31 Mart '01
Sayı: 02


  Kızıl Bayrak'tan
  Örgütlü birlik tehditleri boşa çıkarmanın biricik yoludur!
  Ölüm Orucu Direnişi'nin yeni evresi...
  DHKP-C, TKP(ML), TKİP dava tutsalarının açıklaması: Taleplerimiz değişmedi!..
  Ölüm Orucu Direniş'i sürüyor!
  Sınıf hareketi
  Hükümet, TÜSİAD ve Genelkurmay Washington'da!
  Düzenin krizi'in liberal sol reçeteler/1
  Yeni bir hayat"a işçi sınıfının devrimci programıyla ulaşılacak!
  Sınıf hareketi ve görevlerimiz
  Newroz etkinlikleri...
  Uluslararası hareket
  Yurtdışında ÖO'yla dayanışma faaliyetleri...
  "Direnişin zerresine bile gölge düşürmemek boynumuzun borucudur"
  Düş yola...
  Gençlik
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Yeni saldırı programına razı etmek için “ara rejim” tehditi...

 

Örgütlü birlik tehditleri boşa çıkarmanın biricik yoludur!

Patlak veren ekonomik krize çözüm diye, toplumun karşısına, bir takım ekonomik tedbirler ve güya bu tedbirleri uygulayabilecek bilgi/beceri ve ilişkilere sahip olduğu iddia edilen bir Amerikalı (DB yöneticisi Kemal Derviş) çıkarıldı. Daha ilk günlerinde bunun Türkiye “tarihinin en büyük krizi” olduğu düzen tarafından da teslim ve tescil edildi. Ancak, aradan geçen bir ayı aşkın sürede, bu “en büyük” tabirinin somutta neyi ifade ettiği daha da anlaşılır hale gelmeye başladı. Önerilen ve uygulanan iktisadi önlemlerin krizi hafifletme yönünde hiçbir etkisi olmadı. Tersine, kriz her geçen gün daha da derinleştiği gibi, patlak verdiği mali alandan hızla üretim alanlarına, ardından diğer tüm toplumsal alanlara doğru yayılmayı sürdürdü. Mali piyasaların altüst oluşunu üretimdeki durgunluk, onu siasetteki kilitlenme izledi. Sınıflar arasındaki derinleşen uçurum ve bunun körüklediği çatışma kıvılcımlarına ise hiç değinmiyoruz. Ki bu, düzenin yönetme krizinin büyümesinde önemli payı olan etkenlerin başında gelmektedir.

Şimdi düzen cephesinde, önerilen iktisadi önlemlerin hayata geçirilebilmesi için bile, siyasi krizin aşılması gerektiği ve nasıl aşılabileceği tartışılıyor. Tartışmanın merkezine ise, “teknokratlar hükümeti” olarak ifade edilen bir ara rejim fikri oturtulmuş bulunuyor. Bu fikrin ilk mucitlerinden birinin ATO Başkanı olduğu hatırlanacaktır. Ancak, bugünkü tartışmanın tetikleyicisi TÜSİAD olmuştur. Bu kapkaç düzeninin sahipleri, dolayısıyla krizin de asıl müsebbipleri olan bu kırkharamiler örgütü, ABD’de yapılan bir toplantının ardından açtı sözkonusu tartışmayı. Dolayısıyla, “ara rejim”in akıl hocalığını, bir kez daha ABD yapmış oldu. Eskiden her darbe öncesi bir ya da birkaç general ziyaret ederdi ABD’yi. Bugün bu işi patronlar bizzat üstlenmiş bulunuyor. Herhalde bunu AB kriterlerine ve global demokrasi kültürüne daha ygun buluyor olmalılar. Ancak, ABD’nin kültüründe de, yöntemlerinde de temelden bir değişiklik görünmüyor. Türkiye’den giden patronlar henüz dönmüş, ekonomiden sorumlu bakan ise halen ABD’de bulunuyorken, bir CİA yetkilisinin alelacele Türkiye’ye gelmesi, ABD’nin klasik arka bahçe düzenlemesinde herhangi bir değişiklik bulunmadığını gösteriyor.

Derviş’in ABD’den yolladığı mesajın odağını oluşturan “sosyal destek şartı”nı, biraz da bu gelişmeler ışığında okumak ve anlamak gerekiyor. Sistem, yıkımı bu derece hızlandıran ve açık hale getiren kriz koşullarında, oyalama-avutma-aldatma yöntemleriyle kitlelerin desteğinin alınamayacağını çok iyi biliyor. Daha “ulusal” program yazılıp deklare edilmeden, daha Derviş Türkiye’ye bile ayak basmadan, işçi sınıfı ve emekçi kitleler cephesinden, krizin faturasını üstlenmeyeceğiz mesajları verilmiş bulunuyor. Sonraki gelişmeler ise bu mesajı giderek eylemlerle somutlamaya başlayan bir süreci ifade ediyor. Fakat şu da var ki, ne kriz ve ne de faturasını öylece ortada bırakmak da mümkün değil. Faturayı mutlaka birileri ödeyecek ve kriz bir biçimde yatıştırılacak. Büyüyen toplumsal çatışmanın sebebi de budur, hesaplar da hep bunun üzerindenyapılmaktadır.

