Yakın tarihte Avusturyada tekellerin çocuğu Haidere karşı gerçekleşen kitlesel eylemlerin de gösterdiği gibi, Avrupada ve Almanyada belli bir anti-faşist duyarlılık var ve bu duyarlılık giderek artıyor.
Almanyada son haftalarda faşizme ve artarak süren faşist saldırılara karşı gerçekleşen yürüyüşlerde giderek binler sokağa dökülüyor. Binler, onbinlere doğru çoğalıyor. Almanyada aynı anda pek çok kentte ırkçılığa ve faşizme karşı yürüyüşlerin, gösterilerin yapılmadığı hiçbir hafta sonu geçmiyor denebilir. Daha da önemlisi, sadece yürüyüşle sınırlı kalmıyor, tüm kent anti-faşist eylemlilik alanı haline geliyor. Bu yürüyüşlerde polisle çatışılıyor. Yer yer yüzlerce kişiyi bulan gözaltılar yaşanıyor.
İşçiler, emekçiler, ilericiler anti-faşist çevreler yoğun olarak bu eylemlere katılıyorlar. Özellikle gençlik, kitleler halinde bu eylemlere akıyor. Radikal tutumlar gösteriyor. Kadınlar da bu eylemlerin içinde kitlesel olarak yer alıyorlar.
Genel olarak eylemler giderek daha kitlesel ve radikal bir kimlik kazanıyor. Devrimci, anti-faşist çevreler bu eylemleri ya organize ediyorlar, ya da bu eylemlerde çok aktif olarak yer alıyorlar. Miting alanlarında konuşan düzen politikacılarını protesto ediyorlar, gerektiğinde onlardan kendilerini ayrıştırıyorlar, ayrılarak bağımsız eylemlerini de koyuyorlar.
Deyim uygunsa, bu süreç tüm toplum ölçüsünde bir politizasyona yol açıyor, giderek devrimcileştirici bir rol oynuyor.
Bu gelişme yalnızca yerli emekçi, işçi ve gençler üzerinde etkide bulunmuyor. Yanısıra Türkiyeli işçi, emekçi ve gençler üzerinde de olumlu rol oynayarak, onların duyarlılığını da artırıcı özellikler taşıyor. Geleneksel devrimci çevreler bunu görmüyorlar, değerlendiremiyorlar. Oysa bu eylemler Türkiyelileri de kapsayan bu saldırıya karşı artan bir ilgi ve duyarlılık yaratmaktadır, yaratacaktır.
İşte tüm bu etkenler, Alman burjuvazisini sanıldığından da fazla korkutup kaygılandırıyor. Bu eylemlerin yoğunlaşması, yaygınlaşması, giderek alışkanlığa dönüşmesini, hele hele radikalleşip düzene yönelik protestolara dönüşmesini, oldukça tehlikeli buluyorlar. Tam bu nedenle, eylemin ilerici kimliğini sulandırmak, hedefini şaşırtmak için atağa geçiyorlar.
Bir yandan ikiyüzlü samimiyetsiz manevralar yapıyorlar, Almanya Avusturya olmasın diyorlar, Arkadaşına sataşma diyorlar, NPD yasaklansın diyorlar (Hatta yasaklanması yönünde hem Federal Hükümet, hem de Federal Mecliste karara bile varıldı). Sözde Neo-Nazileri kınıyorlar. Burada amaçları; bilinçsiz insanların kafasını karıştırmaktır. Faşizme gerçekten karşı oldukları izlenimi yaratmaktır. Aldatıcı, inandırıcı olabilmektir.
Peki her türlü faşist ırkçı propagandayı niye yasaklamıyorlar? Faşist NPDyi kapatıyorlar. Peki Hür Arkadaşlara da dokunacaklar mı? Onlar olduğu gibi duruyor (Türkiyede Ülkü Ocakları ve MHPnin birbirinden farklı gösterilmeye çalışıldığı gibi). Seçimlere soktukları ırkçı faşist DVU, Cumhuriyetçiler gibi partiler, olduğu gibi duruyor. NPD kapansa ne olur, kapanmasa ne olur? Sadece devlet kasasından kendilerine resmen verilen yardımlar kesilecek. Oysa faşizm tehlikesi ve faşist örgütlenmeler, faşist propagandalar, saldırılar devam ediyor ve edecektir.
Faşizm burjuvazinin bir yönetim biçimidir. Tekelci burjuvazinin kendisi bizzat bu saldırganlığın temelidir, arkasındadır. Berlindeki bu yürüyüşe çağrı yapan, katılan tekelci sermaye çevreleri bugüne değin onları alttan alta besledi, hala da besliyor. Onlar bu saldırganlığı finanse ettiler ve ediyorlar. En önemli tekeller onlara el altından sürekli yardım ediyorlar.
