ARSIVANA SAYFA
 
18 Kasım '00
SAYI: 43
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Faşist rejim devrimci irade karşısında yenilmeye mahkumdur!
İMF-TÜSİAD bütçesine karşı işçi-emekçi barikatı!
Sermayeye kıyak, emekçiye koyu sefalet ve dayak
AB’ye bağlanan boş umutlar gene hüsran yarattı
KHK saldırısı püskürtülmelidir!
11 Kasım eylemi ve kamu emekçilerine yönelik güncel saldırı
Direne direne kazanacağız!
Kirli af oyunu değil, devrimci tutsaklara özgürlük!
Yaşamı yeniden varetmek mücadeleden geçiyor!
Kimya Teknik işçilerine mektup
Direnişteki EXSA işçilerine mektup
Fazla mesailer ve moral yozlaşma
Formasyon hakkını gaspettirmeyeceğiz
Teslim olmak onurlu bir yaşamdan sürülmektir
TAYAD’ın “Hapishaneler Gerçeği...” Kurultayı
Hücre saldırısı ve devrimci direniş
Hücrelere karşı sendikalardan ve DKÖ’lerden basın açıklaması
SAG’la dayanışma bildirileri
SAG direnişi, F tipi cezaevleri ve devlet provokasyonları
Her yerde SAG-ÖO direnişinin sesi olacağız!
Zindan direnişi kampanyamız devam ediyor!
Liberal işçi politikacılığı sendikal ihanete ortak oluyor
Almanya’da büyüyen anti-faşist duyarlılık
ABD seçimleri fiyaskosu
Ulucanlar Zindanı’nda Parti’mizin kuruluş yıldönümünü kutladık
“Kurtlar arasında çıplak”
PKK tutsaklarına açık mektup
Mücadele Postası
 



 
 
Katılım Ortaklığı Belgesi...

AB’ye bağlanan boş umutlar gene hüsran yarattı


AB, Türkiye’nin “yol haritası” için hazırladığı Katılım Ortaklığı Belgesi’ni (KOB) açıkladı. KOB, sermaye devleti ve burjuva çevrelerde bir iki nokta dışında genel olarak sevinçle karşılandı. AB’den büyük beklentiler içerisinde olanlar içinse KOB, tam bir hayal kırıklığını ifade ediyor. Sermaye devleti ve burjuva çevreler, Kıbrıs dışında genel olarak belgeyi olumlu bulurlarken, anadilde radyo, TV gibi maddeleri “içlerine sindiremediklerini” ifade ediyorlar.

Tüm platformunu ve güdük istemlerini AB’ye katılım süreci üzerinden belirleyen teslimiyetçi Kürt cephesi ise, belgeyi “eksik olmakla birlikte olumlu” karşıladığını belirtti. Ama bir çok yazar yaşanan kaba hayal kırıklığını sergilemekten de geri duramadı. Belgede Kürtler’in isim olarak bile anılmaması, bu konuda bir takım üstü kapalı söylemlerle yetinilmesi, anadilde radyo ve TV’yi içeren sorunların bile tüm “Türk vatandaşları”nın hakları üzerinden dile getirilmesi, bu hayal kırıklığının nedenini oluşturuyordu. Ama Kürt hareketi “politika yeteneği” gereği, bir yandan hoşnutsuzluğunu en ölçülü ve ılımlı biçimde belirtmeye, öte yandan ise yaşadığı derin hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak, şimdilik durumu idare etme çabasında. Bu gerçekte bir çaresizlik durumudur.


AB, KOB ile ne istiyor?

AB’ye üyelik sürecinin başlamasıyla birlikte, bu sürece demokratikleşme, insan hakları, sivilleşme, azınlık haklarının tanınması vb. gibi birçok şey yüklendi. AB ülkeye demokrasi, özgürlük, hukuk, vb. getirecekti. Bu çerçevede pembe tablolar çizildi. Oysa aynı dönemde sermaye devletinin üst düzey sözcüleri, AB’nin demokrasi ve özgürlük üzerinden ifade ettiği kriterlere bir anlam veremediklerini, çünkü AB’nin daha farklı ve gerçekçi kriterleri olduğunu dile getiriyorlardı.

Bu sözler gerçekliği ifade ediyordu. Çünkü, AB, sömürü ve yağmanın önündeki engellerin kaldırılmasını, devrimci odakların ve işçi-emekçi örgütlülüklerinin dağıtılmasını, kendilerinin Ortadoğu ve Kafkaslar’da taşeronluğunu yapacak bir iç siyasal istikrarın sağlanmasını istiyordu. Sömürü ve yağma önündeki engellerin kaldırılması ise zaten İMF’nin komutasında hızlı bir biçimde uygulanıyordu. Bu çerçevede sermaye devleti AB nezdinde başarılı bir politika izliyordu.

