Saldırıların hız kazandığı bir dönemde
Sınıf hareketi ve görevlerimiz
Düzen cephesinin büyük umutlar bağladığı İMF-TÜSİAD programı bir ay
önce iflas etti. Büyük bir kriz yaşandı. Ekonominin tüm dengeleri alt
üst oldu. Şimdi sermaye, eski İMF-TÜSİAD paketinden beklentilerini de karşılayacak,
aynı zamanda yaşanan krizden dolayı uğradığı zararları işçi ve emekçilere
fatura etmeyi sağlayacak yeni bir program peşinde. Bunun için emperyalizmin en has adamlarından biri olan Kemal Derviş
Türkiye ekonomisinin başına, fiilen başbakanlığa atandı. İçeriğini tümüyle
emperyalistlerin belirlediği bir program, ulusal yaftasıyla
Dervişin ismi üzerinden devreye sokulmaya çalışılıyor. Önce yasalar, sonra paralar... Emperyalistler yaşanan krizden ve doğurduğu sıkıntılardan kendi çıkarlarını
daha da güvencelemek için yararlanmaya bakıyorlar. Bu çerçevede, Türkiyeye
yapılacak kredi yardımları bir takım yasal düzenlemelerin 15 gün içerisinde
gerçekleştirilmesi şartına bağlamış durumdalar. Yapılmasını istedikleri
yasal düzenlemeler belli. Emperyalist yağma ve sömürünün önünde engel
oluşturan hukuksal uygulamaların temizlenmesini istiyorlar. İstenen
yasal düzenlemeler yerine getirildiğinde, özelleştirmeler hızlanıp yaygınlaşacak.
Türkiyedeki bankacılık sistemi tamamen emperyalist sermayenin
denetimi altına girecek. Dış borç ödemeleri güvence altına alınmış olacak.
Mevcut tarımsal yapının tasfiyesi hızlanacak. Küçük esnaf ve küçük işletme
sahiplerinin bankaların finansman olanaklarından yararlanmalarının önü
keilecek. Yasalar çıkmaya başladıktan sonra şu çok daha iyi anlaşılacaktır. Bu
yasaların meclisten geçirilmesi ve Dervişin ulusal
kılıklı programının devreye sokulması, kelimenin gerçek anlamıyla bir
savaş ilanıdır. Sermaye, işçi sınıfına, emekçilere, yoksul köylülüğe,
kısacası toplumun ezilip sömürülen bütün kesimlerine eskisinden çok
daha şiddetli ve eskisinden çok daha kısa sürede sonuç almak zorunda
olduğu bir savaş açmıştır. Ve yineleyelim ki, içinde bulunduğu durum
bunun gereklerini hızla yerine getirmesini dayatmaktadır. Yeni dönem sınıf hareketinin avantajları İşçi ve emekçi yığınlar bundan önceki saldırı dalgaları karşısında
gereken direniş ve mücadeleyi sergileyemediler. Sermaye karşısında direngen
bir sınıf ve kitle hareketi görmedi. Sonuç, sermayenin bir dizi kolay
başarı kazanması oldu. Fakat belli ki sermayenin işi bu kez o kadar kolay olmayacaktır. Daha
bugünden bu düşünceyi doğrulayan, besleyip güçlendiren bir dizi olgu
ortaya çıkmış durumdadır. İşçi ve emekçiler burjuva siyasetçilerine güven duymuyor İşçi ve emekçi yığınların burjuva siyasetçilerine, aynı anlama gelmek
üzere düzen partilerine hiçbir güvenlerinin kalmadığı bugün artık son
derece açık bir olgu durumundadır. Eskiden hükümetin en ufak falsosunda bile, muhalefetteki partiler seçime
gidilmeli diye ayağa kalkarlardı. Şimdi ise hükümet düşünülebilecek
en kötü durumda olmasına rağmen, hiçbir muhalefet partisi seçim istemeye
cesaret edememektedir. Çünkü hepsi de bilmektedir ki, olası bir seçimde
kitlelere söyleyebilecekleri hiçbir şeyleri yoktur. En düzmece kamuoyu
araştırmaları bile partilerin oy oranlarının %10 civarında olduğunu
göstermektedir. Bunun kendisi, sermayenin yığınları aldatma şansının büyük oranda azaldığını,
tersinden ise sermayeden bağımsız bir sınıf ve kitle hareketi yaratılmasının
olanaklarının arttığını göstermektedir. Yığınlar sermayenin siyasal
denetiminden kopmaya, devrimci müdahalelere yanıt vermeye giderek daha
açık hale gelmektedir. İMF ve emperyalizm işçi ve emekçilerin gözünde teşhir oldu İşçi ve emekçi yığınlar, yıllardır birbiri ardına uygulamaya sokulan
İMF-TÜSİAD imzalı istikrar programlarının kendileri için
ne anlama geldiğini yaşayarak, ağır bedeller ödeyerek gördüler. Enflasyon düşecek, ülke düze çıkacak. Ama bunun için hepimizin
fedakarlık yapması gerekir. Herkes kemerleri sıkmazsa, acı ilacı içmezse
bu iş olmaz tekerlemesi eşliğinde gündeme gelen her program, işçi
ve emekçileri işsizliğin ve sefaletin kucağına daha fazla itti. İstikrar programlarının kendileri ve burjuvazi için nasıl
taban tabana zıt anlamlara geldiğini gören işçi ve emekçilerin gözünde
İMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar artık yıkımla, soygun ve sömürüyle
eşdeğer hale gelmişlerdir. Son yıllarda işçi ve emekçi eylemlerinde
İMFnin hedef tahtasının tam ortasına oturtulması bundan dolayıdır.