Irkçı Yabancılar Yasasını çıkaranlar, iltica hakkını neredeyse yok edenler bunlar değil mi? Ve bu yasalara dayanarak ilticasını kabul etmedikleri insanları faşist rejimlere teslim edenler bunlar değiller mi? Kara paralarla finansmanını yaptıkları yabancıları seçim malzemesi yaparak onlara karşı imza kampanyaları açanlar bunlar değil mi? Hitlerin Üstün Irkı gibi, Almanyada yaşayan göçmenlerin Alman öncü kültürüne tabi olmasını savunan bunlar değil mi?
İşsizlik sorununu bahane edip yabancıları kapı dışarı eden onlar değil mi? Krizlerinin faturasını işçi ve emekçilere, ilk sırada ise yabancılara çıkartmaya çalışanlar, çıkartanlar onlar değil mi? Ve ırkçı faşist saldırganlık bizzat krize çare olarak kışkırtılan bir gelişme değil mi?
9 Ekim 92 tarihinde de bu namuslu Almanya, dönemin Cumhurbaşkanı Richard Von Weizecker önderliğinde hoşgörü için ve şiddete karşı bir kez daha ayağa kalkmıştı. Ama Cumhurbaşkanı konuşmasını anti-faşist kitlelerin ikiyüzlü! riyakar! haykırışları ve yumurta yağmuru altında kısa kesmek zorunda kalmıştı. Aynı zaman diliminde, Alman meclisinde sığınma hakkı yok edilmişti çünkü.
Burjuvazi de, cumhurbaşkanı Rau da, hükümet de iki yüzlüdür. Tekeller gerçekte faşizmin temel kaynağıdır. Onlar sadece hedef saptırıyor, bilinçleri çarpıtıyorlar. Amaç giderek eylemi orta sınıf eylemi halinde yozlaştırmak, gerçek hedefe yönelmesini engellemektir. Bu açıdan Türkiyedeki Susurluk sürecine benziyor. Yığınların gerçekleri görüp, gerçek kaynağına inmesini engellemek için Türkiyede TÜSİADtan medyaya, Sabancıdan ve Koçtan Genelkurmay Başkanına, Başbakandan milletvekillerine değin birçok düzen kodamanı, Susurluk karşıtlığını dile getirdi, ışık söndürme eylemlerine katıldı ya da destek verdi. Medya canlı yayınlar yaptı. Orta sınıf sokaklarda eyleme çıktı. Ama ne zaman ki eylemler işçi-emekçi semtlerine kayıp devrimcileşti, hemen bu ikiyüzlü destek geri alındı, konu gündemden düşürüldü, Susurlukun üstü örtüldü. Burada da şimdi benzeri yapılmaya çalışıyor.
Tekelci burjuvazinin temsilcileri Almanyanın, daha doğrusu Alman burjuvazinin imajının zedelenmesini istemiyorlar. Yani buna bağlı uluslararası mali ve ticari çıkarları zedelenmesin istiyorlar. Onlar sadece ticari itibarlarını düşünüyorlar.
Sermaye çevrelerine göre, ekonominin serbestlik ve toleransa ihtiyacı var, oysa neo-faşistler bu saldırılarla pazar ekonomisine zarar veriyor. Çünkü aşırı sağ tehlike, yabancı firmaları ve çalışanlarını Almanya ile iş yapmak konusunda korkutuyor. Ekonominin acilen ihtiyaç duyduğu bilgisiyar uzmanları, yani yararlı yabancılar da sözkonusu burada, bu eylemler onların da Almanyayı seçmelerini zora sokuyor.
Yakın bir tarihte Avusturyanın başına gelenlerin kendi başlarına da gelebileceğinden, kendilerine karşı da her türlü ticari politik tutum alınarak, yalnızlaştırılmaktan korku duyuyorlar. Yeniden faşist Almanya olmak istemiyorlar. Hitler Almanyasının dünya halkları içinde ne denli tiksinti yarattığını biliyorlar.
Yani kendi çıkarları için eylemlere ilgi gösteriyorlar.
Herşeye rağmen yığınlarda anti-faşist duygu, duyarlılık ve mücadele isteği nesneldir, samimidir. Diğer halklardan işçi ve emekçileri gerçekten kardeş, arkadaş görüyorlar. Saldırılara karşı politize oluyorlar.