AB’nin demokrasi ve özgürlük soslu istemleri de sermaye devleti tarafından genel olarak kabul görüyordu. Ancak bu istemlerin “terörün ortadan kaldırılması”yla mümkün olacağı, bunun da zorunlu olarak geniş bir zamana yayılacağı ifade ediliyordu. Öyle ya, öngörülen demokrasi, devrimci odakların dağıtıldığı, işçi ve emekçilerin mücadele dinamiklerinin kırıldığı koşullarda sağlanabilirdi.

Kısacası sermaye devleti; sömürü ve yağma katmerleştirilecek, ama tüm bunlar yapılırken direniş odaklarını ezmek için terörü elden bırakmam, biçimsel demokratik kurumlar dahi böyle bir durumda ayağıma dolanır, bunun için biraz zaman, diyordu. KOB işte Türkiye’nin istediği bu zamanı verdi. KOB’da bir kez daha sözde özgürlükler üzerine bilinen nakaratlar yinelenirken, bunun gerçekleşmesi belirsiz bir geleceğe bırakılıyor.

KOB, AB-Türkiye ilişkilerinin gerçek içeriğini de tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. AB’nin derdi ne demokrasi, ne özgürlük, ne de baskı altında tutulan Kürt halkının meşru haklarıdır. AB, emperyalist tekellerin çıkarlarını temsil eden devletlerin gerici çıkar birliğidir. Demokrasi, özgürlük, hak, hukuk vb., sadece bu birliğin gerici özünü gizleme aracı olarak kullanılan içi boş söylemlerdir.

Sermaye iktidarı, AB’nin demokrasi söylemlerine karşı, bizim ülkemizin gerçekliği farklıdır, MGK, 312. madde bizim ülkemiz koşullarında zorunludur diyordu. KOB ile AB, sermaye iktidarının durumunu “anlayışla” karşıladığını göstermektedir. O halde AB niçin Türkiye’nin üyeliği için demokrasi, özgürlük, hak ve hukuk “kriterlerini” önplana çıkarıyordu? Çünkü Türkiye’nin iplerini ABD’den kendi ellerine alma, bu “kriterlerle” Türkiye’yi “yola getirme” çabası vardır. Fakat onun için en önemli ve öncelikli olan; “siyasal istikrar” için direniş odaklarının ezilmesi, iktisadi-sosyal yıkım programının engelsiz bir biçimde uygulanmasıdır. Anlaşılan o ki, Türkiye son bir yıl içerisinde AB’nin bu çerçevedeki “kriterler”ini büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. Tam da bundan dolayıdır ki, demokrasi, özgürlük, hak, hukuk çerçevesindeki aldatıcı kriterlerin gerçekleşmesi gönül rahatlığı içinde uzun ve belirsiz bir sürece yayılmıştır.

Bu gerçeğin bir başka ifadesi, AB’nin emekçileri yakından ilgilendiren “kriterleri”nin Türkiye sözkonusu olduğunda yok sayılmasıdır.

Örneğin KOB’da;

- Avrupa Sosyal Şartı'nda yer alan 'ücretsiz hizmet alabilme hakkı' temel haklar şartında garanti altına alınmamakta,

- Avrupa Topluluğu Anayasası'nda yer alan 'Yaşam boyu öğrenme ya da eğitim alma hakkı' tanımlanmamakta,

- Araştırma yapma özgürlüğü, fikri mülkiyet haklarının toplumsal yarar gözetilerek kullanılması koşulu, işletmelerin toplumsal sorumluluk üstlenmesi zorunluluğu, işyerinde işçi sağlığı ve iş güvenliğinin koruma altına alınması hakkı, sosyal güvenlik sistemlerinden yararlanma hakkı da ATHŞ'de yer almamakta”dır. (Türkel Minibaş, Cumhuriyet, 13 Kasım)

İşte, AB ve AB-Türkiye ilişkilerinin gerçek içeriği budur. KOB, bu gerçeği tüm yalınlığıyla göstermektedir. Bu gerçek, sermaye iktidarı ve AB için dün olduğu gibi bugün de ilişkilerde belirleyici olmuştur. Bu gerçeklere gözlerini kapayanlar, AB’den demokrasi ve özgürlük bekleyenler, bugün tam bir hayal kırıklığı yaşamaktadırlar. Boş umutlarını sürdürdükleri sürece gelecekte daha çok yaşayacaklar.


