Düzenin krizine liberal
sol reçeteler/3
Krize devletçilik alternatifi
Perinçekçi İPin ve onun utangaç izleyicisi EMEPin kriz
karşısında alternatif olarak ileriye sürdüğü ulusal liberal
çizgiye, bunun ifadesi olan burjuva milliyetçi hayallere saldıran TKİP
Merkez Yayın Organı Ekim, eleştiri ve irdelemelerini şu değerlendirmeye
bağlamaktadır: 60lı yılların bu konuda idealist tarihsel referanslara
dayalı duygusal yanılgıları, bilimin ve sosyal pratiğin yardımıyla solda
önemli ölçüde aşıldı. 30lu yılların zerre kadar halkçı olmayan
devletçiliğinin hangi tarihi koşulların ürünü olduğu ve egemen burjuva
sınıfının o dönemki çıkar ve ihtiyaçlarına nasıl uygun düştüğü, ideolojik
olarak Kemalizmi aşamamış bilim insanlarının araştırmalarıyla bile ortaya
konuldu ve solun düşünsel ilerlemesine dayanak oldu. Bu konuda hayal
kırıklıklarını ileriye doğru değil de geriye doğru aşanlar, kurulu düzenle
bütünleşmeyi seçtiler ve içlerinden bazıları onun en utanmaz savunucuları
haline geldiler. Belli bir tarihi dönemin koşullarından ve ihtiyaçlarından
doğmuş ve o dönemin egemen burjuva sınıfının çıkar ve ihtiyaçlarıyla
tam olarak örtüşmüş politikaları alıp sınıf karakterinden soyutlayarak
ve onlara olmadık işlevler atfederek, bu anlamda tarihi de kabaca çarpıtarak,
bugüne bir ulusal program alternatifi olarak adapte etmeye
kalkmak düpedüz gericiliktir. Perinçekçi İP ve onun EMEP gibi utangaç
izleyicileri, 60lı yılların yanılgılarına daha geri ve kaba
burjuva bir çizgiden geri dönüyorlar bugün. Son 30-35 yılın ilerici
düşünsel birikimini, onun ifade ettiği ilerlemeyi bir kalemde silmek
istiyorlar. Devrim konusunda tümüyle inançsız bu milliyetçi burjuva liberal
takımı, Türkiye kapitalizminin yarattığı bugünkü sorunları ve açmazları
ileriye değil geriye, bugünkü noktaya varan çıkış evresine dayanarak
sözde çözmek istiyorlar. Bu çerçevede, gerici ve liberal oldukları kadar
hayalci bir konumdadırlar da. Bu gerici ve liberal tutum kendini, çözümsüzlükler
ve krizler içerisinde debelenen Türkiye kapitalizmini aşmak yerine,
onu islah etmek ve düze çıkarmak perspektifi olarak da gösteriyor.
(Düzenin Krizi ve Devrimci Sınıf Alternatifi, sayı: 221, Mart 01) Bu özlü pasajlar, kriz başlayalı beri alternatif çözüm
adına yaygarası yapılan ulusal programların bütün bir teorik
özü ve tarihsel kökü kadar, bugünkü anlamını ve işlevini de ortaya koymaktadır. Her iki akım da, 60lı yılların sonu trajik bir hayal kırıklığı
ve çöküş olan Yöncü hayallerini çok geri bir noktadan ve dahası gerici
bir konumdan bugüne uyarlama peşindedir. Perinçekçi İP için bu zaten
yeterince açıktır. EMEPin bağımsız bir ideolojik görüş ve çizgiden
yoksun kuyrukçu liberal takımı da artık birçok bakımdan bu aynı çizgide
karar kılmış görünmektedir. Perinçekçi İP programının bir versiyonundan
başka bir şey olmayan EP programına verdiği destek ile şu günlerde özellikle
tutturduğu milliyetçi söylem, bu söylemi tamamlayan ve özetleyen yeni
bir milli kurtuluş savaşı formülü, bunu giderek daha açık hale
getirmektedir. Halihazırda tek önemli fark, açıktan ordu ve devlet savunuculuğunun
yapılmıyor olmasıdır. Ama girilen yolda ısrar edilirse, iş ka&edil;ınılmaz
biçimde oraya da varacaktır. Devletçilik modeline oturan ve devletin
ekonomik ve sosyal fonksiyonlarını yeniden kazanması ve geliştirmesini
sorunların çözüm anahtarı sayan EP programına verilen gözü kapalı hararetli
