60-70 işçinin çalıştığı bir tekstil atölyesinde çalışıyorum. İşe başladığım ilk günler işçileri tanımakla geçti. Çalışma koşullarına karşı tepkilerini, patronla ilişkilerini, yaşam tarzlarını, aile yapılarını, kültürlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini gözlemeye çalıştım. Bu benim ilk işçilik deneyimim. Ancak genelde işçi sınıfının, özelde tekstil işçilerinin sorunlarını yakından bildiğim için, sanki yıllardır işçi olarak çalışıyor gibi hissediyorum kendimi.
Tekstil işçilerinin karşılaştığı sorunlar, dayatılan çalışma koşulları çalıştığım yerde de hakim. 11 saat çalışma, zorunlu mesailer, sendikasız ve sigortasız çalışma, hafta sonu çalışması, sağlıksız ve kötü yemekler, 40 milyon civarında sefalet ücreti, patron ve ustabaşı tarafından yapılan hakaretler ve küfür dolu sözler, aşağılamalar, insan yerine koymama vb... Yanısıra çalışma sırasında tam bir kışla disiplini uygulanıyor. Konuşmak, tuvalete, su içmeye gitmek, bir şeyler yemek, gülmek yasak. İşi kusursuz, hatasız ve çabuk yapmak zorundasın. Ustabaşı ve patron her an başımızda bekliyor. İşine geldiğinde,hadi aslanlarım, hadi canlarım göreyim sizi; işine gelmediğinde ise, Ulan insan mısınız be! Hayvan olsa böyle çalışmaz diyebiliyor. Bir işçinin yanında öbür işçiyi övüyor ya da aşağılıyor.
İşçiler bu durumlardan oldukça rahatsızlar. Büyük bir kin ve öfke besliyorlar. Bakışları donuklaşmış, umutsuz ve karamsarlar. Adeta makinanın parçası haline gelmişler. Zaten patronun istediği de bu değil mi? Onlar patron için kusursuz bir işçi değil, kusursuz bir makina olmalılar. İşçiler de bu durumu olağan sayıyorlar. Bu nedenle; Her yer böyle, buradan ayrılıp başka yere girsek yine aynı koşullarda çalışacağız. Sadece patron ve isim değişecek. Burası ya da başka yer olmuş, çalıştıktan sonra bizim için farketmez, diyorlar.
İşçilerde bir tepki var. Ancak bu tepki işçilerin birbirlerine yönlendiriliyor. Patron işçiler arasında bilinçli olarak ayrımcılığı körüklüyor. İyi iş yapıp yapmama, 5 milyon fazla alıp almama üzerinden işçileri rekabete sokuyor. İşçiler patronun işini daha iyi yapmak, patronun gözüne girebilmek için elinden gelen herşeyi yapabiliyor. Patrona ve çalışma koşullarına olan öfkesini işçi arkadaşlarından çıkarabiliyor. Bazen de işyerinden ayrılarak gösteriyorlar tepkilerini.
İşçiler tüm geri bilinçlerine ve duyarsızlıklarına rağmen, hemen her gün sorunlardan ve koşullardan yakınıyorlar. Bunu kaderleri olarak görüyorlar. Buna rağmen zaman zaman tepkilerini patrona yöneltiyorlar. Geçenlerde maaş günüydü. Bu ayın maaşları zamlı alınacaktı. Büyük bir umut ve heyecanla paralarını almak için bekliyorladı. Paralar dağıtılmaya başlayınca, yüzlerindeki umut kin ve öfkeye dönüştü. 40-50 milyon olan maaşlara 5-10 milyon zam yapılmıştı. Bunun üzerine işçiler hemen toplanıp patronla konuşmaya gittiler. Ancak sonuç olumsuzdu. Patron, beğenmiyorsanız yarın gelmezsiniz, dedi. Ve ertesi gün konuşmaya giden işçilerin hiçbiri işe gelmemişti.
Bu örnekte de görüldüğü gibi, işçiler sorunlarına karşı tepkisiz değiller. Geri bilinçlerine rağmen, emekleri gaspedildiğinde bireysel tepki geliştirebiliyorlar. Önemli olan bu tepkilerin bilinçli bir şekilde açığa çıkartılmasını sağlamak ve doğru kanallara yönlendirebilmek. Bunun olanakları fazlasıyla mevcut.
İşe girildiği andan itibaren, onlarla kurulacak ilişki, bıraktığımız ilk izlenim çok önemli. Başlangıçta birbirleriyle konuşma tarzları, davranışları, uğraştıkları işler bize ters ya da anlamsız gelebiliyor. Aynı şekilde bizim tavır ve davranışlarımız, konuşma tarzımız da onlara ters düşebiliyor. Burada onlardan biri olmak, uyum sağlamak, aykırı düşmemek adına onlar gibi davranmamalıyız. Doğru olanı onaylayıp överek, yanlış olanı mahkum ederek, doğrusunu kendi kişiliğimiz ve davranışlarımızla göstermeliyiz.
Örneğin, benim çalıştığım yerde birbirlerine küfrederek ya da aşağılayarak konuşabiliyorlar, çok kırıcı ve kaba davranabiliyorlar. Paylaşım ve dostluk ilişkileri çok zayıf. Biz olaya bu yönüyle de bakabilmeli, onları bu açıdan da değiştirme çabası harcamalıyız. Doğru davranış ve tutumlarımızdan, kişiliğimizden etkilenecekler, bize saygı duyacaklar, zamanla bizim gibi davranmaya çalışacaklardır. Örnek alınan bir işçi olarak görecekler ve bizi öncelikle bu yönlerimizle sahipleneceklerdir.
