ARSIVANA SAYFA
 
23 Eylül '00
SAYI: 35
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Birinci yıldönümünde Ulucanlar direnişinden öğrenmek
Ulucanlar katliamının hesabını soralım!
Hücre saldırısına karşı asıl barikatı dışarıda örelim!
Tutsak aileleri katliamı lanetlemeye hazırlanıyor
Düzenin yargı cephesinde oynanan oyunlar
Enerji Yapı Yol Sen’in üç günlük iş bırakma eylemi
Çukobirlik işçileri direnişlerini sürdürüyor
“Güneydoğu Eylem Planı” ile ne hedefleniyor?
Grev yasağı ve belediye işçilerinin sorumlulukları
Barış üzerine notlar
Belgelerle planlı faşist katliam
Karadeniz: Bir halklar mozaiği/1
Habip ve Ümit’e dair
Hücre karşıtı muhalefet güçleniyor
Hücre karşıtı muhalefet ve zindan cephesi
Yargı terörü, TMY ve DGM’ler
Bir abladan bir anaya... Kazanan biz olacağız!
Ümit ve Habip şahsında ON’lara
Buca katliamı 5. yılında
Irkçılığa geçit yok!
Mücadele Postası
 



 
 
Belgelerle planlı faşist katliam


Adım adım planlı katliama doğru

Ankara Ulucanlar Hapishanesi’nde siyasi tutuklular kapasitesinin üç katı kadar dolu koğuşlarda tutuluyorlardı. Yer sorununun giderilmesi için uzun süre çaba harcadılar. İdare ve Adalet Bakanlığı defalarca söz verdiği halde ve koğuş temini mümkün iken bu haklı istem karşılanmadı. Bu nedenle 4. ve 5. koğuşlarda kalan tutuklular 02.09.1999 günü bitişiklerindeki 7. koğuşun duvarını kırarak buraya da kısmen yerleştiler.

Bu fiili durum kolayca çözülebilecekken, idare gerginlik yaratma stratejisi ile hareket ederek, tutuklular imkan tanıdığı halde sayımları almama gibi girişimlerle gerginliği tırmandırdı. Tutukluların aileleri ve avukatları ile görüşmeleri engellendi, günlük ihtiyaçlarını temin etmeleri zorlaştırıldı.

Planlanan katliama adım adım yaklaşılıyordu.


Haklı koğuş taleplerinden dolayı çocuklarımız ve biz yakınları yetkililer tarafından cezalandırılıyoruz. 2 Eylül’den beri yakınlarımızla görüştürülmüyoruz. Ailelerin getirdiği yiyecekler alınmayarak çocuklarımız açlığa terk ediliyor.
(İnsan Hakları Savunucuları ile Tutuklu Ailelerinin 13 Eylül 1999 tarihli basın açıklamasından)

Adalet Bakanlığı yetkilileri de daha önceki benzer eylemlerde sergiledikleri uzlaşıcı tavrı sergilememişlerdir. Müdahale zorunluluğu doğmadan koğuş sorununu çözmek için yeterli çabayı göstermemişlerdir. (...)
Her ne kadar ilgililer (hem Adalet Bakanlığı yetkilileri hem de İçişleri Bakanlığı yetkilileri) olayın, yani 26 Eylül günü yapılan müdahalenin sebebini “yoğun tünel istihbaratı, firar hazırlığı vardı” olarak bildiriyorsa da, operasyonu yöneten yarbay “harekatın gerekçesi nedir” sorusuna “devlet otoritesinin tesis edilmesi” cevabını vermektedir. (...)
Komisyonumuz cezaevlerinde bir otorite zaafiyetinden çok otoritenin yanlış kullanılması sorununun olduğunu düşünmektedir.
(TBMM İnceleme Komisyonu rapor taslağındaki görüşlerinden)


***

Planlı faşist katliam ve saatler boyu
süren Nazi türü işkence


26 Eylül 1999 günü saat 03-04 civarında ağır silahlar, zehirli ve bayıltıcı gazlar, köpük, tazyikli su gibi vasıtalar kullanılarak saldırı başlatıldı. İlk anda, hedef gözetilerek tutukluların üzerine öldürücü ateş açıldı. Bu sürekli silahlı saldırıda birçok tutuklu yaralandı bir kısmı ise öldü. Boğucu miktarda gaz, köpük ve yakıcı kimyasal maddeler kullanıldı. Saatler süren bu ağır saldırı sonunda tutuklular bir de 300 metrelik koridor boyunca sıralanan operasyoncular tarafından acımasızca ve vahşice dövülerek, sürüklenerek cezaevinin hamamına getirildiler. Burada sistemli işkence yapıldı. İşkencede dayak, haya burma, kesici aletle yaralama, yakıcı kimyasal sıvılarla vücudu yaralama, odun hızarı ile kesme provası, göze ve boğaza cisim sokma, bıyık yolma, pense ile vücut sıkma, çıplak vaziyette ıslak vücutla kelepçeli olarak bekletme, arkadaşlarının cesetlerine bakmaya ve üzerlerine basmaya zorlama, küfür, hakaret, tehdit vb. tüm yöntemler kullanıldı. Yaralı tutuklulara zorla marşlar söyletilmeye, jandarma lehine sloganlar attırmaya çalışıldı.