destek, bu tür bir yöneliş için güçlü bir potansiyel zemin oluşturmaktadır. Yön çizgisinin günümüzdeki gerici karikatürü Yön Hareketi de kendinden önceki bir dönemin, 30lu yılların
Kadrocu tezlerini 60lı yıllara adapte etmişti. Ama bunu,
kendisini günümüze adapte etmek isteyenlerle kıyaslanamaz bir ciddiyet,
yaratıcılık ve samimiyetle yapmıştı. Dahası bunun herşeye rağmen ileriye
doğru bir adaptasyon olduğunu da belirtmek durumundayız. Büyük bölümüyle TKP döneklerinden oluşan Kadrocular, giderek oturan
ve gericileşen yeni burjuva sınıf iktidarının ideolojisini oluşturmak
çabasındaydılar. Gönüllü olarak üstlendikleri bu misyonlarıyla tümüyle
gerici bir konumda bulunuyorlardı. O günün Türkiyesinde sınıfların
bulunmadığını iddia ediyorlar; dönemin resmi ideolojik söylemi olan
imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz tezini teorik
bir temele oturtmaya çalışıyorlar; dönemin devletçi uygulamalarını devletçilik
modeli olarak yüceltiyorlar ve bunu kapitalizm ile sosyalizm dışında
kalan bize özgü bir üçüncü yol olarak sunmaya
çalışıyorlardı. Sınıfların varlığını reddeden Kadrocuların çabası sınıflar
mücadelesinin önünü kesmeye çalışan gerici bir çabaydı. 60lı yılların Yöncü hayallerini bugüne uyarlayanlar ise
bunu Yön Hareketine göre çok daha geri bir çizgiden yapmaktadırlar.
Yön Hareketi, ülkenin sosyo-ekonomik yapısına ve egemen sınıflarına
ilişkin tahlil ve tanımları ne denli çarpık olursa olsun, hiç değilse
bu çerçevede mevcut egemen sınıfları kendi mücadelesinin hedefi olarak
tanımlıyordu. Açık bir biçimde, emperyalizm-komprodor-ağa ittifakından
sözediyor, emperyalizme, komprador kapitalizme ve feodalizme karşı
bir mücadele çizgisi izlemek iddiası taşıyordu. Hareketin lideri Doğan
Avcıoğlu, kendine göre bir anti-emperyalist, anti-feodal devrim tanımlıyor,
işbirlikçi komprador sınıfını da bu devrimin ana hedefleri arasında
sayıyordu. Görmüş bulunduğumuz gibi, İPin kendi adına piyasaya sürdüğü ya
da EMEPin her zamanki kuyrukçuluğu ile hariçten destek verdiği
programlar, benzer bir şey yapmak ne kelime, ülkeye hükmeden sınıfı
açıktan tanımlamaya bile yanaşmamakta, yanlış politikalarıyla ülkeyi
krize sürükleyen hükümetleri suçlamaktan ya da sorumlu göstermekten
öteye gidememektedirler. Her iki programın da, borç alacaklısı bir avuç
tefeciye tepki ifade etmek dışında, emekçi kitlelere mücadelenin hedefi
olarak gösterdikleri herhangi bir egemen sınıfsal güç ve iktidar yoktur. Bunu bu programların taktik alternatif programlar gibi mütevazi bir
konumda bulunmalarıyla da bir ilgisi yoktur. Zira reformlar bile ancak
bir sınıfa ve onun siyasal iktidarına karşı dişe diş bir mücadeleyle
elde edilebilir. Böyle bir mücadelenin verilebilmesi için de öncelikle
bu mücadelenin yöneleceği bu hedeflerin açıkça tanımlanması gerekir,
bu olmazsa olmaz koşuldur. Kaldı ki Perinçekçi İP programını hiç de
taktik bir program olarak sunmamakta, tersine onu, Cumhuriyet
Devrimini tamamlama programı olarak yaldızlamaktadır.
Giriş ve gerekçe bölümündeki, Halkçı-Devletçi
Ekonomi, siyaset, ekonomi, kamu yönetimi, eğitim, sağlık, kültür, sanat
ve iletişim dahil bütün insan ilişkilerini kucaklayan topyekûn ve devrimci
bir kalkınma felsefesine sahiptir. sözleriyle bunu vurgulu
bir biçimde ayrıca ortaya koymaktadır. Öte yandan Yön Hareketi, hala milli özelliklerini koruduğuna inandığı
bir burjuva katmanının (Yöncüler buna ara tabakalar ya da
zinde güçler diyorlardı) programını ortaya koyduğu inancındaydı.
