Büyüyor, büyüyecek kavga
(TKİP tutsağı/Ölüm Orucu direnişçisi) Merhaba sevgili yoldaşım; Evet can yoldaşım; aramızdan ayrılarak
güneşin ülkesine mavi ve asi yüreğinle gidiverdin. Yani bizden
önce ulaşıverdin ölümsüzlüğe! Yüreğinin mavi yanı çıkarsız,
sonsuz özgürlük düşümüzü; asi yanı ise, özgürlüğe ulaşmak
için, hiç tükenmeyen isyancı yanını anlatıyor. Biz dört Ölüm Orucu Direnişçisi aynı mekanı paylaşıyoruz.
Yani senin gibi bedenlerimizi ölüme yatırmıştık. Aslında buna
ölüm demeye dilim varmıyor ya?!.. Bedenlerimizi ölüme yatırmıştık, ancak
beynimizi, bilincimizi, yüreğimizi özgürlüğe nişanlamıştık! Günler uzayıp,
aylara devirirken kendini, şehit haberleri peşi sıra gelmeye başlamıştı.
Her ölümle kinimiz daha artıyor, inancımızın sarsılmazlığı daha da güçleniyordu.
Sabrımızı sınamak isteyenleri birçok kez yanıltmıştık!.. Bedenlerimiz
gün gün erirken sabrımız volkan oluyor, ölüm çaresizlik içinde çırpınıyordu.
Bizse, ölüm karşısında yarınların daha iyi ve mutlu yaşamını savunanlar
olarak; ıslık çalıp, türkü söyleyip, gülücükler savuruyorduk geleceğe.
İşte böyle yaşıyorduk zamanı, sevgili yoldaşım. Düşenlerin sayısı he gelen
günle birlikte daha da artıyordu. Düşenlerin içinde tanıdıklarımız da
vardı, daha önce yüzünü hiç görmediklerimiz de. Oysa şu anda hepsi bizimle
tanıdık olmuştu. Ben ranzama uzanmış günlük gazetelerdeki köşe yazılarını
okurken, bir taraftan da kulağım tek sesli iletişim kaynağımız olan küçük
radyomuzdaydı. Bugün iki şehit haberi almıştık. Bu yüzden hücremiz daha
sessizdi. İşte bu sessizlikte, tanıdık bir isim düştü içime. Bu kör, sağır,
dili olmayan kirli-sarı duvarların içine. Yanımdaki siperdaşım yüzüme
baktı. Daha önce seni anlatmıştım, az-çok o da tanıyordu. Benim yüzümde
o da takılı kaldı. Kelimeler kendini yitirdi. Bu sessizliğin içinde öfkemin
kabarışına bıraktı kendini. Spikerin alışılmış soğuk sesinden çıkan ismin,
içimi bir mavzer kurşunu gibi deldi. Sanki o an, bütün sınıf savaşımlarında
yer almışım da, vurdukça büyüyen umudumuzun tatlı yorgunluğu üzerime çökmüştü.
Hüzün bir yanımda demlenirken, bir yandan da kazanaca&curen;ımıza olan
inancın isyancı yanı büyüyordu. Çaresiz miydim? Elbette değil! Çünkü düşman
güçlerini bedenlerimizle kurşun yağmuruna tutuyorduk. Bunun için, yani
böyle kazanacağımızı bildiğim için dudaklarıma gülümseme bile düşmüştü.
Ve bunu sen ölümünle göstermiştin. Bunu daha önceden en iyi bilenlerimizdendin.
Bu yüzden ölümünde hiç zrlanmadın, hatta en kolay elveda diyenlerimizden
oldun. Ölürken senin de yüzünün aydınlık bir gülümsemeyle dolu olduğunu
biliyorum. Sevgili yoldaşım, üzerime çöken hüznün nedeni ise, seni çok
yakından tanımanın getirdiği ve şimdiden başlayan özlemin, hasretindi.
Önce dostun, arkadaşın, sonra yoldaşlığın yalın gerçekliği! Burada seni kelimelerle anlatmak çok zor. Belki de
anlatmak gereksiz. Çünkü ölümün şekli, seni fazlasıyla anlatmaya yeter.
