken, seninle barikat başlarında olduğumuzu düşüneceğim. Ve sana öldü diyenleri bir kez daha yanıltacağız...

Seninle ilk tanışmamızı aklıma getiriyorum şimdi. İkimiz de aynı tarihlerde tahliye olmuştuk cezaevinden. İkimizin de ilk hapishane deneyimiydi yanılmıyorsam. Tanışıklığımızdan kısa bir süre sonra seninle yaptığımız sohbetlerde hemen belli etmiştin kendini. Devrime ve sosyalizme nasıl güçlü bağlarla bağlandığını. Bu yolun geçici yolcularından olmadığını anlamıştım hemen. Yaptığımız ideolojik-siyasi tartışmaların sonu her zaman, devrime ve sosyalizme bağlanıyordu. O zaman farklı yapılardaydık. Bunun için tartışmalarımız çok hararetli olurdu. Sonra sen kayboldun ortadan. Hemen anladım nerelere gittin. Ve bir süre sonra haberini aldım. Kavgamızın başkentinde gözaltına alınmıştın. Gözaltından işkencecileri yenerek çıkman beni ne kadar sevindirmişti. Bu ilk olmayacaktı. Daha sonra Ankara işkancehanesini tanıştıracaktın direnişle. Ümit yoldaşla birlikte ve bugün Ölüm Orucunda olan yoldaşlarınla aynı türküyü söyleyip başı dik çıkacaktınız işkenceden. Sonra mahkemede gösterdiğiniz tavır. Partisine ve sosyalizme ihanet edip beynini düşmana satan haini nasıl da cezalandırdınız. Bu eyleminiz, hiçbir hainin cezasız kalmayacağını, hem de en güvenlikli diye düşündükleri yerde, çok anlamlıydı. Gereken mesaj verilmişti. Hiçbir hain rahat olamayacaktı artık. İşte senin isminin geçti&currn;i her yerden iyi haberlerin geliyordu. Bizde “iyi olmak” sınıf savaşımının içinde olmaktı.

Can yoldaşım, Ölüm Orucu’nda günler ilerliyor. Sizlerin yanına gelmeye hazır yüzlerce dostumuz, yoldaşımız var. Savaş alanına fırlatmak için yürekleri pır pır atıyor. Elbette ölümü hiç tereddütsüz karşılayacağız, bir kişi kalana kadar. Böylesine inançlı insanlarımız oldukça zaferi kazanmamak mümkün mü? Zaten ilk şehitleri vermeye başladığımız andan itibaren zafer kazanılmıştır. Bugün zaferin adı konulacaktır sadece. Bundan dolayı ölümün üzerine su içer, türkü söyler gibi yürüyoruz. Ölüm bu güç karşısında çaresiz kalıp, sığınacak yer aramaya başladı. Rezil rüsva edildi. Egemenlerin korkusu bu; ölümü bile göğüsleyenlerin karşısında yenilgilerinin kaçınılmaz olduğunu artık daha iyi biliyorlar. Şu anki durumları son çırpınışları. Kazdığımız mearlarına gömmek için onları, biz de hızlandıracağız koşumuzu. Yakında birilerimiz daha geliriz yanınıza, kaçınılmaz olan bu işte. Ancak geride kalanlar kavgalarında yaşatacaklar bizi. Bundan hiç kuşkumuz yok. Halaylarını bizimle çekecekler.

Can yoldaşım, seni buralarda özleyenler çoğalacak daha da. Zafer günümüzde omuz omuza olsaydık, olabilseydik! İşçilerin o şahlanan yüreklerinden, çocukların ışıldayan gözlerinden öpebilseydik!
Artık bundan sonrası daha güzel yaşanacak. (Biraz hüzün, biraz burukluk kalacak elbet). Çünkü yoldaşım, büyüyor, büyüyecek kavga seninle birlikte, senin adınla.

Can yoldaşım, şimdilik burada son derken, seni her zaman hasretle, özlemle arayacağımı belirtip, kalanlarımızın yüreğinde devrimin, sınıfsız toplumun ateşi olarak yaşayacağını söylüyorum. Sevgiyle, hasretle kal. Kazanacağımıza olan inançla...


Yoldaşın Ertuğrul Kaya
23 Nisan 2001
Konya E Tipi Cezaevi

Bu mektup Hatice Yürekli yoldaşa yazılmıştır. Hatice yoldaşın izinde kararlılıkla yürüyeceğimizi bir kez daha belirtip, işçi sınıfının bilimsel ideolojisine sonsuz inancımla ve kazanacağımıza olan güvenle bütün yoldaşlarımızı, dostlarımı selamlıyorum.

Biz kazanacağız!
Sosyalizm kazanacak!