Hamamdaki işkencede bazı tutuklular özel olarak seçilerek sorgulamaya tabi tutuldu ve burada öldürüldü.

Yaralı tutukluların çoğu çırılçıplak soyularak çeşitli cezaevlerine gönderilirken de işkence ve eziyetler gördüler.

Bu planlı katliam neticesinde 10 tutuklu öldürüldü, çoğu ağır olmak üzere 80’in üzerinde tutuklu yaralandı. Gözünü, bacağını, parmağını kaybederek sakat kalanlar oldu.


İlk hastalar gaz bombasından etkilenen askerlerdi. Onlara müdahale ettik. Maske taktıkları halde, gaz bombasına maruz kaldıkları için gözlerinde yanma, nefes darlığı gibi şikayetleri oldu ve bize geldiler. Bir ara değil burası şu bahçede insanın gözleri yanıyordu, bayağı bir yoğundu. (...)
Bir ara Numune hastanesi bile, “biz yaralıları kabul etmeyeceğiz” dedi. (...)
Testisi kanama sebebiyle, yani şöyle benzetebilirim, kafası kadar olmuş neredeyse. O kanama darba bağlı olur.
(Cezaevi hekimi Dr. Turap Ulaşoğlu’nun ifadesinden)

Biz koğuştan çıkıp teslim olurlar diye koğuşu üç defa yoğun bir gaz bombardımanına tuttuk; yani aşağı yukarı 10-12 tane gaz bombasını bir anda kullandık, yukarıdakileri riske ederek. (...)
İçeriye gaz attık, fakat şunu söyleyeyim hazırlıkları çok iyi, hepsinde gaz maskesi var, yapma gaz maskesi. Gaz bezleri teyel dikiş dediğimiz dikişle dikmişler, gözlük yapmışlar, alkolle veya kolonyayla hafifçe ıslattığınız zaman çok güzel gaz maskesi olur. (...)
Personelim “Komutanım maskeye rağmen duramıyoruz” deyince personel değiştiriyorduk.
(İl Jandarma Alay Komutan Yardımcısı Yarbay Ali Öz’ün ifadesinden)

Bizim prensibimiz vardır, biz deriz ki toplum olayında, sanık bizim olduktan sonra biz zor kullanmayız, bizim olması demek enterne etmek demektir.
(Ankara İl Jandarma Alay Komutanı Albay Kemal Albayrak’ın ifadesinden)

Onuncu gün cezaevine girildiğinde 15 dakikadan fazla içeride kalmak mümkün olmadı. Gardiyanlar bile temizlik için 8. gün içeriye girebildiklerini söylediler. Böyle bir ortamda içeridekilerin ne kadar direnebileceğinin takdirini size bırakıyorum.
O kadar yoğunluktaki bir gaz bombası kullanıldıktan sonra, başka bir şey yapmaya gerek kalmadan sadece beklenseydi bu insanlar dışarı çıkacaktı zaten. Bu güç kullanımı anlamsızlaştıran tıbbi bir bulgudur. Bu ortamda ısrar edecek birisinin sadece gözleri yaşarmaz, belli bir süre sonra solunumu deprese edici bir rolü olduğundan solunum durur zaten, ölürsünüz. (...)
Ölenlerden en az 3 tanesinde ciddi travma izleri var. Hem ateşli silah yaralanması hem de dövme izleri var. Bu şahıslara dövecek kadar yaklaşıldıysa neden ateşli silah kullanıldı? Yok önce silah yaralaması olduysa yaralı insan neden bu kadar dövüldü sorularını sormak gerekiyor. Fotoğrafın birinde penisin ucunda 0,2-0,3 cm. büyüklüğünde bir kanama alanı var. Bu elektrik işkencesini gösteriyor. Bu elektrot bağlama izi olabilir. (...)
Ölmeyenlerin tamamına yakınında darp var. Ciddi durumlarda olanlar var. Kaburgaları kırık, körlük tehlikesiyle karşı karşıya olan insanlar var.
(İnsan Hakları Vakfı Ankara Tedavi Merkezi Sorumlusu Dr. Ümit Erkal’ın ifadesinden)