Hani mektubunun birinde belirtmiştin; Artık söz eylemini yitirdi;
bedenlerimizi namluya sürdük. Hem de dünyada daha icat edilmemiş en güçlü
mermi olarak. Hazır bekliyoruz! O gün çok uzak değil. Milyonlarca proleterle
halay çekme günü de gelecek. İşte bu kadar yalın, bu kadar inançlı.
O gün, yani bu tarihsel eyleme başlarken kazanacağımızı ikimiz de biliyorduk.
Bu işçi sınıfının tarihsel bilimsel teorisine inancından geliyordu. Sırtını
dayadığın partinin doğru politikalarına olan güveninden geliyordu. Damarlarından
akan, bütün hücrelerine sökün etmiş devrimci kanın bunu söylüyordu. Yukarıda
belirtmiştim ya! Seni anlatmak çok zor. Hele sıcaklığın içindeyken!..
Radyoda duyduğum andan itibaren, ismin beynimde salınıp dururken... Burada
sana büyük laflar etmeyeceğim. Böyle yaparsam sana haksızlık etmiş olurum.
Söyleyeceğim, yazacağım her söz, küçük kalır, anlamsızlaşır. Bundan korkarım.
Yüreğini, beynini devrime nişanlamış birisine böyle bir haksızlık
yapmayı kaldıramam. Sevgili yoldaşım; şu an gözlerimi kapadığımda, bilincim
birçok yaşanmış güzelliğin ortasına düşüyor. İzmirin yoksul mahalleleri,
sokakları, zincirler oluşturup yürüdüğümüz emekçi mitingleri... Bazen
sertleşen, ancak hep dostça biten tartışmalar... Ulucanlara ilk
geldiğin günkü karşılaşmamız, hani sen Habip yoldaşla volta atarken, ansızın
karşılaşmamız var ya. Senin o an tanıdık bir yüzü görmekle yüzüne düşen
ışıltı, benim şaşkınlığım... Sonra sımsıcak bir kucaklaşma!.. Hatırlarsan, ilk mektubu ben yazmıştım. Bu mektubum
komünist saflara yönelişimin ilklerindendi. Ve bunu ilk öğrenen sen olasın
istemiştim. Mektubumun karşılığını verdiğinde, kurduğun cümlelerden nasıl
da sevindiğini anlamıştım. Açıkça yazmasan da şöyle dediğini hissediyordum;
daha önce ben sana dememiş miydim! Ulucanlarda görüş
kabinindeki tartışmamızda bunu gülerek de ifade etmiştin; çareniz
yok, eninde-sonunda komünist saflara katılacaksınız. Ben o zaman
gülümsemiştim. Elbette bu bilimsel bir kanun; hayatta mutlak diye
bir şey yoktur. Oysa o zaman ben bunu yadsıyordum. Kendime ne kadar
güveniyordum. Yani düşüncelerimin tek doğru olduğuna. Hayat bu, nehirlerin
denizle buluşması gibi, insan da gerçeği sonunda buluyor!.. Sevgili yoldaşım, bundan sonra sürekli yazacağım.
Aramızdaymışsın gibi. Birlikte yapacağımız işleri düşünerek. Birlikte
sınıfsız bir dünya için, iyi bir şeyler yapmanın sevincini içimde taşıyarak
yazacağım. Sanki birlikte bir işçi mitingindeyiz. Sen sınıfa devrimi,
sosyalizmi anlatıyorsun. Fabrika önlerinde birlikte bildiri tutuşturuyoruz
yaşamı üretenlerin ellerine ya da bir grevde halay çekiyoruz omuz omuza.
Mektuplarımda anlatacağım daha çok şey olacak. Onlarca yoldaşın var seni
anlatacak, yazacak. Bu mektuplarımı yazarken, seninle barikat başlarında
olduğumuzu düşüneceğim. Ve sana öldü diyenleri bir kez daha yanıltacağız... Seninle ilk tanışmamızı aklıma getiriyorum şimdi.
