Ya mücadele ya yozlaşma Son elli yılı ardı arkası kesilmeyen krizlerle geçiren sermaye düzeni,
İMF-TÜSİAD programının iflasıyla bir kez daha kriz batağında debelenmeye
başladı. Krizin sorumlusu olarak hükümet ve İMF öne çıkarılarak Türkiye
kapitalizminin yapısal bozukluğu örtülmek istenirken, yükselen tepki
de saptırılarak sisteme yönelmesi önlenmeye çalışılıyor. Krizler, rejimin ekonomik çöküşüyle sınırlı kalmıyor, bununla beraber
siyasi olarak yozlaşıp çürümesini de beraberinde getiriyor. Düzen partilerine
göz attığımızda ne kadar kokuştuklarını açıkça görüyoruz. Kriz burjuva
düzeninin doğrudan bir sonucu olduğu halde, bunun yansımaları ve yarattığı
sonuçlar hiç de burjuva sınıfıyla sınırlı kalmıyor. Ekonomik çöküntü,
hızla emekçilerin günlük sosyal yaşamında da yankısını bulur. Nitekim
son krizden beri burjuva basının genellikle üçüncü sayfalarında verilen
ve toplumdaki çöküntü ve yozlaşmanın dolaysız sonucu olan olayların
sıçramalı bir şekilde artığı görülmektedir. İşsizlik, yoksulluk, düşük ücret ve işten atılma korkusu vb. sorunlarla
boğuşan emekçilerin, ağırlaşan kriz koşullarında geleceklerine güvenle
bakmaları giderek zorlaşmaktadır. Bunun sonucunda aile içi sorunlar
ve boşanmalar artmaktadır. Ayrıca gasp, hırsızlık-kapkaççılık, fuhuş,
intihar, cinayet, uyuşturucu madde bağımlılığı, ve şiddet olayları günlük
yaşamın bir parçası haline gelmektedir. Bunun farkında olan devlet,
sorunların çözümüyle değil, sadece kriminal boyutuyla ilgilenmektedir.
Bu vakalardaki artış sömürü düzeninin emekçilere dayattığı fiziki ve
moral yozlaşmanın gittikçe derinleşip, yaygınlaştığının pratik göstergesidir. Ancak biliyoruz ki rejimin krizi beraberinde sadece yozlaşmayı değil,
asıl olarak işçi-emekçi kitlelerin daha kitlesel, daha militan bir tarzda
mücadele etmelerinin olanaklarını da yaratır. Zira sistemin emekçilere
dayattığı mutlak yoksulluk ve sefaletten başka bir şey değildir. Bu
koşullarda yükselen mücadele, sadece egemenlere geri adım attırmanın
değil, emekçilerin sosyal yaşamlarındaki tahrip edici çöküşün önünü
kesmenin de biricik olanağıdır. Ücretli emeğin sermaye tarafından sömürüsüne dayalı olan kapitalist
sistemde emekçiler sürekli bir saldırıyla karşı karşıyadırlar. Ancak
sistemin krizinin derinleştiği dönemlerde bu saldırının çok daha katmerli
olduğu da bir gerçektir. Sermaye düzeninin son aylardaki saldırılarına
bakarak da bunu görebiliriz. Bu gerçekliği tahlil eden partimiz: İşçi sınıfının fiziki ve
moral yozlaşmadan korunması, kendi kurtuluşu uğruna verdiği mücadele
savaşma gücü ve yeteneğinin yükseltilmesi için emeğin korunması
uğruna mücadeleyi önüne bir görev olarak koymuştur. Saldırının azgınlaştığı
bu dönemde emeğin korunması uğruna mücadenin önemi bir kat daha atmıştır. Faşist sermaye rejimi işçi ve emekçileri bir ikilemle karşı karşıya
getirmiştir. Ya saldırılara boyun eğmek, ki bu yol çürüme ve yozlaşmaya
giden yoldur. Ya da düzenin saldırılarını püskürtüp krizin faturasını
kapitalistlere ödetmek için kararlı bir mücadele; ki bu yol emekçi yığınları
yozlaşmadan korumakla kalmayacak, kendi kurtuluşları uğruna verdikleri
mücadelede onların savaşma gücü ve yeteneğini de geliştirecektir. Her onurlu emekçinin ikinci yolu seçeceği kesindir. İkinci yolun baskın
gelmesinde, başta komünistler ve öncü işçiler-emekçiler olmak üzere,
tüm ilerici-devrimci güçlerin özel bir çaba harcamaları gerektiği açıktır. İşçi ve emekçilerin eğilimi mücadele ve direnişten yanadır. Bu eğilim
önemli bir avantajdır. Ancak sermayenin saldırılarını püstürtmek için
yeterli değildir. Mücadele isteminin sağlam ve yaygın bir örgütlülükle
birleştirilmeye ihtiyacı var. Ekonomik saldırıya karşı direnmek, devletin
terör uygulamalarını boşa çıkartmak ve sendika ağalarının hareketin
önünü kesmek için girişebilecekleri olası manevraları etkisiz hale getirmek
de buna bağlı olacaktır Devrimci tutsaklar, F tipi hücrelere karşı yükselttikleri Ölüm Orucu
direnişi ile hedefe ulaşmak için tutulması gereken yolu göstermişlerdir.