Diyebiliriz ki, bugün İMF ya da Dünya Bankası imzalı bir yeni paketin
(ki bunun adının ulusal program olmasının hiç bir kıymeti
yoktur) işçi ve emekçiler nezdinde umut olmasının, onları beklentiye
sokmasının fazla bir olanağı kalmamıştır. Tersine, yıkım programlarının bu emperyalist kurumların dayatmalarıyla
gündeme getirilip uygulanması gerçeği, işçi ve emekçilerde emperyalizme
karşı öfke ve tepkinin gelişip güçlenmesine hizmet etmektedir. Yığınların
öfke ve tepkisinin hem emperyalist kurumlara, hem de ülkeyi onlara kayıtsız
şartsız teslim edenlere yöneldiğini eklemek gerekir. Bu, gelişecek muhtemel
bir sınıf hareketinin başlıca özelliklerinden birinin de emperyalist
yağma ve sömürüye karşıtlık olacağını gösterir. İşçi ve emekçiler sendika bürokrasisine de güven duymuyor Bir yandan, kapsamlı ve ağır bir saldırı karşısında bulunan,
bu saldırıların yaşamlarında nasıl bir yıkıma yol açacağını iyi-kötü
bilen, bu nedenle buna karşı direnmek isteyen, bunu somut biçimde de
göstermek isteyen işçiler ve emekçiler... Bunun karşısında, işçi ve emekçilerin mevcut sendikal örgütlülüklerinin
tepesine çöreklenmiş bulunan, işçi ve emekçilerden yana görünüp her
adımda onlara ihanet eden, en iğrenç aldatma ve oyalamalarla mücadele
etmek isteyen kitleleri çaresizlik duygusu içine iten, böylece sermayeye
en büyük hizmette bulunan ve sermaye devletinin organik uzantısı olarak
hareket eden satılmış sendikal ihanet çeteleri... ( ,
sayı: 215, Mayıs 00) Sınıf devrimcileri bu satırları yaklaşık bir yıl önce yazdılar. O günden
bu yana tablonun özünde bir değişiklik olmamıştır. Bununla beraber sermayenin
saldırılarındaki yoğunlaşmaya paralel olarak sınıf yığınlarındaki öfke
ve mücadele isteği daha da yaygınlaşıp güçlenmiştir. Sendikal ihanet
çetelerinin buna yanıtı, düzene uşaklık konusunda daha da pervasızlaşmak
ve yüzsüzleşmek olmuştur. Daha da öncesini bir kenara bırakarak konuşmak gerekirse, denebilir
ki, saldırılar karşısında sınıfın tepkisiz kalmasında en büyük rolü
bu ihanet çeteleri oynamışlardır. Sermayenin gündeme getirdiği saldırı
programlarına, ülkemizin çıkarları için işçiler olarak elimizden
geleni yapacağız türünden demagojilerle avukatlık yapanlar onlardı.
Ekonomik Sosyal Konsey gibi oluşumlar üzerinden işçileri sermayenin
çıkarlarına yedeklemekte tereddüt etmediler. İşçilerdeki mücadele ve
eylem isteğini yalan ve oyalamalarla boşa düşürdüler. Taban basıncı
sonunda harekete geçmek kaçınılmaz hale geldiğinde ise, eylemlerin içini
boşaltmak, bölmek ve etkisizleştirmek için ellerinden geleni yaptılar.
