ARSIVANA SAYFA
 
18 Kasım '00
SAYI: 43
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Faşist rejim devrimci irade karşısında yenilmeye mahkumdur!
İMF-TÜSİAD bütçesine karşı işçi-emekçi barikatı!
Sermayeye kıyak, emekçiye koyu sefalet ve dayak
AB’ye bağlanan boş umutlar gene hüsran yarattı
KHK saldırısı püskürtülmelidir!
11 Kasım eylemi ve kamu emekçilerine yönelik güncel saldırı
Direne direne kazanacağız!
Kirli af oyunu değil, devrimci tutsaklara özgürlük!
Yaşamı yeniden varetmek mücadeleden geçiyor!
Kimya Teknik işçilerine mektup
Direnişteki EXSA işçilerine mektup
Fazla mesailer ve moral yozlaşma
Formasyon hakkını gaspettirmeyeceğiz
Teslim olmak onurlu bir yaşamdan sürülmektir
TAYAD’ın “Hapishaneler Gerçeği...” Kurultayı
Hücre saldırısı ve devrimci direniş
Hücrelere karşı sendikalardan ve DKÖ’lerden basın açıklaması
SAG’la dayanışma bildirileri
SAG direnişi, F tipi cezaevleri ve devlet provokasyonları
Her yerde SAG-ÖO direnişinin sesi olacağız!
Zindan direnişi kampanyamız devam ediyor!
Liberal işçi politikacılığı sendikal ihanete ortak oluyor
Almanya’da büyüyen anti-faşist duyarlılık
ABD seçimleri fiyaskosu
Ulucanlar Zindanı’nda Parti’mizin kuruluş yıldönümünü kutladık
“Kurtlar arasında çıplak”
PKK tutsaklarına açık mektup
Mücadele Postası
 



 
 
Fazla mesailer ve moral yozlaşma


Komünist Manifesto’dan TKİP Programı’na kadar bütün komünist parti programları, emeğin korunması sorununu programatik düzeyde ele almışlar ve siyasal faaliyetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak görmüşlerdir. İşçi sınıfının yaşamına baktığımızda, emeğin moral yozlaşmadan korunmasına gösterilen bu ilginin ne kadar yerinde ve hayati önem taşıdığını görebiliriz. Elbette sorun yozlaşmaya karşı mücadeleyle sınırlı değil. Asıl olan, proletaryanın kapitalizmi yıkma mücadelesinde deneyim kazanıp ustalaşmasıdır. Soruna, sadece, salt başına emeğin korunması olarak bakan bir anlayış, doğal olarak, kapitalizmin sınırları dışına çıkamaz ve reformizmden öteye gidemez.

Temel amaçları; işçinin karşılığı ödenmemiş emeğinden artı-değer sızdırmak olan kapitalistler, elbette işçinin fiziki ya da manevi yozlaşmasıyla uğraşacak değiller. Tam tersine, hedeflerine ulaşmak için her gün, her saat işçi sınıfını anti-sosyal yoz bir yaşama mahkum ederler. Bununla yetinmeyip fiziki olarak da sağlığını tüketirler. Buradan baktığımızda, son yıllarda küreselleşme karşıtı eylemlerde atılan “Kapitalizm öldürür!” sloganının isabetliliğini görüyoruz.

12 Eylül 1980 faşist darbesiyle işçi sınıfının örgütlülüğüne ve kazanılmış haklarına darbe vurulmasından sonra Türkiye tam bir ucuz işgücü cenneti haline gelmiştir. 2000’li yılların sonlarında sendikal örgütlülüğün sürekli zayıflaması ve her on işçiden ancak birinin sendikalı olması, emek-gücü fiyatının daha da düşmesine imkan tanımıştır. Milyonlarca işçinin asgari ücrete mahkum edilmesi, milyonlarcasının da asgari ücretin biraz fazlası ücretle çalışmak zorunda kalması, yaşanan sefaletin boyutunu göstermek için yeterlidir. Buna milyonlarca işsiz de eklendiğinde tablo tamamlanıyor.