Netice itibariyle Ulucanlar Cezaevi’nde silah kullanılmıştır. 10 ölü ve çoğu ateşli silahla olmak üzere 30’un üzerinde yaralı olduğuna göre öldürme kastıyla hareket edilmiştir. (...)
Kullanılan gaz ve köpükle direnişin kırılması sağlanarak tutuklular etkisiz hale getirilebilirdi. Bu konuda gerektiği şekide duyarlı davranılmamıştır. Ayrıca cesetlerde ve yaralılardaki darp izleri olaylar sırasındaki arbedede olacak şekilde görünmemektedir. Güvenlik güçleri hem çatışma sırasında hem de çatışmadan sonra amacı aşacak şekilde güç kullanmışlar, tutukluları ağır şekilde darp etmişlerdir. (...)
Yetkililer, nizami gaz maskeleri kullanmalarına rağmen bazı askerlerin zehirlendiğini söylemişlerdir. Yine cezaevi yöneticileri ve olaydan günler sonra koğuşlara giren kişiler gazdan etkilendiklerini söylemişlerdir. Bu durum, beklenilseydi etkisiz hale gelirlerdi ve ölümler olmadan olay biterdi, düşüncesini akla getirmektedir. Olayın cereyan ettiği koğuşlarda yaptığı incelemede yoğun çatışma izlerine rastlamadık. Tutukluların tüpleri lav silahı olarak kullandıkları ve güvenlik güçlerinin kapıdan girmesini engelledikleri söylenmektedir. Ancak kapılarda ciddi bir alev yanığı izine rastlanmamıştır. Duvarlarda çok sayıda mermi izi bulunmaması, hedef gözeterek ateş edildiğini düşündürmektedir. (...)
Hem olaylara katılan tutuklu ve hükümlüler hem de olayların dışında kalan PKK ve diğer örgütlerin üyesi olanlar, hatta olayları gören adli tutuklu ve hükümlüler yoğun bir şekilde dövme ve işkence yapıldığını (sopalarla, coplarla vurma, tekme-yumrukla vurma, yerde sürükleme, yaralıların üzerinde gezme gibi) ifade etmişlerdir. Bu durum cesetlerdeki ve yaralılardaki izlerden, raporlardan açıkça belli olmaktadır. (...)
Operasyonu komuta eden Yarbay, kadın tutuklu ve hükümlülerin bazı askerleri şişlediklerini, bir askerin LPG tüpünden yapılan alev silahı ile tutuştuğunu ve zor söndürdüklerini söylüyor ama, alınan raporlarda ne şişle yaralı, ne de yanık yarası olan asker var. (...)
Olaylar bittikten sonra 4. koğuştaki mahkumlar, güvenlik güçleri tarafından tahliye edilirken darp edilmiş, bu tutum cezaevi banyosunda gardiyanların katılımı ile devam etmiştir.
(TBMM İnceleme Komisyonu rapor taslağından)


***

Yaralıların tedavisi engellendi,
işkence hastanede bile sürdü


Yaralılar zamanında hastaneye götürülmedi, götürülenler de yeterli şekilde tedavi edilmedi, işkence hastanede dahi devam etti. Tedaviler tamamlanmadan tüm yaralılar cezaevinde hücrelere atıldılar. Tüm hakları alınan tutuklular hücrelerde açlık grevi yaptılar ve 25 gün kadar süren bu açlık grevi sonunda koğuşlara alındılar.


Hastanenin kapısından girer girmez ameliyethaneye gelinceye kadar askerler tarafından yumruk, küfür, yaralara özel vurma, tehdit ve işkencelere maruz kaldım.
(Barış Gönülşen/Burdur Cezaevi)

Olayların başlaması ve hasteneye çıkışların yapılması arasında önemli bir zaman kaybı var. Olaylar ile hastane girişleri arasında üç saatlik bir zaman kaybı var. Sevklerde ihmal edilmeyecek, hiçbir şekilde göz önüne alınmayacak bir gecikme olmuştur ve söz konusu kanamadan kaynaklanan ölümlerde bu gecikmenin mutlaka etkisi vardır. Hastane çalışanlarının tanıklığına göre sevkler ve yaralanmalar sırasında şiddet uygulanmıştır. Numune hastanesi sağlık ekibi, tıbbi tedavi ve bakım açısından başarılı bir ortam oluşturmuştur. Ancak bu tıbbi ortam güvenlik gerekçesi ile sakıncalı hale getirilmiştir. Fiziken kelepçe ve zincir uygulaması sağlıklı bir tedaviyi engelliyordu.
(Türk Tabipler Birliği Temsilcisi Dr. Metin Bakkalcı’nın ifadesinden)

Ölümlerin 09:30’dan sonraki bir saatte meydana gelmesi ve yoğun çatışmaların bu saatten önce bitmiş olması; bu insanlara tıbbi müdahale edilmemesinin etkili olduğu açıktır.
(TBMM İnceleme Komisyonu’nun rapor taslağındaki görüşlerinden)


***


Hepimiz ayakta kalamayacak
duruma getirilene dek işkenceden geçirildik


Tutuklular birbirlerinden habersiz, birbirlerinden bağımsız olarak verdikleri ifadelerde veya yaptıkları yazılı başvurularda, katliamı hep aynı şekilde anlattılar. Yaşayan insanların birbirinden ayrı yerlerde aynı şeyleri anlattıkları bu olayın başkaca bir delile gerek kalmaksızın bir katliam olduğunu söylemek mümkündür.