Sınıf hareketinin önüne tam anlamıyla bir barikat ördüler. Sınıf hareketi yakın dönemde sermayenin saldırılarını püskürtme konusunda
kayda değer bir varlık sergileyemedi. Ama gene aynı dönemde sendikal
ihanet şebekelerinin gerçek yüzünün ne olduğu konusunda paha biçilmez
deneyimler kazandı. Onların gerçekte kime hizmet ettiğini acı tecrübelerle
öğrendi. Bundan dolayı işçi ve emekçiler, tıpkı düzen politikacılarına olduğu
gibi düzenin hizmetindeki sendika bürokratlarına da artık güvenmemektedir.
Bürokratlara duyulan bu güvensizlik sınıf hareketinin yeni dönemde sendikal
ihanet barikatına takılmasını önlemeye yarayacak önemli olanakları da
beraberinde getirecektir. Bu konuda özellikle dikkat edilmesi gereken
şey, sendika bürokratlarına duyulan güvensizliğin sendikal örgütlenmenin
kendisine ve örgütlü mücadeleye güvensizliğe dönüşmesi ihtimalidir.
Bugün sınıf içerisinde sermayeye karşı örgütlü mücadele eğiliminin güçlendiği
gözlenmekle birlikte, sözünü ettiğimiz küçümsenecek bir sorun değildir
ve bu anlamda örnekler yaşandığı bilinmektedir. Sendikal ihanet şebekeleri, şimdi eskiden olduğu gibi doğrudan düzen
politikalarının avukatlığını yapmaktan vazgeçmiş görünüyorlar. Hatta,
düzeni sıkıntıya sokacak kimi talepleri de içeren bir Emek Programının
altına da imza atmış durumdalar. Onları buna yönlendirenin tabanın tepki
ve basıncından başka bir şey olmadığını iyi bilmek ve ilk fırsatta bu
durumu sermayenin çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyeceklerinden
kuşku duymamak gerekiyor. Tüm bu saydıklarımız, yeni dönem sınıf hareketinin bir takım ayak bağlarından
bir ölçüde kurtulduğuna, demek oluyor ki avantajlarına işaret etmektedir.
Fakat gelişmesi muhtemel hareketin avantajları sadece bunlar değildir.
Sermayeye karşı güçlü bir mücadele yürütülemeyen yakın geçmiş, işçi
ve emekçilere küçümsenemeyecek bir mücadele ve eylem deneyimi de kazandırmıştır. Yakın geçmişin mirası Dönüp bakıldığında, yakın geçmişteki sınıf hareketinin daha çok parçalı
bir karakter taşıdığı görülmektedir. Bir yandan seyrek de olsa büyük
merkezi eylemler yapılmıştır. Tek tek sektörlerde ya da tek tek işyerlerinde
yaşanan lokal eylemlilikler ise edinilen deneyimin bir başka yönünü
oluşturmaktadır. Ülke genelini ve bütün sektörleri kapsayan büyük eylemler bu konfederasyonlar
tarafından düzenlenmiştir. Kuşkusuz bunlar, sınıfın kendi gücünü somut
olarak gördüğü, bir biçimde sesini duyurduğu önemli eylemlerdir. Tabandaki
birleşik mücadele istek ve basıncının etkisiyle gündeme geldikleri ve
sınıfın eğitiminde önemli bir rol oynadıkları açıktır. Fakat sınıf daha
başka örgütsel araçlara sahip olmadığı, konfederasyon yönetimleri ise
sermayenin denetiminde olduğu ölçüde, bu eylemler daha çok hava
boşaltma işlevi görmüştür. 5 Ocak 97de Türk-İş tarafından yapılan Türkiyeye
sahip çık! mitingi, 16 Mayıs 98de gene Türk-İş tarafından
yapılan İşsizliğe hayır, özelleştirme talanına son! mitingi
ve 24 Temmuz 99 tarihinde Emek Platformu tarafından düzenlenen
Mezarda emekliliğe hayır! mitingi buna verilebilecek başlıca
örneklerdir. Her birine yüzbinlerce işçi ve emekçi katılmış, mücadele
isteklerini ortaya koymuş, ancak hava boşaltma amacıyla düzenlendikleri
ölçüde, bu mitingleri uzun eylemsizlik ve hareketsizlik dönemleri izlemiştir. Zayıflıkları bir yana, sınıfın genel taleplerinin bir biçimde dile
getirildiği başlıca platformlar bu merkezi eylemlerdir. Mezarda emeklilik,
özelleştirme, uluslararası tahkim gibi temel saldırı politikalarına
dönük tepkiler bu eylemlerde dile getirilmiştir. Parçalı sınıf hareketinin diğer yüzünde bir dizi eylem deneyimi vardır.
