14 Nisan'01
Sayı: 04


  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf ve kitle hareketini boğmaya dönük kirli planları boşa çıkaralım!
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Zafer et ve tırnakla sökülüp alınacaktır!
  Geçmiş deneyimlerin ışığında 1 Mayıs'a hazırlık...
  İşçi sınıfının ögütlü-birleşik mücadelesi tayin edicidir
  Ya mücadele ya yozlaşma
  Kitle eylemine etkin müdahale nasıl ele alınmalıdır?
  Taban inisiyatifinde yeni adım: "Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Girişimi"
  Düzenin krizi'ne liberal sol reçeteler/3
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/1
  Gençlik
  Esnaf eylemleri...
  İşçi sağlığı ve iş güvenliği
  Yurtdışında Ölüm Orucu Direnişi ile dayanışma etkinlikleri
  Ölüm Orucu Direnişi 25. haftasında!
  Mücadele Postası


Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kitle eylemine etkin müdahale nasıl ele alınmalıdır?


EP’in 31 Mart eyleminin ortaya koyduğu tablo, sınıf ve emekçi hareketinin bilinç düzeyini anlamada son veri oldu. Taşınan pankart ve dövizlerde, atılan sloganlarda ifadesini bulan bu bilinç, halihazırda EP programı düzeyindedir. Böylece, kitle kuyrukçusu kimi siyasetlerin EP programına böylesine sarılmalarının nedeni de anlaşılıyor.

İMF ve hükümet karşıtlığı olarak tanımlayabileceğimiz bu düzey, daha önce de belirttiğimiz gibi, düzenin krizi aşma planlarına araç edilmeye müsait, sınıf açısından geri, örgütler açısındansa gerici bir platformdur. Sınıf açısından geridir; İMF’nin arkasındaki emperyalizmi, hükümetin arkasındaki işbirlikçi tekelci sermayeyi ve devleti görmemektedir. Programı yazdıran EP sendikaları ve kendi programı gibi sahiplenen/propagandasını yürüten EMEP açısından gericidir; çünkü yukarıdaki gerçekleri bilerek gizlemektedir.

Ancak sınıf hareketinin bugünkü bilinç düzeyini belirleyen EP programını benimsemesi değil (program yazılmadan önceki düzeyi de buydu) kendi mücadele düzeyinin geriliğidir. Dolayısıyla, mücadelesinin seyrine bağlı olarak değişecek/gelişecek bir olgudur.

Bu gerçeklik sınıf devrimcilerinin harekete karşı görev ve sorumluluklarına da ışık tutmaktadır: Öncelikle; sınıf ve emekçi kitlelerin kendi eylemi içinde öğreneceğini unutmamak gerekiyor. Demek ki, günün en yakıcı görevi eylemlere en etkin biçimde müdahale edebilmektir. Bu müdahale, kriz ve faturası somutluğunda şiarlaştırılmış sınıfsal-siyasal taleplerin sınıf ve emekçi kitlelere maledilmesini hedeflemelidir. Kullanılacak araçlar, katılımın gücü ve biçimi, yürüyüşte ve alanda konumlanış vb. tümüyle bu hedefe hizmet edecek tarzda belirlenmelidir. Eylemlere müdahale, salt eylem günüyle sınırlı düşünülmemeli, öncesi ve sonrasındaki çalışmaların bir parçası olarak ele alınmalıdır. Öncesinde; sürece ilişkin çeşitli propaganda materyallerinin kitlelere ulaştırılması, çalışma yürüttü&crren;ümüz tüm alanlardan eyleme katılımın birebir örgütlenmesi gibi çalışmalar yoğunlaştırılmalı; sonrasında ise yine tüm çalışma alanlarımızda eylemin değerlendirilmesi, sonraki sürece ve eylemlere bu değerlendirme üzerinden hazırlanılması yönlü çalışmalar yapılabilmelidir.

Müdahale, hareketin siyasallaştırılması genel hedefine hizmet edecek şekilde örgütlenmelidir. Ancak bu genel hedefin günün somutluğuna en canlı biçimde uyarlanabilmesi de gerekir. Günün somutluğunda, hareketin verili geri bilincinin aşılması ihtiyacı durmaktadır. Geri bilinç, örneğin, İMF’yi hedefliyor fakat arkasındaki asıl gücü, emperyalist dünya düzenini göremiyor ise, anti-emperyalizm propagandası yaygınlaştırılmalı, İMF, DB vb. emperyalist odakların kime ait olduğu, kime hizmet ettiği anlatılabilmelidir. Aynı ihtiyaç, hükümet-devlet (devletin en etkin ve yetkin gücü olarak ordu ve MGK) ile düzenin gerçek sahipleri olan tekelci işbirlikçi burjuvazi için de geçerlidir. Yukarıda belirttiğimiz ve EP programında yer aldığı gibi, EP ve liberal reformist siyasetlerin sınıf hareketine yönelik tahrip noktaları bugün bunlardır. Dolayısıyla, bu noktalarda yoğunlaştırılacak bir çalışma, hem sınıfa müdahalenin ve hem de bu gerici etkiyi kırmanın aracı olacaktır.