Birçok açıdan bir geçiş dönemi olan 60lı yıllarda millici
orta sınıflar ya da işin aslında geleneksel milli burjuva katmanlar
üzerine hesap yapmanın herşeye rağmen anlaşılır nedenleri vardı. (Bu
konuda bkz. Bağımsızlık ve Devrim, Eksen yayıncılık, XII. Bölüm,
s.258-272). Ama Türkiyenin bu geçiş dönemini, üstelik derin hayal
kırıklıkları ve acılı deneyimler eşliğinde, çoktan geride bıraktığı
son 40 yılın iktisadi-sosyal evriminin ardından bugün hala bu tür düşüncelerle
hareket etmenin, bile bile gerici hayallere gömülmenin ötesinde bir
anlamı yoktur. Kaldı ki Perinçekçi İP, hiç de millici ara katmanlar
için değil, fakat işçisinden tüccarına ve sanayicisine kadar tekmil
millet için bir program ileri sürdüğünü açık seçik ortaya koymaktadır.
Bu düpedüz bugünün egemen burjuva sınıfına, onu sözde krizlerden koruyacak
akılcı bir alternatif çıkış programı sunmak iddiasından
başka bir anlam taşımaz. Programın sahipleri de bunun böyle olduğunu
zaten açıkça söyuml;yorlar. Bununla tutarlı olan ve yine Yönün çok gerisinde kalan bir başka
temel nokta ise, dayanılacak güç sorunudur. Yön Hareketi ordu konusunda
ölçüsüz hayaller besliyordu ve onu savunduğu çizginin başarıya uluşmasında
dayanılacak ana güç olarak görüyordu. Bu çerçevede kitlelere inançsız,
tepeden inmeci, darbeci hayaller içinde seçkinci bir aydın hareketiydi.
12 Mart bu hayallerin tuz-buz olmasına yetti ve Yön Hareketini
derin bir hayal kırıklığı eşliğinde tarihe gömdü. Yine de Yön işin aslında daha gerçekçiydi; zira Amerikancı-NATOcu
düzen ordusunun bir kesimi üzerine hesaplar yapıyordu hiç değilse. Dahası
yola çıkarken önünde bu tür hayaller beslemesini kolaylaştıran bir 27
Mayıs ile o günün dünyasında bir dizi örneği bulunan ve Sovyetler Birliği
tarafından kapitalist olmayan yol safsatası eşliğinde desteklenen
ilerici askeri darbeler vardı. Bugünün düzen ordusunu olduğu
gibi sahiplenen Perinçekçi İPin önünde ise 12 Mart ve 12 Eylül
var. İçeride son 15 yıldır sürdürülen kirli savaş, dışarıda ise yakın
yıllarda İsraille kurulan stratejik mihver, daha 99 gibi
yakın bir tarihte, Balkanlarda ABDnin hizmetinde sürdürülen
savaşlar ve işgaller var. Son otuz yılın bütün bu deneyimlerinin ardından düzen ordusu üzerine
hesaplar yapıp onu bir tapınma odağı haline getirenler, 60ların
Yöncüleri ile kıyas kabul etmez bir gerici burjuva çizginin temsilcileridirler.
(Böylelerinin zamanında Yön darbeciliği ve Dr. Hikmet Kıvılcımlının
gerici ordu tezleri hakkında söylediklerine bugün dönüp bakmak, Perinçekin
nereden nereye gelmiş bir fırıldak olduğunu görmek için yeterlidir.
Biz bunun ibret verici başka örneklerini bizzat konumuz üzerinden, 30lardaki
kemalist devletçiliğin ne olup olmadığını ele alırken de göreceğiz.