İşçiler fazla mesaileri meşru kabul eder
bir duruma getirilmiştir

İşçi sınıfının ezici çoğunluğu metropollerde yaşamaktadır. Azımsanmayacak bir oranı barınmak için kira ödüyor. En döküntü evin (kenar semtlerde olmak kaydıyla) aylık kirası 40 milyondur. Buna karşın ortalama işçi ücretleri (sendikalı işyeri dışında, demek oluyor ki her on işçiden dokuzunun) 87 milyonla 130 milyon arasında değişmektedir. Türkiye’de bir insanın yaşamını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu miktarı işçinin aldığı ücretle kıyasladığımızda, işçi sınıfı kitlesinin büyük çoğunluğunun nasıl bir sefalete mahkum edildiğini görürüz.

Ücretlerin ve sosyal hakların (birçok işletmede sosyal haklar gaspedilmiş durumda) tamamen kapitalistin insafına terkedildiği bir yerde başka bir sonuç beklenemez. Verili durumda yaygın örgütsüzlük, sömürüyü bir nebze sınırlama mücadelesinin zayıflığı, bu olanakları patronlara sağlamaktadır. Bu koşullarda, işçiye görünen tek “alternatif”i (ki bu en berbat alternatiftir) kalmaktadır. O da mesailerdir. 100 milyon ücretle çalışan bir işçi, bir ay boyunca günde 12 saat çalıştığı zaman ortalama ücreti 140 milyona ulaşmaktadır. Yani işgünü fiili olarak 8 değil 12 saat olmaktadır. Buna rağmen mesai aranır duruma gelmiştir.


İşçi sınıfı mesaileri kanıksayarak kapitalistlerin
ekmeğine yağ sürmektedir

Bu koşullarda, işçinin iş için başvuru yaptığı fabrikanın patronu “bizde bol mesai vardır” diyerek işi “cazipleştiriyor”. Ayrıca işçiler arasında A fabrikasından sözedilirken, “o fabrikada çok mesai var” denilip, bu olumlu bir özellik olarak kabul edilebiliyor. Soruna bu pencereden bakan işçiler, olaylara sınıfsal değil, bireysel olarak bakma eğilimindedirler.

Buradan işçilerin halinden çok memnun oldukları sonucu çıkmıyor elbette. Tersine hoşnutsuzluk genel bir ruh halidir. Ancak sorun, kapitalizmin sefalete mahkum ettiği işçilerin sanki bu bir kadermiş gibi bu koşulları içlerine sindirmeleridir. Böyle bir ortamda işçi, daha insanca bir yaşam için örgütlenip mücadele edeceği yerde, bir ay boyunca kaç saat ek mesai için çalışacağının hesabını yapıyor. Böylece hak almanın-kazanmanın en temel yolu olan örgütlenme ihtiyacı ve bilinci körelebiliyor. Mücadelede öncülerini henüz oluşturamamış, sınıf devrimcilerinin müdahale edemedikleri alanlarda ise, örgütlenip hak arama mücadelesi yürütmek çok soyut kalabiliyor.

Sömürü ve sefalete karşı mücadele edeceği yerde günde 12-14 saat çalışmayı (zorunluluktan dolayı da olsa) içine sindiren işçilerin bir çeşit moral yozlaşma yaşadıklarını kabul etmek gerek. Bu da patronları örgütlü işçi “belasından” kurtarmaktadır. Yoğun çalışan işçilerde sosyal yaşam neredeyse sıfırlanmaktadır. Hatta işçi kendi ailesiyle bile yeteri kadar ilgilenememekte, eğer eşlerin ikisi çalışıyorsa ve biri gece vardiyasındaysa, ancak hafta sonu görüşebilmektedirler.

Bu sosyal yaşamın dışına itilmenin yanısıra, sürekli uzun süreli çalışmak, işçiyi fiziki olarak da tüketmektedir. Bunun sonucunda işçiler erken yaşta sağlık sorunları yaşamaktadırlar. Gittikçe vahşileşen kapitalizm, işçi sınıfının sosyal, kültürel ve siyasal yönden kendini geliştirip eğitmesi önünde ciddi bir engeldir.

