İşçi sağlığı ve iş güvenliği Deniz Ümit 3 günlük işçi elini tornaya kaptırdı Tuzla tersanesinde tanker patlaması, İstanbulda ilaç fabrikasında
patlama ve bunlara benzer birçok iş kazası haberleri... Ne yazık ki,
basında okumaya alışmak zorunda kaldığımız ve birçoğumuzun da hergün
bunlara benzer risklerle içiçe çalışmak zorunda olduğu iş kazaları gerçeği. Ağır çalışma koşullarında ve uzun çalışma saatleri boyunca çalışan
işçilerin aslında en doğal hakkı olan işçi sağlığı ve iş güvenliği konuları,
yaşadığımız kapitalist düzende hep gözardı edilir. Kapitalistin azami
kâr hırsı, işçinin sağlığını gözetmeye engeldir. Ancak iş kazaları ve
meslek hastalıkları nedeniyle ölümlerin ve sakat kalmaların çoğalması,
kaçınılamaz olarak bu soruna ilgi göstermeyi getirmiştir. Ne var ki,
sermaye sınıfının konuya ilgisi, iş kazaları sonucu işgünü ve maddi
kayıpları nedeniyle olmuş, bu mantık çerçevesinde alınan önlemler
işçinin sağlığında bir değişiklik yapmamıştır. Üretimdeki
işçilerin yönetimde olmadığı bir düzende de bunun böyle devam edeceği
açıktır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından sağlık kavramı, bedence, ruhça
ve sosyal bakımdan tam bir iyilik hali olarak tanımlanmaktadır. WHOnun
işçi sağlığı tanımı ise şöyledir: Çalışanların bedensel ve ruhsal
iyilik durumlarının sürekli olarak en üst seviyede tutulması, iş yerindeki
sağlığa zararlı faktörlerin etkisizleştirilmesi, buna yönelik korunma
tedbirlerinin alınması, kişinin bedensel ve ruhsal yeteneklerine uygun
işlerde çalıştırılması için insana, insanın işe uyumunun sağlanmasıdır. Her 6 dakikada bir iş kazasının olduğu, her 6 saatte bir işçinin öldüğü,
her 2.5 saatte bir işçinin sürekli iş göremez halde sakat kaldığı bu
ülkede, Türkiyede, biz işçilerin bu tanımlamaya ne kadar uzak
olduğumuz da açık ve acı bir gerçektir. WHOnun iş kazası tanımıysa şöyledir: Önceden planlanmamış,
çoğu zaman kişisel yaralanmalara, makinelerin, araç ve gereçlerin zarara
uğramasına, üretimin bir süre durmasına yol açan olaydır. İsminin içinde sağlık geçen bir örgütün tanımında, işçinin
kazadan kaynaklı rahatsızlığından çok, makinaların zarara uğraması ve
üretimin durmasının üzerinde durması, bizlere soruna nasıl yaklaşmamız
gerektiğini de göstermektedir. WHO gibi emperyalizmin denetimindeki
burjuva kuruluşların yaklaşımları, elbette hizmet ettikleri sermaye
sınıfının çıkarlarına uygun olacaktır. Bu nedenle, sınıflı toplum gerçeğini
gözeterek soruna yaklaşmalı, sınıf mücadelesi perspektifini yitirmemeliyiz. İş kazası ile ilgili bir diğer tanım, iş kazası ve iş güvenliği ansiklopedisinde
şöyle yapılmaktadır: Belirli bir zarara ya da yaralanmaya neden
olan beklenmeyen ve önceden planlanmamış bir olaydır. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 11. maddesine göre iş
kazası ve meslek hastalığı tanımlaması ise şöyledir: İş kazası aşağıdaki hal ve durumlardan birinde meydana gelen
ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan
olaydır. a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, Meslek hastalığı tanımıysa şöyle yapılmaktadır: Sigortalının çalıştırıldığı işin niteliğine göre tekrarlanan
bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya
sürekli hastalık, sakatlık veya ruhi arıza halleridir. Hangi hastalıkların meslek hastalığı kabul edileceği ve bu hastalıkların
işten en geç ne kadar zaman sonra ortaya çıkması halinde o işten kaynaklı
olabileceği, sosyal sigorta sağlık işlemleri tüzüğünde belirtilmiştir.