Üstelik bunun için 30 yıl geriye gitmeye de gerek yok. Fırıldak Perinçekteki
kıvraklığı görmek için bu konuda daha 90lı yılların başında
(ve bizzat aynı Kemalist Devrim kitapları serisi
içinde!) söylediklerini alıp bugün söyledikleri ile yanyana koymak,
bu adamdaki ilke ve fikir namusu yoksunluğunu göstermek için yeter de
artar bile. Gelecek sayıda yer alacak 4. bölümde, konumuz başlı başına
bu olacak.) Devletçilik dogmasına sosyal devlet payesi Tarihimizin tüm liberal sol akımları, bunlar burjuva sosyalizminin
değişik türden temsilcileri de sayılabilir, düzene iç alternatif olarak
hep de devletçiliği ileri sürmüşlerdir. Bu akımlara göre devletçilik
kalkınmanın temel aracı ve yöntemi, kalkınma ise üretim, istihdam ve
refahın güvencesidir. Bu tutum 30lu yılların devletçi politikalarında
tarihsel bir kök, aynı dönemin Kadrocu tezlerinde tarihsel bir düşünsel
temel ve nihayet modern revizyonizmin kapitalist olmayan yol
tezlerinde de uluslararası ideolojik bir dayanak bulmuştur. Özellikle
60lı yıllarda, milli kurtuluş savaşlarının başarıya ulaşmasının
da etkisiyle özel bir güç kazanan ve genellikle kapitalist olmayan
kalkınma yolunun örnekleri sayılan milliyetçi-devletçi rejimler,
bu düşünceyi ayrıca beslemiştir. 60larda yalnızca Yönün değil, MDD hareketi ve TİPin
de çözüm alternatifi esasta budur. 70li yılların revizyonist
akımlarının konumu yine budur. Bugün ise gerek İP gerekse EP programının
alternatif çözümü yine devletçiliktir. Doğal olarak bu tutuma devleti
sınıflar üstü gören burjuva teoriler ve bu çerçevede açık ya da örtülü
devlet savunuculuğu eşlik ediyor. Bu durumda bütün sorun, mevcut devleti
yanlış ellerden ve politikaların güdümünden kurtarmak, halkın hizmetinde
olacak bir kalkınma seferberliğine yöneltmektir. Perinçekçi İP bu düşüncenin savunusunu cepheden yapıyor; Halkçı-devletçi
ekonomi seçeneği, adı üzerinde, bunu anlatıyor. EP programı ise
bu konuda daha dolaylı bir tutum içerisinde; doğrudan bir devletçilik
modeli önermiyor, ama tüm önerileri mantık ve içerik olarak bu
aynı sonuca kendiliğinden çıkıyor. İP seçeneğini (bu, dayanak olarak
kullanılan tarihsel temel üzerine bir tartışma da gerektirdiği için)
şimdilik bir yana koyarak, önerilen çözümün ilkesel çerçevesi üzerinden
EP programına daha yakından bakalım. Temel ilkeler bölümünün daha ilk maddesinde şunları söylüyor: 1. Türkiyede devletin küçültülmesi yönündeki politikalar,
kamu kesimi potansiyelinin kalkınma amaçlı olarak harekete geçirilmesi
önünde engel oluşturmaktadır. Sosyal devletin gelişmesi ve kalkınmanın
önünün açılması için devletin küçültülmesi saplantısından vazgeçilmeli;
üretim ve istihdamın önünü açacak, büyümeyi ve kalkınmayı hedefleyen
politikalara dönülmelidir. Kavram olarak kullanılmasa da, önerilen kendi yönünden tamı tamına
bir devletçilik çözümüdür. Devletçi-müdahaleci politikalar,
büyümeyi ve kalkınmayı güvence altına alacak, bu sayede
üretim ve istihdamın önü de açılmış olacak. Arada herhangi
bir mantıksal ya da zorunluluk ilişkisi olmadığı halde, fazladan bir
de bu politikanın sosyal devletin gelişmesi anlamına geleceği
belirtilmektedir. Böylece, Perinçekçi İP programının halkçı
paye ile süslediği devletçilik, benzer bir payeyi EP programı üzerinden
sosyal devlet olarak almaktadır. Sosyal devlet, kendi başına bir model ya da devletçi bir
modelin zorunlu bir türevi değil, fakat yalnızca, ikinci emperyalist
dünya savaşı sonrasında, emperyalist burjuvazinin sosyalizmin basıncı
karşısında işçi sınıfını ve emekçileri aldatmada kullandığı bir ideolojik
argümandır. İşçi sınıfı ve emekçilere tanınan iktisadi, sosyal ve demokratik
haklar, hiç de bu türden bir sosyal modelin ürünü değil,
fakat doğrudan iç ve uluslararası sınıf mücadelesinin bir sonucu olmuştur.