Bunlar daha ziyade, bıçağın kemiğe dayandığı bir aşamada son derece
somut talepler üzerinden ortaya çıkan, belli bir taban örgütlülüğüne
ve inisiyatifine dayanan eylemliliklerdir. 3 Ekim 98de SEKA işyerlerinde örgütlü işçilerin, özelleştirmeye,
somutta da İzmit SEKA işletmesinin kapatılmak istenmesine karşı direnişe
geçmeleri, bunlar içinde en akılda kalanlardan biridir. Gene 1998de
Türk-Metalin satış sözleşmesine imza atmasının ardından metal
sektöründe yaşanan eylemler; termik santrallerde ve onlara linyit sağlayan
maden işletmelerinde ortaya konan militan eylemlilikler bu çerçevede
sayılabir. Yakın zamanda ise TEKEL işçilerinin özelleştirmeye karşı
yaptığı uzun süreli yemek boykotu bu tür bir eylemdir. Yakın dönemde sınıf hareketine parçalılık özelliğini veren, en çok
da işyeri temelinde gelişen eylemliliklerdir. Son yıllarda bu tarzda
birçok eylem yaşanmıştır. Tek bir işletmeyle sınırlı kaldıkları ölçüde
ise etkileri ve başarı şansları düşük kalmıştır. Yalnız ve soluksuz
kalmak, işyeri eylemlerinin en temel handikabı olmuştur. Bu eylemlerin talepleri çok değişik olabilmektedir. Sendikal örgütlenme
ya da ekonomik kriz bahanesiyle işten atılmalar, ücretlerin ödenmemesi,
fazla mesailer ya da taşeronlaştırma uygulamaları bu eylemlerin ortaya
çıkmasında rol oynayan en önemli sorunlardır. Buralarda yer yer fabrika işgali türünden militan biçimler gözlense
de, daha çok işyeri önünde uzun süreli direnişe geçme, yürüyüşler ve
basın açıklamaları gibi eylemler ağırlıktadır. Ve yeni dönem... Sermayenin saldırılarının yoğunlaşıyor olması, buna karşılık sınıf
hareketinin belli avantajlarla sahip olması, yeni dönemin dikkat çekilmesi
gereken temel iki özelliğidir. Dönemden, bağımsız sınıf hareketinin
yaratılması noktasında önemli kazanımlarla çıkmak mümkündür. Bunun bir
temel koşulu, harekete geçen yığınların önünün burjuva siyaseti ve sendikal
ihanet tarafından kesilmesini engellemektir. Bunun gerektirdiği politik
ve örgütsel görevlere daha şimdiden dikkat çekmektir. Bunun çok kapsamlı bir değerlendirme konusu olduğu açık. O nedenle
burada, bunlardan ancak bir kısmına ve sadece kimi yönleri üzerinden
değinmekle yetineceğiz. Taban örgütlenmelerini güçlendirme ve yaygınlaştırma Önümüzdeki dönemde sermayenin saldırılarına cepheden karşı duracak
bağımsız bir sınıf hareketi yaratmanın ilk koşullarından biri, taban
örgütlenmelerini güçlendirmekten ve yaygınlaştırmaktan geçmektedir.
Sınıfın bu konuda dersler çıkaracağı belli bir deneyimi vardır. Bu çerçevede
87-91 döneminde mücadelenin ortaya çıkardığı taban örgütlenmesi
deneyimlerine dönüp bakmanın tam zamanıdır. İşyeri komiteleri, eylem
komiteleri, sendikal muhalefet platformları gibi çok değişik araçlar
o günün koşullarında sınıf hareketine hizmet etmiştir. Sonraki on yıllık
dönem içerisinde de o denli yoğun olmasa da bir dizi yerel örgütlenme
deneyimi ortaya konulmuştur. Bunların da titizlikle incelenmesi, ileriye
dönük dersler çıkartılması gerekmektedir. Son yıllarda bu konuda arayışlar olsa da ciddi bir kısırlık yaşanmaktadır.
