Rejimin veciz tablosu...
Hükümet, TÜSİAD ve Genelkurmay temsilcileri
Washingtonda!
Tüm çürümüşlüğüne rağmen sermaye düzeninin ayakta kalmasında en etkin
rolü oynayan dört temel kurum: İşbirlikçi tekelci burjuvazinin kurumu
olan TÜSİAD; TÜSİAD düzeninin bekçisi ve aynı zamanda NATOnun
da ikinci büyük gücü olan ordu; işçi sınıfını denetim altında tutan
ve yıkım programlarının uygulanmasında sermayeye hizmet etmekten geri
durmayan sendika ağaları; ve yalan, çarpıtma, suni gündem oluşturma,
kamuoyunu sistemin ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirerek kitlelerin
kafasını karıştıran kirli medyadır. Siyasetçilerin rolü ancak bu dörtlüden
sonra gelmektedir. Zaten düzen de siyasetçileri, belli bir süre kullanılacak
ve ardından çöpe atılacak figüranlar olarak görmektedir. Ancak yeni
figüranlar bulmakta zorlandığında, çöplükten çıkarıp cilalayablmektedir.
Kimi zaman böyle örnekler olmakla beraber (Demirel, Ecevit gibi), bu,
düşkünler takımının rolünü değiştirmemektedir. Bundan dolayı kitlelerin
en çok tepki gösterdiği siyasetçiler bir anlamda sermaye düzenine kalkan
da oluşturmaktadır. Devlet solu ve reformist-liberal partilerin düzenin sorunları karşısında
takındıkları tutum, rejimin temel kurumlarının, kendilerini siyasetçilerin
gerisinde tutma çabalarını, belli sınırlar içinde de olsa kolaylaştırmaktadır.
Zira bu kesimler sistemin kendisiyle değil, ürettiği sorunlarla uğraşmaktadır.
Hedef aldıkları kurumlar hükümet ve İMFdir. Devlet solunun bilinen
ordu kuyrukçuluğu çizgisi ise, sorunu ulusallık düzleminde ele alıp,
sınıf ayrımlarının ve sınıf savaşının üstünü örtme çabasındadır. Yine
bu çevrelerin sermaye medyasına dönük eleştirileri yüzeyseldir. Sendika
ağalarından ise hiçbir zaman umutlarını kesmediler. Türkiyenin son 40-50 yıllık tarihine bakıldığında ve bu tarih
günümüzle karşılaştırıldığında komünistlerin tahlillerini anlamak noktasında
hiçbir güçlük kalmaz. Zira işçi sınıfı ve emekçileri sömürüp palazlanan,
devasa servetler biriktiren tam da TÜSİAD patronlarıdır. Bu sömürü ve
sefalete karşı mücadele eden emekçi kitleleri ve devrimcileri faşist
askeri darbelerle ezen, sivil faşistleri ve şeriatçıları kitlelere saldırtan
ordudur. Özellikle son 20 yıldır sınıf hareketinin hemen her çıkışı
sendika ağalarının ihanetiyle karşılaşmıştır. Medyanın oynadığı rolün
iğrençliği artık söz gerektirmeyecek kadar açığa çıkmıştır vb. Topyekûn yıkım saldırısının 14 aylık uygulamasından sonra sistemin
çöktüğü, fiili başbakanlığa bir Dünya Bankası memurunun getirildiği,
işsizlik ve yoksulluğun çığ gibi büyüdüğü ve bunun dolaysız bir sonucu
olarak toplumsal patlama korkusuna giren rejimin emekçiler üzerinde
terör estirdiği, hücrelerde kararlı bir şekilde süren Ölüm Orucu Direnişinin
sorunun muhataplarını sıkıştırdığı tam da böyle bir dönemde, hükümet,
TÜSİAD ve Genelkurmay temsilcilerinin aynı anda Washingtona gitmeleri
bir tesadüf olmasa gerek. Rejimin sahipleri ve bekçileri emperyalist
efendilerinin huzurlarına sistemin en sıkıştığı dönemde çıkıyorlar.
Para dilenmenin yanısıra, olası bir toplumsal patlamayı ezme konusunda
da CIAdan taktik alıyor olmalılar. Aynı günlerde bir başka isim Avrupalı emperyalistlere seslenip beklentilerini
dile getiriyor. Bir dönem ismi öne çıkan emekli general Çevik Bir, son
zamanlarda üniversite konferanslarında boy göstermeye başladı. İstanbul
Üniversitesinin Cerrahi Tıp Bilimleri 25. Ortak Toplantısında
(nasıl bir bağlantı varsa!) konferans veriyor. Konferansta Türkiyenin
soğuk savaş boyunca, NATOnun ikinci büyük ordusunu elinde tuttuğunu
bildiren Çevik Bir, Türkiye, Varşova Paktının yıkılmasında
en önemli rolü oynadı. Büyük fedakarlıklar yaptı ve vefa gösterdi. Şimdi
Avrupalı dostlarımızdan bunun karşılığını bekliyoruz diyor
ve ABnin yeni savunma kimliği arayışında, Türkiyenin etkin
olmasının şart olduğunu dile getiriyor. (25 Mart 01, Cumhuriyet) ABDdeki heyetler kapalı kapılar ardında görüşmeler yaparken,
yılların uşaklığının karşılığı AB emperyalistlerinden de açıkça talep
ediliyor. Koreden Somaliye ve Kosovaya kadar asker
göndererek 50 yıldır emperyalizme uşaklıkta vefalı davranıldığı, dahası
bu uşaklığın daha da pekiştiği bir gerçektir. Her ne kadar Varşova Paktının
yıkılmasındaki rolü abartılıyor olsa da, bu kadar uzun süreli hizmetin
de artık bir karşılığı olmalıdır ! Emperyalist tekellerin yerli ortakları TÜSİAD patronlarının ve emekçilerin
çocuklarını dünyanın değişik bölgelerinde emperyalist çıkarlar için
ölüme süren Genelkurmayın, ABDli efendilerinden neler koparabildiklerini
henüz bilmiyoruz. Ancak, bu aynı döneme denk düşen ziyaretlerin çok
şey anlattığı da kesindir. Sistem çöküntüdeyken ve çıkış bulmaktan acizken,
rejimin patronları ve bekçileri devreye girmek durumunda kalmışlardır.