Zorlu mücadeleler sayesinde kazanılan bu haklara yasal ve kurumsal bir
biçim vermek zorunda kalan burjuvazi, sosyal-demokrat uşaklarının da
yardımıyla, ortaya çıkan hak ve kazanımlar tablosunu sosyal devlet
olmanın gerekleri ve sonuçları olarak sunma ve bunu sosyalizme karşı
bir ideolojik argüman olarak kullanma yoluna gitmiştir. Bunlar açık tarihi gerçeklerken, EP programı emekçileri krizin yıkıcı
etkileri karşısında acil ekonomik, sosyal ve demokratik istemleri uğruna
egemen burjuva sınıfına karşı kararlı bir mücadeleye çağıracağına, devletçilik
ve sosyal devlet üzerine aldatıcı hayaller yayıyor. Neo-liberal
saldırının sürdüğü son yirmi yılın ardından bugün içyüzü artık tümden
açığa çıkmış bir burjuva aldatmacasını alıp emekçilere alternatif program
olarak sunuyor. EMEPin liberal takımı da buna gözü kapalı destek
veriyor, alkış tutuyor. Bu adamlar devletçiliği ve sözde sosyal
devleti bir alternatif sayıyorlarsa, bunu emekçiler için tarihi
seçenek sayacak kadar kendilerinden geçiyorlarsa, neden hala utanmadan
kendilerine sosyalist demeyi sürdürüyorlar? Devam ediyoruz. EP programının temel ilkelerinin üçüncüsü,
sorunu sosyal devlet uygulamaları gibi genel kategori haline
sokarak şunları söylüyor: 3. Kriz koşullarının toplumun geniş kesimlerinde yarattığı
yoksullaşmanın aşılabilmesi için sosyal devlet uygulamaları tartışmasız
bir biçimde hayata geçirilmelidir. Sosyal devlet uygulamaları her yerde burjuvaziye karşı
dişe diş bir mücadelenin ürünleri olduğuna ve nitekim işçi sınıfının
mücadele düzeyindeki gerilemeye bağlı olarak da bugün emperyalist metropollerin
kendisinde bile sürekli gaspedilip budandığına göre, yukarıdaki formülasyonun
ne gibi bir anlamı ve işlevi olabilir? Ya da işçileri ve emekçileri
aldatmaktan, sosyal devletten beklentiler içinde sersemletmekten
başka bir anlamı ve işlevi olabilir mi? Böyle yapmak yerine, örneğin krizin yıkıcı etkilerine karşı ve faturayı
kapitalislere ödetmek üzere, işçi sınıfının ve emekçilerin en yakıcı
taleplerini dosdoğru ifade etmek, burjuvazinin ve devletin karşısına
buna dayalı kararlı bir mücadele çizgisi ile çıkmak da bir yol olabilirdi.
Burada krize alternatif çözüm türünden, iriliği ölçüsünde
gerici ve burjuvaca olan (düzeni kendi temelleri üzerinde düze çıkarmak
ve krizsiz bir gelişme sürecine sokmak iddiası nedeniyle gerici ve burjuvaca
olan) iddialara kuşkusuz yer olmazdı. Ama sınıf ve emekçi hareketinin
burjuvazi ve emperyalizm karşısına birleşik, bağımsız ve mücadeleci
bir güç olarak çıkmasının önü açılırdı. Gelgelelim bu EPin asıl unsurlarını oluşturan sendika bürokrasisinden
beklenecek bir tutum değildir. Tersine, yaptıkları sözde emek
programı ile onlar, tam da işçi sınıfı hareketinin bağımsız gelişme
ihtimalinin önünü kesmek, bunun olanaklarını boşa çıkarmak istiyorlar.