Ben her ne kadar siyasi tutuklu isem de siyasilerle anlaşamadığım için 14. koğuş olan müşahade koğuşunda kalıyordum. Olaylardan sonra saat 14:30 gibi gelerek sevkimin çıktığını söyleyip, giysilerimi bile almama izin vermeden beni koğuştan kaçırdılar. Komutanların komutu ile koridorda yüzlerce askerin ve gardiyanın saldırısına uğradım. Olayla bir ilişkim olmadığını belirtmeme rağmen hamama kadar beni sopa, cop ve postallarıyla dövdüler. Hamamın bulunduğu yerde özel bir yer yapmışlardı. Beni de buraya soktular. 25-30 tutuklu burada soyulmuş ve dizilmiş vaziyette duruyordu. Askerler, gardiyanlar, sivil polisler, robokop denen kuvvetler tarafından bu kişilere işkence yapılıyordu. Hepsi zaten ağır yaralıydı.
(Yusuf Oğuz, 15.10.1999 Burdur Cezaevi)

Gaz bombalarının etkisinden kurtulmak için bir ara havalandırmaya çıktım, fakat üzerimize kurşunlar yağıyordu, tekrar içeri girdim. Jandarma genellikle çatı ve 4. koğuşun girişinden ateş ediyordu. Sonra güvenlik güçleri koğuşa girdi, bizleri alarak hamama kadar götürdüler. Gerek hamamın önünde gerekse götürülürken özellikle silahlar nerede diyerek dövdüler.
(Duygu Mutlu, 28.09.1999 Bartın Cezaevi)

Havalandırmadan içeri girdiğimizde biber gazı içeren bomba atıldığı için kusmaya başladık, tekrar dışarı çıktık, bu kez de çatıdan taş, kiremit ve silahla ateş atıyorlardı, köpük de sıkılmıştı ve yeniden içeri sığınmak zorunda kaldık. Üzerimizde bulunan para, saat gibi kıymetli eşyalarımızı talan ettiler. Hastaneye götürüleceğimi beklerken beni dışarı çıkardılar, bahçede tekrar işkenceye başladılar, 15 dakika boyunca her türlü işkenceye maruz kaldm. Ermenek Cezaevi’ne getirilmek üzere ring aracına bindirildim, araçta sürekli ölümle tehdit edildim, yolda hiçbir ihtiyacımız karşılanmadı, çırıl çıplak vaziyette Ermenek’e getirildik.
(Ertuğrul Kaya, Ermenek Cezaevi 28.10.1999)

Hepimiz ayakta kalamayacak duruma getirilene dek işkenceden geçirildik, birçoğumuz sakat kaldı, hastaneye götürülenler işkence eşliğinde götürülmüş.
(Cemal Çakmak, 18.10.1999 Burdur Cezaevi)

Dışarı çıkan Habip Gül’e havalandırma kapısında duran özel harekat timi nişan aldı ve ateş etti. Habip Gül bir arkadaşın kucağına yaralı bir vaziyette düştü.
(Enver Yanık, Amasya Cezaevi)

Nefes alamıyorduk, yüzümüzü yakıyordu gaz. Birçok arkadaş göremiyordu. Zaten üç-beş kişi dışında herkes şu ya da bu şekilde yaralıydı.
(Halil Doğan, İskenderun Cezaevi)


***

“Herşey operasyoncuları aklayacak şekilde düzenlendikten
sonra kamuoyunun önüne çıkıldı”


Katliamdan sonra beş gün boyunca yaralılarla aileleri ya da avukatları görüştürülmedi, hastanelere alınmadılar ve resmi yetkililerden hiçbiri aile ve avukatlarla görüşmediler.

Yasal engel olmadığı ve daha önceki dönemlerde bu tür otopsilere avukatların girmesi mutad olduğu halde avukatlar otopsiye alınmadı.

Avukatlar aynı gün (26.09.1999) savcılığa başvurup idareciler ve operasyoncular hakkında şikayette bulundular ve delillerin savcı tarafından sağlıklı bir şekilde toplanmasını istediler. Buna rağmen savcılar, delilleri şikayet edilen jandarmaların ve idarecilerin fiilen toplamasını/yok etmesini engellemediler.

On gün boyunca cezaevine bağımsız hiçbir gözlemci de alınmadı. Yöntemine ve mantığa uygun olmayan arama tutanakları düzenlendi. Herşey operasyoncuları aklayacak şekilde düzenlendikten sonra kamuoyunun önüne çıkıdı.