İşçiler, ilgilenildiği ve çaba sarfedildiği taktirde, dayatılan ağır çalışma koşullarına karşı mücadele etmeye hazırlar. Yeter ki görev ve sorumluluklarımıza daha disiplinli, daha özverili ve daha sabırlı yaklaşalım. Herşey komünistlerin göstereceği enerji ve çabaya bağlı.
Devrimci ve komünist tutsakların başlatmış olduğu SAG genel direnişini tüm devrimci duygularımızla selamlıyoruz.
Zindanlar cephesinde sert çatışmaların olacağı bir sürecin içindeyiz. Bilindiği üzere genel direnişin amacı F tipi hücre tabutluklarını kapattırmak ve bazı temel hak ve özgürlükleri elde etmektir. Devlet, direnişin başladığı günden bu yana SAGın yankısını bastırmak ve dikkatleri af vb. yönlere çekerek asıl saldırısını amacına ulaştırmak için her türlü yalan, karalama, provokasyon vb. aşağılık yöntemlere başvuruyor.
İlkin Adana Kürkçüler, sonra Bayrampaşa Cezaevinde adli tutukluların isyanları, af eylemleri olarak yansıtıldı. Bundan hemen sonra Uşak Cezaevinde Nuriş kardeşlerin çıkardığı isyan bunlara eklendi. Gerek Adalet Bakanı, gerek diğer devlet bürokratları, bu olayları bahane yaparak F tipi hücreleri meşrulaştırmaya çalıştılar. Devlet, cezaevlerinde otorite sağlanamıyor, çeteler cezaevlerini ele geçirmiş vb. diyerek, hücre tipi cezaevlerini çözüm olarak gösteriyor.
İçeride ölümüne bir kararlılıkla süren Süresiz Açlık Grevi direnişi birkaç gün sonra Ölüm Orucuna dönüşecek. Bu saldırıyı püskürtmede biz dışarıdakilerin üzerine düşen görevler bellidir. İçerde yükselen bu direniş bayrağını dışarda da yükseklerde tutmak önümüzdeki yakıcı görevdir.
SAG direnişçilerini, tüm cezaevindeki yoldaşlarımızı ve siper yoldaşlarımızı devrimci duygu ve kararlılıkla selamlıyoruz.
Hücrelere girmedik, girmeyeceğiz!
Hücreler yıkılsın, tutsaklara özgürlük!
Değerli komünist ve devrimci tutsak yoldaşlarım! Faşist sermaye devletine karşı içeriden yükselttiğiniz Süresiz Açlık Grevi direnişinizi selamlıyorum. Açlık grevi direnişiniz kirli, karanlık ve katil devlete karşı anlamlı bir yanıttır. Bu da bizim için onur vericidir. Sizlerin içeride direnişte bulunmanız bizim dışarıdaki mücadelemizi, eylemlerimizi doğrudan etkiliyor.
Bizler de dışarıda devrimci tutsaklarla birlikte hücrelere karşı mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz, direneceğiz, teslim olmayacağız! İçerideki tutsak yoldaşların katledilmesine seyirci kalmayacağız.
Komünist ve devrimci tutsakların dökülen kanlarının hesabını katil devletten soracağız.
Devrimci tutsak yoldaşları bütün kalbimizle destekliyoruz.
2 Kasım günü Sefaköy Halkevinin bir dayanışma gecesi yapıldı. Geceye ilgi iyiydi, 500 civarında bir katılım oldu.
Gece Halkevi yönetiminin yaptığı açılık konuşması ile başladı. Konuşmanın içeriği temel gündemleri içermiyordu. Zindan direnişinden hiç söz etmeyen bu konuşma, daha çok, geceye valilik tarafından izin verilmemesine rağmen gecikmeli de olsa gecenin gerçekleşmesini yapılan övgülerle yüklüydü.
Ardından tiyatro gösterimine geçildi. Tiyatro gösteriminin bazı bölümlerinde Avrupada demokrasi olduğu mesajı verilmeye çalışıldı. Sermaye iktidarının demokratikleşme manevralarından Halkevi yönetimini ne kadar etkilendiğinin göstergesi sayılmalıdır bu durum.
Daha sonra Efkan Şeşen türküleriyle kitleyi coşturdu. Şeşenin Grup Yorumun türkülerini seslendirmesi geceye gelenlerin coşmasının asıl nedeniydi. Şeşenin konseri sırasında, zindanlardaki Süresiz Açlık Greviyle dayanışmayı yükselten ve devrimci tutsakları sahiplenen Devrimci tutsaklar teslim alınamaz!, Yaşasın Süresiz Açlık Grevi direnişi!, Yaşasın halkların kardeşliği! sloganları atıldı.
Daha sonra Metin-Kemal Kahraman sahneye çıktı. Türkülerle birlikte sloganlar atıldı.
Mesajlar okunarak geceye son verildi. Devrimci Demokrasi gazetesi ve Kızıl Bayrak okurları ilettikleri mesajlarla SAG direnişini selamladılar.