ARSIVANA SAYFA
 
18 Kasım '00
SAYI: 43
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Faşist rejim devrimci irade karşısında yenilmeye mahkumdur!
İMF-TÜSİAD bütçesine karşı işçi-emekçi barikatı!
Sermayeye kıyak, emekçiye koyu sefalet ve dayak
AB’ye bağlanan boş umutlar gene hüsran yarattı
KHK saldırısı püskürtülmelidir!
11 Kasım eylemi ve kamu emekçilerine yönelik güncel saldırı
Direne direne kazanacağız!
Kirli af oyunu değil, devrimci tutsaklara özgürlük!
Yaşamı yeniden varetmek mücadeleden geçiyor!
Kimya Teknik işçilerine mektup
Direnişteki EXSA işçilerine mektup
Fazla mesailer ve moral yozlaşma
Formasyon hakkını gaspettirmeyeceğiz
Teslim olmak onurlu bir yaşamdan sürülmektir
TAYAD’ın “Hapishaneler Gerçeği...” Kurultayı
Hücre saldırısı ve devrimci direniş
Hücrelere karşı sendikalardan ve DKÖ’lerden basın açıklaması
SAG’la dayanışma bildirileri
SAG direnişi, F tipi cezaevleri ve devlet provokasyonları
Her yerde SAG-ÖO direnişinin sesi olacağız!
Zindan direnişi kampanyamız devam ediyor!
Liberal işçi politikacılığı sendikal ihanete ortak oluyor
Almanya’da büyüyen anti-faşist duyarlılık
ABD seçimleri fiyaskosu
Ulucanlar Zindanı’nda Parti’mizin kuruluş yıldönümünü kutladık
“Kurtlar arasında çıplak”
PKK tutsaklarına açık mektup
Mücadele Postası
 



 
 
Kirli af oyunu değil, devrimci tutsaklara özgürlük!


A. Aras


Sermaye devleti iki yıldır süren af tartışmalarına bir nokta koymak üzere. Rahşan Ecevit’in “kader mahkumları”na jesti olarak ilk kez gündeme geldiğinde, MHP’li çeteleri kapsayıp kapsamayacağı konusundaki anlaşmazlık nedeniyle af, rafa kaldırılmıştı. Şimdi, son operasyonlarda tutuklanan çeteleri, belli adli suçları ve “bölücülük ve terör” kapsamında yargılanan siyasi tutsakları dışta tutmak kaydıyla, affın kapsamı üzerinde hükümet partileri bir uzlaşma sağlamış bulunuyorlar. Sözümona kamuoyunun vicdanında rahatsızlık uyandırmaması için siyasi tutsaklara da şartlı tahliye ve ceza indirimi düşünülüyor.

Böylece devlet, Ulucanlar katliamından bu yana temel gündemlerden biri haline gelen cezaevleri sorununda affı, bir soluk borusu olarak kullanarak rahat bir nefes almayı ve asıl amacını hayata geçirmeyi planlıyor. Peki devletin affı çıkartmadaki asıl amaç ve planı nedir?


Düzenin af ihtiyacının siyasal arka planı

Buna geçmeden önce daha genelde affın siyasal arka planına değinmek istiyoruz. Ağır ceza ve infaz koşullarının olduğu bir sistemde af, bir devlet politikası olarak sermaye iktidarının hegemonyasını kurmasının araçlarından biridir. Bu nedenle, ağır ceza koşullarıyla birlikte af, siyasal alanda sopayla birarada kullanılan havuç gibi, sıklıkla başvurulan bir taktiktir.

En iyi koşullarda sağlanan af bile özgürleştirici değil, sistemin çarpıklığını gizlediği ve çürümüşlüğünü örttüğü için, kötürümleştirici bir işlev taşımaktadır. Çünkü af, suçun ve suça öngörülen cezanın meşrulaştırılması çerçevesinde, sıklıkla başvurulan kirli bir siyasal taktiktir.

Ceza yasaları, kitleler üzerinde sermaye iktidarının hegemonyasını zor yoluyla tesis ederken; af ise aynı hegemonyayı, aynı iktidara daha yumuşak bir biçim ve itibar kazandırmayı hedefler, bu işlevi görür. Af, sıkışan sistem için biriken basıncın azaltıldığı bir supaptır. Bunun için en kritik dönemeçlerin ürünü olmuştur. Ya daha geniş bir meşruiyet sağlamak, ya da kaybolan meşruiyeti tesis etmek ve bir patlamayı önlemek için, af sistemin kullandığı emniyet sigortalarından biridir.