Başbakan Eceviti ise şimdilik ABDnin Ankara Büyükelçisi
idare etmektedir. Anti-emperyalist mücadelenin tutarlı olabilmesi için hangi güçleri
hedef alması gerektiği buradan da açıkça görülmektedir. Anti-İMFyle
sınırlı ulusal programlarla kendini ifade eden anti-emperyalistliğin
yüzeyselliği ve iğretiliği yeterince açıktır Bağımsız, sosyalist bir Türkiye için anti-emperyalist, anti-kapitalist
mücadeleye! M. Dicle
Krizden çıkışın koşulu sosyal
destekin anlamı...
Sonuçta ve nihayet sadede gelindi ve değişik biçimlerde anlatılmaya
çalışılan esas dert açık ifadesine kavuşturuldu. Krizden çıkış ve kaynak
temini sosyal destek şartına bağlandı. Emperyalist sermayenin
memuru Dervişin dilinde ifadesini sosyal destek sözlerinde
bulan olgu, işçi sınıfı ve emekçilerin sınıf ihaneti dediğidir.
Yoksa Derviş, işçi ve emekçilerin kendi yıkımlarını hazırlayan bir programa
gönüllü destek çıkacaklarını düşünecek ve bekleyecek kadar saf
değildir. Ya da, Türkiyeli işçi ve emekçilerin bu kadar saf olduğunu
düşünecek kadar cahil değildir. 30 küsur yıldır Amerikada yaşıyor,
Dünya Bankasında çalışıyor olması, Türkiyeyi unutmasını
değil, tersine, başka bir gözle, emperyalist haydutluğun gözüyle ve
daha uuml;stten izlemesini gerektirmiştir. Emperyalist haydutların Dervişin dilinden emrettiği sosyal
destek, çökmüş olandan daha ağır bir yıkım programı hazırlayan
bu kukla hükümete ve arkasındaki sisteme sunulacak mıdır? Ya da başka
bir ifadeyle, işçi sınıfı ve emekçiler satışa bir kez daha izin verecekler
midir? Çöken programın işçi sınıfı ve emekçi kitlelerce desteklenmiş olduğunu
iddia etmenin hiçbir gerçekliği bulunamaz. Destek kitlelerden değil
ama, ihanet içindeki sendika merkezlerinden gelmiştir fakat. Kimisi
(Türk-İş) açıkça, kimisi de saldırılar karşısında örgütlü gücünü harekete
geçirmeyerek, suskun kalarak desteklemiştir yıkım programını. Sınıfı
temsilen ve sınıf aleyhine... İşte şimdi sermaye bu ihanet odaklarına bir kez daha sesleniyor: Ne
edip edin sınıf ve kitleleri oyalamayı sürdürün ki, krizin faturasını
onlara çıkarabilelim. Çağrının bir muhatabı da, destekledikleri programın çöküşüyle, emperyalist
programlarının kendilerini de yıkıma sürüklediğini anlamış bulunan ve
krizin faturasını yüklenmek istemediklerini dillendirmeye başlayan küçük
üreticilerdir. İşçi ve emekçi kitlelerle küçük üreticileri çıkardıktan
sonra, zaten geriye toplum adına bir şey de kalmamış oluyor. Çöken ve
hazırlanmakta olan yıkım programlarının gerçek sahipleri dışında tabii.
Yani, bir avuç tekelci kapitalist ile onu çevreleyen asalak bir rantiyeci
katman. Yurt içinde yıkım programlarından tek nasiplenenler de bunlardır.
Verilecek destek bu asalak takımına verilecektir. Ve bunların dışarıdaki
ortaklarına. Bugün, sadece işçi sınıfı ve emekçiler değil, küçük üreticiler de destek
vermeye niyetli olmadıklarını çeşitli biçimlerde anlatmaya başlamış
bulunuyorlar. Bu anlatımların gerçek, elle tutulur, işe yarar bir itiraza
dönüşebilmesi, işçi sınıfının devrimci alternatifi etrafında toparlanabilmesine
bağlıdır. Bu da, işçi sınıfının kendi alternatif programıyla buluşması,
sahiplenmesi ve yükseltmesine... |
|||||