14 Nisan'01
Sayı: 04


  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf ve kitle hareketini boğmaya dönük kirli planları boşa çıkaralım!
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Zafer et ve tırnakla sökülüp alınacaktır!
  Geçmiş deneyimlerin ışığında 1 Mayıs'a hazırlık...
  İşçi sınıfının ögütlü-birleşik mücadelesi tayin edicidir
  Ya mücadele ya yozlaşma
  Kitle eylemine etkin müdahale nasıl ele alınmalıdır?
  Taban inisiyatifinde yeni adım: "Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Girişimi"
  Düzenin krizi'ne liberal sol reçeteler/3
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/1
  Gençlik
  Esnaf eylemleri...
  İşçi sağlığı ve iş güvenliği
  Yurtdışında Ölüm Orucu Direnişi ile dayanışma etkinlikleri
  Ölüm Orucu Direnişi 25. haftasında!
  Mücadele Postası


Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşçi sağlığı ve iş güvenliği

Deniz Ümit

“3 günlük işçi elini tornaya kaptırdı”
“Yozgat’ta kömür ocağında grizu patlaması: 40 işçi öldü”
“Bursa’da elektrik akımına kapılan 3 işçi öldü”
“Gebze’de boya fabrikasında yangın”
“Zonguldak’ta kömür ocağında göçük: 2 işçi öldü”

Tuzla tersanesinde tanker patlaması, İstanbul’da ilaç fabrikasında patlama ve bunlara benzer birçok iş kazası haberleri... Ne yazık ki, basında okumaya alışmak zorunda kaldığımız ve birçoğumuzun da hergün bunlara benzer risklerle içiçe çalışmak zorunda olduğu iş kazaları gerçeği.

Ağır çalışma koşullarında ve uzun çalışma saatleri boyunca çalışan işçilerin aslında en doğal hakkı olan işçi sağlığı ve iş güvenliği konuları, yaşadığımız kapitalist düzende hep gözardı edilir. Kapitalistin azami kâr hırsı, işçinin sağlığını gözetmeye engeldir. Ancak iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle ölümlerin ve sakat kalmaların çoğalması, kaçınılamaz olarak bu soruna ilgi göstermeyi getirmiştir. Ne var ki, sermaye sınıfının konuya ilgisi, iş kazaları sonucu işgünü ve maddi kayıpları nedeniyle olmuş, bu mantık çerçevesinde alınan “önlemler” işçinin “sağlığında” bir değişiklik yapmamıştır. Üretimdeki işçilerin yönetimde olmadığı bir düzende de bunun böyle devam edeceği açıktır.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından sağlık kavramı, bedence, ruhça ve sosyal bakımdan tam bir iyilik hali olarak tanımlanmaktadır. WHO’nun işçi sağlığı tanımı ise şöyledir: “Çalışanların bedensel ve ruhsal iyilik durumlarının sürekli olarak en üst seviyede tutulması, iş yerindeki sağlığa zararlı faktörlerin etkisizleştirilmesi, buna yönelik korunma tedbirlerinin alınması, kişinin bedensel ve ruhsal yeteneklerine uygun işlerde çalıştırılması için insana, insanın işe uyumunun sağlanmasıdır.”

Her 6 dakikada bir iş kazasının olduğu, her 6 saatte bir işçinin öldüğü, her 2.5 saatte bir işçinin sürekli iş göremez halde sakat kaldığı bu ülkede, Türkiye’de, biz işçilerin bu tanımlamaya ne kadar uzak olduğumuz da açık ve acı bir gerçektir.

WHO’nun iş kazası tanımıysa şöyledir: “Önceden planlanmamış, çoğu zaman kişisel yaralanmalara, makinelerin, araç ve gereçlerin zarara uğramasına, üretimin bir süre durmasına yol açan olaydır.”