Tepkiler üzerine tutuklularda av tüfeği, makinalı tüfek de dahil olmak üzere çok sayıda silah bulunduğu açıklandı. Bazı tutukluları öldüren atışların yapıldığı silahlar olan bir av tüfeği ve makinalı tüfeğin olaydan birkaç gün sonra bulunduğu ileri sürüldü. Olayların dışında olan bir tutuklunun ifadesinde ilk ateş makinalı tüfekle oldu diye ifade vermesinden sonra, güya yeniden yapılan aramada makinalı tüfek bulunduğu ileri sürüldü. Bu silahlarla yaralanan bir tek devlet görevlisi olmadığı da görüldü.


Otomatik tüfek ilk aramada bulunmamış, soruşturma yapan bakanlık yetkililerine bir PKK’lı tutuklunun “ilk ateş otomatik tüfekten açıldı” ifadesinden sonra ortaya çıkarılmıştır. Sonra; eğer sözü edilen otomatik tüfek tutuklular tarafından kullanılmış olsaydı bu silahla güvenlik güçlerinin yaralanması gerekirdi. Oysa ateşli silahla yaralanan güvenlik güçleri tabanca mermisi ile vurulmuşlardır. Yine av tüfeği kullanılmış ve iddia edildiği gibi tüfekle tutuklular üç arkadaşlarını öldürmüş iseler, niçin tüfekle güvenlik güçlerine ateş etmemişlerdir? Ayrıca yapılan aramada 61 adet dolu fişek, 41 adet boş kovan bulunduğu bilinmektedir. Bunlar içerden yoğun bir ateş gelmediğini göstermektedir.
(TBMM Komisyonu’nun rapor taslağındaki görüşlerinden)


***

“Cesetleri tanınmayacak derecede işkence yapılmıştı”

Yapılan otopsiler sonucunda öldürülenlerde ağır ve öldürücü işkence izleri, kimyasal yanıklar, kesikler ve çok sayıda ateşli silah yarası tespit edildi. Tüm cesetlerde öldürücü bölgelerde ateşli silah yarası görüldü. Yapılan işkence o kadar ağırdı ki İsmet Kavaklıoğlu’na ait ceset resmi yetkililerce üç ayrı kişi olarak açıklandı ve İsmet olduğu ancak 4. gün anlaşıldı. Cesetlere tanınmayacak derecede işkence yapılmıştı. Yapılan işkence adli tıp raporları ve bağımsız uzmanların görüşleri ile de ispatlandı.

Darpların birçoğunun sert ve künt cisimlerin direk olarak vurulması ile meydana geldiği, arbede ile oluşamayacağı belgelendi. Yaralılar sağlıklı bir muayeneden geçirilmemesine rağmen sınırlı olan raporları bile işkenceyi belgeledi.



* Vücudun değişik bölgelerinde çok sayıda künt tramvalarına maruz kalmış kişide ölümün silah (av tüfeği) yaralanmasına bağlı akciğer ve kalp delinmesinden gelişen kanama ile künt kafa travmasına bağlı kafa içi değişimler sonucu meydana gelmiş olduğu,
* Lezyonlardan önemli bir kısmının “ray şeklinde ekimoz” olarak tanımlandığı ve uzunlukları da dikkate alındığında bunların uzunluğu olan ve konveks yüzeyli sert ve künt cisim veya cisimlerin direkt havaleleri ile meydana getirilmiş nitelikte oldukları, baştaki lezyonlar ile cilt altında saptanan yaygın hematom birlikte değerlendirildiğinde ölümünü mucip kafa içi kanamanın da direkt künt tarvma sonucu meydana gelmiş olacağı, ayrıca boyun bölgesi ile çeneye yönelik ağır künt travmalarına maruz kalmış olup çene kemiğinde kırık meydana gelmiş olduğu, tüm künt travmatik değişimler birlikte değerlendirildiğinde bu bulguların değişik literatürlerde tanımlanan “kaba dayak” işkencesi ile uyumlu bulunduğu,
* Tanımlanan özellikleri itibarıyla künt travmalara ve ateşli silah yaralanmasına canlı iken maruz kalmış olduğu...




* Ateşli silah yaralanmasına maruz kalmış kişide ölümün, ateşli silah yaralanmasına bağlı büyük damar yaralanmasından gelişen kanama sonucu meydana gelmiş olduğu,
* Tanımlanan özellikleri itibariyle künt travmalara ve ateşli silah yaralanmasına canlı iken maruz kalmış olduğu,
* Cesette tanımlanan travmatik değişimlerin bir kısmı künt travma ile oluşmuş lezyonlar olup, vücudun değişik yer ve yönlerindeki yerleşimleri itibarıyla, bir kısmı düşme, düşürülme, mücadele ve yakalanma sırasında meydana gelebilecek nitelikte ise de tamamının bu eylemler sırasında meydana gelmesinin tıbben varit görülmediği, kanamalı sıyrık ve ekimozlu veya ekimoz belirtilmemiş parşömenleşmiş sıyrık olarak tanımlanan travmatik değişimlerin sert zemine sürtünme şeklindeki travmalarla, künt travmların bir kısmının ise sert ve künt cisimlerin direkt havalesi ile meydana gelmiş olacakları...