İkimiz de aynı tarihlerde tahliye olmuştuk cezaevinden. İkimizin de ilk
hapishane deneyimiydi yanılmıyorsam. Tanışıklığımızdan kısa bir süre sonra
seninle yaptığımız sohbetlerde hemen belli etmiştin kendini. Devrime ve
sosyalizme nasıl güçlü bağlarla bağlandığını. Bu yolun geçici yolcularından
olmadığını anlamıştım hemen. Yaptığımız ideolojik-siyasi tartışmaların
sonu her zaman, devrime ve sosyalizme bağlanıyordu. O zaman farklı yapılardaydık.
Bunun için tartışmalarımız çok hararetli olurdu. Sonra sen kayboldun ortadan.
Hemen anladım nerelere gittin. Ve bir süre sonra haberini aldım. Kavgamızın
başkentinde gözaltına alınmıştın. Gözaltından işkencecileri yenerek çıkman
beni ne kadar sevindirmişti. Bu ilk olmayacaktı. Daha sonra Ankara işkancehanesini
tanıştıracaktın direnişle. Ümit yoldaşla birlikte ve bugün Ölüm Orucunda
olan yoldaşlarınla aynı türküyü söyleyip başı dik çıkacaktınız işkenceden.
Sonra mahkemede gösterdiğiniz tavır. Partisine ve sosyalizme ihanet edip
beynini düşmana satan haini nasıl da cezalandırdınız. Bu eyleminiz, hiçbir
hainin cezasız kalmayacağını, hem de en güvenlikli diye düşündükleri yerde,
çok anlamlıydı. Gereken mesaj verilmişti. Hiçbir hain rahat olamayacaktı
artık. İşte senin isminin geçti&currn;i her yerden iyi haberlerin geliyordu.
Bizde iyi olmak sınıf savaşımının içinde olmaktı. Can yoldaşım, Ölüm Orucunda günler ilerliyor.
Sizlerin yanına gelmeye hazır yüzlerce dostumuz, yoldaşımız var. Savaş
alanına fırlatmak için yürekleri pır pır atıyor. Elbette ölümü hiç tereddütsüz
karşılayacağız, bir kişi kalana kadar. Böylesine inançlı insanlarımız
oldukça zaferi kazanmamak mümkün mü? Zaten ilk şehitleri vermeye başladığımız
andan itibaren zafer kazanılmıştır. Bugün zaferin adı konulacaktır sadece.
Bundan dolayı ölümün üzerine su içer, türkü söyler gibi yürüyoruz. Ölüm
bu güç karşısında çaresiz kalıp, sığınacak yer aramaya başladı. Rezil
rüsva edildi. Egemenlerin korkusu bu; ölümü bile göğüsleyenlerin karşısında
yenilgilerinin kaçınılmaz olduğunu artık daha iyi biliyorlar. Şu anki
durumları son çırpınışları. Kazdığımız mearlarına gömmek için onları,
biz de hızlandıracağız koşumuzu. Yakında birilerimiz daha geliriz yanınıza,
kaçınılmaz olan bu işte. Ancak geride kalanlar kavgalarında yaşatacaklar
bizi. Bundan hiç kuşkumuz yok. Halaylarını bizimle çekecekler. Can yoldaşım, seni buralarda özleyenler çoğalacak
daha da. Zafer günümüzde omuz omuza olsaydık, olabilseydik! İşçilerin
o şahlanan yüreklerinden, çocukların ışıldayan gözlerinden öpebilseydik! Can yoldaşım, şimdilik burada son derken, seni her
zaman hasretle, özlemle arayacağımı belirtip, kalanlarımızın yüreğinde
devrimin, sınıfsız toplumun ateşi olarak yaşayacağını söylüyorum. Sevgiyle,
hasretle kal. Kazanacağımıza olan inançla...
Bu mektup Hatice Yürekli yoldaşa yazılmıştır. Hatice
yoldaşın izinde kararlılıkla yürüyeceğimizi bir kez daha belirtip, işçi
sınıfının bilimsel ideolojisine sonsuz inancımla ve kazanacağımıza olan
güvenle bütün yoldaşlarımızı, dostlarımı selamlıyorum. Biz kazanacağız! ...