Onu devletten beklentiler ve hükümetlerin yüzünü artık halka dönmesi
gerektiği dilenmeleri içinde kötürümleştirmek istiyorlar. Onların her zamanki işi de zaten bu değil mi? Emek programı
çıkışı onların bilinen misyonunun yeni bir biçiminden başka bir şey
değildir. Bunu herkes çok geçmeden bütün açıklığı ile bir kez daha yaşayarak
görecek. Ama EMEPin kuyrukçu liberal takımı, onca deneyime rağmen
bu temel gerçekleri bilmezlikten-görmezlikten gelerek, sendika bürokrasisinin
bu yeni manevrasını, içi boş liberal platformunu tutup emekçilere tarihi
seçenek olarak sunmakta herhangi bir sakınca görmüyor. Bu tutumuyla
onlar sendika bürokrasisinin hain misyonuna kendi cephelerinden destek
sunmuş oluyorlar. Devletin yeniden kazanacağı sosyal fonksiyonlar EP programı, Perinçekçi İPin Halkçı-devletçi ekonomi seçeneğinde
iddia edildiğine benzer biçimde, Türkiyede devletin yakın geçmişte
sosyal fonksiyonlara zaten sahip bulunduğunu, bunların sonradan
terkedildiğini, çözümün yeniden bunlara dönmekte ve bunları
daha da geliştirmekte olduğunu iddia ediyor. Programın temel ilkelerinin
ikincisi, bu konuda şunları söylüyor: 2. Devletin ekonomik ve sosyal fonksiyonlarını yeniden kazanması
ve geliştirmesi, Türkiyenin geleceğini planlama yetkilerini yeniden
kazanmasıyla mümkündür. Özel sektör için yönlendirici, kamu sektörü
için bağlayıcı plânlama, bölgesel ve sektörel bağlantıları etkin bir
şekilde oluşturularak başlatılmalıdır... Yeniden dönülecek dönemin hangisi olduğu burada pek açık
değil. Fakat yakınmalar devletin ekonomik ve sosyal fonksiyonlarının
zayıfladığı liberalleşme saldırısı üzerinden ifade edildiğine göre,
bu kabaca 80 öncesi dönem olmalıdır. Peki ama 80 öncesi
dönemin neyi, hangi devletçi ve sosyal uygulamaları emekçilerin
bugünkü sorunlarına ve ihtiyaçlarını çözüm olacak, ülkeyi de bugünkü
yıkım ve iflastan kurtaracak? Tersine, sözkonusu dönemin politika ve
uygulamaları, emekçilerin en yakıcı güncel sorunlarına bile bir çare
olmak bir yana, ürettiği ve ağırlaştırdığı ekonomik, toplumsal ve kültürel
sorunlarla, Cumhuriyet dönemi Türkiyesinin en büyük toplumsal
çalkantılarına ve en şiddetli sınıf mücadelelerine zemin oluşturmamış
mı? Sözkonusu dönem halk hareketinde iki büyük devrimci yükselişe ve
bunları ezmek için gündeme getirilen iki kanlı faşist askeri darbeye
sahne olmamış mıydı? Bunlar bugünün yetişkin kuşaklarının büyük ölçüde
yaşayarak bildiği kaba gerçekler değil midir? Bu dönemin gerçekleri,
toplumsal ve siyasal sonuçları bu kadar açıkken, tutup, devletin
ekonomik ve sosyal fonksiyonlarını yenidenkznmasına ve sözde karma
ekonomiye yeniden dönmesine dayalı bir çözümü emekçilere bir alternatif
olarak sunmanın anlamı ne olabilir? Kaldı ki 80 öncesinin ekonomi politikaları, 50lerde
gündeme getirilen belli bir kapitalist sermaye birikimi modelinin bir
ifadesiydi. İthal ikameci olarak adlandırlan bu politikalar
hiçbir biçimde emekten yana olmadığı gibi, zaman içerisinde emperyalizme
bağımlılığı da gitgide artıran politikalardı. Ve bu ithal ikameci
model, 70li yılların sonuna doğru artık tam bir tıkanıklıkla
sonuçlandığı içindir ki, dışa açılmaya ve liberalleşmeye dayalı yeni
bir kapitalist sermaye birikimi modeli, ihracata dayalı büyüme
çekici etiketi altında gündeme getirildi. Türkiyeyi bu modele
göre her alanda yeniden yapılandırmanın faturası ise 12 Eylül askeri
rejimi ve onun çok yönlü ezici sonuçları oldu. İşbirlikçi burjuvazi
ve onun hizmetindeki devlet ile tüm hükümetler, hiç de yış politikalara
akılsızca saplandıkları için değil, fakat tam da kapitalist sermaye
birikimini sürdürebilmenin yeni gerekleri doğrultusunda hareket ettikleri
içindir ki, son yirmi yıla egemen liberal politikaları ortak bir tutumla
biribiri peşi sıra izlediler. Bu çizginin bugün emekçilerle birlikte ülkeyi de bir yıkıma ve iflasa
sürüklediği doğrudur. Ama bunu tamamlayan başka doğrular da var. İlkin, dönülmesi istenen eski politikaların da kendi 30 yıllık evrimi
içinde aynı sonuca çıktığı, 70li yılların sonunda aynı yıkım
ve iflasla sonuçlandığı da doğrudur. İşbirlikçi burjuvazi o zamanki
tıkanmayı ve iflası yeni model sayesinde aşmayı denediği
içindir ki, 12 Eylülle birlikte süreklileşen baskı ve terör rejimi
eşliğinde bir 20 yıl daha idare edebildi işleri. Ve ikinci olarak, ki bu tüm liberal çevrelerin özenle geçiştirdikleri
bir noktadır, emekçiler ve ülkeyi bugünkü yıkıma sürükleyen bu aynı
politikalar, tersinden, işbirlikçi burjuvazi ile onun uşakça sırtını
dayadığı emperyalist burjuvaziye büyük sömürü ve vurgun olanakları yarattı.