Meslek hastalıkları 5 grupta toplanmaktadır: - Kimyasal maddelerle oluşan meslek hastalıkları Meslek hastalıkları, işçi sağlığı olgusunun sadece iş kazaları olarak
algılanması nedeniyle gereken ilgiyi geç bulmuştur. 1946 yılında kağıt
üzerinde kimi çalışmalar olsa da, ancak 1964 yılında 506 sayılı kanunla
kayıtlara geçebilmiştir. Meslek hastalıklarının kayıtlara girmesinde
Zonguldak kömür ocaklarından kaynaklı akciğer hastalıklarının ortaya
çıkması etken olmuştur. Türkiye, meslek hastalıkları ve iş kazaları bakımından dünya ortalamasını
aşmaktadır. 1999 yılının SSK verilerine göre durum şöyledir: 78 bin
iş kazası olmuş, 1333 işçi ölmüş, 3407 işçi sürekli iş göremez halde
sakat kalmış, 1025 işçi meslek hastalığına yakalanmıştır. SSK verilerinin
işveren bildirimi olduğunu ve çoğu işverenin bildirimde bulunmadığını
düşünerek, ayrıca mevcut SSK verilerinin Türkiyenin toplam istihdamının
ancak dörtte birini yansıttığı gerçeğini gözeterek, gerçek verilerin
bu rakamlardan birkaç kat fazla olduğunu kabul etmek gerek.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili
istemlerimiz
Sermaye sınıfının elinde iş kazalarını ve meslek hastalıklarını önleyebilecek
ya da tedavisini yapabilecek teknik donanım vardır. Ancak bu olanaklardan
işçi sınıfı yararlanamamaktadır. İşçi sınıfı sağlıksız koşullarda uzun
saatler çalışmakta, iş kazaları ve meslek hastalıkları riskleriyle içiçe
yaşamaktadır. İşçilerin karşılaştıkları bu sorunlar sermaye sınıfının
umrunda bile değildir ve olmayacaktır da. Çünkü sermaye sınıfı sadece
kârını düşünür. Onun için işçi sınıfının hak ve istemlerinin hiçbir
önemi yoktur. İşçi sınıfı ancak mücadele ederek haklarını ve istemlerini
elde edebilir. Peki bizlerin işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili talepleri nelerdir? Yaşamımızın büyük çoğunluğunu çalışarak geçirmek zorunda olan işçilerin,
uzun saatler boyu çalıştıkları işyerlerinde kimyasal, fiziksel, biyolojik,
sosyal, ruhsal birçok etkenle karşı karşıya kalması kaçınılmazdır. Çoğumuz
çalışma ortamlarında kimyasal gaz ve dumanlar, tozlar solumak zorunda
kalıyoruz. İş makinalarının düzenli kontrolünün yapılmadığı, koruyucu
önlemler alınmadığı için makinalara el, kol ya da parmaklarımızı kaptırıyoruz.
Sağlıksız içme suları ve yemekler nedeniyle sindirim sistemimiz, sürekli
aynı işi yapmaktan kaynaklı sinir sistemimiz bozuluyor. Çalışma ortamında
sürekli kaygı yaratacak, sinirsel gerginlik yaratacak bir sürü olayla
karşılaşıyoruz. Bizler artık, daha ucuz olduğu gerekçesiyle zararlı kimyasal maddeler
kullanılmasını istemiyor, gerekli koruyucu önlemlerin alınmasını ve
bunun için de hiçbir maddi kaygı güdülmemesini istiyoruz. İşyerlerinde
kaliteli koruyucular, beslenme uzmanı, düzenli olarak içme suyu analizi,
havalandırma ölçümü istiyoruz. Çalışanların sağlık kontrollerinin düzenli yapılmasını, işçi sağlığı
ile ilgili eğitici programların verilmesini istiyoruz. Bu nedenle işyeri
temsilcileri kurulu ve sendikalar tarafından sürekli denetim, işçi temsilcilerinin
yönetiminde, teknik ve sağlık uzmanlarından oluşan iş müfettişliği istiyoruz. İşçi sağlığı ve iş güvenliği için sendikal örgütlenmenin önemini biliyor,
sendikalılaşmanın önündeki tüm engellerin kaldırılmasını istiyoruz.