31 Mart eylemi sadece sınıf kitlelerinin geri bilincini değil, fakat gelişmeye, bu doğrultuda ileri fikirlere açıklığını da göstermiştir. Eğer, sınıfsal-siyasal taleplerin ısrarlı savunucusu iseniz, bu talepleri belli bir düzey, belli bir olgunluk ve uygun biçimler altında alanlara taşıyabiliyorsanız, kitlelerle buluşmanızın önünde fazlaca bir engel kalmayacaktır. Sendikal bürokrasi veya siyasal liberalizm cephesinden gelebilecek engel girişimlerinin, ileri işçilerin yaratıcılığı ve girişkenliğiyle aşılması çok zor değildir. Çünkü onlar, siyasal yapılara yönelen engelin asıl kendilerini hedeflediğinin, sınıfın siyasallaşmasının önüne barikat kurulmaya çalışıldığının farkındadır.

Kitle eylemlerindeki tek aktivite siyasal-sınıfsal taleplerin yaygınlaştırılması olmamalıdır. Bu müdahale sürecinde ileri-öncü işçi ve emekçilerle temas noktaları yakalamak, önceden kurulmuş ilişkileri geliştirmek, kalıcılaştırmak için gerekli planlama ve organizasyon önceden yapılabilmelidir. Pek çok çalışma birimi, bölgesindeki fabrika ve işletmelerle temas sorunlarından yakınır durur. Ancak genel eylemlerde alana kendi bölgesinden hangi işletmeler gelmiştir, nasıl bir güçle katılmış, ne tür bir etkinlik göstermiştir, pek ilgilenilmez. İlgilenildiği yerde de bu, bilgi edinme düzeyini aşıp, ilişki kurma ve geliştirme hedefine genelde yönelmez. Bu bir zayıflık alanıdır ve içinde bulunduğumuz süreçte hızla aşılmak zorundadır.

Sınıf hareketine müdahalede hızla aşılması gereken bir başka zayıflık, eylemlere katılımın örgütlenmesi alanındadır. Oysa, devrimci bir yapının yükselttiği şiarlar kadar kortej disiplini de, katılım düzeyi de kitleler tarafından dikkatle izlenip değerlendirilmektedir. İddiası ile varlığı karşılaştırılmakta, ciddiyetine ölçü sayılmaktadır. Dolayısıyla, eylemlere katılımı örgütlemek yakıcı önemdedir.



“Ara rejim” hazırlıkları ve devrimci mücadele görevleri


Sistemin yaşadığı ağır krizi dünkü araçlarıyla yönetebilme imkanları hızla tükeniyor. Bu ise, düzen açısından bir “ara rejim” ihtiyacına işaret ediyor ve bu ihtiyaç çeşitli ağızlardan çoktan dillendirilmeye başlandı. Dahası, dillendirilmenin ötesinde, belirgin ve yoğun bir hazırlığın konusu haline getirildi.

Düne kadar hükümete ve uyguladığı İMF-TÜSİAD yıkım programına tam destek veren kimi sermaye çevreleri “hükümet istifa” çağrıları çıkarma, darbe çığırtkanlığı yapma görevi üstlendiler. Fuat Miras’ın başkanlar toplantısı öngününde askerleri ziyaret etmesi, toplantıda orduyu açıktan göreve çağırması, medyanın bu doğrultuda seferber olması, düzenin soruna yaklaşımdaki ciddiyetini açıklamaya yeter.

Kuşkusuz, düzen cephesindeki hazırlık, bu görünenlerle sınırlı değil. İşin bir de “illegal” hazırlık cephesi var. Resmen ya da bir nebze meşruiyet kazandırılmaya çalışılarak ortaya konulan faaliyetlerin yanısıra, kontr-gerillanın da tetikte olduğu mutlaka hesaba katılmak durumundadır.

