Küresel kapitalist saldırının sonuçları ve emperyalist zirvelerin gösterdikleri... Kitleselleşen öfke korkuları büyütüyor Uluslararası sermaye kurumlarının ve emperyalist zirvelerin şahsında
kapitalist soygun düzenine karşı büyük kitlesel öfke patlamaları ve militan
sokak çatışmaları yaşanıyor. Dünya kapitalistlerinin birlik ve egemenlik
zirvelerinin tümü şiddetli protestoların hedefi oluyor. Ve bu bir gelenek,
dahası kitleler tarafından meşru bir hak olarak algılanıp yerleşmiş bulunuyor.
Bu sayede soyguncuların zirveleri tam bir rezalete dönüşüyor. Aynı kitle
protestoları dünya emperyalizminin başı olan ABD başkanının gittiği her
yerde patlak veriyor. Anti-emperyalist bilinç ve öfke gelişiyor. Seattledan Göteborga büyüyen korku Seatle, Washington, Prag, Nice, Davos ve son olarak Göteborg zirveleri,
dünya kapitalist sisteminin etkin bir popüler teşhiri ve suçlaması olup
sarsıcı etkiler yaratmıştır. Daha da önemlisi, kapitalistlerin insanlığın
gelecek umudunu 89 çöküşünün enkazları altına gömme inancına, Kapitalizme
hayır, sosyalizme evet! şiarıyla bir darbe olmuştur. Birçok etken
birarada düşünüldüğünde ve bunlara kapitalist saldırı politikalarına karşı
gelişen işçi-emekçi hareketi ve emperyalist kurumlara karşı yükselen militan
kitle eylemleri eklendiğinde, emperyalist şeflerin kendi deyimleriyle
durum ürkütücü (bu, şu aşamada abartılı bir ifade) oluyor.
Bütün bu gelişmeleri emperyalist burjuvazi dikkatle izliyor, değerlendirip
sonuçlar çıkarıyor, önlemler alıp politikalar saptıyor. Sermayenin soygun
ve talan üzeri kurulu birlik ve kurumlarının zirvelerini hedefleyen ve
haydutlar takımına halk hareketi korkusunu yaşatan kitle gösterileri,
burjuva şiddetini de kapsayan somut politikalara konu oluyor. Zirvelerin
ve delegelerin güvenliği artık her zirve toplantısının önemli gündem maddesi
haline geliyor. Bir sonraki zirvede gösterilerin nasıl önleneceği, özel
olarak oluşturulmuş kurumlar tarafından aylar, hatta bir yıl öncesinde
tartışılıyor. Zirvelerin aılacağı ülkelerde ise hükümetler kaygı ve endişe
içerisinde militarist güçleri harekete geçirerek olayları önleme telaşına
düşüyor, adeta kabus yaşıyorlar. Bu yılın başında Uluslararası Ekonomik
Forumun İsviçrenin Davos kentindeki toplantısı aynı kabus
içerisinde gerçekleşti. Aylar öncesi tatbikatlar başladı, toplantıda birkaç
gün önce otoyollar ve tren istasyonları kapatıldı, bir hafta bouna televizyonlarda
tehditler savrulup toplum terörize edildi. Aynı durumu Göteborg protestolarının
arkasından İtalya yaşıyor. Göteborgdaki protestolar, 20-22 Temmuzda G-8 zirvesinin yapılacağı
İtalyayı fazlasıyla korkutmuş bulunuyor. Bu, zirveyi okyanusa taşıyacak
türden bir korku. İtalya bir panik havası içersinde. Göteborgdan
İtalyaya dönen Başbakan Berlusconi ürküntüsünü dile getirerek Seattle
eylemcilerinin olası olaylarından biz değil, geçmişteki hükümet sorumlu
tutulacaktır açıklamasında bulunuyor. Böylesine riskli bir organizasyonun
İtalyada yapılmasını kabul eden eski hükümeti suçluyor. Yeniden
oluşan Komünistlerin lideri ise, İtalya hükümetinin bu zirvenin
üstesinde gelemeyeceğini, olayları engellemenin mümkün olamayacağını iddia
ederek, yüzlerine gözlerine bulaştıracaklarına iptal etsinler
diye sızlanıyor. Göteborg dönüşünde İçişleri Bakanıyla görüşen
Başbakan, zirvenin yapılacağı Cenova kentinin böyle bir zirveyi kaldıramayacağını
ve bunun bir açık denizde yapılmasını, Bush ve Chirac gibi devlet başkanlarının
ise kendi ülkelerinin uçak gemilerinde kalmasını önerdi. İtalya hükümeti zirvenin ve delegelerin güvenliği için 20 bin polis,
15 helikopter, 4 uçak, 7 gemi, 400 itfaiye eri, 400 sağlık personali ve
100 ambulans seferber edecek ve yaz tatilleri izni kaldırılacak. Tren
istasyonları, otoyollar ve bazı havaalanları kapatılacak vb. Bütün bunlar
yeterli görülmüyor olacak ki, bazı yabancı gazetelerde uluslararası düzeyde
başka değişik çözüm yollarının tartışıldığı haberi yer aldı. Bütün bu
seferberlik, duyulan korkunun ne düzeyde olduğunun somut bir ifadesi.