Ancak bu kısırlığın kırılabilmesi için koşullar hızla olgunlaşmaktadır.
Halihazırda bugün ortaya çıkan kimi örnekler, örgütlenme isteğinin giderek
güçlendiğini, bu doğrultudaki çabaların karşılıksız kalmadığını açıklıkla
göstermektedir. Örneğin İstanbulda çalışmaları yürütülen Öncü İşçi İnisiyatifi
bu konudaki en ileri örneklerden biri durumundadır. Öncü İşçi İnisiyatifi,
geçmiş deneyimlerden de öğrenerek, sendika bürokratlarından, düzen partilerinden
bağımsız örgütlenmektedir. İlke ve taleplerine, yürüttüğü faaliyetine
işçi sınıfının çıkarları yön vermektedir. Somutta da öncü, sınıf bilinçli
işçilerin örgütlülüğüne ve onların enerjisine dayanmaktadır. Öncü işçilerin
girişimiyle işyerlerinde, fabrika bölgelerinde, sanayi sitelerinde kurulacak
yerel örgütlenmelerin sayısını olabildiği kadar çoğaltmak, mümkün olan
en fazla sayıda mücadeleci işçiyi bunların çalışmalarına seferber etmek
bugünün en acil görevlerinden biridir. Unutulmamalıdır ki, yere ve koşullara göre bu taban örgütlenmeleri
çok farklı biçimler ya da isimler alabilir. Bu hiç önemli değildir.
Tek bir model ve biçim yaratmak zorunda değiliz. Önemli olan yaratacağımız
örgütlenmelerin sınıfın bağımsız çıkarlarına dayanması, düzen partilerinin
ve düzene hizmet eden sendika bürokratlarının denetimi altına girmemesidir.
Bu konuda İstanbuldaki Öncü İşçi İnisiyatifinin yayınladığı
metinler, çıkardığı çağrılar özel bir dikkatle değerlendirilmeli, onlardan
faydalanılmalıdır. Birleşik mücadeleye hizmet edecek araç ve olanakların kullanılması Yıllardır işçilerin ya da kamu emekçilerinin her eyleminde İşçi
memur elele genel greve! ya Kurtuluş yok tek başına, ya
hep beraber ya da hiçbirimiz! türünden sloganlar yaygın bir biçimde
kullanılıyor, sahipleniliyor. Sadece bu bile işçi-emekçi yığınların
birleşik mücadelenin önemini kavradıklarını, bu konuda özel bir arayış
içerisinde olduklarını gösterir. Gerçekten de böyledir. Birleşik mücadele
umudu veren her girişim mücadeleye susamış işçi ve emekçilerin ilgi
konusu olabilmekte, onlardan destek görmektedir. Konfederasyonların
oluşturduğu, içerisinde değişik kurumların da bulunduğu Emek Platformuna
(EP) dönük beklenti ve umudun gerisinde de asıl olarak bu vardır. Bugünkü Emek Platformunun kapsadığı genişlikte bir örgütlenme
işçi ve emekçi yığınların birleşik mücadelesi için kuşkusuz çok değerli
bir araç olurdu. Ne var ki EP böyle bir misyonu yerine getirmekten fazlasıyla
uzaktır. Herşeyden önce, işçi ve emekçi yığınların değil, burjuvazinin
ideolojik denetimi altındadır. En başta da Türk-İş, Hak-İş ve DİSK üzerinden
bu böyledir. Fakat durum böyle diye EPi görmezlikten gelemeyiz. Tabanın da
basıncıyla Emek Platformu bir dizi eylem kararı almaktadır. Ve İEP gibi
yerel sendikal platformlar en azından şu an için pasif bir görüntü oluşturmaktadır.
Bu, yeni dönemde hareketlenmenin daha çok EP şemsiyesi altında yaşanacağını
göstermektedir. Eğer tabandan güçlü bir devrimci basınç oluşturulabilir, sürece kendi
içinden müdahale etme konusunda ciddi bir kapasite ortaya konulabilirse,
Emek Platformu sermayeye karşı birleşik mücadelenin yaratılması konusunda
kendi hedef ve niyetlerini aşan bir işlev yerine getirebilir. Bu nedenle devrimciler ve sınıf devrimcileri, öncü işçiler, Emek Platformunun
eylemlerine ilgisiz kalamazlar. Bir yandan sınıfın en geniş kesimlerini
bu eylemlilik içerisine çekme çabası gösterirlerken, bir yandan da EP
yönetiminin gerçek niteliğini kitlelere anlatmalıdırlar. Emek Platformu güncel bir örnek olduğu için özellikle üzerinde durduk.