Parti programında “Emeğin Korunması” başlığı altında formüle edilen taleplere işçi sınıfının şiddetle ihtiyacı vardır. Parti’nin önünde ise, bu talepleri işçi sınıfına, yani asıl sahiplerine maletmek için en azami çabayı harcama görevi durmaktadır.





Çukobirlik’te hedef MHP kadrolaşması


DİSK Bölge Başkanı Yusuf Yürekli Çukobirlik’te yaşanan işçi çıkışlarıyla ilgili yaptığı konuşmada, hedefin MHP kadrolaşması olduğuna dikkat çekti. İşçiler Yakup Şahin ve şube başkanına tepkilerini dile getirdiler. Bir işçi Yakup Şahin’in eylemi bitirirken kendilerine söz verdiğini, “İşten atılmayacaksınız, bu fabrika sizlerle çalışacak” demesine rağmen sözünde durmadığını belirtti. Diğer bir işçi şube başkanından “Siz politika yapıyorsunuz, ‘97’de eşimi attınız. Şimdi de beni attınız. Bunun hesabını kim verecek?” şeklinde hesap sordu.





Adana Büyükşehir Belediyesi işçilerinden protesto


Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz’ın Adana gezisi sırasında, Yeşiloba Ağbuda Arıtma tesislerinin temel atma törenlerinde, Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan işçiler sorunlarını duyurmak için hazır bulundular. Askerler işçilere müdahale etmek istedi. Bunun üzerine şube başkanı ve Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak işçileri kendisinin getirdiğini söyleyince işçilerde bir tepki oluştu. Belediyenin parası olmadığı için ücretlerini ödeyemediğini söyleyen başkana Yılmaz, belediyeler kanununun bir an önce çıkarılması sağlanarak bu tip sorunların çözüleceğini söyledi.





Tekel işçilerinin yemek boykotu


Tekel işçileri 13 Kasım tarihinden itibaren yemekhanenin taşeronlaştırılmasına ve özelleştirmeye karşı Türkiye genelinde yemekhane boykotu başlattılar. Yüzde yüze yakın bir katılımın gözlendiği boykotta, Tek Gıda-İş Sendikası dışarıdan işçiler için yiyecek getirdi. Tek Gıda-İş Şube Başkanı yaptığı konuşmada, özelleştirmeye ve taşeronlaştırma saldırılarına karşı direneceklerini belirtti. Bu saldırılarda ısrar etmeleri halinde “gökkubbeyi başlarına yıkacağız” sözleriyle işçilerden bolca alkış aldı.





Muğla Yatağan’da barikat, saldırı!…


Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy’deki termik santrallerin özelleştirilmesine karşı Tes-İş üyesi santral işçileri Yatağan Termik Santralı’nı terketmeyerek eyleme başlamışlardı. 15 Kasım günü açılan ihaleyi alan uluslararası konsorsiyum üyeleri, Yatağan’da inceleme yapmak üzere santrale geldi. Bunun üzerine santral girişine eşleri ve çocuklarıyla birlikte barikat kuran yüzlerce santral işçisi direnişe geçti. Jandarmanın uyarılarına aldırış etmeyen işçilerin direnişe devam etmesi üzerine bini aşkın sayıda jandarma işçilere karşı taarruza geçti. Saldırı sonucu 7 işçi yaralanırken, içinde sendika yöneticilerinin de olduğu 16 kişi gözaltına alındı.

Bunun üzerine kömür ocaklarında çalışan işçiler de santral işçilerine destek olmak ve gözaltıları protesto etmek için üretimi durdurdular. Gözaltına alınanların serbest bırakılmasıyla bu protesto amacına ulaştı.
Şu anda Muğla Yatağan Santrali önünde jandarma ablukası devam etmekte. İşçilerse üretime devam ediyor.