Teslimiyetçi platformda hayal kırıklığı

Açıklanan KOB belgesi, teslimiyetçi platformun üzerine inşa edildiği yapının çökmesi anlamına geliyor. Hedeflerini bireysel-anayasal ve kültürel haklara indirgeyen, bu hedeflere ulaşmayı ise AB sürecine endeksleyen teslimiyetçiler açısından KOB tam bir hayal kırıklığını ifade ediyor. Teslimiyetçi platformun sözcüsü yayınlarda bu gerçek yalın bir biçimde dile de getiriliyor:

Demokrasi, temel özgürlükler, Kürt sorununu, demokratik sorunu sakız gibi ağızlarda çiğnenmesine, kulislerde konuşulmasına, gündem yapılmasına karşın, Ortaklık Belgesi'ne somut yansıtmaya sıra gelince; Avrupa kendi değerlerine sırt çeviriyor, bir bakıma ‘ihanet’ ediyor.” (Dursun Ali Küçük , “Adalet ve Özgürlük mü? Bencil Çıkarlar mı?”, Özgür Politika)

8 Kasım tarihinde açıklanan Katılım Ortaklığı Belgesi ile AB, Türkiye’nin ‘hassasiyetlerini’ dikkate alarak, ilişkilerde Kopenhag Kriterleri’nin değil, Ankara Kriterleri’nin geçerli olduğunu resmen kabullendi. Bu adımla, AB efendileri, son bir yılda tükürdüklerinin tümünü yaladılar.” (Mehmet Şahin, “Avrupa Birliği’nden İkinci Kazık!”)

Kıvırtma Ortaklığı Belgesi (KOB) ve Kürtler” (Mahmut Baksi).

Bunlar, teslimiyetçi platformun bire bir sözcülüğünü yapmayanların tepkileriydi. Bunların ardından Özgür Politika’nın “Ufuktan” başlıklı başyazı köşesinde, teslimiyetçi platformun resmi görüşleri yeraldı, KOB’un “iyi yanları” ortaya konuldu, sert tepkiler frenlendi. Çünkü Kürt halkının teslimiyetçi platformdan beklentileri kırılmamalıydı. Bu çıkış sonrasında Ö. Politika’nın “görevli” yazarları kalemlerini oynatmaya başladılar. Hep bir ağızdan, KOB’ta Kürt adının geçmemesine rağmen Kürt ağırlığı taşıdığından, belgenin anlatıldığı kadar kötü olmadığından dem vurmaya başladılar Teslimiyetçi platformun doğruluğunu ilan edip, sorumluluğu bir kez daha Kürt halkına yıktılar. Örneğin:

“‘Ya hep, ya hiç!’ mantığına yaslanarak belgenin çözümleyici önemi inkar edilmemelidir bence.” (Mehmet Metiner, “KOB'da Kürdün Adı Yok, Kendisi Var”)

Demek ki, bu tür uluslararası belgelere pek fazla bel bağlamamak gerek. Önemli olan böylesi bir dönüşümü sağlayacak iç dinamizmi yaratmakta.” (Ragıp Zarakolu)

Kürtlere gelince... Aralık 99'dan bu yana Ortaklık Belgesi'nde Kürtler’in meşru haklarının yer almaması için yeterli bir çaba göstermediler.” (Cahit Mervan)


Haklar emperyalistlerden dilenerek değil, mücadeleyle kazanılır!

KOB, emekçilerin ve ezilen halkların en küçük haklarını dahi, emperyalistlerden dilenerek değil, mücadele ederek kazanabilecekleri gerçeğinin belgesidir. Kürt halkı, onbinlerce şehit pahasına sürdürdüğü mücadele ile fiili olarak birçok hakkını kazandı, birçoğunu ise en gerici burjuva sözcülerinin dahi gündemine soktu. Kürt halkının geleceğini emperyalistlerin ellerine teslim eden teslimiyet süreci ise, mücadelenin kazandırdığı hakların kolayından yitirilmesi sonucunu doğurduğu gibi, Kürt halkını emperyalistlerden hak dileme durumuna düşürdü.

Kürt halkı demokrasi ve özgürlüğü kazanmak istiyorsa, mücadele ateşini yeniden yakmak zorundadır. Özgürlük ve demokrasi, emperyalistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin egemenliğinin temellerinden yıkılmasıyla kazanılacaktır.