...
Bir baharı daha bıraktık geride
Açılmadı hiç
Sımsıkı sıkılı yumruklarımız
Gözlerimiz hiç kopmadı güneşten
Adımlarımız kabaran topraktaydı.
Yüreklerimiz gökyüzünün duruluğunda
Fısıltıyla dolaştı soluklarımız yeryüzünde
Kaç rihter ölçeğinde olduğu ölçülemedi hiç
Alttan alta büyüyen sevdamız
Yürüdü kendi yatağında
ulaşacağı bakir topraklara
Kendilerini sulara yakıp
açlıklarda çoğaldılar
Ölümlerde çoğaltanlar
aldılar bütün günü içlerine
Bırakarak günsüzlüğü karanlığa
Yolunuz ay
Gönlünüz insan olsun

Ertuğrul Kaya



ÖO direnişçisi Bekir Balyemez’e mektup...

“Tereddüt etmeden öleceğiz!”


Muharrem Kurşun
(TKİP tutsağı/Ölüm Orucu direnişçisi)


Merhaba sevgili Bekir,

Belki de bana yazdın, ne ki hiçbiri elime geçmedi. Belki de hiç yazmadın. Sonuç olarak epeydir yazışmıyoruz. Sonlara doğru siftah yapıyoruz.

Bir dosta yazmıştım, artık bizim merhabalarımız az ya da çok “hoşçakal”ı da içinde barındırıyor. Bizim cephemizden coşkun bir hoşçakal bu, ... açısından nasıl ...

İlk Hatice yoldaş oldu hoşçakalın diyenimiz. Zafere doğru atılan bir adım oldu Hatice yoldaşın hoşçakalı. Yeni adımlar da atılacak. Madem bu bedeli ödememiz gerekiyor, tereddüt etmeden öleceğiz.

Artık yazmakta zorlanıyorum. Kısa oluyor yazdıklarım bu yüzden. Bir yerde isabetli de oluyor.

Yazım iyice okunamaz oldu çünkü. Kısa yazarak okumaya çalışanları bir ızdıraptan kurtarıyorum. Başarı yine bana ait.

Sevgili Bekir yoldaş, ulaşır mı ulaşmaz mı bilemiyorum, ama yazarsan sevinirim.

Orada ulaşabildiğin bütün dostlara yürek dolusu selamlarımı iletirsen sevinirim. Tabii sana da...

Kendine iyi bak. Hoşçakal...
Herkesi kucaklayıp, öpüyorum.

13 Haziran 2001



ÖO direnişçisi Muharrem Kurşun’a mektup...

“Görkemli direnişimizin onuru senin ve senin gibi yoldaşların...”

Bekir Balyemez
(TKİP tutsağı/Ölüm Orucu direnişçisi)


Canım yoldaşım,

Önce direniş ocağının tüm sıcaklığıyla merhabalar.

Sevgili yoldaş, 13 Haziran’da yazdığın mektup 23’ünde elime ulaştı. Hemen yanıtlıyorum, umarım eline ulaşır.

Siteminde haklısın tabii. Sana operasyondan sonra ve çok az yazabildim, o da eline ulaşmamış. Sağlık durumunun ağırlığını tahmin ettiğimden, bir de ‘96’nın anıları gözümün önünden gitmediğinden dolayı yazmakta üstelemedim. Ve 19 Aralık’ta, Ölüm Oruçları’nda şehit düşen yoldaşların anıları, paylaşımları da bir başka yer tutuyor zihnimde. Bir çoğuyla orada burada yaşamış, acıyı, mücadeleyi paylaşmışız. Bugün de ölümü...

Aslında buna ölüm de denmez, bu yüzden “hoşçakalın” dememeliydin. Kefeni kızıl bayrak olanlar, sermayenin burçlarında dalgalanırlar. Asıl, düzen bize “elveda” demeli.

Ben gayet iyiyim, zımba gibiyim. 6. koldan katıldık yürüyüşe, ‘96’dan kalma bir rövanşımız vardı, bu kez alacağım. Yani nöbet yerleri boş kalmadı, kalmayacak. Yoldaş senin de gözün arkada kalmamalı. (...)

Artık, yaşanan hergünü bir devrim olan direnişimizde 250’ye geldik dayandık. Tarihte belki bir Paris Komünü’yle, belki Stalingrad’la boy ölçüşebilecek soylulukta olan görkemli direnişimizin onuru senin ve senin gibi yoldaşların. Seni çok seviyoruz ve gıpta ediyoruz. Deniz Gezmiş son mektubunda, “Bir insanın ne kadar yaşadığına değil, yaşamında ne kadar iş yaptığına bakılır” demişti. Bizler yaşamımızda olduğu gibi, ölümümüzle bile büyük iş yapıyoruz. Lanet olsun, küçük dünyalara, küçük hesaplara. Kendini tutuşturarak şehit düşen bir yoldaşın (Bursa’dan Ali İhsan) ifade ettiği gibi, “Alın işte, cansa can!”

Seni hasretliğimizin olanca hırsıyla kucaklıyor ve öpüyorum.
Yoldaşça selamlar.

25 Haziran 2001