Affın arkasındaki katliam planı

Affı düzen adına bir ihtiyaç haline getiren güncel neden, adli tutsakların sözde kontrol edilemeyen isyanlara neden olan talepleri değildir kuşkusuz. Son günlerde örgütlenmesinde bizzat devletin rol aldığı isyanlar, devletin bu yarayı bilinçli bir tarzda okşamasının da hazırladığı bir zemindir yalnızca. Nitekim affı ilk gündeme getiren ve bir beklenti oluşturan da devletin kendisidir. Asıl neden ise, affın yaratacağı atmosferi de kullanarak, devletin yeni bir infaz ve cezalandırma modeline (F tipi cezaevi) geçişini kolaylaştırmak, böylece devrimci tutsakların hak ve kazanımlarını ellerinden almak ve siyasi kimliklerini yok etmektir. Böyle bir modele geçiş için cezaevlerinin af yoluyla büyük ölçüde boşaltılması hem fiziksel anlamda bir rahatlık sağlayacak, hem de oluşan toplumsal beklenti doyurulmuş, toplumsal duyarlılık çarpıtılarak yatıştırılmış olacaktır.

Öte yandan, teslimiyet batağına saplanan PKK’nin kontrol ettiği güçlerin -hem içeride hem dışarıda- düzene daha güçlü biçimde bağlanması için beklentilerini, kuşkusuz belli sınırlarda karşılayacak bir af da sermaye iktidarının işine gelmektedir. Tabii bu arada kendisini aklamak için tutuklamak zorunda kaldığı Haluk Kırcı gibi tetikçilerini salarak, aklama operasyonlarına infaz aşamasında bir nokta koymak da genel bir affın örtülü daha dar amaçlarından biridir.


Meşru ve haklı direnişimizi çarpıtamazsınız

Tam da devrimci tutsakların kendi üzerlerinde yoğunlaşan faşist baskı ve terörü, devletin saldırıların püskürtmek için Süresiz Açlık Grevi direnişine geçmelerinin hemen ardından devletin affı artık ciddi bir proje olarak ele alması, yalnızca direnişin gücünün ve devrimci tutsakların haklılığının bir göstergesidir.

Devlet şimdiye kadar provokasyonlarla, kirli bir propaganda, terör ve baskıyla boğmaya çalıştığı SAG-ÖO direnişini, şimdi de af saldırısı ile zayıftlatmayı, kitlelerin üzerindeki etkisini kırmayı düşünüyorsa yanılıyor. “Bunlar da af için eylem yapıyorlar” çarpıtmasına başvurarak az çok duyarlı kesimleri avlayabileceğini, eylemimizin destek güçlerini yatıştırmayı planlıyorsa, bunda da yanılıyor.

Çünkü devrimci tutsakların af için değil, tabutlukları ve faşist yasaları parçalamak için eylem yaptıkları artık yeterince biliniyor.

Çünkü devrimci tutsaklar hiçbir zaman kendilerini suçlu olarak görmedikleri için asıl suçlu olan sermaye sınıfı ve uşaklarından af dilemezler, zulmün önünde asla diz çökmez, nedamet getirmezler.

Devrimci tutsaklar, saldırılar durdurulsun; tecrit politikasından, hücre tipi cezaevlerinden vazgeçilsin; tüm faşist baskı ve işkence yasaları ve uygulamaları kaldırılsın; işçi ve emekçilere sınırsız, kayıtsız, koşulsuz hak ve özgürlükleri tanınsın diye eylem yapıyorlar. Bu ve diğer talepleri için en ağır bedeller ödedikleri bilinmektedir. Gerekirse yine ödemekte en küçük bir tereddüt göstermeyeceklerinden de kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Ve zaten geçmiş deneyimlerin hala çok taze ve canlı anıları ışığında böyle bir kuşku da yoktur.

Taleplerimiz meşru, direnişimiz meşrudur. Haklı ve meşru olmayanlar, asıl suçlular, bu ülkeyi emperyalizme peşkeş çekenler, milyonların emeğini sömürerek onları hergün sefalete itenler, kanlı saltanatlarını bunun üzerine kuranlardır. Onlar hiçbir zaman affedilmeyeceklerdir.