Dolayısıyla bu eylemlere mesafeli yaklaşımlar yanlıştır. Tam tersine artan bir ilgi göstermek, katılmak gerekir. Türkiyeli işçi ve emekçileri, özellikle gençleri politikleştirmenin uygun bir fırsatıdır bu. Onları buradaki sınıf mücadelesinin organik bir parçası haline getirmek için şu an çok uygun bir zemin var.
Devrimci parti ve örgütler bu fırsatı değerlendirip eriyen, solan çevrelerini diriltebilirler. Genç kuşağı kazanabilmek de bu ortamı değerlendirmeye bağlıdır.
İşçi, emekçi ve gençleri anti-kapitalist bir ruhla eğitmek, devrimcileştirmek dün zordu. Şimdi ise bir hayli kolay.
9 Kasım günü Berlinde İnsanlık ve hoşgörü için ayağa kalk! sloganı altında ırkçılığa ve faşist saldırılara karşı bir yürüyüş gerçekleşti. Kristal Gece diye bilinen Yahudilere yönelik Pogromun 62. yılına rastlayan yürüyüşe, eylem yerel olmasına ve hafta içinde gerçekleşmesine rağmen, 200 bin kişi katıldı. Bu Almanyada yapılan son yılların en kitlesel yürüyüşü oldu.
Bugüne dek ırkçılığa ve faşist saldırılara karşı yapılan yürüyüşlerden farklı olarak, yürüyüşe çağrı yapanlar arasında sağcı-gerici CDU dahil Federal Mecliste temsil edilen tüm partiler, İşverenler Birliği Başkanı, Alman Endüstri Birliği Başkanı, Alman Sendikalar Birliği, Yahudi Merkezi Konseyi gibi kuruluşların yanısıra, Boris Becker, Steffi Graf ve Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar Günter Grass gibi spor ve kültür çevrelerinin en ünlüleri de bulunuyordu. Bazı televizyon kanallarından naklen yayınlanan yürüyüş, Brandenburg kapısı önünde yapılan miting ile sona erdi. Çağrı yapan ünlü isimler, ünlü TV sunucuları eşliğinde konuşmalar yaptılar. Namuslu dürüst insanlara medeni cesaretini gösterme çağrıları yinelendi.
Yahudi Merkez Konseyi Başkanı Spiegel, yaptığı konuşmada Sorun sadece biz Yahudiler değil, sorun Türkler, siyahlar, özürlüler, homoseksüeller sorunu da değil, sorun bir ülke ve bu ülkede yaşayan tek tek insanların geleceği (...) Gün gelip dazlak kafalılar ve onların düşünürleri tarafından yönetilmek istiyor musunuz? Asıl sorun burada; yoksa bu ülkenin ne kadar yabancı kapasitesini kaldırabileceğinde değil (...) Demokratik olarak seçtiğimiz politikacıları sorumlu tutun burada yaşanan olaylardan, göçmen sorunu seçim teması yapılmak istenirse ve yabancılar işe yarayanlar ve yaramayanlar olarak sınıflandırılırsa, Alman hükümetinin Düsseldorfta, Berlinde sinagogların yakılmasından sonra dokunaklı sözler söylemesi bir şey ifade etmiyor... dedi. Son günlerdeki öncü kültür tartışmalarını da eleştiren Spiegel, geçmişin unutulmamasını yoksa katledilenlerin bir kez daha katledilmiş olacaklarını vurguladı.
Cumhurbaşkanı Raununki de dahil yapılan tüm konuşmalarda, şiddetin arka planı ve nedenlerinin araştırılıp ortaya çıkarılmasından dem vuruldu. Sanki bu faşistler gökten inmişlerdi. Ama konuşmalarda işsizlik sözü hiç geçmedi. Hitler faşizmi döneminde zorla çalıştırılan işçilerden hayatta kalan 1,5 milyon kişiye ödenmesi kararlaştırılan sembolik paranın tekeller tarafından halen neden ödenmediği üzerine tek sözedilmedi. İltica hakkının giderek yokedilmesinden, ırkçı yabancılar yasasının düzenlenmesinden hiç bahsedilmedi.
Yıllardır ırkçılık ve faşizme karşı mücadele eden bazı anti-faşist çevreler bu yürüyüşü imzalayanlar arasında yer almadılar. Onlar devletin örgütlediği bu yürüyüşe katılmak yerine kentin başka semtlerinde yürüdüler. Afrikalı Örgütler Birliği, devletin örgütlediği bu yürüyüşü protesto ederek, Siyahlar dışarı, ırkçılık yine öldürüyor sloganı altında ayrı bir yürüyüş düzenlediler.