14 Nisan'01
Sayı: 04


  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf ve kitle hareketini boğmaya dönük kirli planları boşa çıkaralım!
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Zafer et ve tırnakla sökülüp alınacaktır!
  Geçmiş deneyimlerin ışığında 1 Mayıs'a hazırlık...
  İşçi sınıfının ögütlü-birleşik mücadelesi tayin edicidir
  Ya mücadele ya yozlaşma
  Kitle eylemine etkin müdahale nasıl ele alınmalıdır?
  Taban inisiyatifinde yeni adım: "Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Girişimi"
  Düzenin krizi'ne liberal sol reçeteler/3
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/1
  Gençlik
  Esnaf eylemleri...
  İşçi sağlığı ve iş güvenliği
  Yurtdışında Ölüm Orucu Direnişi ile dayanışma etkinlikleri
  Ölüm Orucu Direnişi 25. haftasında!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kızıl Bayrak'tan...

 

Sistemin ölüm makineleri, hücreler, meyvelerini vermeye başladı nihayet. Ölüm orucu direnişçileri birer, ikişer, üçer... uğurlanmaya başladı. Zorla besleme işkencesiyle mezarsız ölüler haline getirilmiş olanlar hariç, 10 tabut çıktı şimdilik bu işkencehanelerden.

Bedel ödüyoruz!

Ancak sanılmasın ki bu bedel 10 devrimcinin 20 devrimcinin canıyla sınırlıdır, sınırlı kalacaktır. Bu işkenceye, bu cinayetlere sessiz kalmanın da bir bedeli var, olacak... Canilerin ödeyeceği bedel haricinde, devrimci tutsakların can bedellerine eklenecek, bizim bedellerimiz.

Sistemin soygun mekanizmalarına, krizin faturasına karşı ayağa kalkanlar! Öldürmek daha büyük bir suç değil mi? Şiddete uğrama korkusuyla bu suçun karşısında duramazsak, toplumca yaşayan ölüler haline getirilmiş olmaz mıyız? Yatağa zincirlenip zorla beslemeye çalışılarak, konuşamaz, düşünemez, tepki veremez hale getirilmiş olan devrimci tutsaklardan ne farkımız kalır bu durumda?

Tepkisizleştirilmiş, duyarsızlaştırılmış, kendine ve sorunlarına yabancılaştırılmış bir yaşayan ölüler toplumundan daha büyük bedel mi olur? Ve düzen için -bu soygun, vurgun, katliam düzeni için- bundan daha uygun bir toplum düşünülebilir mi? Vur başına, al ağzından lokmasını...

İşte!.. Düzenin ölüm hücrelerinin kapısına tabutlar sıralanmaya başladı.

Koğuş sistemi, diyorlardı, terörü besliyor. Devrimcileri şehir dışlarında inşa edilmiş ölüm hücrelerine kapatır, toplumla ilişkisini keser, orada unutulmalarını sağlarsak, terörü de bitiririz. İstikrar programını da uygularız. Peki hani nerde? Akıllara durgunluk verecek bir kanlı katliamla, 30’a yakın ölü pahasına açtılar hücreleri. Aradan çok geçmedi, istikrar programları çöktü ve sistemlerini tarihinin en büyük krizine sürükledi. Bu gelişme, bir kez daha, kapitalist sistemin sadece zor tedbirleriyle değil, ama, yalan-dolanla, oyalamaca-kandırmacayla ayakta kalabildiğini gösterdi. Havucu da sopayı da aynı anda gösteriyor. Havuca uzanmaya eğilimli değilsen, sopa tehdidiyle alacaksın yani.

Devrimci tutsaklar da hep aynı tehditle karşılaştı. Ya hücreler ya ölüm dendi örneğin. Sonucu hep birlikte görüyoruz. Onlar düzenin bu tehdidine pabuç bırakmadılar. Ölümse ölüm diyerek yanıtladılar zor düzenini. Hücrelere ölülerimizi çiğneyerek götürebilirsiniz dediler; ölüleri çiğnendi. Kapatıldıkları hücrelerde de sürdürdüler direnişi. Ve şimdi, işte bir kez daha ölümü göze alma cüretlerini sergiliyorlar topluma.

İşte böyle direnilir, diyorlar. Bedel ödemeyi göze almadan özgürlüğü hayal bile edemezsiniz, diyorlar.

Sistem sanıyor mu ki; bu mesajı da “tecrit” edebilecektir toplumdan. Yerine ulaşmasını engelleyebilecektir. Ne medyanın yardımı, ne bakanlığın tehdidi, sıra sıra dizilen tabutların dalga dalga yaydığı direnin mesajını gizleyebilir.

Bundan böyle, krizin faturasına hayır eylemlerini daha iyi gözlemleyin. Devrimci tutsakların ölümüne direnişinin izlerini daha fazla göreceksiniz kitlelerde. Ödediğimiz bedellerin hiç de boşa gitmediğini göreceksiniz.

Ve o zaman, işte o zaman, sıra bedel ödetmeye gelmiş demektir.