Sınıf ve kitle hareketinde yükselme eğilimi


Son haftalarda sınıf ve kitle hareketinde yaşanan kimi gelişmeler, hareketin yeni bir yükselme eğilimi içine girdiğinin işaretlerini vermektedir. Peşpeşe gerçekleşen Ulucanlar davası protestoları, Exsa yürüyüşü, YÖK protestosu ve en son KESK Ankara mitingi, eylemlere katılımda belirgin bir yükselmeye tanıklık etti.

Neredeyse tutsak yakınlarının etkinliklerine endekslenmiş, dolayısıyla sınırlı güçlerle yürütülmekte olan hücre karşıtı mücadele, başlayan Süresiz Açlık Grevi direnişinin de verdiği itkiyle, Ulucanlar davasını protesto eyleminde yüzlerce insanı harekete geçirebildi. Adana’dan İstanbul’a yürüyen Exsa işçilerini, yol boyunca (fakat en çok da Adapazarı-İzmit sanayi hattında) binlerce işçi karşıladı, uğurladı, destek eylemleri gerçekleştirdi. YÖK protestoları hem yurt sathındaki yaygınlığı ve hem de Ankara ve İstanbul gibi merkezlerdeki kitleselliğiyle, gençlik hareketine ivme kazandırabilecek bir güç ve etkinlikte geçti. Ve nihayet, kamu çalışanları son yılların en kitlesel mitingini gerçekleştirdi. Üstelik miting öncesi süreç, hareketin tam anlamıyla dibe vurduğu bir durumu ifade ediyorken...

Kuşkusuz bu aynı süreç, hareketin parçalı seyrini koruması, taleplerde belirsizlik, metal sözleşmelerinin sessiz sedasız bitirilebilmesi gibi zayıf ve zaaflı yanlar da barındırıyor. Ancak bu ve benzeri zaaflar yükselme eğilimine baskın çıkacak, onun üstünü örtebilecek güçte değil bugün için. Daha doğrusu, hareket tüm zaaf ve zayıflıklarına rağmen ve onlarla birlikte yükselmeye başlamış durumda. Kimi zaafların ancak mücadele içinde aşılabileceği de biliniyor. Nitekim saydığımız gelişmelerden özellikle iki tanesi, Ulucanlar davası ve YÖK protestoları, eylemlere yönelen devlet terörüne karşı militan direnişleriyle, zaafın bir yönüne önemli darbeler vurmuş bulunuyor.

Yükselen hareket içinde hızla aşılması için özel çaba gösterilmesi gereken ciddi zaaf alanlarından biri, taleplerdeki belirsizliktir. Özelde sınıf hareketini bağlayan bu zaaf alanının, sendikalardaki reformist önderliklerden beslendiği gözönüne alınırsa, devrimci önderlik ihtiyacının önemi ve yakıcılığı daha iyi anlaşılacaktır. Yükselme eğilimine giren hareketin önünü açacak, ufkunu belirginleştirecek, hedeflerini gösterecek olan devrimci önderliktir.

Devrimci işçi ve emekçiler eylemlere daha örgütlü ve hazırlıklı katılmak, daha önemlisi, basit birer “katılımcı” olmaktan kurtulmak, eylemlerin örgütlenmesi, şiarların belirlenmesi/yükseltilmesi görevlerini, giderek daha fazla ve daha örgütlü biçimde omuzlamak durumundadırlar.

Kuşkusuz “devrimci önderlik”, sadece ve esas olarak devrimci işçi ve emekçilerin doğal önderliği anlamına gelmemektedir. Bu kavram daha ziyade parti önderliği anlamına gelir ve doğal önderlik de parti önderliğini izlediği ve ifade ettiği oranda asıl devrimci rolünü oynayabilir. Öyleyse, devrimci işçi ve emekçilerin örgütlenerek hareketin önüne geçirilebilmesi, bugün herkesten çok sınıf devrimcilerinin temel önemde bir görev ve sorumluluk alanıdır.

Bir yandan cezaevlerinde hızla ilerleyen sürecin yüklediği görevler, diğer yandan yükselme eğilimine giren sınıf ve kitle hareketinin ihtiyaçları... Bu görev alanlarından birini diğerine tercih etmek sözkonusu olamayacağı gibi, tersine, birinde kazanılacak başarı diğerini doğrudan etkileyecektir. Sınıflar savaşımının şiddetlenmesi genel başlığı ile ifadelendirebileceğimiz bu süreçte, sınıf devrimcilerini zor olduğu kadar onurlu bir mücadelenin beklediği ortadadır. Parti tarzı, parti niteliği ise süreci kazanmanın en büyük güvencesidir.