Türk burjuvazisinin son 20 yılda yaptığı sermaye birikimi, tarihinin
hiçbir dönemiyle kıyaslanamayacak boyutlardadır. Onun için önemli ve
gerekli olan da yalnızca budur. Bundan dolayıdır ki, emekçilerin yıllardır
büyük bir tepki ve nefretle andığı Özalcı liberal politikaları tekelci
burjuvazi dün olduğu gibi bugün de şükranla anmaktadır. Bundan dolayıdır
ki, son 20 yılın en çok palazlanan holdinglerinin başında gelen Sabancı
Holding patronu, son kriz sonrasında, bugün Türkiyeye yeni
bir Özal gerekli demekte ve sermaye çevreleri Dünya Bankasından
ithal ABD memuru Dervişi buna muhtemel aday saymaktadırlar. Demek ki, sermaye medyasındaki bazı kalemlerin bile gelir dağılımı
tartışmaları vesilesiyle lütfedip söyledikleri gibi, ortada tek değil,
fakat iki ayrı Türkiye var. İzlenen model ya da politikalar da bu iki
farklı Türkiye için taban tabana zıt sonuçlar vermektedir. Biri için
yıkım olan öteki için muazzam bir semirme anlamına gelebilmektedir.
Hükümetlere sağduyulu yeni politikalar önerenler ve devletten eski fonksiyonlarına
dönerek Türkiyenin geleceğini planlamasını isteyenler,
öncelikle bunu kavramak ve ortaya koydukları çözüm reçetelerinin en
başına da bunu koymak zorundadırlar. Sermaye devleti ve hükümetleri
sermayeye hizmet ederler, bu sosyal bilimin alfabesidir. (Ama Evrenselin
liberal köşe yazarı takımı, karşıtını tanımlamaktan aciz, hükümetleri
ve devleti doğru politikalara ikna edilmesi gereken sınıflar üst&ul;
kurumlar olarak gören bir programı bilim insanlarının emek hareketine
tarihi hizmeti olarak sunabiliyor). Ortaya koydukları alternatif emek
programının en başına bunu yazmayanlar ve tüm çözüm önerilerinde
bunu bir kılavuz ipi olarak gözetmeyenlar, emek programı
adı altında yalnızca emekçileri aldatma peşindedirler demektir. EP programının İP programının bir adaptasyonu olduğunu söylemiştik.
Aynı programın temel ilkeler bölümünün ilk iki maddesinin,
İPin Halkçı-devletçi ekonomi seçeneğinin Yön
Gösterici İlkelerinin ilk iki maddesinin bir benzeri olduğunu
da geçerken belirtelim. Şu farkla ki, EP programı herhangi bir iktidar
ya da hükümet iddiası taşımıyor, toplamı içinde yalnızca yüzünü halka
dönmesi gereken hükümetlere sesleniyor, onları yanlış politikalardan
dönmeye ve emekten yana bir politika izlemeye çağırıyor. Bu bile buradaki
emek programı iddiasının ciddiyetsizliğini göstermeye yeter.
Perinçekçi İP ise bu konuda daha tutarlı; formüle ettiği ilkeleri izlemek
ve önerdiği çözümleri uygulamak üzere, tekmil millete dayanan
bir ulusal hük&ul;met ihtiyacından sözediyor. Böyle olunca da, edilgen
yapılmalı-edilmeli üslubu yerine, bu hükümet adına vaatkâr bir yapılacak-edilecek
üslubu kullanıyor. (Devam edecek...) |
|||||