Fakat birleşik mücadelenin mevcut olanakları bununla sınırlı değildir.
Son 3-4 yıldır, sermayenin değişik saldırılarına karşı farklı bölgelerde
kurulan daha dar başka platform örnekleri de bu kapsamda değerlendirilebilir.
Enerjide Özelleştirmeye Hayır Platformları, Tütün
Platformu ya da İstanbul Emek Platformu gibi. Bu platformların temel zaafiyeti, saldırının muhatabı işçi, emekçi
ya da yoksul köylü yığınlara dayanmıyor olmalarıdır. Birleşik sınıf
ve kitle hareketinin geliştirilebilmesi için bu tür olanakları da önemsemek
durumundayız. Sermayenin her türlü denetiminden bağımsız olması, işçi
ve emekçilerin dolaysız çıkarlarını savunması ve tabanın iradesi üzerine
oturması kaydıyla, bu tür yapılanmaları yaygınlaştırıp güçlendirmek
için elimizden gelen çabayı sergileyeceğiz. Yaygın ve etkili bir kitle çalışmasının kilit önemi Sınıf mücadelesinin kızıştığı dönemlerde sonuç alıcı kitle çalışması
çok kritik bir önem kazanmaktadır. Zira işçi ve emekçiler bu dönemlerde
devrimci politik etkiye her zamankinden çok daha açık hale gelirler.
Yığınları düzenin saldırılarına karşı mücadeleye çağırmanın nesnel zemini
güçlenir, olanakları artar. Diğer yandan, ihtilalci sınıf partisinin yığınların içinde, onların
mücadelesinin başında bulunması, mücadelenin kızıştığı zamanlarda daha
da yakıcı bir ihtiyaç haline gelir. Bunun tersi yığınların kendi kurmayından
yoksun savaşması anlamına gelir ki, bu durumda sonucun yenilgi olması
şaşırtıcı olmayacaktır. Nasıl bir kitle çalışması sorusuna verilecek hazır reçeteler yoktur.
Cevap işçi sınıfının mücadele mirasında ve sınıf devrimcilerinin deneyimlerinde
yatmaktadır. Bir yıl önce yazılan şu satırlar konunun özünü anlamak
bakımından yeterlidir: Bu çerçevede bugün için önemli olan sorun, (...) arayış ve
eylemlilik içerisindeki kitlelere bir çıkış yolu gösterebilmektir. Bunun
için de herşeyden önce fiilen onlarla buluşup birleşebilmek için her
türlü olanağı değerlendirebilmek, duruma uygun her tür yöntemi ve aracı
kullanabilmektir. Bu ise çok büyük ölçüde her alanda, her kesimde, her
birimdeki devrimci çalışmada gösterilecek girişkenlik ve yaratıcılıkla
sıkı sıkıya bağlantılıdır. Pratik-politik çalışmada devrimci partinin taktik öncelikleri,
buna ilişkin belirlemeler, kuşkusuz özel bir önem taşımaktadır. Bu öncelikler,
ilkin yönelim alanlarının saptanmasında, ikinci olarak çalışmada öne
çıkarılacak sorunlar, ve üçüncü olarak kullanılacak araç ve yöntemler
olarak kendini gösterir. Bunu hedef kitle, politik gündem ve mücadelenin
düzeyine uygun düşen seslenme, örgütleme ve harekete geçirme yol, yöntem
ve araçları olarak da kavrayabiliriz.. Parti olarak bizim sorunumuz bu sonuncusunda, yani kitlelere
seslenme, harekete geçirme ve örgütleme çabası çerçevesinde döneme ve
somut duruma uygun düşen yöntem ve araçların geliştirilmesinde zayıf
kalışımızdır. Yerel çalışmanın tüm dikkati bu soruna yönelmeli ve buna
en yaratıcı çözümler hayatın içinden bulunup çıkarılmalıdır.
(Ekim, sayı: 215, Mayıs 00) Her zamankinden daha fazla yaratıcılık, daha fazla çaba. Çalışmada
bitip tükenmez bir ısrar. Kitlelerle buluşabilmenin ve dönemi layıkıyla
karşılayabilmenin başka bir yolu, yöntemi yoktur.
Sınıf ve kitle hareketine genel müdahalenin
|
|||||