İsminin içinde “sağlık” geçen bir örgütün tanımında, işçinin kazadan kaynaklı rahatsızlığından çok, makinaların zarara uğraması ve üretimin durmasının üzerinde durması, bizlere soruna nasıl yaklaşmamız gerektiğini de göstermektedir. WHO gibi emperyalizmin denetimindeki burjuva kuruluşların yaklaşımları, elbette hizmet ettikleri sermaye sınıfının çıkarlarına uygun olacaktır. Bu nedenle, sınıflı toplum gerçeğini gözeterek soruna yaklaşmalı, sınıf mücadelesi perspektifini yitirmemeliyiz.

İş kazası ile ilgili bir diğer tanım, iş kazası ve iş güvenliği ansiklopedisinde şöyle yapılmaktadır: “Belirli bir zarara ya da yaralanmaya neden olan beklenmeyen ve önceden planlanmamış bir olaydır.”

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 11. maddesine göre iş kazası ve meslek hastalığı tanımlaması ise şöyledir:

“İş kazası aşağıdaki hal ve durumlardan birinde meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan olaydır.

a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla,
c) Sigortalının işveren tarafından görev ile başka yere gönderilmesi yüzünden asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
d) Emzikli kadın sigortalının çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
e) Sigortalıların, işverene sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülüp getirilmeleri sırasında.”

Meslek hastalığı tanımıysa şöyle yapılmaktadır:

“Sigortalının çalıştırıldığı işin niteliğine göre tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, sakatlık veya ruhi arıza halleridir.”

Hangi hastalıkların meslek hastalığı kabul edileceği ve bu hastalıkların işten en geç ne kadar zaman sonra ortaya çıkması halinde o işten kaynaklı olabileceği, sosyal sigorta sağlık işlemleri tüzüğünde belirtilmiştir. Meslek hastalıkları 5 grupta toplanmaktadır:

- Kimyasal maddelerle oluşan meslek hastalıkları
- Mesleki deri hastalıkları
- Pnömokonyazlar (mesleki akciğer hastalıkları) ve diğer mesleki solunum sistemi hastalıkları
- Mesleki bulaşıcı hastalıklar
- Fiziki etkenlerle oluşan meslek hastalıkları

Meslek hastalıkları, işçi sağlığı olgusunun sadece iş kazaları olarak algılanması nedeniyle gereken ilgiyi geç bulmuştur. 1946 yılında kağıt üzerinde kimi çalışmalar olsa da, ancak 1964 yılında 506 sayılı kanunla kayıtlara geçebilmiştir. Meslek hastalıklarının kayıtlara girmesinde Zonguldak kömür ocaklarından kaynaklı akciğer hastalıklarının ortaya çıkması etken olmuştur.

Türkiye, meslek hastalıkları ve iş kazaları bakımından dünya ortalamasını aşmaktadır. 1999 yılının SSK verilerine göre durum şöyledir: 78 bin iş kazası olmuş, 1333 işçi ölmüş, 3407 işçi sürekli iş göremez halde sakat kalmış, 1025 işçi meslek hastalığına yakalanmıştır. SSK verilerinin işveren bildirimi olduğunu ve çoğu işverenin bildirimde bulunmadığını düşünerek, ayrıca mevcut SSK verilerinin Türkiye’nin toplam istihdamının ancak dörtte birini yansıttığı gerçeğini gözeterek, gerçek verilerin bu rakamlardan birkaç kat fazla olduğunu kabul etmek gerek.




İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili istemlerimiz


İş kazaları ve meslek hastalıkları önlenebilirdir. Teknolojinin gelişmişliği bunu daha da olanaklı kılmıştır. Ama gerçekliğin böyle olmaması bizi şu soruya götürür: Teknoloji hangi sınıfın elinde? Teknolojiyi insanlığın hizmetine sokacak olan işçi sınıfının mı, teknolojiyi sadece kâr için kullanan sermaye sınıfının mı?

Sermaye sınıfının elinde iş kazalarını ve meslek hastalıklarını önleyebilecek ya da tedavisini yapabilecek teknik donanım vardır. Ancak bu olanaklardan işçi sınıfı yararlanamamaktadır. İşçi sınıfı sağlıksız koşullarda uzun saatler çalışmakta, iş kazaları ve meslek hastalıkları riskleriyle içiçe yaşamaktadır. İşçilerin karşılaştıkları bu sorunlar sermaye sınıfının umrunda bile değildir ve olmayacaktır da. Çünkü sermaye sınıfı sadece kârını düşünür. Onun için işçi sınıfının hak ve istemlerinin hiçbir önemi yoktur. İşçi sınıfı ancak mücadele ederek haklarını ve istemlerini elde edebilir.