Hazırlık tam bir savaş haline göredir ve emekçi kitlelere karşıdır. Bunun
ne ölçüde etkili olacağını ise hep birlikte göreceğiz. Göteborgdaki olaylardan dolayı korkuya kapılan kurumlardan biri
de Dünya Bankasıdır. Dünya Bankası, Göteborg protestolarına işaret
ederek, sonbaharda Barselonada yapılması planlanan yıllık toplantıyı
kanlı olaylara neden olabileceği gerekçesiyle iptal etti. Dünya Bankası
sözcüsü Caroline Anstey toplantının internet üzerinden yapılacağını ve
küreselleşme karşıtlarının da internet üzerinde tartışmalara katılabileceğini
açıkladı. Dünyanın egemenlerinin, emekçilerin ve halkların katillerinin korkuları
yersiz değildir ve bu giderek büyüyecektir.
Saldırı politikalarını örgütleyen ve yöneten emperyalist birlik ve kurumlara
karşı Seattle, Washington, Prag, Nice, Davos ve Göteborgda peşpeşe
gerçekleşen militan kitle protestolarının dünya çapında yarattığı yankının
temel önemde bazı sonuçları şunlar: Birincisi; kitlelerin kapitalizme karşı duyduğu öfkenin önünü açmada
bir işlevi oluyor, işçi-emekçi hareketine yeni bir ivme kazandırıyor,
mücadele eden emekçi yığınlara güç ve moral aşılıyor. İkincisi; kitle hareketinin kendiliğinden düzeyinin ortaya çıkardığı
sonuçlar olan zirve karşıtı protestolar, katılan kitlelerin kendilerini
doğrudan kapitalizm karşıtı olarak ifade etmeleri ve bunun artık doğallığında
da böyle algılanıp tanımlanması, kapitalizme karşı mücadeleye meşru bir
zemin kazandırıyor. Üçüncüsü; sözkonusu protestolar kapitalist dünyanın tek merkezden yürüttüğü
saldırı politikasına karşı bütün ülkelerde mücadele eden emekçi kitlelerin
mücadelesinin toplamını ifade ediyor. Mücadeleye enternasyonal bir ruh
ve eğilim kazandırmanın yolunu açıyor. Devrimci önderlik ve örgütlenmeden
yoksunluk koşullarında bile emekçi hareketinin kendiliğinden böylesi eğilimler
ve dinamikler üretmesi, enternasyonal devrimci mücadelenin olanaklarını
ortaya koyuyor. Dördüncüsü; kitlelerin Kapitalizm öldürür kapitalizmi öldürün!,
Vahşi kapitalizmi parçalayın! sloganlarında somut ifadesini
bulan anti-kapitalist uyanışı, sosyalizmin bir alternatif olmasını kolaylaştırıyor.
Kapitalizme hayır, sosyalizme evet! sloganı buna işaret ediyor.