* Künt travmalara maruz kalmış kişide ölümün ateşli silah yaralanmasına bağlı akciğer yaralanmasından gelişen kanama sonucu meydana gelmiş olduğu,
* Sıyrık olarak tanımlanan travmatik değişimlerin sert zemine sürtünme şeklindeki travmalarla, künt travmaların bir kısmının ise sert ve künt cisimlerin direkt havalesi ile meydana gelmiş olacakları,
* Tanımlanan özellikleri itibarıyla künt travmalara ve ateşli silah yaralanmasına canlı iken maruz kalmış olduğu,
* Akciğer yaralanmalarında kısa sürede müdahale edildiğinde kurtulma ihtimali bulunduğu...


***

“Ulucanlar Cezaevi’nde bilerek ve
hedef gözetilerek cinayet işlenmiştir”


Açık bir katliam olduğu bir çok sivil toplum örgütü ve kuruluş tarafından vurgulandı. Çok sayıda sendika, dernek, parti, meslek örgütü katliamı lanetledi.


Ankara Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi’nde yaşananlar bir katliamdır. Hiçbir gerekçe dört duvar arasında bulunan kişilerin öldürülmesini haklı göstermez. Olayların birinci derecede sorumlusu Adalet Bakanı derhal istifa etmelidir. Meydana gelen olayları “Devletin hakimiyetini kullanma” olarak niteleyen, böylece öldürme eylemini meşrulaştıran Başbakan da istifa etmelidir.
(İzmir Barosu Yön. Kurulu Adına Av. Ahmet Okyay İzmir Barosu Bşk. Yrd. 28.09.1999)

Önceki günlerde Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun’un sabırla çözeceğini söylediği cezaevi sorunu sonuçta katliam ile “çözülmüştür” (...)
Cezaevlerindeki krizin büyümemesi ve çözülmesi için devlet yetkililerini uyarıyor, kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyoruz.
(Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi Bşk. Av. Murat Çelik 28.09.1999)

Ulucanlar Cezaevi’nde bilerek ve hedef gözetilerek cinayet işlenmiştir. Cezaevlerindeki insanlar devletin koruması altında olması gerekirken, can kenara itilerek sol görüşlü mahkum ve tutukluları katliamdan geçirmişlerdir.
(Türk-İş ve DİSK konfederasyonlarına bağlı sekizi genel merkez olmak üzere çok sayıda sendikanın ortak açıklaması 29.09.1999)

On gün sonra gittiğimiz halde bizi etkileyen gözyaşartıcı bombanın etkisine dikkat çekmek istiyorum. Burada bu insanların öldürülmesine gerekçe olacak bir olayın olduğu inancında değiliz.
(Türkiye Barolar Birliği Gen. Sekreteri Av. Özdemir Özok)


***

Düzenin kokuşmuş yargısı faşist
katliamın üstünü örtmek istedi

Bu kadar açıklığa karşın olayın sorumlularının yargılanması engellendi, haklarında dava açılmasına gerek görülmedi. Bizzat operasyon kararını verenlerden birisi olan Ankara Valisi hiçbir gerekçe göstermeden, birkaç cümle ile operasyonu yapan askerlerin yargılanmalarına gerek olmadığına karar verdi.

Cezaevi idarecileri ve gardiyanlar hakkında ise savcılar tarafından hızla takipsizlik kararı verildi. Olaylar sırasında cezaevi personelinin içeriye alınmadığı, dışarıda bekletildiğini kabul eden savcılar, böyle bir işlemin yasadışı olduğunu düşünmedi bile. Aynı savcılar gardiyanların arama yapmak için güvenlik güçlerinin desteği ile kibarca koğuşlara gittiklerini, ama saldırıya uğramaları üzerine çatışma başladığını da bir başka kararlarına dayanak yaptılar. Böylece cezaevi personeli aynı anda hem cezaevinin içinde hem de bahçesinde kabul edildi.

Verilen takipsizlik kararına karşı yapılan itiraz da sonuç vermedi.