İş kazaları, meslek hastalıkları, ölüm, hastalık, yaşlılık vb. için
tüm çalışanlara genel sigorta, sosyal sigorta kurumlarında işçi ve emekçi
denetimi istiyoruz. 7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası; sağlığa zararlı ve tehlikeli
işlerde azami 5 saatlik işgünü, kesintisiz 2 günlük hafta tatili ve
6 haftalık yıllık ücretli izin istiyoruz. Fazla mesainin, zorunlu gece çalışmasının; 14 yaşın altındaki çocukların
çalışmasının; kadın işçilerin ana, çocuk sağlığına zararlı işlerde çalıştırılmasının
yasaklanmasını istiyoruz. Bizler artık işyerlerimizde şu tip olaylarla karşılaşmak ya da duymak
istemiyoruz: Sümerbank Bakırköy konfeksiyon müessesesinde çalışan 500 işçi
ile fabrikanın kreşinde bakılan çok sayıda çocuk yemekte verilen tavuktan
zehirlenerek hastanaye kaldırıldı. Göçük altında kalan işçiyi kurtarma çalışmalarında bilinçsizce
kullanılan dozer işçinin kafasını kopardı. Edirne Uzunköprü maden ocağındaki göçükte 16 yaşındaki bir işçi
öldü. Denizli Çivrilde maden ocağında 5 işçi metan zehirlenmesinden
öldü. (İş kazaları haberleri, Petrol-İş yıllığından 87 ve 95-96 yıllarından
derlenmiştir.)
İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili
kısa tarihçe
Konuyla ilgili ilk yasal düzenleme 1865 yılında Dilaver Paşa
Nizamnamesi ile olmuştur. O dönemde askeri amaçlı üretimde, kömür
ve diğer madenlerde, demiryollarında, tütün işletmelerinde işçiler istihdam
edilmekteydi. Günde 16 saat çalışma koşulları, kadın ve çocukların ağır
işlerde çalışması, kömür ocaklarında çalışanlarda meslek hastalıkların
artışı, iş kazalarının çokluğu, penceresiz barakalarda ve çok kötü beslenme
koşullarında çalışma nedeniyle akciğer hastalıklarında artış vb., konuya
ilgi göstermeyi getirmiştir. 1850lerde iş güvenliği ve işçi sağlığı
çalışmaları başlamış olmakla birlikte, ancak üretimdeki düşüşle nedeniyle
konuya eğilme ihtiyacı duyulmuştur. Dilaver Paşa Tüzüğü, Ereğli ve Zonguldak kömür ocaklarında çalışan
işçilerin dinlenme, tatil zamanları, barınma yerleri, çalışma saatleri
ve ücret gibi konularla ilgili bir tüzüktür. İşçilerin 10 saatten fazla
çalışmamalarını öngören bu tüzükte, işten çıkmalardan önce işçiye haber
vermek, yatacak yer vermek, iki vardiya halinde çalışmak gibi hükümler
yer almaktadır. Ne var ki, bu tüzük padişah tarafından onaylanmamıştır. 1869 yılındaysa, Maddin Nizamnamesi, yani maden tüzüğü
çıkmış, tüm madenlerde çalışan işçilerin güvenliği tüzükte belirtilmiş
ve o devirde yürürlükte olan zorunlu çalışma kaldırılmış,
iş kazalarına tazminat verilmesi öngörülmüştür. İşyerlerine doktor bulundurma
zorunluluğuna eczacı bulundurma eklenmiştir. Bu tüzüğe de hiçbir işveren
uymamıştır. Osmanlı döneminde işçilerin grev nedenleri arasında genellikle ödenmeyen
ücretler, ücret artışı, çalışma saatlerinin belirlenmesi, ücretli yıllık
izin ve ücretli hafta tatilleri gibi istemlerin yanında, sağlıklı çalışma
ortamı ve koşulları gibi talepler de vardır. Bir örnek olarak Kavala
Tütün Rejisi işçilerini verebiliriz: Tütün işçileri, daha iyi bir havalandırma
tertibatı, temiz içme suyu, tükürük hokkaları gibi istemlerin yanında,
tuvaletlerde tadilat ve temizliğin yapılması, atölyede çalışan işçi
sayısının belli bir sınırda tutulması gibi istemlerle grev yapmışlardır. Yine aynı dönemde Anadolu Demiryolu işçilerinin greve gitme nedenleri
arasında, kendileri ve aileleri için ücretsiz sağlık hizmeti, hastalık
veya kaza halinde ücretlerin düzenli ödenmesi gibi talepler vardır.