Peki bizlerin işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili talepleri nelerdir?

Yaşamımızın büyük çoğunluğunu çalışarak geçirmek zorunda olan işçilerin, uzun saatler boyu çalıştıkları işyerlerinde kimyasal, fiziksel, biyolojik, sosyal, ruhsal birçok etkenle karşı karşıya kalması kaçınılmazdır. Çoğumuz çalışma ortamlarında kimyasal gaz ve dumanlar, tozlar solumak zorunda kalıyoruz. İş makinalarının düzenli kontrolünün yapılmadığı, koruyucu önlemler alınmadığı için makinalara el, kol ya da parmaklarımızı kaptırıyoruz. Sağlıksız içme suları ve yemekler nedeniyle sindirim sistemimiz, sürekli aynı işi yapmaktan kaynaklı sinir sistemimiz bozuluyor. Çalışma ortamında sürekli kaygı yaratacak, sinirsel gerginlik yaratacak bir sürü olayla karşılaşıyoruz.

Bizler artık, daha ucuz olduğu gerekçesiyle zararlı kimyasal maddeler kullanılmasını istemiyor, gerekli koruyucu önlemlerin alınmasını ve bunun için de hiçbir maddi kaygı güdülmemesini istiyoruz. İşyerlerinde kaliteli koruyucular, beslenme uzmanı, düzenli olarak içme suyu analizi, havalandırma ölçümü istiyoruz.

Çalışanların sağlık kontrollerinin düzenli yapılmasını, işçi sağlığı ile ilgili eğitici programların verilmesini istiyoruz. Bu nedenle işyeri temsilcileri kurulu ve sendikalar tarafından sürekli denetim, işçi temsilcilerinin yönetiminde, teknik ve sağlık uzmanlarından oluşan iş müfettişliği istiyoruz.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği için sendikal örgütlenmenin önemini biliyor, sendikalılaşmanın önündeki tüm engellerin kaldırılmasını istiyoruz. İş kazaları, meslek hastalıkları, ölüm, hastalık, yaşlılık vb. için tüm çalışanlara genel sigorta, sosyal sigorta kurumlarında işçi ve emekçi denetimi istiyoruz.

7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası; sağlığa zararlı ve tehlikeli işlerde azami 5 saatlik işgünü, kesintisiz 2 günlük hafta tatili ve 6 haftalık yıllık ücretli izin istiyoruz.

Fazla mesainin, zorunlu gece çalışmasının; 14 yaşın altındaki çocukların çalışmasının; kadın işçilerin ana, çocuk sağlığına zararlı işlerde çalıştırılmasının yasaklanmasını istiyoruz.

Bizler artık işyerlerimizde şu tip olaylarla karşılaşmak ya da duymak istemiyoruz:

“Sümerbank Bakırköy konfeksiyon müessesesinde çalışan 500 işçi ile fabrikanın kreşinde bakılan çok sayıda çocuk yemekte verilen tavuktan zehirlenerek hastanaye kaldırıldı.”

“Göçük altında kalan işçiyi kurtarma çalışmalarında bilinçsizce kullanılan dozer işçinin kafasını kopardı.”

“Edirne Uzunköprü maden ocağındaki göçükte 16 yaşındaki bir işçi öldü.”

“Denizli Çivril’de maden ocağında 5 işçi metan zehirlenmesinden öldü.”

(İş kazaları haberleri, Petrol-İş yıllığından ‘87 ve 95-96 yıllarından derlenmiştir.)



İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili kısa tarihçe


Osmanlı döneminde iş güvenliği ve işçi sağlığı

Konuyla ilgili ilk yasal düzenleme 1865 yılında “Dilaver Paşa Nizamnamesi” ile olmuştur. O dönemde askeri amaçlı üretimde, kömür ve diğer madenlerde, demiryollarında, tütün işletmelerinde işçiler istihdam edilmekteydi. Günde 16 saat çalışma koşulları, kadın ve çocukların ağır işlerde çalışması, kömür ocaklarında çalışanlarda meslek hastalıkların artışı, iş kazalarının çokluğu, penceresiz barakalarda ve çok kötü beslenme koşullarında çalışma nedeniyle akciğer hastalıklarında artış vb., konuya ilgi göstermeyi getirmiştir. 1850’lerde iş güvenliği ve işçi sağlığı çalışmaları başlamış olmakla birlikte, ancak üretimdeki düşüşle nedeniyle konuya eğilme ihtiyacı duyulmuştur.

Dilaver Paşa Tüzüğü, Ereğli ve Zonguldak kömür ocaklarında çalışan işçilerin dinlenme, tatil zamanları, barınma yerleri, çalışma saatleri ve ücret gibi konularla ilgili bir tüzüktür. İşçilerin 10 saatten fazla çalışmamalarını öngören bu tüzükte, işten çıkmalardan önce işçiye haber vermek, yatacak yer vermek, iki vardiya halinde çalışmak gibi hükümler yer almaktadır. Ne var ki, bu tüzük padişah tarafından onaylanmamıştır.

1869 yılındaysa, “Maddin Nizamnamesi”, yani maden tüzüğü çıkmış, tüm madenlerde çalışan işçilerin güvenliği tüzükte belirtilmiş ve o devirde yürürlükte olan “zorunlu çalışma” kaldırılmış, iş kazalarına tazminat verilmesi öngörülmüştür. İşyerlerine doktor bulundurma zorunluluğuna eczacı bulundurma eklenmiştir. Bu tüzüğe de hiçbir işveren uymamıştır.

Osmanlı döneminde işçilerin grev nedenleri arasında genellikle ödenmeyen ücretler, ücret artışı, çalışma saatlerinin belirlenmesi, ücretli yıllık izin ve ücretli hafta tatilleri gibi istemlerin yanında, sağlıklı çalışma ortamı ve koşulları gibi talepler de vardır. Bir örnek olarak Kavala Tütün Rejisi işçilerini verebiliriz: Tütün işçileri, daha iyi bir havalandırma tertibatı, temiz içme suyu, tükürük hokkaları gibi istemlerin yanında, tuvaletlerde tadilat ve temizliğin yapılması, atölyede çalışan işçi sayısının belli bir sınırda tutulması gibi istemlerle grev yapmışlardır.

Yine aynı dönemde Anadolu Demiryolu işçilerinin greve gitme nedenleri arasında, kendileri ve aileleri için ücretsiz sağlık hizmeti, hastalık veya kaza halinde ücretlerin düzenli ödenmesi gibi talepler vardır. (1)

Cumhuriyet döneminde iş güvenliği ve işçi sağlığı

Cumhuriyet döneminde de işçilerin grev nedenleri arasında işçi sağlığı ve iş güvenliği konusu önemli bir yer tutmaktadır. Dönemin genel panoraması şöyle verilebilir: 1923 yılı 1 Mayıs’ında Ankara’ya meclise yürüyen işçiler, İzmir İktisat Kongresi’nde kabul edilmeyen talepleri ileri sürmüşlerdir. Sağlık sigortası, 8 saatlik iş günü, hafta tatili, 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanması, bu taleplerden bazılarıdır. (2) 1923’ün Temmuz-Ağustos aylarında , Zonguldak ve Ereğli’de, 12 bin maden işçisi iş güvenliği için greve gitmişlerdir.

1924 yılında, İstanbul Ortaköy tütün ambarlarında çalışan kadın işçiler, çalışma koşullarının iyileşmesi için protesto eylemi yapmışlardır. Kasım ayında, İstanbul belediye işçileri ücretli hafta tatili talebiyle bir günlük greve gitmiş, 2 ay sonrasında ilgili kanunun tadil edilmesi, aynı hakkın tüm işçilere tanınmasını istemişlerdir.