Davayı açan savcıların hazırladıkları iddianamede sadece olaya katılan tutuklu ve hükümlüler sanık olarak gösterilmektedir, yani sadece tutuklu ve hükümlüler suçlanmaktadır. Ama olayda açıklama bekleyen pek çok soru ve kuşku bulunmaktadır.
(TBMM Komisyonu’nun rapor taslağındaki görüşlerinden)

Operasyonlarda karar verenlerin Ankara İl Jandarma Alay Komutanı, Vali, Emniyet Müdürü, Başsavcı ve MİT sorumlusu olduğu söylendi.
(TBMM Komisyonu’nun rapor taslağındaki görüşlerinden)


***

TBMM İnsan Hakları Komisyonu
vahşetin video kayıtlarını izlemeye tahammül edemedi


TBMM İnsan Hakları Komisyonu olayları incelemek için bir alt komisyon kurdu, ancak bu komisyon üyelerinin çoğunluğunun hazırladığı ve benimsediği taslak rapor devleti suçlayıcı mahiyette olduğundan komisyon başkanları tarafından resmileştirilmedi. Ne var ki rapor taslağı basına ve kamuoyuna yansıdı. Çok geniş yetkilere sahip olan bu komisyonun bile tutuklular ile yalnız görüşmeleri engellenmeye çalışıldı; cesetlerin fotoğrafları ve çekilen video görüntüleri komisyondan gizlendi.

Kamuoyunun baskısı ile ancak 2000 Nisan ayında bu fotoğraflar video görüntüleri komisyon üyelerine verildi. Vahşeti onlar da gördüler ve izlemeye bile tahammül edemediler.

Komisyonun 18 gün sonra incelemelerine başlayabilmesi ve bu zamana kadar delilleri toplayan Ankara Cumhuriyet Savcısı’nın komisyonla görüşmeye gelmemesi komisyonun delilleri incelemesine olanak tanımamıştır. (...)
Ulucanlar Cezaevi’nde 2 Eylül’de gerçekleştirilen koğuş işgalinden sonra 26 Eylül’deki olaylar ve sonrasındaki gelişmeler hakkında kamuoyuna yeteri kadar bilgi verilmemiştir. Kamuoyuna bilgi verilmemesi bir yana TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyelerinden de bazı bilgiler ve belgeler saklanmıştır.
(TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu rapor taslağından)

Ulucanlara yürek dayanmadı;
TBMM İnsan Hakları Komisyonu, Ulucanlar Cezaevi’nde 10 mahkumun ölümü ile sonuçlanan olaylarla ilgili otopsi görüntülerini ve fotoğraflarını seyretti. Bazı üyeler vahşet olarak nitelendirilen görüntülere dayanamayarak toplantıyı terk ettiler.
(2 Mayıs 2000 tarihli Radikal gazetesindeki haberden)


***

“Katliamın asıl sebebi hücre tipi (F tipi) cezaevlerini
meşrulaştırmak amacıyla kamuoyu oluşturmaktı”


Katliamın gerçek sebebi tutukluların koğuş işgali eylemi ya da arama yapılmaması değildir. Cezaevine operasyon kararı zaten önceden verilmiştir ve planlamalar yapılmaktadır, işgal eylemi de bunun bahanesi olarak kullanılmıştır. Bu fiili durum operasyona gerekçe oluşturmak kastı ile uzatılmış ve ağırlaştırılmıştır. Öldürme amacıyla operasyon yapılmış, öldürücü bölgelere hedefli silahlı atış yapılmıştır.

Katliamın asıl sebebi hücre tipi (F tipi) cezaevlerini meşrulaştırmak amacıyla kamuoyu oluşturmaktır.


Bu olay 2 Eylül’de başlamadı; olayın esas başlangıç tarihi çok eskilere dayanıyor.(...)
Süreç kısa bir süreç değil 2 Eylül-26 Eylül süreci değil.
(Cezaevi Bölük Komutanı Üsteğmen Deniz Yılmaz’ın ifadesinden)

Bu gelişmelerin gerekçesi devlet otoritesinin temin edilmesidir
(Jandarma İl Alay Komutan Yardımcısı Ali Öz’ün ifadesinden)

Cezaevleri Genel Müdürü bu fiili durumu çözmek için uzlaşmaya yanaşmak yerine biz bu durumu bildiğimiz gibi çözeriz dediler. Tutuklular 3 Eylül’den itibaren sayım vermeye razı oldukları halde görevliler sayım almamıştır.
(İHD Ankara Şube Başkanı Lütfi Demirkapı’nın ifadesinden)

Fotoğraflar arasında “devletin hakimiyetinin kuruldu”ğuna dair il jandarmaya ait bir döviz görüldü. Resimlerin incelenmesinden operasyon esnasında koğuşların fazla tahrip olmadığı görüldü.
(TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu rapor taslağından)

Olay, resmi raporlara ve savcının hazırladığı iddianameye geçtiği gibi, cezaevi görevlilerinin arama yapmak için jandarmadan yardım istemeleri ve koğuşu işgal eden eylemcilerin direnmesi sonucunda bir anda ortaya çıkmış değildir. Operasyona komuta eden binbaşının ifadesine göre; 20 gün boyuca müdahale planı yapılmış, keşifler ve toplantılarda konu gardiyan ve müdürlerle ayrıntılı olarak tartışılmıştır. Yani olay aramanın güvenliği için çağrılan güvenlik güçlerine saldırdığı için bir anda çıkmış değildir. Öyle olsaydı hazırlıklı olmayan güvenlik güçleri silah kullanmak zorunda kalır ve 10 kişinin ölümü açıklanabilirdi. Ancak Ulucanlar’da böyle olmamış, müdahale için günlerce hazırlanılmış, yeteri sayıda personel getirilmiş, hatta özel hareket birliğinden de takviye alınmıştır.
(TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu raporundan)