Bunun ise giderek bir örgüt ve önderlik ihtiyacının bilinçlerde oluşmasına
katkısı olacaktır. Burjuva demokrasisinin gerçek Zirve karşıtı protesto dalgaları şahsında ortaya çıkan bir başka önemli
olgu ise şudur. İnsan hakları, demokrasi ve özgürlük çığırtkanlığı yapan
burjuvazi, kitle mücadelesinin gelişme ve sertleşme eğilimi gösterdiği
koşullarda şiddete başvurmaktan çekinmeyeceğini, demokratik hak ve özgürlükleri
bir kenara iteceğini göstermiştir. Protestolar karşısında polisin sergilediği
vahşi tutum, burjuva demokrasisinin ikiyüzlülüğüne ve onun gerici özüne
tutulan bir ayna işlevi görmüştür. İsveç polisinin plastik mermimiz
yoktu gibi gülünç bir gerekçeyle göstericilerin üzerine kurşun sıkması,
bunun somut örneği olmuştur. Bu durum kitlelerde burjuva demokrasisini
sorgulama bilincini geliştirecektir. İşçi-emekçi hareketinin ve emperyalist zirveler vesilesiyle yükselen
protesto dalgalarının ne ifade ettiği, hangi dinamikler taşıdığı ve ne
türden sonuçlara yolaçacağını elbette emperyalist burjuvazi de kendi cephesinde
değerlendiriyor, politikalar saptayıp önlemler alıyor. Kendi icraatlarının
sürekli mücadele dinamikleri ürettiğinin, emekçi kitleleri mücadeleye
ittiğinin bilincinde olan burjuvazi militarist aygıtlarını sürekli güçlendiriyor.
Sertleşme eğilimi gösteren kitle hareketi karşısında şiddete başvurmaktan
çekinmiyor. Burjuvazi kendi şiddetini işçi-emekçi hareketinin gelişme
düzeyine ve alacağı biçimlere paralel olarak devreye sokacaktır. Henüz
kendiliğinden gelişen, devrimci bir örgüt ve önderlikten yoksun olan kitlesel
protestolar karşısına polis terörüyle çıkılıyor ve gerekti&urren;inde
insanlar kurşunlanıyorsa, geleceğin politik kitle eylemleri karşısında
emperyalist burjuvazinin nasıl davranacağı sır değildir. Tam da bundan dolayı kapitalizm işçi ve emekçilerin devrimci şiddetine
hedef olmaktan kurtulamayacaktır. Kapitalizm gücünün doruğunda görünmesine rağmen iflas etmiştir ve büyük
sıkıntılar içindedir. Bu sıkıntının yakın tarihte Meksikada nasıl
gündeme geldiği, Asya ülkelerinde nasıl yayıldığı, Rusyada nasıl
patladığı ve kapitalist dünya sistemini nasıl etkilediği görüldü. Kapitalist
kriz dünyanın her tarafında kendisini değişik yoğunlukta hissettiriyor.
Kapitalist sömürü sistemi için umut kalmadığı gibi ilerleme imkanı da
tükenmiştir. Bu aşamada onun insanlık düşmanı barbar yüzü daha açık görülür
hale gelecektir. Emperyalist küreselleşmenin sosyal yıkım saldırıları dünya genelinde
işçi sınıfı, emekçi kitleler ve ezilen halklar için yaşamı cehenneme çeviren
sonuçlar üretiyor. Bu sonuçlara karşı her tarafta değişik biçim ve yoğunlukta
işçi-emekçi eylemleri gelişiyor. İşçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri
devrimci önderlikten ve örgütlenmeden yoksun olma temel zaafını yaşamasına
rağmen emperyalist küreselleşmeye karşı öfke ve tepkilerini eylemli olarak
ortaya koyuyorlar. Kitlelerdeki anti-kapitalist uyanış sosyalizm özlemini ve seçeneğini
harekete geçirecek, bu giderek devrimci bir örgüt ve önderlik arayışını
güçlendirecektir. Bu zeminde yeni dönemin devrimci örgüt ve partileri
de filizlenecektir.