1926 yılında, Soma-Bandırma demiryollarında çalışan 2 bin işçi, 12 bin imzalı dilekçeyle mesai saatinin uzatılmasını protesto etmişlerdir. 1927 yılında Haziran-Ağustos aylarında, Adana-Nusaybin demiryolu işçileri ücretli tatil, fazla mesai ücreti ve keyfi işten çıkarmalara karşı 20 günlük eylem yapmışlardır. Bu eylemde çıkan çatışmada işçilerden ölenler ve tutuklananlar olmuştur. 1928 yılında Adapazarı binek arabası fabrikasında çalışan işçiler ve İstanbul tekstil işçileri ücret artışı, çalışma saatlerinin kısaltılması gibi taleplerle kendiliğinden grevlere gitmişlerdir.

Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde çıkarılan yasalar, işçi hareketini ve örgütlenmelerini engelleyen, baskıcı ve kısıtlayıcı yasalardır. Örneğin 1845 yılında çıkarılan Polis Nizamı, 1909 yılında çıkarılan Tatil-i Eşgal Kanunu, 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunuı, 1926 Ceza Kanunu gibi yasalarla, işçi hareketine yönelik köklü engellemeler getirilmiştir. (3)

1936 yılında 3008 sayılı iş kanunu yürürlüğe girmiştir. Çalışma yaşamını çok yönlü düzenleme söylemiyle çıkarılan bu yasa, uygulamada asgari 10 işçisi olan işletmeler için geçerlidir. Tarım, deniz, hava taşımacılığı, kamu işletmeleri çalışanları ve belediye işçilerini ise kapsamamaktadır. Bu yasayla, grev hakkı yasaklanmış, işverene işçiyi işten atmada geniş olanak tanıyan maddeler getirilmiş, para ve hapis cezaları ile işçileri engelleyici uygulamalar konulmuştur.

İş kanununda yer alan bir takım koruyucu önlemler ise uygulamada etkisiz kalmıştır. Çeşitli sektörlerden işten atılmalar karşısında hiçbir ses çıkarılmamıştır.

2. Dünya Savaşı döneminde ise, işçilerin durumu her zamankinden daha kötüdür. Zatüre ve sıtma hastalıklarında artış olmuş, iş kazaları artmıştır. En çok iş kazası maden işkolundadır. Kazaların nedeni işçi hatasından çok, düşük kaliteli makinelerin ve alt yapı eksikliğisonucudur. O dönemde işçi sağlığı ve iş güvenliğine verilen önemi anlatması açısından şu örnek oldukça çarpıcıdır: Gaz kaçaklarını tespit için işçilere farelerden faydalanmaları öneriliyordu. Gaz kaçağı olursa, işçiler fare izlerini takip ederek kaçabilirlerdi!

İş kanununda yer alan işyeri teftişleri hiçbir zaman yapılamamıştır. Ama iş kanununda değişiklikler yapılarak, zorunlu mesai, günlük çalışma saatlerinin uzaması, kadın ve çocuk işçileri koruyan önlemlerin kaldırılması sözkonusu olabilmiştir. 1940 yılında Milli Korunma Kanunu (MKK) çıkarılarak, işçilerin çalışma koşulları oldukça kötüleşmiştir.

MKK ile işçilere zorunlu mesai çalışması getirilmiş, ama çalışma koşullarının düzeltilmesiyle ilgili önlemler alınmamıştır (1947 yılında Zonguldak maden ocağında zorunlu çalışma kaldırılmıştır.) İşyerini terketmek para ve hapis cezasını gerektirmektedir. Yine bu kanunla, iş günü 8 saatten 11 saate çıkarılıyordu, ama gerçekte 12-13 saat çalışılıyordu. Savaş yılları olduğu için, erkekler askere alınınca, sanayide kadın ve çocuk emeğinin kullanımı artış göstermiş, bu nedenle kanunlarda kadın ve çocuk işçileri koruyan önlemlerden vazgeçilmiştir. 16 yaşın üzerindeki çocukların madenlerde çalışması, kadınlar ve 12 yaşın üzerindeki çocukların tekstil sanayisinde gündüz ve gece vardiyasında çalışmaları yaygınlaşmıştır, hafta sonu tatili kaldırılmıştır. Savaş yıllarında işçiler azgınca sömürülürken, kapitalistlepalazlanmıştır. Sosyal, siyasal yaşam baskı altına alınarak, işçi örgütlenmelerine yaşam hakkı verilmemiştir. Bu baskıcı tutum savaş sonrasında da devam etmiştir. (4)

Cumhuriyet döneminde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili alınan önlemlerin geçtiği şu kanunlar vardır: 1926 yılı Borçlar Kanunu’nun 332. maddesine göre, işverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili tedbir alması gerektiği belirtilmiştir.

