Yeni saldırı programına
razı etmek için ara rejim tehditi...
Örgütlü birlik tehditleri boşa çıkarmanın
biricik yoludur! Patlak veren ekonomik krize çözüm diye, toplumun karşısına, bir takım
ekonomik tedbirler ve güya bu tedbirleri uygulayabilecek bilgi/beceri
ve ilişkilere sahip olduğu iddia edilen bir Amerikalı (DB yöneticisi Kemal
Derviş) çıkarıldı. Daha ilk günlerinde bunun Türkiye tarihinin en
büyük krizi olduğu düzen tarafından da teslim ve tescil edildi.
Ancak, aradan geçen bir ayı aşkın sürede, bu en büyük tabirinin
somutta neyi ifade ettiği daha da anlaşılır hale gelmeye başladı. Önerilen
ve uygulanan iktisadi önlemlerin krizi hafifletme yönünde hiçbir etkisi
olmadı. Tersine, kriz her geçen gün daha da derinleştiği gibi, patlak
verdiği mali alandan hızla üretim alanlarına, ardından diğer tüm toplumsal
alanlara doğru yayılmayı sürdürdü. Mali piyasaların altüst oluşunu üretimdeki
durgunluk, onu siasetteki kilitlenme izledi. Sınıflar arasındaki derinleşen
uçurum ve bunun körüklediği çatışma kıvılcımlarına ise hiç değinmiyoruz.
Ki bu, düzenin yönetme krizinin büyümesinde önemli payı olan etkenlerin
başında gelmektedir. Şimdi düzen cephesinde, önerilen iktisadi önlemlerin hayata geçirilebilmesi
için bile, siyasi krizin aşılması gerektiği ve nasıl aşılabileceği tartışılıyor.
Tartışmanın merkezine ise, teknokratlar hükümeti olarak ifade
edilen bir ara rejim fikri oturtulmuş bulunuyor. Bu fikrin ilk mucitlerinden
birinin ATO Başkanı olduğu hatırlanacaktır. Ancak, bugünkü tartışmanın
tetikleyicisi TÜSİAD olmuştur. Bu kapkaç düzeninin sahipleri, dolayısıyla
krizin de asıl müsebbipleri olan bu kırkharamiler örgütü, ABDde
yapılan bir toplantının ardından açtı sözkonusu tartışmayı. Dolayısıyla,
ara rejimin akıl hocalığını, bir kez daha ABD yapmış oldu.
Eskiden her darbe öncesi bir ya da birkaç general ziyaret ederdi ABDyi.
Bugün bu işi patronlar bizzat üstlenmiş bulunuyor. Herhalde bunu AB kriterlerine
ve global demokrasi kültürüne daha ygun buluyor olmalılar. Ancak, ABDnin
kültüründe de, yöntemlerinde de temelden bir değişiklik görünmüyor. Türkiyeden
giden patronlar henüz dönmüş, ekonomiden sorumlu bakan ise halen ABDde
bulunuyorken, bir CİA yetkilisinin alelacele Türkiyeye gelmesi,
ABDnin klasik arka bahçe düzenlemesinde herhangi bir değişiklik
bulunmadığını gösteriyor. Dervişin ABDden yolladığı mesajın odağını oluşturan sosyal
destek şartını, biraz da bu gelişmeler ışığında okumak ve anlamak
gerekiyor. Sistem, yıkımı bu derece hızlandıran ve açık hale getiren kriz
koşullarında, oyalama-avutma-aldatma yöntemleriyle kitlelerin desteğinin
alınamayacağını çok iyi biliyor. Daha ulusal program yazılıp
deklare edilmeden, daha Derviş Türkiyeye bile ayak basmadan, işçi
sınıfı ve emekçi kitleler cephesinden, krizin faturasını üstlenmeyeceğiz
mesajları verilmiş bulunuyor. Sonraki gelişmeler ise bu mesajı giderek
eylemlerle somutlamaya başlayan bir süreci ifade ediyor. Fakat şu da var
ki, ne kriz ve ne de faturasını öylece ortada bırakmak da mümkün değil.
Faturayı mutlaka birileri ödeyecek ve kriz bir biçimde yatıştırılacak.
Büyüyen toplumsal çatışmanın sebebi de budur, hesaplar da hep bunun üzerindenyapılmaktadır. Düzenin sahiplerinin faturayı işçi sınıfı ve emekçi kitlelere kesmek
istediği ortadadır. Ulusal yaftasıyla yutturulmaya çalışılan
yeni kriz programı, tümüyle, faturanın bu tarzda yazılışının ifadesidir.