Düzenin sahiplerinin faturayı işçi sınıfı ve emekçi kitlelere kesmek istediği ortadadır. “Ulusal” yaftasıyla yutturulmaya çalışılan yeni kriz programı, tümüyle, faturanın bu tarzda yazılışının ifadesidir. Şimdi düzen açısından sorun, işçi-emekçi kitlelerden doğru yükselen “faturayı ödemeyiz” tutumunun nasıl kırılabileceğinden ibarettir. Bu sorunun yanıtı, siyasal krizin nasıl çözülebileceğinin de anahtarı konumundadır.

Gerçi, bugün çökmüş bulunan dünkü programın uygulama yol ve yöntemi, onun enkazını da az-buçuk temizlemek zorunda olan, bu nedenle de daha derin bir yıkımı/daha büyük bir krizi koşullayan yeni programın da uygulanabilirlik yollarını yeterli açıklıkta göstermektedir. Ecevit’in “ne pahasına olursa olsun” sözlerinde ifadesini bulan, kitle hareketi üzerinde azgın bir devlet terörü ve cezaevlerindeki devrimci tutsaklara karşı düzenlenen hunhar katliamlarda somutlanan bu yöntem, tek kelimeyle bir zor yöntemidir. Ve şimdi ABD’nin ve TÜSİAD’lı tekelcilerin, koalisyon hükümetinin bu “zor”u çok daha etkin bir biçimde kullanmasını sağlamanın ve emekçi kitleleri, yıkım programına razı olmazsanız “zor”un daha şiddetlisiyle karşı karşıya kalırsınız gözdağı ile sindirmenin hesabını yaptıkları ortadadır. “Ara rejim&148; tartışmalarının gündeme getirilmesinin gerisinde bu yatmaktadır.

Düzenin bu hesaplarındaki geçmişin muhasebesine dayandığı ve isabetsiz olmadığı açıktır. Ancak geleceğe yönelik hesaplarının tutup-tutmayacağını zaman gösterecek. ABD-CİA patentli kontra faaliyetleri üzerine inşa edilecek bir yeni terör dalgasına, Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin bir kez daha boyun eğeceği şüphelidir. Çünkü sistemin esneme payı ne kadar azaldıysa, kitlelerinki de en az o kadar azalmış durumdadır. Krizle birlikte uygulanan ve uygulanmaya devam edilen toplu işten çıkarmaların, temel tüketim maddelerine ardardına getirilen zamların -sadece bu ikisinin dahi- derinleştirdiği sefaletten daha ilerisi toplu ölümler olabilir ki, sistem kitlelerden bu “daha ilerisi”ni istemektedir. Bu durumda, gözle görülür-elle tutulur hale gelen bu ölümcül sefaletle karşı karşıya kalan insanlar için polis copujandarma dipçiğinin hiçbir korkutuculuğunun kalmayacağı da hesap edilebilmelidir.

Burjuvazinin yönetme işinde bu hesapları yapabilecek birikim ve uzmanlaşmaya sahip olduğu da, sınıf tarafından hesaba katılmak durumunda. Kozları paylaşma günü geldiyse eğer, her iki taraf da hesaplarını en ince ayrıntısına kadar gözden geçirmelidir. Bu savaşta işçi sınıfı ve emekçiler cephesindeki en büyük zaaf örgütlülük alanındadır. Dolayısıyla bu zaafiyet düzen cephesinin de en büyük kozu durumundadır. Yeni programı uygulamasının zora dayalı yolu, bu alana yüklenmeyi, şiddetini burada yoğunlaştırmayı sürdürmesinden geçmektedir.

Bu ne anlama geliyor?

Bu, işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü-öncü kesimi olan devrimci hareketi imha eylemlerinin artarak sürdürüleceğini anlatıyor.

Bu, sendikal harekete yönelik komplo ve tasfiye girişimlerinin artarak sürdürüleceği anlamına geliyor. Dün Tüm Yargı-Sen yöneticilerine, bugün Tüm Bel-Sen yöneticisi Fazlı Kaya’ya yönelik tutuklama terörü ile tüm DKÖ’lere yönelik “yardım yataklık”tan içeri atma tehditi bunu ifade ediyor.

Bu, sınıfın öncü unsurlarına yönelik tasfiye ve tecrit ile şiddet önlemlerinin artırılması anlamına geliyor. Kriz bahanesiyle işten çıkarmalar, işletmelerden tasfiyeye yarıyor. Kitle eylemlerine yönelik şiddet, gözaltı ve tutuklamalarla bu tasfiye sürecinin derinleştirilmesi planlanıyor.

Sistemin bu kirli hesaplarını boşa çıkarmak, bu çatışmadan galip çıkmak elbette mümkün. Fakat bunun için sistemin elindeki en büyük kozu alabilmek, yani yükselen hareketi örgütlü bir güce kavuşturabilmek gerekiyor. Ve kuşkusuz, bu konuda son derece hızlı, son derece atak davranabilmek gerekiyor.