(1) Cumhuriyet döneminde iş güvenliği ve işçi sağlığı Cumhuriyet döneminde de işçilerin grev nedenleri arasında işçi sağlığı
ve iş güvenliği konusu önemli bir yer tutmaktadır. Dönemin genel panoraması
şöyle verilebilir: 1923 yılı 1 Mayısında Ankaraya meclise
yürüyen işçiler, İzmir İktisat Kongresinde kabul edilmeyen talepleri
ileri sürmüşlerdir. Sağlık sigortası, 8 saatlik iş günü, hafta tatili,
1 Mayısın işçi bayramı olarak kutlanması, bu taleplerden bazılarıdır.
(2) 1923ün Temmuz-Ağustos aylarında , Zonguldak ve Ereğlide,
12 bin maden işçisi iş güvenliği için greve gitmişlerdir. 1924 yılında, İstanbul Ortaköy tütün ambarlarında çalışan kadın işçiler,
çalışma koşullarının iyileşmesi için protesto eylemi yapmışlardır. Kasım
ayında, İstanbul belediye işçileri ücretli hafta tatili talebiyle bir
günlük greve gitmiş, 2 ay sonrasında ilgili kanunun tadil edilmesi,
aynı hakkın tüm işçilere tanınmasını istemişlerdir. 1926 yılında, Soma-Bandırma demiryollarında çalışan 2 bin işçi, 12
bin imzalı dilekçeyle mesai saatinin uzatılmasını protesto etmişlerdir.
1927 yılında Haziran-Ağustos aylarında, Adana-Nusaybin demiryolu işçileri
ücretli tatil, fazla mesai ücreti ve keyfi işten çıkarmalara karşı 20
günlük eylem yapmışlardır. Bu eylemde çıkan çatışmada işçilerden ölenler
ve tutuklananlar olmuştur. 1928 yılında Adapazarı binek arabası fabrikasında
çalışan işçiler ve İstanbul tekstil işçileri ücret artışı, çalışma saatlerinin
kısaltılması gibi taleplerle kendiliğinden grevlere gitmişlerdir. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde çıkarılan yasalar, işçi hareketini
ve örgütlenmelerini engelleyen, baskıcı ve kısıtlayıcı yasalardır. Örneğin
1845 yılında çıkarılan Polis Nizamı, 1909 yılında çıkarılan Tatil-i
Eşgal Kanunu, 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunuı, 1926 Ceza
Kanunu gibi yasalarla, işçi hareketine yönelik köklü engellemeler getirilmiştir.
(3) 1936 yılında 3008 sayılı iş kanunu yürürlüğe girmiştir. Çalışma yaşamını
çok yönlü düzenleme söylemiyle çıkarılan bu yasa, uygulamada asgari
10 işçisi olan işletmeler için geçerlidir. Tarım, deniz, hava taşımacılığı,
kamu işletmeleri çalışanları ve belediye işçilerini ise kapsamamaktadır.
Bu yasayla, grev hakkı yasaklanmış, işverene işçiyi işten atmada geniş
olanak tanıyan maddeler getirilmiş, para ve hapis cezaları ile işçileri
engelleyici uygulamalar konulmuştur. İş kanununda yer alan bir takım koruyucu önlemler ise uygulamada etkisiz
kalmıştır. Çeşitli sektörlerden işten atılmalar karşısında hiçbir ses
çıkarılmamıştır. 2. Dünya Savaşı döneminde ise, işçilerin durumu her zamankinden daha
kötüdür. Zatüre ve sıtma hastalıklarında artış olmuş, iş kazaları artmıştır.
En çok iş kazası maden işkolundadır. Kazaların nedeni işçi hatasından
çok, düşük kaliteli makinelerin ve alt yapı eksikliğisonucudur. O dönemde
işçi sağlığı ve iş güvenliğine verilen önemi anlatması açısından şu
örnek oldukça çarpıcıdır: Gaz kaçaklarını tespit için işçilere farelerden
faydalanmaları öneriliyordu. Gaz kaçağı olursa, işçiler fare izlerini
takip ederek kaçabilirlerdi! İş kanununda yer alan işyeri teftişleri hiçbir zaman yapılamamıştır.