Fabrikalarda, işletmelerde, semtlerde, özetle emekçilerin tüm çalışma
ve yaşam alanlarında direnişi örgütlemek, bu örgütlülüğü ileriye dönük
mücadelede atılan bir ilk adıma dönüştürmek, günün en acil görevleri
arasındadır. M. Dicle
Sendika ağaları tarafından örülen Faşist baskı ve teröre, sermayenin örgütsüzleştirme saldırılarına,
sindirme ve bastırma operasyonlarına karşı; Ekonomiden sorumlu ABDden kiralık Bakan Kemal Derviş tüm umutlarını
meclisten çıkartılacak yasalara bağladı. Amerika, Almanya, Fransa ziyaretlerinde
ona söylenen tek şey ise, verilecek kredilerin güvenceye alınması için
yasaların en kısa sürede çıkartılması. Hükümet önceleri cesaret edemediği
yasaları şimdi bir çırpıda meclisten geçiriyor. Diğer taraftan sosyal patlama ihtimali sermayenin uykularını
kaçırıyor. Baskı ve terörle bastırılmaya çalışılan kitlelerin öfkesinin
patlamasından korkuyorlar. TÜSİAD başkanı Tuncay Özilhan, Bu hükümetin
kötü yönetimi nedeniyle kriz şimdi patladı. Adeta kanalizasyon patladı.
Ama artık birilerinin ortaya çıkıp temizlik yapması gerekiyor. Hükümetin
bu nedenle kararlı ve hızlı adımlar atması gerek. Gün geçtikçe umutlar
azalıyor. diyor. Yolsuzluklara, yağma ve talana, kara para aklamaya, emekçi halkın ödediği
vergilerin asalaklara aktarılmasına dayanan rant düzeni çökmüştür. Evet,
kanalizasyon patlamıştır. Ama, bizzat kendisi de bu rant
düzeninden palazlanan işbirlikçi tekelci sermaye bu pisliğin içinde
salt yolsuzlukla suçlananların değil kendisinin de boğulacağını biliyor.
Telaşı buradan kaynaklanıyor. Bu kaygısı hiç de boşuna değil. Zira işçi kitlelerinde umutlar çoktan
tükenmiştir. Mücadele isteği ve kararlılığı güçlenmektedir. Fakat örgütsüzlük
ve bilinçsizlik sınıfın belini bükmektedir. Bundan faydalanan sermaye
de sendika bürokratları vasıtasıyla işçi sınıfının mücadelesinin önünü
kesmeyi başarabilmektedir. Şimdi B. Meral ESK toplantısının ardından
Ortada desteklenecek bir ekonomik program yok diyor. Sanki
şimdiye kadar uygulanan ekonomik programlar işçi ve emekçileri yıkıma
uğratmamış gibi. Bu hainler bugüne kadar sosyal yıkım programlarının uygulanmasını elleri-kolları
bağlı seyrettiler. Tabanın dayatmasıyla alanlara çıkıp öfke boşaltma
eylemleri dışında. Satış sözleşmeleriyle sermayeye hizmette kusur etmediler.
İşçilerin mücadele isteğini dizginleme, onları umutsuzluğa ve çaresizliği
itme çerçevesinde üstlendikleri misyonu başarıyla yerine getirdiler.
Şimdiki sözde muhalefetin nasıl bir sahtekarlık olduğunu görebilmek
için de çok fazla zaman geçmesi gerekmeyecek. Bu satılmışlar, her yıl binlerce işçi sendikalı işyerlerinden atılırken,
sendikalar bir bir tasfiye edilirken seslerini çıkarmadılar. Sadece
geçen yıl 1.5 milyon işçi, ya işyerlerinin kapatılmasıyla, ya da işçi
fazlasının azaltılması bahanesiyle atıldı. Patronlar yüklerini hafiflettiler,
kârlarına kâr kattılar. Bu yıl işten atmaların iki katına çıkacağı hesapları
yapılıyor. Sermaye hükümeti yükselen kitle hareketi nedeniyle yeni ekonomik programını
kolayından uygulayamayacağını görüyor. Bir kez daha sendika bürokratlarına
güveniyor. Sınıf içindeki bu ajanlarının, bu emek düşmanlarının bir
kez daha üzerlerine düşeni yapacaklarını biliyor. Örgütsüzlüğümüzden güç alan sermaye arsızlıkta ve pervasızlıkta sınır
tanımıyor. İşçi sınıfıyla adeta alay ediyor. ESK toplantısında TİSKin
talebi, kıdem tazminatlarının ödenmemesi, işsizlik sigortası ve sigorta
primlerinin azaltılması, işgüvencesinin getirilmemesi ve esnek üretim
oldu. Bu talepleri sürekli dile getiren patronlar yasaların meclisten
bir an evvel geçmesi için baskı yapıyorlar. Özellikle işgüvencesi konusunda
seslerini yükseltiyorlar. Zira 1.5 milyona yenilerini eklemek, daha
milyonlarca kişiyi işten atmak için fırsat bekliyorlar. Bu haftadan itibaren alanlara çıkacağız. Unutmamalıyız ki, öfkemizi
boşaltmak, tepkimizi haykırmak için alanlara çıkmak yeterli değil. Krizin
faturasını kapitalistlere yüklemek dişe diş militan bir mücadeleyi gerektiriyor.
Mücadeleyi adım adım daha ileriye taşımayı gerektiriyor. Sendikalarımızı
gerçek birer direniş mevzisi haline getirmeyi gerektiriyor. Birleşik-örgütlü
bir işçi-emekçi barikatını gerektiriyor. Ve nihayet üretimden gelen
gücümüzü kullanmamızı gerektiriyor. Bu ise ancak sendika ağalarının denetimini kırmakla, önümüze ördükleri
hain barikatı yıkmakla, taban örgütlülüklerini yaygınlaştırmakla mümkündür. A. Engin |
|||||