1930 yılında 1580 sayılı Belediyeler Kanunu çıkmış, bu kanunla işyerlerinde sağlık şartları konularında teftişler yapılması getirilmiştir. 1930 yılı 1503 sayılı “Umumi Hıfzısıhha Kanunu” çıkmış, bu kanunla çocukların, 12-16 yaş arası gençlerin çalışma saatleri düzenlenmiş, gece çalışma yasağı getirilmiş, “işçilerin sağlığını koruma ve iş emniyeti nizamnamesi” çıkarması tavsiye edilmiş ve işyeri hekimliği zorunluluğu getirilmiştir.

1936 yılında yürürlüğe giren 3008 sayılı iş kanunu, 1967 yılında 931 sayılı iş yasası çıkarılana dek yürürlükte kalmıştır. 1945 yılında “iş kazaları, meslek hastalıkları ve analık” ile ilgili sigortalılık, 1946 yılında işçi sigortalıları ile ilgili yasa, 1957’de “yaşlılık, sakatlık, ölüm sigortaları yasası”, 1965’de Sosyal Sigortalar Yasası uygulamaya girmiştir.

1475 sayılı iş yasası 1971 yılında kabul edilmiştir 1983 yılında bazı maddeler 2869 sayılı kanunla değiştirilerek şimdiki halini almıştır.

Örneklerin de gösterdiği gibi, kanunlarla işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında önlemler alınsa da, gerçekte bunlara çoğu durumda uyulmaması ya da bu hakların sermaye sınıfının ihtiyacına göre gaspedilmesi şaşırtıcı da değildir. Bu kapitalist düzenin işleyiş mantığından ileri gelmektedir. Amacı hep daha fazla kâr olan bu sistem, işçilerin taleplerine yanıt olmayacaktır. İşçiler bu talepler uğruna mücadeleyi yükselttiklerinde, hep karşılarında düzenin kolluk kuvvetlerini bulacaklardır. Tıpkı, 1900’lü yıllarda greve giden Develiköy istasyon işçilerine askerlerin saldırması ve çatışmada bir işçinin öldürülmesi gibi... Tıpkı, 1927 yılında Adana-Nusaybin demir yolu işçilerinin eylemine saldırılarak işçilerin tutuklanması ve öldürülmesi gibi... Ya da 1965 Zonguldak Kozlu’da en masum haklariçin harekete geçen maden işçilerine karşı ordu birliklerinin seferber edilmesinde, yine işçilerin katledilmesinde olduğu gibi...

(1) “Osmanlı Sanayi İşçisi Sınıfının Doğuşu”, Yavuz Selim Karaşkışla.
(2) “Cumhuriyet Türkiye’sinde Sınıf Bilincinin Oluşması”, Feroz Ahmad.
(3) “Sanayideki İşgücünün Durumu”, Erdal Yavuz
(4) “2. Dünya Savaşı Boyunca Sermaye ve Emek”, Mehmet Şehmus Güzel
(Alıntılar, Donald Quartaert ve Erik Jan Zürcher tarafından derlenen, “Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine İşçiler” başlıklı kitaptan yapılmıştır.)

Yararlanılan diğer kaynaklar:
1- “İşyerlerinde Tükenen Yaşam”, Petrol-İş Yayınları
2- ‘87, 95-96, 97-99 Petrol-İş Yıllıkları
3- Petrol-İş çalışma mevzuatı dizisi
4- DİSK dergi, Aralık ‘92
5- 5 Mayıs 2000 tarihli Cumhuriyet gazetesi
6- Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi, M. Yelekçi