Ankara’daki esnaf eylemi, düzenin anılan hazırlıkları, sınıf ve kitle hareketine karşı beslediği kirli emeller/hazırladığı alçakça planlar konusunda belirli açıklıklar sağlamış oldu. Olağan koşullarda tutucu, yer yer gerici siyasetlerin etkisindeki bu kesim, hem düzenin “ara rejim” ihtiyaçlarına dolgu malzemesi yapılmak üzere hükümete karşı sokağa döküldü, hem de, tepkisinin denetimden çıktığı her durumda devlet terörüyle dizginlenmeye çalışıldı. Daha önemlisi, bu patlama, sınıf ve kitle hareketini vurmanın malzemesi haline getirildi. Bir yandan, olayların bir grup provokatörün işi olduğu propagandasıyla, esnafın olağan koşullardaki o “tutucu”luğu kullanılmaya çalışıldı. Diğer yandan, olaylar bahane edilerek, faşist İller İdaresi Yasası işletilip, işçi ve emekçilerin programlı eylemlerinin uml;nü alınmaya çalışıldı. Daha, bir “rejim değişikliği” gerçekleşmeden bunlar oluyorsa, “ara rejim”e geçildiğinde neler olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

“Ara rejim”, sınıf hareketi ve devrimci hareket üzerinde daha fazla devlet zoru demektir. Sınıf hareketi ve devrimci hareketin faşist terörle ezilmesi suretiyle faturanın sınıfa kesilmesi demektir. Bu, ne devrimci hareketin ne de sınıf hareketinin hafızasından silinmiş değildir. 12 Eylül rejimi, bu ülkenin devrimcileri, işçi ve emekçileri tarafından kolayından unutulabilir bir gelişme değildir. Bu konuda asıl sorun, bugünkü “ara rejim” hazırlıklarının, devlet ve düzen cephesinde nasıl soluksuz bir etkinliğin konusu yapıldığını görmek ve karşı tedbirleri alabilmektedir. Krizin patlak vermesinden bu yana, MGK ve TÜSİAD başta olmak üzere düzenin iç dayanakları, Beyaz Saray, İMF ve CİA başta olmak üzere dış dayanakları, geceli-gündüzlü soluksuz bir çalışma yürütmektedir. Ardarda toplantılar düzenliyor, her gelişmeyi değerlendiriyor, hesap-kita plan-program yapıyorlar. Düzenin sadece sahipleri değil, paralı hizmetkarları da aynı yoğunlukta bir faaliyet içinde.

Karşı tarafta, yani sınıf hareketi ve devrimci hareket cephesinde ise, düzenin bu saldırı “harekatını” karşılayıp püskürtebilecek yeterlikte bir hazırlığa, ne yazık ki, henüz girişilebilmiş değildir. Sınıf ve emekçi hareketi, yeni yeni durgunluktan çıkma çabası içinde. Devrimci hareketse, halihazırda zindanlar üzerinden yürütülen tasfiye saldırısını püskürtüp, karşı atağa geçme, sınıf ve emekçi hareketine karşı görevlerine eğilme imkanı bulabilmiş değil. Oysa bu ikisi, biribiriyle doğrudan bağlantılı. Biri aksatıldığı taktirde diğerinde yol almak çok mümkün değil. Eğer, sınıf ve emekçi hareketinin önüne düşülüp, önü açılmaz ve sistemin “ara rejim” saldırısı kitle hareketiyle boşa çıkarılamazsa, başlamadan ezilen bir kitle hareketi ortamında yıtılmış bir devrimci hareketin tasfiye süreci durdurulamayacaktır. En azından ciddi yaralar alması önlenemeyecektir. Öte yandan, eğer devrimci hareket hücre saldırısını bir an önce püskürtüp, Ölüm Orucu Direnişi’ni bir zaferle sonuçlandıramaz ise, sınıf ve kitle hareketinin önüne geçecek güç ve cesareti toplayamayacak, düzenin sınıf ve emekçi hareketinin önüne çıkarmaya çalıtğı “ara rejim” barikatını yıkmak kolay olmayacaktır.

Düzen cephesi, “öngörmek yönetmektir” Fransız özdeyişini adeta dönemin sloganı haline getirmiş bulunuyor. Gerek krizin doğrudan etkisiyle, gerekse kriz yönetme programının yaratacağı ek yıkımla, işçi sınıfı ve emekçiler cephesinde bir öfke patlamasını “öngörüyor.” Ve bu patlamayı kendi açtığı kanallarda boğmaya yönelik hazırlıkları hızlandırıyor. Bu, şu anlama geliyor: Düzenin bu plan ve hazırlıkları devrim cephesinden “görülmez” ve karşı önlemler alınmazsa eğer, kriz sistem lehine aşılacak, yeni araçlarla tahkim edilen burjuva iktidarı toplumu yönetmeye devam edecektir. Tersinden, devrim cephesinden bir öngörü ve buna uygun bir çalışma ise, sınıf hareketinin önünün açılması, düzenin planlarının boşa çıkarılması, dolayısıyla da, yönetme krizinin derinleştirilmesini getirecekdevrimin, sınıf ve emekçi hareketini “yönetmesi”nin yolunu açacaktır.

Sınıf devrimcileri bu öngörüyle hareket etmek, üstlendikleri misyonun hakkını vermek durumundadırlar.