Ertuğrul Kaya ÖO direnişçisi Bekir Balyemeze
mektup... Tereddüt etmeden öleceğiz!
Merhaba sevgili Bekir, Belki de bana yazdın, ne ki hiçbiri elime geçmedi.
Belki de hiç yazmadın. Sonuç olarak epeydir yazışmıyoruz. Sonlara doğru
siftah yapıyoruz. Bir dosta yazmıştım, artık bizim merhabalarımız az
ya da çok hoşçakalı da içinde barındırıyor. Bizim cephemizden
coşkun bir hoşçakal bu, ... açısından nasıl ... İlk Hatice yoldaş oldu hoşçakalın diyenimiz. Zafere
doğru atılan bir adım oldu Hatice yoldaşın hoşçakalı. Yeni adımlar da
atılacak. Madem bu bedeli ödememiz gerekiyor, tereddüt etmeden öleceğiz. Artık yazmakta zorlanıyorum. Kısa oluyor yazdıklarım
bu yüzden. Bir yerde isabetli de oluyor. Yazım iyice okunamaz oldu çünkü. Kısa yazarak okumaya
çalışanları bir ızdıraptan kurtarıyorum. Başarı yine bana ait. Sevgili Bekir yoldaş, ulaşır mı ulaşmaz mı bilemiyorum,
ama yazarsan sevinirim. Orada ulaşabildiğin bütün dostlara yürek dolusu selamlarımı
iletirsen sevinirim. Tabii sana da... Kendine iyi bak. Hoşçakal... 13 Haziran 2001
ÖO direnişçisi Muharrem Kurşuna
mektup... Görkemli direnişimizin onuru senin
ve senin gibi yoldaşların... Bekir Balyemez
Önce direniş ocağının tüm sıcaklığıyla merhabalar.
Sevgili yoldaş, 13 Haziranda yazdığın mektup
23ünde elime ulaştı. Hemen yanıtlıyorum, umarım eline ulaşır. Siteminde haklısın tabii. Sana operasyondan sonra
ve çok az yazabildim, o da eline ulaşmamış. Sağlık durumunun ağırlığını
tahmin ettiğimden, bir de 96nın anıları gözümün önünden gitmediğinden
dolayı yazmakta üstelemedim. Ve 19 Aralıkta, Ölüm Oruçlarında
şehit düşen yoldaşların anıları, paylaşımları da bir başka yer tutuyor
zihnimde. Bir çoğuyla orada burada yaşamış, acıyı, mücadeleyi paylaşmışız.
Bugün de ölümü... Aslında buna ölüm de denmez, bu yüzden hoşçakalın
dememeliydin. Kefeni kızıl bayrak olanlar, sermayenin burçlarında dalgalanırlar.
Asıl, düzen bize elveda demeli. Ben gayet iyiyim, zımba gibiyim. 6. koldan katıldık
yürüyüşe, 96dan kalma bir rövanşımız vardı, bu kez alacağım.
Yani nöbet yerleri boş kalmadı, kalmayacak. Yoldaş senin de gözün arkada
kalmamalı. (...) Artık, yaşanan hergünü bir devrim olan direnişimizde
250ye geldik dayandık. Tarihte belki bir Paris Komünüyle,
belki Stalingradla boy ölçüşebilecek soylulukta olan görkemli direnişimizin
onuru senin ve senin gibi yoldaşların. Seni çok seviyoruz ve gıpta ediyoruz.
Deniz Gezmiş son mektubunda, Bir insanın ne kadar yaşadığına değil,
yaşamında ne kadar iş yaptığına bakılır demişti. Bizler yaşamımızda
olduğu gibi, ölümümüzle bile büyük iş yapıyoruz. Lanet olsun, küçük dünyalara,
küçük hesaplara. Kendini tutuşturarak şehit düşen bir yoldaşın (Bursadan
Ali İhsan) ifade ettiği gibi, Alın işte, cansa can! Seni hasretliğimizin olanca hırsıyla kucaklıyor ve
öpüyorum. 25 Haziran 2001
|
|||||