Şimdi düzen açısından sorun, işçi-emekçi kitlelerden doğru yükselen faturayı
ödemeyiz tutumunun nasıl kırılabileceğinden ibarettir. Bu sorunun
yanıtı, siyasal krizin nasıl çözülebileceğinin de anahtarı konumundadır. Gerçi, bugün çökmüş bulunan dünkü programın uygulama yol ve yöntemi,
onun enkazını da az-buçuk temizlemek zorunda olan, bu nedenle de daha
derin bir yıkımı/daha büyük bir krizi koşullayan yeni programın da uygulanabilirlik
yollarını yeterli açıklıkta göstermektedir. Ecevitin ne pahasına
olursa olsun sözlerinde ifadesini bulan, kitle hareketi üzerinde
azgın bir devlet terörü ve cezaevlerindeki devrimci tutsaklara karşı düzenlenen
hunhar katliamlarda somutlanan bu yöntem, tek kelimeyle bir zor yöntemidir.
Ve şimdi ABDnin ve TÜSİADlı tekelcilerin, koalisyon hükümetinin
bu zoru çok daha etkin bir biçimde kullanmasını sağlamanın
ve emekçi kitleleri, yıkım programına razı olmazsanız zorun
daha şiddetlisiyle karşı karşıya kalırsınız gözdağı ile sindirmenin hesabını
yaptıkları ortadadır. Ara rejim&148; tartışmalarının gündeme getirilmesinin
gerisinde bu yatmaktadır. Düzenin bu hesaplarındaki geçmişin muhasebesine dayandığı ve isabetsiz
olmadığı açıktır. Ancak geleceğe yönelik hesaplarının tutup-tutmayacağını
zaman gösterecek. ABD-CİA patentli kontra faaliyetleri üzerine inşa edilecek
bir yeni terör dalgasına, Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin bir
kez daha boyun eğeceği şüphelidir. Çünkü sistemin esneme payı ne kadar
azaldıysa, kitlelerinki de en az o kadar azalmış durumdadır. Krizle birlikte
uygulanan ve uygulanmaya devam edilen toplu işten çıkarmaların, temel
tüketim maddelerine ardardına getirilen zamların -sadece bu ikisinin dahi-
derinleştirdiği sefaletten daha ilerisi toplu ölümler olabilir ki, sistem
kitlelerden bu daha ilerisini istemektedir. Bu durumda, gözle
görülür-elle tutulur hale gelen bu ölümcül sefaletle karşı karşıya kalan
insanlar için polis copujandarma dipçiğinin hiçbir korkutuculuğunun kalmayacağı
da hesap edilebilmelidir. Burjuvazinin yönetme işinde bu hesapları yapabilecek birikim ve uzmanlaşmaya
sahip olduğu da, sınıf tarafından hesaba katılmak durumunda. Kozları paylaşma
günü geldiyse eğer, her iki taraf da hesaplarını en ince ayrıntısına kadar
gözden geçirmelidir. Bu savaşta işçi sınıfı ve emekçiler cephesindeki
en büyük zaaf örgütlülük alanındadır. Dolayısıyla bu zaafiyet düzen cephesinin
de en büyük kozu durumundadır. Yeni programı uygulamasının zora dayalı
yolu, bu alana yüklenmeyi, şiddetini burada yoğunlaştırmayı sürdürmesinden
geçmektedir. Bu ne anlama geliyor? Bu, işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü-öncü kesimi olan devrimci hareketi
imha eylemlerinin artarak sürdürüleceğini anlatıyor. Bu, sendikal harekete yönelik komplo ve tasfiye girişimlerinin artarak
sürdürüleceği anlamına geliyor. Dün Tüm Yargı-Sen yöneticilerine, bugün
Tüm Bel-Sen yöneticisi Fazlı Kayaya yönelik tutuklama terörü ile
tüm DKÖlere yönelik yardım yataklıktan içeri atma tehditi
bunu ifade ediyor. Bu, sınıfın öncü unsurlarına yönelik tasfiye ve tecrit ile şiddet önlemlerinin
artırılması anlamına geliyor. Kriz bahanesiyle işten çıkarmalar, işletmelerden
tasfiyeye yarıyor. Kitle eylemlerine yönelik şiddet, gözaltı ve tutuklamalarla
bu tasfiye sürecinin derinleştirilmesi planlanıyor. Sistemin bu kirli hesaplarını boşa çıkarmak, bu çatışmadan galip çıkmak elbette mümkün. Fakat bunun için sistemin elindeki en büyük kozu alabilmek, yani yükselen hareketi örgütlü bir güce kavuşturabilmek gerekiyor. Ve kuşkusuz, bu konuda son derece hızlı, son derece atak davranabilmek gerekiyor.
|
|||||