Güney Korede grevler üçüncü haftasında
25 bin işçinin katılımı ile grev sürüyor. Grevin
baştaki kitleselliğiyle sürememesinin bazı nedenleri var. Bunlardan biri
G. Korede TİS görüşmeleri tüm sektörü değil tek tek işletmeleri
kapsıyor. Taleplerde uzlaşma sağlanınca, bu işyeri grev cephesinden çekiliyor.
Diğer bir etken ise, tüm ülkede Kore Demokratik Sendikalar Konfederasyonunda
(KCTU) örgütlü sendikaların ve işçilerin maruz kaldığı yoğun saldırılar.
İnşaat sektöründe çalışan işçiler özellikle 98
yılında yaşanan krizden sonra, haftada 70 saat ve sözleşmeli olarak çalıştırılmaktaydı.
10 Nisanda Seulde, çimento karan arabaları kullanan işçiler,
sendikalarının tanınması, fazla mesailerin ödenmesi ve Pazar gününün tatil
günü olması talepleri ile greve gittiler. 19 Haziran günü 1900 polis 300
inşaat işçisinin grevin bitirmek için vahşice saldırdı. İşçilerin tümü
gözaltına alındı. Yine ülkenin en büyük kimya fabrikasında işçiler
daha fazla ücret talebi ile greve gitmiş, işyerini işgal etmişlerdi. 14
Haziranda polis bu işgal eylemine de azgınca saldırmış, grevi kırmıştı.
Bir gün sonra ise Korean Air Yines uçak şirketinde çalışan pilotların
iki gündür devam eden grevi kırıldı. Sendika çalışanları ve KAL sendikası
başkanı tutuklandı. Nobel barış ödüllü başbakan Kim Dae-Jungun
3.5 yıllık iktidarı sürecinde 552 sendikacı tutuklanarak cezaevine kondu.
Grevler yasadışı ilan edildi. Sadece son bir hafta içinde 120 sendikacı
tutuklandı. 49 sendikacı ise yeraltına geçmek zorunda kaldı. Güney Korede işçi sınıfı militan mücadeleci
bir geleneğe sahip. Aynı şekilde işçi sınıfının toplumun diğer ezilen
kesimlerinin desteğini alması, dayanışmacı eylemleri de bir gelenek. 22
Haziran günü Liman kenti Ulsanda 3.500 işçi ve öğrenci Kim Dae-Jung
hükümetine karşı bir gösteri düzenledi. Bu gösteri de polisin saldısına
uğradı. İşçiler ve öğrenciler geceyi polisle saatlerce çatışarak geçirdi.
Arjantinde işlevsiz sakinleştirme
ilacı! Devlet terörüne rağmen Birbuçuk yıl önce yapılan seçimleri orta sol birliği
Alianza kazanmıştı. Alianza Başkanı Fernando de la Ruayı seçen Arjantin
halkı, bugün dramatik bir durumla karşı karşıya. Mart ayında yaşanan büyük ekonomik kriz koalisyon
hükümetini düşürdü. Eski Cumhurbaşkanı Carlos Menemin ise illegal
silah ticareti yaptığı için parlamentoya girişi yasaklandı. Arjantin şimdi
sosyal patlama tehlikesiyle karşı karşıya. Arjantinin kuzeyinde 10 bin nüfuslu bir şehir
olan General Mosconide, işsizlerin yaptığı cadde işgali esnasında,
kızının mezarını ziyaret eden bir metal işçisi polisler tarafından sıkılan
kurşunlardan dolayı yaşamını yitirdi. Polisin bu saldırısı sonucu onlarca
gösterici yaralandı, bir gösterici de arbedede ezilerek yaşamını yitirdi. Devletin azgın saldırılarına rağmen Arjantinin
kuzeyinde protesto eylemleri dalga dalga yayılıyor. Muhafazakar Parti (Partido Justicialista) lideri
Juan Carlos Romeroyu suçlayan Cumhurbaşkanı Fernando de la Rua,
sosyal ve ekonomik sorunlara müdahalede yetersiz kalan bölge hükümetinin
politik sorumluluğu taşıması gerektiğini söylüyor. Romeronun bu
eleştirilere yanıtı ise, devlet bütçesinin dağılımında eşitsiz davranıldığı,
bunun tek gerekçesinin ise Saltada muhalif bir partinin hükümette
olması. Partilerin iç çatışmasından bağımsız olarak, General
Mosconide, bir seneden kısa bir zaman diliminde üç ayrı sokak işgali
yaşandı. Kasım 2000de bir işçi vurularak yaşamını yitirmişti.