***

“Bizzat operasyon kararını verenlerden biri olan Vali,
kendi emriyle eylem yapan personeli aklamıştı”


Öldürme, yaralama, işkence, tehdit, hakaret, cinsel taciz, görevi kötüye kullanma, yağma, görevi ihmal gibi birçok suç nedeni ile katledilenlerin aileleri ve yaralılar, avukatları aracılığı ile şikayette bulunmuşlardı.

Oysa Vali onca delile rağmen bir paragraflık yazıyla yargılamaya gerek olmadığına karar vermişti. Bizzat operasyon kararını verenlerden biri olan Vali, kendi emriyle eylem yapan personeli aklamıştı.

Verilen bu karar da basit hukuk ve yasa hükümlerini bile hiçe sayıyordu.
Karara karşı avukatlar Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz ettiler. Aradan geçen uzun zamandan sonra150 jandarma hakkında göstermelik bir soruşturma açıldı.

Avukatlar jandarmaların yargılanmamasına ilişkin kararın yasalara ve hukuka aykırı yönlerini açıklayarak şu noktaları vurguladılar:


    * Jandarmanın görevi idari değildir. Adli görev olduğu için savcının doğrudan dava açması gerekirdi.
    * Valinin verdiği kararda gerekçe gösterilmemiştir.
    * Dayanak yapılan 1721 sayılı yasanın doğrudan ya da dolaylı olarak jandarma personeli ile hiçbir ilgisi yoktur.
    * Dayanak yapılan 2803 sayılı yasa jandarmalara cezaevlerinde silah kullanma yetkisi vermemektedir.
    * Tüzük hükmüne dayanılmıştır, yaşam hakkı tüzük ya da yönetmelikle sınırlanamaz.
    * Vali yetkisini kamu yararına kullanmamıştır.
    * Vali görevsizlik kararı ile önüne getirilen 5 jandarma görevlisi hakkında hiçbir karar vermemiştir.
    * Vali görevsizlik kararı ile önüne getirilen 14 ayrı şikayet konusunda da hiçbir karar vermemiştir.
    * Vali görevsizlik kararı ile önüne getirilen olayın şikayetçilerinden 1 müşteki ve 74 mağdurun şikayetlerini hiç inceleme konusu yapmamıştır.


***

Her türlü sınırı aştılar, mağdurları sanık yaptılar...

Bu çıplak katliama rağmen katliamdan sağ kurtulanlar da idam cezası ile öldürülmeye çalışılmaktadır.

Katliamdan yaralı kurtulan 85 tutukluya Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Kendi arkadaşlarının beşini öldürmekle ve isyan çıkarmakla suçlandılar. Bu şaşırtıcı senaryo katliamın ikinci perdesi ile bir bütün olarak planlandığını gösteriyordu.

Davanın açıldığı Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi, katliamı çarpıtan senaryoyu bir adım daha ileri taşıdı; sanıkların cezaevinde örgüt kurarak anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalktıklarını ileri sürdü. Mahkemeye göre yaralanan tutuklular katliama karşı direnmekle TC anayasasını ortadan kaldırmaya teşebbüs etmişlerdir.

Duruşmaya katledilenlerin yakınları alınmadı, gelen aileler Ankara girişinde ya da Ankara’da gözaltına alındı. Sanıkların avukatları bile Ankara girişinde jandarma tarafından üç saat gözaltında tutuldu, bazıları ise giremedi. Jandarma subayı vekaletname gösterirseniz Ankara’ya girebilirsiniz diyebilecek kadar rahat ve kuralsız davranabiliyordu.

Duruşma öncesinde polisin, avukatlara verilecek kararı açıklaması duruşmanın formalite olduğunu da gösterdi. Nitekim duruşmaya katılabilen tutuksuz sanıklara bile söz verilmedi. Tutuklular da duruşmaya “asker olmadığı” bahanesi ile getirilmediler. Gerçekten de Ankara’daki neredeyse tüm polis ve askerler tutuklu ailelerini, avukatları, onlara destek olan kurumları gözaltına almak ve engellemek için seferberdiler.


Böylelikle görevsizik kararı veren ağır ceza mahkemesi dosyayı Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne gönderdi. Mahkemeler arasında dolaşan dosya son olarak Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından Ağır Ceza Mahkemesi’ne geri gönderildi.

Katliamcıları değil katledilenleri yargılayan devlet Ulucanlar katliamının nasıl planlı ve vahşi bir katliam olduğunu katliamın bu ikinci perdesi yoluyla da göstermiş olmaktadır.