Ama iş kanununda değişiklikler yapılarak, zorunlu mesai, günlük çalışma
saatlerinin uzaması, kadın ve çocuk işçileri koruyan önlemlerin kaldırılması
sözkonusu olabilmiştir. 1940 yılında Milli Korunma Kanunu (MKK) çıkarılarak,
işçilerin çalışma koşulları oldukça kötüleşmiştir. MKK ile işçilere zorunlu mesai çalışması getirilmiş, ama çalışma koşullarının
düzeltilmesiyle ilgili önlemler alınmamıştır (1947 yılında Zonguldak
maden ocağında zorunlu çalışma kaldırılmıştır.) İşyerini terketmek para
ve hapis cezasını gerektirmektedir. Yine bu kanunla, iş günü 8 saatten
11 saate çıkarılıyordu, ama gerçekte 12-13 saat çalışılıyordu. Savaş
yılları olduğu için, erkekler askere alınınca, sanayide kadın ve çocuk
emeğinin kullanımı artış göstermiş, bu nedenle kanunlarda kadın ve çocuk
işçileri koruyan önlemlerden vazgeçilmiştir. 16 yaşın üzerindeki çocukların
madenlerde çalışması, kadınlar ve 12 yaşın üzerindeki çocukların tekstil
sanayisinde gündüz ve gece vardiyasında çalışmaları yaygınlaşmıştır,
hafta sonu tatili kaldırılmıştır. Savaş yıllarında işçiler azgınca sömürülürken,
kapitalistlepalazlanmıştır. Sosyal, siyasal yaşam baskı altına alınarak,
işçi örgütlenmelerine yaşam hakkı verilmemiştir. Bu baskıcı tutum savaş
sonrasında da devam etmiştir. (4) Cumhuriyet döneminde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili alınan
önlemlerin geçtiği şu kanunlar vardır: 1926 yılı Borçlar Kanununun
332. maddesine göre, işverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili
tedbir alması gerektiği belirtilmiştir. 1930 yılında 1580 sayılı Belediyeler Kanunu çıkmış, bu kanunla işyerlerinde
sağlık şartları konularında teftişler yapılması getirilmiştir. 1930
yılı 1503 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu çıkmış, bu kanunla
çocukların, 12-16 yaş arası gençlerin çalışma saatleri düzenlenmiş,
gece çalışma yasağı getirilmiş, işçilerin sağlığını koruma ve
iş emniyeti nizamnamesi çıkarması tavsiye edilmiş ve işyeri hekimliği
zorunluluğu getirilmiştir. 1936 yılında yürürlüğe giren 3008 sayılı iş kanunu, 1967 yılında 931
sayılı iş yasası çıkarılana dek yürürlükte kalmıştır. 1945 yılında iş
kazaları, meslek hastalıkları ve analık ile ilgili sigortalılık,
1946 yılında işçi sigortalıları ile ilgili yasa, 1957de yaşlılık,
sakatlık, ölüm sigortaları yasası, 1965de Sosyal Sigortalar
Yasası uygulamaya girmiştir. 1475 sayılı iş yasası 1971 yılında kabul edilmiştir 1983 yılında bazı
maddeler 2869 sayılı kanunla değiştirilerek şimdiki halini almıştır. Örneklerin de gösterdiği gibi, kanunlarla işçi sağlığı ve iş güvenliği
konularında önlemler alınsa da, gerçekte bunlara çoğu durumda uyulmaması
ya da bu hakların sermaye sınıfının ihtiyacına göre gaspedilmesi şaşırtıcı
da değildir. Bu kapitalist düzenin işleyiş mantığından ileri gelmektedir.
Amacı hep daha fazla kâr olan bu sistem, işçilerin taleplerine yanıt
olmayacaktır. İşçiler bu talepler uğruna mücadeleyi yükselttiklerinde,
hep karşılarında düzenin kolluk kuvvetlerini bulacaklardır. Tıpkı, 1900lü
yıllarda greve giden Develiköy istasyon işçilerine askerlerin saldırması
ve çatışmada bir işçinin öldürülmesi gibi... Tıpkı, 1927 yılında Adana-Nusaybin
demir yolu işçilerinin eylemine saldırılarak işçilerin tutuklanması
ve öldürülmesi gibi... Ya da 1965 Zonguldak Kozluda en masum haklariçin
harekete geçen maden işçilerine karşı ordu birliklerinin seferber edilmesinde,
yine işçilerin katledilmesinde olduğu gibi... (1) Osmanlı Sanayi İşçisi Sınıfının Doğuşu, Yavuz Selim
Karaşkışla. |
|||||