O zaman de la Rua işsizlere yardım sözü vermişti. Ancak yeni açılan işyerlerinde
saat ücretleri son derece düşük. Bu, verilen ücretin ancak sakinleştirme
hapı olacağını gösteriyor. İçişleri yetkilileri, sol grupların etkin bir hareketlilik
içinde olduklarını ve Salta halkını etki altına aldıkları söylüyorlar.
Sol grupların kitleler üzerindeki etkisinin kırılamaması ve eylemlerin
büyümesi korkusu şimdiden hükümeti sarmış bulunuyor. De la Ruanın durumu düzeltmek için yeni bir
stratejiye ihtiyacı var. Hükümetin mantığına göre iki seçenek var; ya
sakinleştirme hapı ya da zor kullanmak. Anlaşıldığı kadarıyla
Cumhurbaşkanı ikinci seçeneği tercih etmiş bulunuyor.
apua Yeni Ginede İMFye karşı
gösteriler Papua Yeni Ginede hükümetin ekonomik reformlarını
protesto gösterileri düzenleyen öğrencilere polis ateş açtı. 25 Haziran
Pazartesi günü meydana gelen eylemde polisin kurşunladığı 3 kişi öldü,
13 kişi de yaralandı. Papua Yeni Ginede hükümet kamu işletmelerini
özelleştirerek bu işletmelerin kontrolünü yabancı emperyalist şirketlere
bırakma planını uyguluyor. Buna dayalı politikalar, başta öğrenciler olmak
üzere birçok çalışanın öfkesine neden oldu. 5 gündür süren eylemlerde öğrencilerin çoğunlukta
olduğu bildiriliyor. Eylem boyunca şehir merkezinin en işlek caddeleri
trafiğe kapatıldı, devlet binalarının önüne barikat kuruldu. Salı günü
polis aniden protestoculara gaz bombaları ve otomatik silahlarla ateş
açtı. Bu olayın ardından protestocular da onlarca resmi aracı yakarak,
eylemlerini sertleştirdiler. Port Moresby General Hospitalda çalışan bir
doktor, açıklamasında, gösterilerde 3 kişinin öldüğünü ve birçok ağır
yaralının olduğunu belirtti. Resmi yetkililer ise açıklama yapmaktan kaçındı. Öğrenciler, eylemleriyle Dünya Bankası ve onun yerli
uşaklarını kendi ülkelerinden atmayı hedeflediklerini açıkladılar.
Cezayirde öfke dalgası Cezayirde Berberi bir gencin Nisan ayı içinde
polis karakolunda öldürülmesi ile başlayan öfke kabarması onbinlerden
yüzbinlere büyüyerek sürüyor. 21 Haziran günü demokrasi için ve işsizliğe
karşı yapılan yürüyüşe 1 milyon civarında emekçi katıldı. Bu eylem, kaptan
olarak batan gemisini terketmeyeceğini ve istifa etmeyeceğini açıklayan
ABD uşağı Bouteflika hükümetini oldukça telaşa düşürmüş olmalı ki, aynı
gün başkentte yürüyüş ve gösteri yasağı kondu. Bu yasağın halk kitleleri arasında hiç de dikkate
alınmadığı görülüyor. Tizi Ouzouda biraraya gelen Berberi örgütlerinin
hükümetin yasağını görmezlikten gelmesi ve 5 Temmuzda büyük bir
yeni yürüyüş çağrısı yapması da bunun bir göstergesi. |
|||||